Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Mahşerin Dört Atlısı

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Roshana Chalthoum
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Roshana Chalthoum


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 26/02/11
Nerden : Tanta, Mısır

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimePtsi Şub. 28, 2011 6:57 am

Mahşerin Dört Atlısı 2e31c1d7 . Mahşerin Dört Atlısı 32cfdb93 . Mahşerin Dört Atlısı 9bd98f37 . Mahşerin Dört Atlısı 72780a07

Rp Sahipleri : Roshana Chalthoum . Kyria Jerdet . Martius Griswold . Darcell Griswold
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Roshana Chalthoum
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Roshana Chalthoum


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 26/02/11
Nerden : Tanta, Mısır

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimePtsi Şub. 28, 2011 7:21 am

    Roshana, o gece oldukça iyi uyuyamamıştı. Çoğunlukla saçlarında bigudilerle uyumaya alışıktı ama o gece, nedense ne tarafa dönerse dönsün yastığa tam olarak başını dayayamadığından olacak, tam derin uykuya dalamamıştı. Ya hafif uyku içerisinde oluyordu ya da rem uykusu içinde can çekişiyordu. Rüyasında da belki bu yüzden iyi şeyler görmemişti. Saçlarının bir yangında yandığını ve kel olduğunu görmüştü. Üstelik saçları geri de çıkmıyordu. Kirpikleri ateş yüzünden kütleşmişti ve oldukça acayip bir görünüm kazanmıştı. Ayrıca kaşları da yoktu o rüyada. Yüzünde her zaman iğrendiği sivilcelerden daha kötü olarak onlarca çıban vardı. Kendisini hiçbir zaman o kadar ki kadar çirkin hissettiğini hatırlamıyordu, asla da öyle olmak istemiyordu. Onun için saçları ve tırnakları büyük önem taşıyordu. Tabii ki bunların dışında kilosu ve yüzü de önemliydi. Fazla kilolu olmak gibi bir sorun çekiyor olmasa da, bu her genç kızın başına gelebilecek türden ciddi bir sorundu. Çok zayıf olmak sorun değildi ona göre, çünkü bunun çözümü basitti. Tıkınabildiğin kadar tıkınacaktın. Sonucunda da ideal kilona ulaşıp, onu koruyacaktın. Ama işlerin her zaman böyle gelişmediğinden de haberdardı Roshana. Bir kere çok yemeye alışıp, ideal kilosunu aşıp, çok zayıflıktan çok şişmanlığa geçen kişiler de tanıyordu o. Üstelik çok hızlı kilo değişimi olduğundan dolayı, hiç istenmeyen yerlerde çatlakları oluşuyordu onların. Kafasının ne kadar çabuk böyle düşüncelere yoğunlaşabildiğini fark edince, ister istemez şaşırdı. Aslında çok çabuk bir olaya odaklanamazdı o. Bir süre üstünde yoğunlaşması gerekirdi ama bir kere odaklandı mı sorun çekmezdi. Bunları düşünürken aynanın önünde duruyor ve ipek sabahlığına göz gezdiriyordu. Aslında göz attığı şey gecelik değildi, vücudunun onu nasıl taşıdığına bakıyordu. Herhangi bir yerden fazlalığının olmadığından emin olmak istiyordu. Varsa da onu hemencecik fark edip, sorunu büyümeden uzaklaştırmak istiyordu. Tıpkı kanser tedavisi gibi. Ne kadar çabuk fark edersen, o kadar çabuk kurtulma olasılığın olurdu bunda da. “Mükemmel.” diye mırıldandı. O anki görünüşünden oldukça memnundu. Özellikle de gece gördüğü o rüyadan sonra, kendini yeniden saçlı kaşlı ve düzgün kirpikli görmek onun için büyük önem taşır olmuştu. Aynaya doğru bir adım attı ve yüzünü, daha yakından incelemeye başladı. Kaşlarını bir yukarı, bir aşağı indiriyor ve gözlerini kırpıştırıyordu. Tiyatrocular gibi mimiklerini geliştirme alıştırmasıydı aslında bu. Kendisi tiyatrocu olmayabilirdi ama rol yapma yeteneği, her yerde işe yarayabilirdi.

    Kıyafet dolabını açarken üstüne gelen bir ayakkabı kutusunu hışımla geriye doğru ittirdi. İçindeki gladyatör sandaletlerin, kutunun kenarlarına çarpmasıyla odada tıkırdamalar yankılandı. Üzerine beyaz uzun bir bluz, altına da dizinin iki karış üstüne gelen siyah bir mini etek giydi. Bluzun de üstüne siyah bir ceket geçirdi ama önünü kapatmadı. Siyah Emporio Armanı marka bir ayakkabı giydi. Ne tür bir takı takması gerektiğinden emin olmadığı için, bu sefer de takı kutusunun altını üstüne getirdi. En sonunda bluzun açıkta bıraktığı degajesini tamamlayacak uzun bir kolye buldu. Aynanın karşısına geçip, saçlarındaki bigudileri dikkatle çıkardı. Sonra da buklelerin kalıcı olması için saç spreyini kullandı. Biraz rimel ve rujla da görünümünü tamamladı. Bütün gece düzgün bir uyku çekememiş olabilirdi ama şu anki görüntüsü için buna değdiğini düşünmeden edemiyordu. Bir kere gözlerinin altında halkalar oluşmasını engelleyecek şekilde uykusunu almıştı, bu da Roshana için yeterliydi. Aynadaki yansımasına doğru gülümsedi ve bardaki barmeni, tavlayacak derecede iyi göründüğüne karar verdi. Bakalım o Charlotte cadısı mı daha önce onu eline alabilecekti, yoksa Roshana mı onu etkileyecekti. “Tanrı Aşkına, nasıl karşı çıkabilir ki bu görüntüye?” diye mırıldandı. Odasının kapısına doğru ilerlerken neredeyse çantasını almayı unuttuğunu fark etti. Sadece elinde cüzdan taşımamak için çanta kullanıyordu o. En başından beri yanında taşıyacağı bir cep telefonu olmamıştı. Sevmezdi Roshana, o tür minik teknolojik aletleri. Oldukça da sağlıksız olduklarını düşünürdü zaten. Uykusundan vazgeçebilirdi ama yaşamında birkaç yıldan asla vazgeçemezdi. Bu onun için bir ilke halini almıştı artık. Telefonla konuşmak yanlısı da değildi. Yüz yüze iletişime geçmenin daha kolay olduğunu düşünen eski kafalılardan sayılabilirdi aslında.

    Kahvaltı etmek gibi bir niyeti yoktu. Etkilemek istediği adamın karşısına –çok olmasa da- bir göbekle çıkmak istemiyordu. Dar bir kıyafet giymemişti ama yine de şansa bırakmayı istemezdi durumu. Bu bahsi kazanmak, arkadaşları arasında kendini kanıtlamasını sağlayacaktı. Her ne kadar bunun gerekli olmadığını bilse de böyle basit bir olayı geri çevirmek de istememişti. Evden hızlı bir şekilde çıkarken, kapının çıkardığı gürültü kulaklarının uğuldamasına neden oldu. Dışarısının esintili olduğunu o zaman fark etti. Özenle şekillendirmiş olduğu saçlarından, birkaç tel yüzüne geliyordu. Onları önemsememenin en iyisi olduğunu öğrenmişti Roshana. Yapılmış saça doğallık katardı onlar. Bu da kendini ister istemez bir filmde gibi hissetmesine neden olurdu. Tavlaması gereken barmenin Kiss and Fly barında çalıştığından haberi vardı. Bu yüzden sokaktan geçmekte olan bir taksiyi durdurdu ve arabanın içine bindi. “Kiss and Fly barı.” dedi, kısık bir sesle. Sürücünün bakışlarının bir an çıplak olan bacaklarından açıkta olan degajesine kaydığını hissetti. Ama umursamadı. Öyle basit insanlarla yiyişecek kadar alçalmamıştı.

    Bara vardığında içerisinin ne kadar hoş döşenmiş olduğunu fark etti. Çoğunlukla pembe ve mor renkleri kullanılmıştı ve bu durum Roshana’nın pek hoşuna gitmişti. Sonra gözleri barın arkasındaki adama takıldı. Onu, içeride kaslı kolları ve biçimli vücudu ile fark etmemek imkânsızdı. Esmer güzeli diye buna dendiğini düşünmeye başlamıştı genç kız. Kirli sakalının ona ne kadar yakışmış olduğunu kabul etmekte güçlük çekiyordu çünkü sakal yanlısı bir insan değildi kendisi. Geniş omuzları da karşısındakilere korku salacak derecedeydi, oysa Roshana korkmuyordu. Aksine etkilenmişti. Gerçekten onu etkilemek için büyük bir arzu duydu. “Sanki bir ilah.” diye kıpırdattı dudaklarını. Ama düşüncelerinde abartmaya başladığını fark edince gözlerini barmenin üzerinden çekti. Çantasından Lacoste parfümünü çıkardı. Boynuna ve saçlarına doğru nazikçe sıktı ve nahoş kokunun burnuna dolmasıyla, adama doğru tebessüm etti. Etrafı zaten kızlarla doluydu, bu yüzden ona ulaşmak için onların yaptıklarından daha iyisini başarmak zorundaydı. Aklına gelen fikirle birlikte dikkat çekmek için özellikle, ayakkabılarının topuklarını yere vurarak ona doğru ilerledi. Bar taburesine oturduktan sonra bacak bacak üstüne attı. Bu, zaten kısa olan eteğinin daha da kısa görünmesine neden olmuştu. Çantasını tutan elini masanın üzerine koydu. Öne doğru eğildi ve adama, dikkatini çekebilmek için zengin bir manzara sundu. Düşündüğü gibi adamın gözleri, Roshana’nın yüzünden sonra dekoltesine kaydı. “Martini alabilir miyim?” Tutku ve adrenalin dolu sesin kendisinden çıktığına inanamadı bir an genç kız. Ama adam, onun vermek istediği mesajı almışa benziyordu ki bakışları artık kızı soyar bir hal almıştı. Muhtemelen şu an onun yatakta nasıl olduğunu düşünüyordu. Bu ilgiden hoşlanan Roshana, yanına oturan kızıl saçlı kızı fark edemedi. Ama barmen, fark etmişe benziyordu ki bakışları şimdi ona odaklanmıştı. Roshana önüne koyulan martiniye soğuk bir bakış attı, onu içmek için kullanmayacaktı. Barmen kızıl saçlı kız için martini doldurmak üzere arkasını döndüğünde, bu şansı değerlendirmesi gerektiğini fark etti. Genç kız kendi martinisini o kadar soğukkanlı bir tavırla, yanındakinin üstüne döktü ki, kızıl saçlı cadı da neler olduğunu kavrayamadı bir süre. Daha sonra ateş saçan gözleri, Roshana’nınkilerle buluştu. Ama birkaç saniye geçmeden mesajı almış olacak ki yüzündeki ifade silindi. “Pardon.” dedi Roshana, sıkıldığını belli eder bir sesle. “Şimdi toz ol.” Kızıl saçlı kızın ağzı açılsa da bir “Oh” sesinden başka hiçbir şey duyulmadı. Oturduğu sandalyeden kalkarken Roshana ile göz göze gelmemek için çabaladığı belliydi. Bu durumdan memnun olan genç kız, bakışlarını barmene çevirdi. Adam elinde martiniyle dikilmiş, ifadesiz bir yüzle şimdi boş olan sandalyeye bakıyordu. “Sanırım onu ben alacağım. Benimki döküldü de…” dedi Roshana, elinden geldiğince masum bir tavır takınarak. Barmen neler olduğunu anlamış olacak ki, yaramaz bir ifade oturdu bakışlarına. Sorgulamadan martiniyi ona doğru uzattı. Roshana bu şansı da kullanması gerektiğini düşünerek elini bardağa doğru attı. Bardağın çevresinde ikisinin elleri temas edince, garip bir ürpermenin bedenini esir aldığını fark etti. Bu duygu oldukça da hoşuna gitmişti. Adamın yüzünün kendisininkine yaklaştığını fark edince, kalp atışları hızlanmaya başladı. “Bütün bu yaptıklarının bir amacı olduğunu düşünmeden edemiyorum.” Sıcak bir nefesin kulağına vurmasıyla, Roshana’nın teni yanmaya başladı. Beyni alarma geçmiş gibiydi. Daha ne olduğunu fark edemeden adamın yüzünün iki tarafını tutmuş, kendisini öpmesini beklemeye başlamıştı. Barmen de ilk başta şaşırmıştı ama duruma uyum sağlamakta zorlanmadı. Kızın dudaklarını nazik bir biçimde öptü. Roshana ise naziklik evresini çoktan geçmişti. Barın içerisinde bulunan biri, elbet bu olanları arkadaşlarından birine duyuracaktı. Bu da Roshana’nın bahsi kazandığını gösterirdi. Vücudundan öte aklına uyarak, uzaklaştı adamdan. İkisi de nefes nefese kalmıştı. Roshana’yı mutlu eden şey istediği adamı elde edebileceğini görmekti. Martinisini fondipledi ve masanın üzerine bir yüzlük bıraktı. Adamın şaşkın yüzünü gerisinde bırakarak, asansöre yöneldi. Yüzündeki şeytani gülümsemenin geçmesini bekledi bir süre. Al al olmuş yanaklarını ovuşturdu ve gelen asansöre bindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Kyria Jerdet
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
Kyria Jerdet


Mesaj Sayısı : 36
Kayıt tarihi : 26/02/11

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimeSalı Mart 01, 2011 9:14 am

    Her sabah yaptığı gibi, bu sabah da geç saatlere kadar uyuyup güzellik uykusunu tamamlamak istiyordu. Fakat her şey her zamanki gibi yolunda gitmiyordu. Sabah sabah çalan telefon onu sıçratarak uyandırmış ve karşındaki kişiye karşı oldukça kaba bir tutum sergilemesine neden olmuştu. Telefondaki kişi en yakın arkadaşı olsa da bu konuda kimseye ayrıcalık tanımıyordu. Onu güzellik uykusundan eden herkese karşı aynı kabalıkta cevap veriyordu. Genç kızın arkadaşı hiçbir şey olmamış gibi ona son dakika dedikodularını aktararak konuya girmişti. Aslında onun planı başkaydı. Kyria ile aylar önce konuştuğu olayı gerçekleştirmek için tam zamanı olduğunu düşünüyordu. Artık genç kızın bekâretini birilerine vermesi gerektiğine inanıyordu. Ne de olsa çok kısa bir zaman sonra üniversiteye gidecekti ve hâlâ bakireydi. Akşam için çok nezih bir mekânda yer ayırttığını ve akşam orada buluşacaklarını bildirdi. Tüm bu konuşma boyunca sessizliğini koruyan genç kız, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Telefonu kapatmak için üstün körü teklifini kabul ettikten sonra düşünmeye başladı. Olay çok farklı boyutlara gidiyordu. Daha önce defalarca birileri ile oynaşmıştı ama iş hep o boyutta kalmıştı. Şimdi sonuna kadar gidecekti. Aslında arkadaşı da haksız sayılmazdı. Bir şekilde bunu yapması gerekiyordu artık. Derin bir nefes alıp ne yapacağına karar verdi. Yapacaktı bu işi. Başka yolu yoktu. Hızla yataktan kalkıp banyoya koştu ve keyfini çıkararak banyosunu yaptı. Daha sonraki iki saatte de gardırobunun önünde bekleyip ne giyeceğini düşünmeye başladı. Uzun bir beyin fırtınasının ardından ne giyeceğine karar verdi. Beyaz üzerine siyah şeritler olan düşük yaka mini bir elbise giyip, altına deri uzun çizmelerini giydi. Saçlarını özenli toplamak yerine dağınık bir şekilde açık bıraktı. Siyah göz makyajının üzerine kırmızı rujunu da sürdükten sonra hazır olduğunu hissetti. Son olarak parfümünü de sıktıktan sonra kendini geceye hazır hissediyordu ama bir sorun vardı. Saat henüz çok erkendi. Daha dört saati vardı buluşma için. Evde bekleyemezdi, dışarı da çıkamazdı. Çıkarsa eve tekrar gelip üstünü değiştirmesi gerekecekti. Zaten bu kıyafetleri seçmek bir saatini almıştı. Tekrar bir saatini de harcayamazdı. Salona geçip koltuklardan birine kuruldu ve eline televizyon kumandasını alıp televizyonu açtı. National Geographic kanalında gördüğü ‘İmparator Penguenler’ adlı belgeseli açıp izlemeye başladı. Sonu oldukça acıklı olan bu belgesel günün anlam ve önemine zıt düşüyordu. Sessizce belgeseli izlemeye başladı.

    Aradan dört saat geçtikten sonra yerinden fırlamış ve kapının önünde volta atmaya başlamıştı. Gereğinden fazla heyecanlanıyordu. Hayatındaki diğer günlerden pek fazla farkı yokmuş gibi de davranamıyordu. Orta yolunu bir türlü bulamıyordu. Heyecandan ellerinin terlediğini fark edip hemen eteğine sürdü. Kyria’ya saatler gibi gelen dakikaların ardından kapı zili çalmıştı. Tam kapıya doğru fırlayacakken birden durdu. Öyle hemen atlamanın anlamı yoktu. Kendini biraz ağırdan satmalıydı. Kapı zili bir kez daha çaldıktan sonra merdivenlerin başına gidip tekrar kapıya doğru yürüdü. Gayet sakin bir şekilde kapıyı açtıktan sonra Chanell’e nasıl olmuşum şeklinde bir gülümseme gönderdi. Kız ise onların arasında her zamanki gibi anlamına gelen parmak işaretini yaptı. Chanell tam içeri girmek üzereyken onu durduran Kyria, hemen lafa daldı. ‘’Bizimkiler Avrupa turundalar. Hizmetçiler ise bugün izinli. Sen bir şey yiyip içmeden, bizim evden çıkmıyorsun. Ne sen mutfağa gidip kendine bir şey alırsın, ne de ben sana servis yaparım. O yüzden hiç aklından geçirme bile. Direkt gidelim bence.’’ Vestiyere uzanıp parlak deri çantasını aldı ve kız arkadaşını kolundan sürükleyerek dışarı çıkardı. Genç kız bir şey diyemeden arkadaşının onu sürüklemesine izin verdi. Ana yola çıkar çıkmaz bir taksinin gelmesini bekleyen iki genç kız, sabırlarının son zerresini de o kaldırımda harcıyorlardı. Normal zamanlarda araba ile gitseler şu anda bulundukları cadde taksi kaynıyor olurken, şimdi tek bir tane bile boş taksi geçmiyordu. Taksiciler ya bugün toptan izin almışlardı ya da bugün herkesin işi vardı. Yarım saat boyunca bekledikten sonra, sonunda bir taksiye binebilmişlerdi. Taksiciye gidecekleri yeri söyledikten sonra Kyria, Chanell’ı sabah telefonda anlattığı dedikoduları tekrar anlatması konusunda ikna etti. Chanell ise hâlinden gayet memnun bir şekilde duyduğu tüm olayları ballandıra ballandıra tekrar anlattı. Taksici, Kiss & Fly barının önünde durduğunda aşağı indiler ve koca bara dışarıdan şöylesine bir göz atıp içeri girdiler.

    Oldukça lüks döşenmiş olan bar, tamamen yüksek kesim insanlara hitap ediyordu. Mor ve pembe renklerin ağırlıklı olduğu bu yapı insanı saatlerce içeride tutabilecek bir duygu yayıyordu. Chanell, Kyria’nın hafifçe koluna dokunup, onun duyabileceği şekilde kulağına doğru fısıldadı. ‘’Ben arkada Andrew ve arkadaşları ile olacağım. Sen tek başına dur. O zaman daha kolay bulursun.’’ Hınzırca gülümseyip göz kırpmıştı sözlerinin ardından. Kyria ise son derece kendinden emin cevap vermişti. ‘’Ben her zaman bulurum kendime. Sadece beğenemiyorum. Ee bugün de burası kalabalık olduğuna göre mutlaka bulurum kendime uygun birini.’’ Elini saçlarına götürüp onları yavaşça omzundan geriye attı. En az Chanell’ın ki kadar hınzırca bir bakış atıp, ona sırtını döndü ve bara doğru yürümeye başladı. Ortamın gürültüsü genç kızın ayakkabısının tıkırtısını bastırıyordu. Boş bulduğu bir tabureye nazikçe yerleşti. Birilerinin onunla ilgilenmesini, siparişini almasını beklerken taburesiyle birlikte geri döndü ve bacak bacak üstüne attı. Salınarak çevredeki kişileri süzmeye başladı. Gözüne birini kestirememişti. Adam akıllı tiplerin yanında hep bir kız vardı ve bu kızlar büyük çoğunluğunun kız arkadaşlarıydı. Tek takılanlar da kısa günün kârını elde etmeye çalışırcasına bakıyorlardı. Böyle tiplerle de işi olmazdı zaten. İlk zamandan çizgisini koruması gerekiyordu. O, bu şekilde bardaki herkesi tek tek elerken arkasındaki hareketlilikle geriye döndü ve hemen dibinde masanın üzerini silen barmenle karşılaştı. Gözleri adamın kaslı kollarına, oradan da geniş göğsüne takıldı. Etkilenmemek elde değildi. Buradaki kaç kişide böyle vücut vardı ki sonuçta. Adam kirpiklerinin altından ona bakınca gecesini birlikte geçireceği adamı seçmekte pek zorlanmadı. Barmen yanından ayrılmadan önce en albenili sesiyle ‘’Bir cin tonik alabilir miyim, lütfen?’’ dedi. Genç adam emredersiniz dercesine başını salladı ve istediği içkiyi hazırlamak için ayrıldı. Hemen onun arkasından bakan genç kız bu davranışıyla beraber, masa boyunca çoğunluğu kadınların sağladığını ve hemen hemen hepsinin gözünün barmende olduğunu anladı. Hedeflediği adam zorluydu ama imkânsız değildi. Bu düşünce ona daha da moral verdi. Omuzlarını dikleştirip ellerini bacaklarının üzerine yerleştirdi. Daha sonra bileğine taktığı kalın bileziklerle oynarken, barmenin biraz önce getirdiği içkisini yudumladı. Genç adam, ona içkisini getirdiğinde sadece dudaklarını oynatarak teşekkür etmiş ve bardağı eline alıp yavaşça dudaklarına götürmüştü.

    Bir yandan içkisini yudumlarken, omzunun üzerinden geriye bakıyordu. Oturduğu yerden artık Chanell ve takıldığı kişileri görebiliyordu. Arkadaşı resmen çocuğun dibine düşecekti ve bundan en ufak bir çekinme bile göstermiyordu. Aslında Kyria’nın derdi erkeklere asılmak, onlarla barın ortasında yiyişmek değildi. Bunu defalarca yapmıştı. Bu seferkinin o diğer onlarcasından farkı, sonuna kadar gidecek olmasıydı. O kafasını bu düşüncelere takmışken barmen batan geminin malları gibi kapılıyordu ve genç kız sadece olanları izleyebiliyordu. Geç kalmıştı, evet. Şimdi masadaki kızıl saçlı bir kız çoktan adamı kıskacına almış, onunla ilgili planlarını şekillendiriyordu. Ama elbette tek talip o değildi. Hemen yanındaki esmer kızın bakışlarından bunu anlamak mümkündü. Genç adam pekâlâ bunların farkındaydı ama beğenilmek ve arzu edilmek âdemoğullarının genel özellikleriydi. Esmer olanın, yanındaki kızıl kızı masadan kaldırmak ve onu saf dışı etmek için yaptığı onca şeyi yan yan bakarak izliyordu Kyria. Tabi daha sonra tek seçenek kendisi kalınca adamla nasıl flört ettiğini de. Ve en sonunda onu öptüğünde ise verdiği tek tepki ‘’Ne kaltak ama.’’ oldu. Ondan sonrası ise tam bir curcunaydı. Kız masaya bir yüzlük atmış ve barmeni orada öylece bırakmıştı. Neye uğradığını şaşıran barmen ellerini saçlarının arasına götürmüş ve zor da olsa kendini tekrar işine verebilmişti. Hemen sonra ise tekrar Kyria’nın yanına gelmiş ve ona bir not uzatmıştı. ‘’Bunu size az önce arkadaşınız olduğunu söyleyen bir bayan bıraktı.‘’ Notu nazikçe eline alan Kyria notta yazanları görünce gözlerini kıstı. Terk edilmişti. [Biz gidiyoruz. Sen keyfine bak. Ch.] yazılmıştı. Chanell nasıl da unutmuştu, onun en nefret ettiği şeyin bu tür emrivakiler olduğunu. Notu, sinirden parmaklarının arasında döndürmeye başlamıştı ki barmenin sesi ile dünyaya döndü. ‘’Sanırım yalnız kaldın. Üzüldüm! Senin gibi birini nasıl olur da yalnız bırakırlar aklım almıyor.’’ Ne yani şimdi bir de bu adam ona yavşamaya mı çalışıyordu? Ee tabii elindekilerle idare etmeye çalışıyordu. Yeteri kadar sinirlenen Kyria, ‘’Benim için endişelenme, kendin için endişelen.’’ diyerek elinden geldiğince etkileyici olmaya çalıştı. Sonra o esmer kızın yaptığı gibi masaya bir yüzlük banknot atıp, çantasını aldığı gibi çıkışa yöneldi. İleride asansörün kapısının açıldığını gören genç kız koşarak ona yetişmeye çalıştı. Asansöre iyice yaklaştığında ise ‘’Asansörü tutabilir misiniz?’’ diye seslendi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimeÇarş. Mart 02, 2011 8:50 am

Boynunda hissettiği garip sızı ile uyandı o sabah Martius. Her sabah yaptığı gibi güneş odasının içerisini doldurmuştu ama bu, onun için artık bir sorun teşkil etmiyor hale gelmişti. O kadar alışmıştı ki ışıklı bir oda içerisinde uyumaya, tatillerde şezlonga yatıp üstüne şemsiye çekmeden bile uyuyabileceğine inanıyordu. Çoğu insanın aksine bu durumdan şikâyet edecek evreyi de geçmişti. Işığı yok sayarak hafifçe bedenini kıpırdattı. Parmaklarının uçlarının kasıldığını hissedebiliyordu, biraz da göz kapakları hareket etmişti. Ama yavaştan ayılmaya başladığının da farkındaydı. Boynunda hissettiği sızının nedenini de hafiften merak etmeye başlamıştı. Bu yüzden kafasını sola doğru döndürdü. Neden yastığının yumuşak hatlarını hissedemiyordu? Gözlerini açtığında bir an, boş midesinin bulandığını hissetti. Odasına ters bir biçimde bakıyordu ve beyninde ciddi bir ağırlık hissediyordu. Herhalde vücudundaki bütün kan orada toplanmıştı. Bu düşünceye gülmek istedi ama ciddi bir baş ağrısı hissedince vazgeçmek zorunda kaldı. Boş boş odayı seyretmek yerine yavaşça yerinden kalkmaya çalıştı. Kendini toparlaması bir dakika kadar sürdü. Boynunun neden ağrıdığını şimdi anlamıştı. Muhtemelen gecenin büyük bir kısmını bu pozisyonda uyuyarak geçirmişti. Bu da gün boyu baş dönmesi yapabileceği anlamına geliyordu. Başını yastığa dayayıp tavanı izledi bir süre. Biraz kendine gelebilmek için yapıyordu bunu, yoksa düşünecek pek fazla şeyi olduğu söylenemezdi. Midesinden gelen açlık sinyallerinden sonra daha fazla uzanmayı yersiz buldu. Doğrulup, odasının içerisine bir göz gezdirdi. Dün akşam geç yattığı o kadar belliydi ki. Abur cubur çöpleri masanın üzerinde dizili duruyorlardı ve iki tane bira kutusu da çöpte yerini almıştı. Martius çok fazla içen biri değildi ama şu sıra, belki de yapacak iş bulamadığından, seviyordu. Dertli de sayılmazdı, zaten şimdiye kadar hiç çok dertli olduğundan dolayı içtiği olmamıştı. Eğlenmek ve zevk almak için içerdi o bir şeyler.

Midesinden gelen başka bir uyarıdan sonra çabuk davranmaya karar verdi. Banyoya gidip elini yüzünü yıkadı, sonra da giysi dolabına yöneldi. Ne giymesi gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu ama şimdiye kadar hiç olduğu da söylenemezdi. Belirli bir tarzda giyinirdi o genelde. Koyu gri bir pantolon ile beyaz bir tişört giydikten sonra, ayağına ayakkabılarını geçirdi. Çok fazla şeye ihtiyacı yoktu. Saçını yapmak gibi bir derdi de olduğu söylenemezdi. Bu yüzden hazırlanması on beş dakika sürerdi hep. Odasından çıkmadan önce perdeleri açmayı unutmadı. Şimdi içeriye, kozmik bir patlamadan geliyormuş gibi ışık doluyordu. Başını iki yana sallayıp, gülümserken odadan çıktı ve kapıyı kapattı. İçeriyi zaten bir hizmetçi toplayacaktı, bunun için dizilmiş olan abur cubur poşetlerini önemsemiyordu. Koridorda bulunan tüylü halının üzerinden geçerken hep huylanırdı Martius. Sanki yere kutup ayısını sermişler gibiydi bu durum. Ama annesi bu tür halılara binlerce dolar ödemek için hazır olda bekliyor gibiydi. Nerede satışa çıkarsa, anında o dükkânın kapısında belirirdi. Neyse ki Martius’u, odasında kullanması için zorlamıyordu onu annesi, yoksa şimdiye kadar çoktan eve bir kürk halı daha eklenmiş olurdu. Mutfağa girerken, içeriden kızarmış ekmeklerin güzel kokusu geliyordu burnuna. Ne kadar acıkmış olduğunu hatırlatıyordu bu da. Çabucak masaya otururken, yarı çıplak Darcell’in çoktan masada yerini aldığını fark etmesi uzun sürmedi. Neden öyle oturduğunu sorgulamak için “Cenabet misin oğlum?” dedi çarpık bir şekilde gülümseyerek. Ona hafif bir baş işaretiyle selam verirken, gözlerini masanın üzerinde muhteşem görünen ekmeklerden alamıyordu. Annesiyle babası daha masada değillerdi bu yüzden, hizmetçi kızın geniş göğüs dekoltesini izlememesi için hiçbir neden yoktu. Darcell da kızın, açıkta kalan bacaklarını kesiyordu genelde ama bunu yaptığını, her seferinde inkâr ediyordu. Oysaki gözlerinin nereye kaydığını fark etmek Martius için hiç de zor olmuyordu. Ama beklediği gibi o hizmetçi servis etmiyordu kahvaltıyı. Muhtemelen o gün izinli günüydü. Bu durumda kahvaltıya daha çok odaklanabileceğini düşünerek, biraz avuttu kendini. Neden kafasını o kıza takıyordu ki zaten? Muhtemelen kendisinden önce, babası icabından gelecekti. Annesi de onu gönderip, yerine daha pörsümüş bir tane getirecekti ve evin üç üyesinin aksine, kendisi memnun olacaktı. Kafasını bu tür konulardan uzaklaştırmak için ve açlığını gidermek için ekmeklerden birine uzandı. Darcell’ın da kendisi kadar mutsuz olduğunu fark etmemesi imkânsızdı çünkü hayal kırıklığı dolu oflaması mutfakta yankılanmıştı. Martius gülümsemesine engel olamadı. Kardeşinin sevgilisi olduğu halde, kızlara asılmak isteğini acayip buluyordu. Bir kızla iflah olacak tipten biri değil o. Boğazını temizleyip, Darcell’ın dikkatini üzerine çekti. “Özenli giyinmişsin bakıyorum da. Bir yere mi gidiyorsun?” diye sordu alaycı bir sesle. Bara gitme planı olduğunu duyunca Martius başını tedbirle salladı. “Tek başına?” Sesinin alaycı çıkmaması için elinden geleni yapıyordu ama bunun yeterli olmadığı aşikârdı. Darcell da bunu fark etmiş olacak ki bakışları karardı. Bu tür şakalara gelemiyor oluşu, Martius’a komik geliyordu. Senelerdir bu duruma alışmış olması gerekiyordu çünkü. “Ben de geleceğim o halde. Yapacak başka işimin olduğunu sanmıyorum bugün.” dedi, Darcell’ın yalnız gitme planını bozma isteğiyle. Her ne kadar kardeşinin kendisine karşı çıkmasını bekliyor olsa da, Darcell şaşırtıcı bir şekilde duruma uyum sağladı. Belki de uzun bir süre sonra ağabeyi ile eğlenme fikri hoşuna gitmişti.

Bej renginin ağırlıkta kullanıldığı salona geçtiklerinde ikisinin de yüzü gülüyordu. Geçenlerde izlemek üzere aldıkları Halka filmi hakkında saçma sapan yorumlar yapıyorlardı. Daha ürpertici bir ortam elde etmek için Martius perdeleri kapattı. Korku filmi izlemek için uygun bir ortamın olması gerektiğini düşünüyordu. O sırada Darcell da filmin CD’sini takmış, ses sistemini ayarlıyordu. Yumuşak bir koltuğa yerleşen Martius yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi. Kardeşinin hemen yanında duran koltuğa yerleşmesini izledi, sonra dikkatini filme vermeye çalıştı. CD’nin yarısına geldiklerinde, genç esnemeye başlamıştı. Zorlukla gözlerini açık tutuyordu. Uyanık kalmak için kardeşiyle sohbet etmeye karar verdi. “Korkunç Bir Film versiyonu daha iyiydi. Üstelik onun amacı korkutmak bile değildi.” Darcell’ın başının kendisine dönmesiyle konuşmaya devam etti. “Koltukaltı kıllarını taradığı sahne çok iyiydi. Hatta oturup örse daha da komik olabilirdi. Bu filmde sarı bir piliçten fazlasını göremiyoruz ve onun geri bir zekâya sahip oğlundan.” Gözlerini uyuşuklukla devirdi. Darcell’ın bir şeyler dediğini duydu ama ne olduklarını anlayamadı. Çünkü yavaştan uyku dünyasına giriyordu.

Kendine geldiğinde filmin çoktan bitmiş olduğunu fark etti. Kafası koltuğun sol tarafına eğilmişti, bacağı da koltuğun sağ kolunun üzerinden diğer tarafa sarkıyordu. Giymiş olduğu beyaz tişört belinin hemen üzerinde toplanmıştı. Bunun üzerine Martius gülmeye başladı. Darcell’ın hoşnut bir ifadeyle kendisini izlediğini görünce, gülmeyi kesti. “Neye bakıyorsun sen öyle?” dedi asabi bir ses tonuyla, kendini toparlarken. Daha onun bir şey demesine fırsat vermeden, bakışlarıyla lafını ağzına tıktı. “Fotoğraf falan çektiysen, sonun iyi olmaz.” Darcell’ın muzip bakışları her şeyi açıklar nitelikteydi aslında. Kim bilir, şimdi cep telefonunun galerisini karıştırsa kaç tane fotoğrafını bulurdu. Bakışlarını onun üzerinden ayırmadan, “Onları sileceksin.” dedi, ellerini saçlarının arasında dolaştırırken. Darcell’ın tabii tabii der bakışlarını yargılıyordu içten içe. “Bu işin ilerisi de olur, farkındasın değil mi? Ee, hadi gitmiyor muyuz?” diye sordu konuyu uzatmak istemediğinden dolayı. Tartışmanın boşuna zaman kaybı olduğunu biliyordu. Darcell bir kere bir şeye karar vermişse, geri döndürmek deveye hendek atlatmakla aynı şeydi neredeyse. Ama tehdidinin bir derece işe yarayacağından emindi Martius. Kardeşinin başını sallaması ile yeniden gülmeye başladı. “Kızlar seni yarı çıplak beğeniyor olabilir ama ben beğenmiyorum. Git üstüne bir şeyler giy.” Bu sefer gözlerini deviren Martius olmadı.

On dakika sonra taksinin içerisinde Kiss and Fly’a gidiyorlardı. Bara varmaları yaklaşık yirmi dakika sürdü. Taksinin boğucu havasından kurtulan ciğerleri, temiz havayı içine çekince iki gencin de göğüsleri genişledi. Barın gösterişli kapısından girip, bu sefer de içki kokusu dolu havayı soludular. Martius giydiği tişörtü çekiştirdi ve gözlerini içeride dolandırdı. Barın önünde olan kız topluluğunu görünce oraya yönelmemek için kendini zor tuttu. Kardeşine baş işareti ile barın önünü gösterdi. Onun da yaramaz sırıtışından aynı şeyleri düşünmekte olduklarını hissetti genç. Darcell başını sallayınca, bardaki masalardan birine doğru ilerlemeye başladılar. Kız topluluğunu yararak attıkları her adımda daha çok göz onlara dönüyordu. İki kardeş de bundan haberdardılar ama umurlarında olduğu da söylenemezdi. Bir masaya yerleştiler. Darcell’ın hala etrafına bakındığını fark eden Martius alaycı bir sesle, “Sevgilini mi arıyorsun?” diye sordu. Kardeşi yine ifadesiz bir ifade takınmıştı yüzüne. Ama Martius hazır konuyu açmışken, karıştırmaya kararlıydı. “Benim oturduğum yerde, onun oturmasını mı tercih ederdin yoksa?” Yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. Gelen garsona da iki naneli votka istediklerini söyledikten sonra, gözlerini kardeşinin üzerinden hiç ayırmamaya başladı. En küçük bir tepkisinde bile gülmek için tetikte bekliyordu. Darcell’ı en çok sinirlendiren şeylerin başında, kendisine dik dik bakılması olduğunu bildiğinden dolayı bunu son zamanlarda çok sık yapar olmuştu. Birkaç dakika sonra sipariş ettikleri votkalar masalarına geldi. İki kardeş de aralarında yazısız bir anlaşma varmış gibi, ilk içkisini bitirenin kazanacağı fikrini benimsemişlerdi. Saniyeler sonra Martius, fondiplenen votkaların yerine yenisinin gelmesi için işaret verdi. Sonra kardeşine döndü ve en sinir bozucu yüz ifadesini takındı. “Söylesene, yatakta seni tatmin edebiliyor mu?” Darcell’ın kızgın bakışlarına karşı bir kahkaha attı. “Hemen de kız zaten. Özel hayatın hiç de özel değil kardeşim, kusura bakma. Çekmecendeki kutuların sayısının azaldığını fark etmemek imkânsız. Çok hızlısın.” Kaşlarını kaldırıp gülmeye başladı. Kardeşinin kendisini savunmak için dediği şeyleri duymamış gibi yaparak, yeni gelen votkasını fondipledi. Daha demin gülen ve sırıtan yüzleri artık acı çeker bir hal almıştı. Ağır bir içki olan votka onları tam zamanında ellerine almıştı sanki. Martius votkanın ilk önce boğazını daha sonra midesini ısıttığını hissetti. Düşünme yetisini yavaş yavaş kaybediyordu. Arkadan gelen, AC/DC şarkısına da eşlik etmeye başlamıştı. Dudaklarının kımıldamasına engel olamıyordu. Sanki doğduğundan beri bu şarkıyı dinliyormuş gibi, hiçbir sözü şaşırmıyordu. “Cause the walls start shaking. The earth was quaking. My mind was aching. And we were making it and you shook me all night long.” Yavaş yavaş kafasını da ritme uygun sallamaya başlamıştı ki, başını ele geçiren ağrıdan dolayı durmak zorunda kaldı. Önünde duran bardağın masa üzerinde kendiliğinden hareket ettiğini görmeye başlamıştı. Sanki Martius onu zihin gücüyle, Darcell’a doğru ittiriyor sonra aynı şekilde geri gelmesini sağlıyordu. Üçüncü bardak votkayı da midesine indirdikten sonra, iyice kafayı bulmuştu. Oturduğu taburenin etrafında bir kere döndü, sanki dünyanın kendisinden çok daha hızlı dönüyormuş gibi hissediyordu. Ki bu durumdan dolayı da ciddi derecede eğlenmeye başlamıştı. İki kardeşin de bakışları boşalmıştı, sanki bir tür komanın eşiğindelermiş gibi duruyorlardı. Etraflarındaki kızlara anlamsız öpücükler gönderiyor ve sapıkça şeyler söyleyerek onları tahrik etmeye çalışıyorlardı. Ama asılma çabaları o kadar gülünçtü ki kızlar bile aralarında dedikodularını yapmaya başlamışlardı. Martius, Darcell’ın koluna vurdu ve başıyla asansöre ilerleyen iki kızı işaret etti. Ama hafızası iki saniyelikmiş gibi, oturduğu yerden kalktı ve daha kardeşinin tepkisini beklemeden, asansöre giden kızların peşine düştü. Hızla yürüyordu ama bir yandan da arkasından gelen ayak seslerini dinliyordu. Bir anda kafasına dank eden düşünce ile cebinden çıkardığı parayı bar masasının üzerine fırlattı. Orada en az beş yüz dolar olmalıydı ve bu miktar, siparişi en az üç-dört kere ödemelerini sağlardı. Barmenin iyi bir bahşiş aldığını düşüneceğini anlayan Martius, kahkahasını engelleyemedi. O sırada hala yürüyor ve asansöre yetişmek için kolundan çekiştiren kardeşine yakınıyordu. En sonunda kapısı kapanmaya başlayan asansörün, hareket alıcısı olan gözüne el salladılar. Bu çok az bir aralık alan kapının, yeniden açılmasına sebep oldu. Sanki yüz metre koşu olimpiyatlarını kazanmışlar gibi bir ifade takınmışlardı yüzlerine. Asansöre binip, iki kızın arkasına doğru ilerlediler. Kapı kapanınca asansörde sadece dördü vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexios Costi
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alexios Costi


Mesaj Sayısı : 96
Kayıt tarihi : 05/02/11

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimeC.tesi Mart 05, 2011 8:17 pm

    Kapalı göz kapaklarından bile geçebilen güneş ışığı, genç adamın rahatsızlıklarla dolu bir güne başlamasına sebep olmuştu. Perdeyi ne zaman açmıştı bilmiyordu. Aslında onun açmış olması da imkânsızdı. Zira o, yatak odasının perdesini hiç açmazdı. Bu gereksiz düşünceler beyninde dört dönerken, bir kadın sesi ile yerinden fırladı. ‘’Kalkın hadi. Anneniz evden çıkmadan önce sizi uyandırmamı söyledi.’’ Yıllardır onlarla beraber çalışan bu kadının, onu bu şekilde uyandırmasına alışmış olması gerekiyordu ama o, hiç alışamamıştı bu duruma. Her seferinde harp ilân edilmiş gibi yerinden fırlıyordu. ‘’Tamam.’’ diyerek doğruldu. Oturur pozisyonda bir süre boş boş halıya baktıktan sonra yavaşça kalkıp banyoya gitti. Beş dakikalık bir duşun ardından merdivenleri ikişer ikişer inerek aşağıdaki krallara layık olan kahvaltı masasının başına geçti. Portakal suyunu bir eline, kızarmış ekmeğini diğer eline alan genç adam, büyük bir iştahla yemeğe koyuldu onları. Tam bu sırada mutfağa giren Martius, karşısında yarı çıplak birini görmenin verdiği şoktan olacak saçma bir soruyu kardeşine yöneltti. Darcell ise bu soru karşısında kısa bir kahkaha atıp, ‘’Merak etme duş aldım.’’ cevabını verdi. Ekmeğini ağzına götürürken tezgâhın önünde seksen yaşında duran kadın dikkatini çekti ve şaşkınlıkla kadına bakakaldı. Tatiana neredeydi? Daha dün kahvaltıyı o hazırlamıştı. Boğazını temizleyip yeni hizmetliye kafasındaki bu soruyu yöneltti. ‘’Tatiana nerede acaba sorabilir miyim?’’ beklenti dolu bakışlarıyla kadını süzerken, kadın oldukça katı bir sesle cevap verdi. ‘’Bahsettiğiniz kişi işten ayrıldı, küçük bey. Bundan sonra bu işle ben görevli olacağım.’’ Kadının sert tutumu karşısında afallayan Darcell, küçük bey lafıyla da kendini beş yaşında hissetmişti. Şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

    Kahvaltıdan hemen sonra televizyon odasına geçen iki kardeş, odada gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra koltuklara yerleştiler. Biraz aksiyon olsun diye korku filmi seçmişlerdi. Ama filmde yarım saattir gerilimli tek bir an bile yaşanmamıştı. Martius ise yorumlarıyla bu filmi daha da sıkıcı bir hâle getiriyordu. Bir süre sonra ise sesi kesilmişti. Sıkıntıdan patlamak üzere olan Darcell, kafasını biraz sağa doğru çevirmesi ile karşılaştığı manzara karşısında donup kalması bir oldu. Ama hemen sonra suratına pis bir sırıtma konduran genç adamın aklına güzel bir fikir gelmişti. Elini yavaşça koltuğun yanındaki kahve masasının üzerine atıp, cep telefonunu eline aldı. Fazla hareket etmemeye çalışarak kardeşine döndü ve onun fotoğraflarını değişik açılardan çekmeye başladı. Aslında fotoğraflara sanatsal boyut da katabilirdi ama kardeşinin uykusunu o kadar derin değildi. Sadece bunlarla idare edecekti. Çektiği fotoğraflara bir göz gezdirince suratındaki sırıtış daha da yayıldı. Film sıkıcıydı, evet. Ama bu sıkıcılık ilk defa bir işe yaramıştı. Normalde ailesinin fotoğraflarını cep telefonunda bulundurmayı sevmeyen Darcell, ilk defa aile bireylerinden birinin fotoğrafını yanında taşıyor olacaktı. Bu durumu annesi öğrense çok kıskanırdı herhalde. İnternete yüklesem mi? diye bir düşünce beliriverdi aklında. Çoğu zaman atışsalar da kardeşi ona hep çok iyi malzemeler verirdi. Yavaşça doğrulmuştu ki kardeşi aniden kendine gelip, üstüne başına çeki düzen vermeye başladı. Darcell’in zamanlaması iyiydi. Biraz daha gecikse belki de bu fotoğrafların hiçbirini çekemeyecekti. Genç adam kendini tutmayıp yeniden sırıtmıştı. Onun bu sırıtışını gören Martius ise genç adamın elindeki telefona bakıp neler olduğunu çoktan anlamıştı. Anlaşamıyorlardı çoğu zaman. Ama birbirlerinin ciğerlerini çok iyi biliyorlardı. Kim ne yaparsa anında haberleri oluyordu. Martius, gün gelir devran döner anlamına gelen bir şeyler dese de Darcell, onu pek fazla ciddiye almadı. Artık bara gitmeleri gerektiğini düşünene Martius, Darcell’in çıplaklığına dem vurmadan edemezken, Darcell ise son derece umarsız ve hızlı bir şekilde ‘’Seni etkilemek istesem başka yollar denerdim.’’ dedi. Kardeşinin yanından hızlıca geçip yukarı çıktı ve eline gelen ilk şeyleri üstüne geçirdi. Siyah keten pantolonunun üzerine gri tişörtünü ve onun da üzerine spor ceketini giydikten sonra basamakları ikişer ikişer atlayarak aşağıya indi. Çoktan hazır olan Martius aşağıda onu bekliyordu. Ceketini merdivenlerin başında giyen genç adam, kardeşine dönüp hazır olduğunu belirtircesine seslendi. Evden çıktıktan hemen sonra bir taksiye binip gidecekleri yeri söylediler. Bara gidene kadar atışmaya devam eden iki kardeş, birbirlerini alttan vuracak espiriler yapmaya özen gösteriyorlardı. Darcell ‘’Neyse şimdilik burada bitirelim, akşam devam ederiz. Önceliğimiz içip kız tavlamak olsun.’’ dedi. Ama bu Martius’un biraz muhafazakâr davranıp ona sevgilin var senin dercesine bakış atmasına sebep olmuştu. Taksi barın önünde durduğunda Martisu hiç oralı olmadan arabadan inip içeri doğru yürümeye başladı. Anlaşılan bu geceki tüm hesap Darcell’in üstüne kalacaktı. Derin bir iç çeken genç adam, elini cüzdanına atıp içinden ellilik banknot çıkarıp taksiciye verdi ve arabadan indi.

    Bardan içeri girdiğinde gözüne ilk çarpan şey; mekânın fazlaca mor ve pembe tonunda olmasıydı. Bir erkeğin açtığını bilmese, burayı bir kadının açtığını düşünecekti. Renklere dikkat etmek istemese de burası insanda kusma isteği uyandıracak kadar allı pulluydu. Bakışlarını tavandan ayırıp kardeşine odaklayan Darcell, onun bardaki kızlara uzunca bir süre baktığını fark etti. Kardeşinin bakışlarını takip edip, onun dikkatlice baktığı kızlara baktı. Bakışlarını tekrar kardeşine çeviren genç adam, onun bardaki kızların yanına gitmekle, daha köşelerden bir masaya geçmek konusunda yaşadığı çatışmayı suratından anlamıştı. Gülmemek için kendini zor tutan Darcell, kardeşinin omzuna dokunup, her yeri görmelerini sağlayacak bir masayı işaret etti. Ve oraya doğru yöneldi. Masaya oturup garsona siparişini verirken cüzdanını ve telefonu masanın üzerine koydu. Garson votka nanelerini masaya koyduktan sonra iki kardeş bardakları aynı anda ellerine alıp, birbirlerine beş saniye boyunca baktıktan sonra kafalarına diktiler içkilerini. Darcell ilk başta gözünü kıssa da daha sonra içkinin boğazında yarattığı o yakıcı hisse alışmış ve artık o his yerini bir sıcaklığa bırakmıştı. Bu sırada kardeşinin onun özel hayatı ile ilgili söylediği sözleri duymazdan gelse de kız arkadaşı ile ilgili konuşması iyice sinirini bozmuş ve ona en sert biçimde cevap vermeye kalkışmıştı. ‘’Bu düşüncelerle mi kendini tatmin ediyorsun. Zihinsel değil, fiziksel tatmin yapman gerekiyor. Ayrıca ara sıra yaptığında o şeylerden sen de kullan. Zira her yaptığında annemin kucağına torun vermeye başlayacaksın. ’’ dedi. Bu sırada garsonun getirdiği ikinci bardağı da hızla kafasına diken Darcell, üçüncü bardağı hangi ara kafasına diktiğini hatırlamıyor. Kaç bardak daha içeceklerini de bilmiyordu. Geleni mideye indirip bir süre bekliyordu ve sonra diğerini içiyordu. Çakır keyiflikten sarhoşluğa doğru hızla ilerlerken kaç bardak içtiğini pek hatırlamıyordu. Kafasını kaldırıp kardeşine baktığında ise onun tam bir özürlü gibi davranması üzerine etraflarındaki herkesin onları işaret ediyor olmalarıydı. Bu duruma gülmek istese de etraflarındakilerin onları parmak ile işaret etmesi sinirini bozmuştu. Çevresine dönüp elindeki kadehi onlara doğru kaldırarak ‘’İnsanları parmaklarıyla gösteren tüm insanlara.’’ diye bağırdı. Sonra kardeşine dönüp ‘’Ve özürlü gibi davranan kardeşime.’’ dedi.

    Bu sözlerin ardından birkaç bardak votka daha içtikten sonra Martius’un onu dürtmesi ile başını içki bardağından kaldırdı. Onun hınzırca gülümseyerek gösterdiği yere baktığında asansöre doğru giden güzel bir genç kız ve asansörün içinde de güzel bir genç kız gördü. Kardeşi gene zekâsını çalıştırıp yapacağını yapmıştı. Martius hemen ayaklanmıştı. Darcell da ona yetişmek için acele etmeye çalışıyordu. Ama masanın üzerine bıraktığı cüzdanını ve telefonunu alması kolay olmuyordu. Üstelik ücreti de ödemesi gerekiyordu. Hemen cüzdanını açıp ne kadar banknot varsa masanın üzerine bıraktı ve hızla kardeşini takip etti. Yalpalaya yalpalaya koşsa da Martius’a yaklaştı ve hemen onun arkasından hızla asansöre doğru ilerledi. Asansörün kapısı tam kapanmak üzereyken kardeşi kolunu kapının arasına koymuş ve kapanmasını önlemişti. Kardeşinin hemen ardından o da asansöre bindi. Binerken içkinin de verdiği dengesizlik hissi ile tökezledi ve orada diğer kıza göre daha arka tarafta bulunan kızın üzerine düştü. Kendini toparlamak için acele etmeyen genç adam, yavaşça ayağa kalktığında kıza yılışık bir gülümseme gönderiyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Roshana Chalthoum
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Roshana Chalthoum


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 26/02/11
Nerden : Tanta, Mısır

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimePtsi Mart 07, 2011 5:57 am

    Asansörün açık olan havalandırma sistemi yüzünden üşüyüp, ürperen Roshana kollarını birbirine sardı. Giymiş olduğu kısa etekten dolayı bacaklarının üşümesini garipsemiyordu. Havalandırmayı kapatmak için asansörün tuşlarına bir göz gezdirdi. Üst katın düğmesine bastı ve kapının kapanmasının bekledi. Bunu beklerken de hala nasıl havalandırmayı kapatabileceğini düşünüyordu. Bir kızın kendisine bağırmakta olduğunu o zaman fark etti. Üşümesini engellemeye odaklanmış zihni, onu duymasını engellemiş olmalıydı. Kız, asansörü bekletmesini söylüyordu. Bunun üzerine Roshana kapıyı açma düğmesine basıp, kapanmasını engelledi. Asansöre doğru koşar adımlarla ilerleyen kızın yüz ifadesi şimdi rahatlamıştı. “Özür dilerim, duymadım.” dedi, Roshana kibar olmaya çalışırken. Normalde böyle davrandığı söylenemezdi. Sadece o gün fazlasıyla memnun olmuştu. Hak etmeyen insanlara çatmak içinden gelmiyordu. Bu yüzden çoğu zaman tanımadığı insanlara gülümsememe huyunu bir yana bıraktı ve karşısındaki kıza minik bir gülümseme gönderdi. Ama her ne olduysa kızın morali yerinde değildi. Bu yüzden Roshana’nın gülümsemesini umursamadı ve kapıya doğru döndü yüzünü. Roshana da, kızın herhangi bir ilgiyi hak etmediğini düşünmeye başlamıştı. Somurttu ve aynı şekilde, sanki o kız orada yokmuş gibi davranmaya başladı. Kapı yeniden kapanmaya başlamıştı, bu yüzden dikkatini son bir kere barmene yöneltti. Asansör, bar masasını görebildiğinden dolayı Roshana’da yaka kartından adının Nigel olduğunu öğrendiği adamı gözleyebiliyordu. Şimdi etrafında hiç bayan yoktu. Daha doğrusu, ona kur yapan hiç yoktu. Roshana yüzünden kızlar umutlarını kaybetmişlerdi. Genç kız fark etmeden saçlarını omzundan geriye attı. Sıkmış olduğu parfümün kokusu yeniden burnuna doldu. Saniyeler geçerken kapı neredeyse kapanmıştı. Ama kalan küçük aralığa giren el, onu engellemeye yetti. Kapıda bir hareketlilik sezen göz yüzünden olacak, kapı yeniden açılmaya başlamıştı. Roshana, barmenin de gözlerinin asansöre döndüğünü görünce sinirleri tepesine çıktı. Gelenlere bağırmak için kendini hazırladı. “Bu asansör gün içerisinde bir kere yukarı çıkmıyor ya! Bekleme özürlüsü müsünüz?”

    Neden bu kadar abartmış olduğunu kendisi de bilmiyordu aslında. Belki de barmenle göz göze gelmiş olması, onu bu kadar hiddetlendirmişti. Ne de olsa ona karşı mahcup bir durumda sayılırdı. Onu kullanmıştı, bir bahis için ondan hoşlanıyor gibi davranmıştı. Her ne kadar o adamın bunlardan haberi olmasa da, bir anda terk edilmiş olmak her insana koyardı. Sinirle dudağını ısıran Roshana, açılan kapının ardında iki kişi görünce şaşırdı. “Bu asansör üç kişilik. Biriniz beklemek zorunda.” Gelen iki oğlanın kendisini dinlemediğini görmek, iyice çileden çıkmasına neden oldu. Asansöre ikinci binen oğlanın, ona omzundan çarpmış olması üzerine ona doğru bağırmaya başladı. Amacı çirkef görünmek değildi ama pençelerini çıkarmaya hazırdı. Üstelik oğlanın bir özür bile dilememiş olması, kızın ona bir beyefendi gibi davranmasını engelliyordu. “Ormandan mı geliyorsun? Hayvan!” diye bağırdı, sesini en tiz haline bürüyerek. İkisinden gelen votka kokusu, Roshana’nın havalandırmayı kapatamadığı için şükretmesine neden oluyordu. Kaç bardak içtiklerini merak etti bir an. Ama bunun gereksizliğini fark edince, yeniden önüne döndü. Asansörün içindeki dört kişi de kilolu olmadığından, bir sorun olmayacağını düşünüyordu Roshana. En sonunda kapı kapanıp, asansör hareket edince derin bir oh çeken genç kız, sonraki saniyelerde neler olduğunu anlayamadı. Bir anda önüne geçen iki oğlan, asansörün düğmelerini kurcalamaya başlamıştı. Ne kadar geri zekâlı bir tavır sergilediklerini fark etmemek imkânsızdı. Tam o sırada hangisinin olduğunu anlayamadığı bir dirsek, Roshana’nın yere serilmesine neden oldu. Yüzüne yediği için az da olsa sersemlemişti. Çığlığı asansörün içinde yankılanırken, durduklarını fark edemedi. Aniden bir boşluk hissi doldurdu genç kızın midesini. Bedenini de dile getiremediği bir korku sardı. Hemen yanı başına çökmüş olan kızı gördü, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Roshana ağrımaya başlayan başının yanı sıra, üstüne düşmüş olduğu elinin de acısını hissediyordu. Kendisine çarpmış olanın yardımına gelmemiş olması, Roshana’da yeniden çığlık atma isteği uyandırmıştı. Ağrıyan eliyle burnuna dokundu. O sırada tüm gücüyle içinden gelen ağlama dürtüsünü umursamamaya çalışıyordu. Oldukça yavaş bir şekilde ayağa kalktı.

    Asansörün hareketsiz olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Şimdi yanındaki kız gibi kendisi de korkmaya başlamıştı. Hep izlediği filmler yüzünden olacak ki, içinde bir ölüm korkusu filizlenmeye başladı. Ölmek için daha çok genç olduğu düşüncesi beyninin içinde turluyordu. Asansör muhtemelen boşluktan düşüp, zemine çakılacaktı. Bu da büyük bir ateş kütlesinin, onların bedenlerini yakacağı anlamına geliyordu. Roshana’nın en istemediği ölüm biçimiydi oysaki bu. Öldükten sonra bile bedeninin bozulmasını istemezdi o. Bu yüzden ölmek için boğulmak veya kalp krizi geçirmek gibi yolları daha yakın görüyordu kendine. Yanarak, küllerinin şu aptal çocuklarınkiyle karışacağı düşüncesi üzülmesine sebep oldu. Oysa ne kadar çabuk, felaket olarak düşünmeye başlamıştı bu durumu. Daha demin asansöre binerken kendisine çarpan oğlanı omzundan dürtükledi. Kendisine dönmesi ile birlikte, onun bakışlarının değiştiğini fark etti. Mart’ta dişi bir kedi görmüş hemcinsine benziyordu. Sanki ilk kez bir kız, bir doğurgan görmüş de büyük bir şok yaşıyor gibiydi. “Ağzını kapat Darcell.” dediğini duydu, yanındaki oğlanın. Demek ki şimdi kendisine aç bir kedi gibi bakan oğlanın adı buydu. Roshana, sessizlik içinde boğazını temizledi. “Darcell-“ Genç kızın, oğlanın adını söylemesi ile belini kavrayan bir el hissetmesi bir oldu. Üstelik el direkt giydiği bluzun altına kaymıştı. Sırtındaki çıplak tene değen el onu huylandırmıştı. Bu yüzden istemsiz bir şekilde geriye doğru atıldı. Bütün gücüyle oğlanın suratına bir tokat patlattı. Darcell’ın yüzü şimdi sağa dönmüştü ama bakışları değişmemişti. Hala avlanmak için fırsat arayan bir avcıya benziyordu. Kendinden oldukça emin olan bir sesle, “Bir kez daha bana dokunmaya cüret edersen, olacaklardan sorumlu olmam.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Kyria Jerdet
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
Kyria Jerdet


Mesaj Sayısı : 36
Kayıt tarihi : 26/02/11

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimeSalı Mart 08, 2011 7:03 am


    Asansöre bindiğinde, içerideki kızın barda barmenle yiyişen kız olduğunu görünce başını iyice yukarı kaldırıp içeri geçti. Karşısındaki kızın ona bir süre baktıktan sonra belli belirsiz gülümsediğini gördü. Bu gülümseme genç kızın daha çok sinirlenmesine neden oldu. Bünyesi alışmış artık diye düşünmeden edemedi. Asansördeki kıza arkasını dönüp koridora doğru baktı. Elindeki çantasını zincirinden boynuna asan Kyria kollarını birbirine kavuşturdu. Kapının kapanmasını beklerken ayağını gergin bir şekilde yere vuruyordu. Ekilmişti, göz koyduğu adam kapılmıştı, göz koyduğu adamı kapan kızla da aynı asansördeydi. Gün tam bir fiyaskoya dönüşmüştü. Dünya üzerinde yaşayacağı hiçbir anın, o andan daha korkunç olamayacağını düşünen genç kız geleceği görebilse bu kadar emin konuşmazdı. Saniyeler birbirini kovalarken Kyria, sabrını çizmelerinin altında eziyordu. Sıkıntılı bir şekilde iç çektikten sonra kapı sonunda yavaş yavaş kapanıyordu. İleriden ise iki kişi daha geliyordu. Onların yetişmemesi için tanrıya yalvaran Kyria, Pazar günlerini evde uyuyarak geçirmekten olacak tanrı tarafından yok sayılmıştı. Çünkü bir kol kapanmakta olan kapının hareketini kısıtlamıştı. Sinirle gözlerini devirdi. Asansörün kapısı yeniden açılırken içeri iki erkek girdi. Erkeklerin ikisi de yanından geçerken kız, burnunu buruşturup suratını ekşitti. Çünkü ikisi de leş gibi içki kokuyordu. Onların kokusu asansörü daha da klostrofobik hale getirdi. Genç kız asansörün içindeki içki kokusunu duymazdan gelmeye çalışsa da olmuyordu. Çocuklardan biri içeri girerken tökezleyip, diğer kızın üzerine doğru düşerken olayları kayıtsız kalmaya çalışarak izliyordu. Zaten üç kişilik asansörde dört kişilerdi. Bu kargaşa ile asansör daha da darlaştı. Kapı kapandığında ise kendini daha da köşeye sıkışmış hissetti. Ayaklarını yere daha da hızlı vurmaya başladı. Arkada geçen konuşmayı dikkate almıyordu. O sırada tek istediği sıcak ve yumuşak yatağına varmaktı. Bu düşünceler onu iyice melankolik yapmaya başlamışken, asansördeki iki kaçak yolcu hızlı bir hareketle düğmelerin önüne geçmiş ve küçük çocuklar gibi onlarla oynamaya başlamışlardı. Kyria bu olanlardan habersiz öylece bakıyordu. İki genç de düğmelerle işlerini bitirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi arkalarını dönmüşlerdi. Ama tam bu hareket sırasında bir kaza oldu. Oğlanlardan birinin dirseği diğer kızın burnuna çarpıp, genç kızın sendelemesine ve yere düşmesine sebep oldu. O anda asansör durmuştu. Ayaklarının dibine düşen kıza yardım etmek için eğilen Kyria, ellerini genç kızın alnına koyup ‘’İyi misin?’’ diye sordu. Kız bir süre yerde yattıktan sonra yavaşça ayağa kalkmıştı. İşte o sırada oğlanlardan birinin konuştuğunu duydu. ‘’Ağzını kapat Darcell.’’ Bu sözle bakışları, Darcell adındaki gence odaklansa da asansörün hareket etmiyor oluşu dikkatini dağıtmıştı. ‘’Neden hareket etmiyor?’’ diye bir soru attı ortaya. Telaşlanmıştı, avuçları yeniden terlemeye, elleri ise titremeye başlamıştı. Elektrikler kesilmemişti, zira öyle olsa asansörün ışıkları açık olmazdı. Genç kızın ortaya attığı soruyu kimse takmamıştı.

    Arkada Darcell ve diğer kız, erkeğin sapıklığında dolayı kavga ederlerken o sağduyulu olmaya ve bu işten bir anca kurtulabileceğine dair kendini teskin etmeye çalışıyordu. Düğmelerin o tarafa bakan genç kız diğer oğlanla göz göze geldi ve hemen gözlerini kaçırdı. Sakıncalı bir hareket yapmıştı. Şimdi erkek onunla flört ettiğini sanacaktı. Gözlerini kaçırmak yerine, onları yavaşça genç adamın üzerinden ayırmalıydı. Adama cesaret vermişti. Bu düşünceler kızın korkmasına sebep olmuştu. Sonuçta o da, yanındaki arkadaşı gibi sapık olabilirdi. Hızlı bir hareketle yana dönüp, omzunu tekrar asansörün köşesine dayadı. Ortam gittikçe küçülüyordu gözünde. Zemin ile hava arasında sıkışmaya başlıyordu. Zarifçe kolunu kaldırıp, saçlarını tek bir omzunun üstünde topladı. Bunu yaparken ellerinin titremesine engel olamadı. Saniyeler geçerken asansördeki acil durum düğmesi, genç kızın aklına gelmiyordu. Zaten o durumda tek istediği şey temiz havaydı. O bunu düşünürken, hemen yanından yumuşak bir erkek sesi geldi. ‘’Yardım edeyim.’’ Kafasını yavaşça yanına çevirip, sesin sahibine baktı. Aşırı derecede votka kokuyordu ama sanki içmemiş de, sadece üstüne dökülmüş gibiydi. Kyria adamın yardım teklifine cevap bile veremeden, bir el belini kavradı. Bu kavrayış o kadar güçlüydü ki genç kızın zevk dalgasıyla sarsılmasına ve bir inilti çıkarmasına neden olmuştu. Adam şimdi onu omzunu dayadığı yere, sırtını dayaması için döndürüyordu. Bu yer değiştirme işlemi tamamlandıktan sonra ise tekrar konuşmaya başladı. Bu seferki söz tamamen kendini tanıtmak içindi. Elinde olmadan adamın sesinden etkilenmişti genç kız. İnsana güven veren güçlü bir sesi vardı. Ama buna rağmen Kyria kendini adama tanıtma konusunda kararsızdı. Sonuçlarını görmeden bir işe karışmak istemiyordu. Ama beyninde yankılanan bir ses ise onun yüzüne gerçekleri vuruyordu. Buraya zaten hiç tanımadığın bir insana bekâretini vermeye gelmedin mi? Emin ol bir insana adını bahşetmek bekâretini vermekten daha masum bir şey. Bu sözler üzerine dudaklarını ıslatıp, ismini söyledi genç kız. ‘’Kyria, benim adım Kyria.’’


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 6:15 am

Asansörün içerisindeki parfüm kokusunu duymaması imkânsızdı gencin. Çok fazla şeker kokan kokulardan hoşlanmazdı o. Bu tür kokuların bayanların silahları olduğunu düşünürdü hep. Erkekleri tahrik etmek için ellerinde bulundurdukları bir silah. Muhtemelen şu anda asansörde bulunan iki kızdan biri buraya, bir erkekle beraber olmak için gelmişti ki bu parfümü tercih etmişti. Ya da gerçekten salaktı ve bu parfümü her gün kullanıyordu. Yeni sıkılmış derecede ağır gelen bir kokuydu çünkü bu. Ama Martius’a o an, o kadar da kötü gelmedi. İçki yüzünden kasları uyuşmuştu belki de bu yüzden duyu organları daha iyi çalışıyordu. Asansöre binerken birilerinin sesini duymuştu ama ne olduğunu takmamıştı. Tiz bir sesti duyduğu. Asansörde bulunan iki esmer kıza yakışmayacak derecede tizdi hem de. Ama o sesi, ikinci defa işitince Martius artık emindi. Şimdi solunda duran kız, kardeşine doğru bağırmaya başlamıştı. Dikkat çekmek gibi amacı olup olmadığını merak etti genç. Bu kadar kızmasının sebebi sadece Darcell’ın ona çarpması, hatta üzerine düşecek gibi olması olamazdı. Kesin sevgilisiyle falan tartışmıştı ve şu dakika ona ‘Bak çok kızgınım ha.’ mesajı veriyordu. Çok derin mevzulara girip başının ağrısını artırmamak için Martius, kapının kapanmasını izlemeye karar verdi. Bütün dikkatini metalimsi bir mavi renge sahip kapıya yöneltti. Bu sırada gözleri sağındaki kıza kaydı. Alımlı biri olduğu belliydi. Giydiği çizgili elbise, üzerine ne kadar yakışmıştı. Serbest bırakıp, omuzlarına dökülmesine izin verdiği saçlarına dokunmak geliyordu Martius’un içinden. Kafasını bu tür düşüncelerden uzaklaştırmak için kendini zorladı. Bu sırada kardeşinin de solda duran ve daha demin kendisine bağıran kızı kestiğini fark etti. Martius bunu yaptığına inanmakta güçlük çekiyordu. Darcell'ı öldürseler, o kıza yaklaşmayacağından emindi çünkü. Tabii ki bu ayık olduğu zamanlar için geçerliydi. Sarhoş olduğunda etrafında bulunsa annesine bile asılacağından emindi genç. Beyni bir damla içki görünce, çalışmayı bırakıyordu çünkü. Tanıdık tanımadık, iyi kötü ayırt etmeyi bırakıyordu. Ama o an, Martius'un kafası başka bir şeye odaklanmıştı. Bu işi uzatmanın ve ileriye götürmenin tek bir yolu vardı. O da asansörde kalacakları süre olabildiğinde uzatmaktı. Buna büyük ihtimalle kızlar izin vermeyeceklerinden dolayı dikkatlerini dağıtmak için bir şey gerekliydi. ‘Ee, Darcell ne güne duruyor?’ diye düşündü. Ona dönüp “Düğmelere saldıracağız.” diye fısıldadı hızlı bir şekilde. Öyle ki onun onayını beklemeden öne sıçradı. Kapı daha yeni kapanmıştı, bunu fırsat bilen Martius eline gelen bütün düğmelere basmaya başladı. O sırada kardeşi de kendisine katılmıştı. Darcell’ın düğmeleri karıştırmasına izin veren genç, küçücük kıpkırmızı ve üstünde STOP yazan düğmeye bastı. Asansörün üstüne bir anda tonluk yük binmiş gibi, ani bir sarsıntı yaşadılar. Bu, zaten midesi bulanmakta olan Martius’un daha da fenalaşmasına neden olmuştu. Ama dişini sıkarak, bulantıyla savaşmaya başladı. Şimdi asansörde kapalı kaldıktan sonra, zaten daracık olan alana kusmak planı alt üst ederdi.

Düğmelerle işini bitiren Martius arkasına döndü ve iki tane şaşkın kızla karşı karşıya geldi. Zaten böyle olacağı belliydi. Asıl onu şaşırtan şey, iki kızın da yüzünde kızgınlık ya da düşmanlık izi olmayışıydı. İster istemez onlara kanının ısındığını fark etti. Belki de votkanın etkisiydi bu. Burnunu tutan kız Darcell’ın omzunu dürtüklemeye başlayınca Martius dikkatini ikisine verdi. Kardeşinin yüz ifadesi görülmeye değer bir manzaraydı. Besbelli ki içtiği içkiden, abisinden daha çok etkilenmişti. Bu durumda, o daha tehlikeliydi kendisinden. Her an kızlarından birini tecavüze yeltenebilirdi. “Ağzını kapat Darcell.” diyerek ciddi olmaya çalıştı. Ne kadar başarılı olduğundan emin değildi ama kardeşi dediğini yaptığında ikna oldu. Ama Darcell daha fenasını yaparak, kızın bluzunun için elini soktu. Martius bile kardeşinin bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemişti, gerçi kendisi daha fenasını yapmayı düşünerek asansörü durdurmamış mıydı? Bu durumda onu suçlamaya hakkı yoktu. Şaşırmış olduğu belli olan kız, attığı tokatla Darcell’ı tehdit etmeye çalışmıştı. Ama belli ki bu kardeşini etkilememişti. Aynı sapık yüz ifadesi vardı suratında. Martius ise o sırada boşta kalan kıza baktı. Apaçık ortadaydı ki, o da kendisini süzüyordu. Bu yüzden göz göze geldiler. Genç, gülümsemesine engel olamadı. Kızın bakışları saf değildi, bir şeylerden çekiniyor gibiydi. Kollarını etrafına dolamış, bakışlarını kaçırıyordu. Gerginlikle saçlarını tek bir omzunda toplayışını izledi Martius. Ellerinin titremekte olduğunu bir kör bile fark edebilirdi. İçinden gelen ona destek olma güdüsünü daha fazla engelleyemeyince ona doğru bir adım attı. Şimdi genç kızın bütün dikkati Martius üzerinde odaklanmıştı. Gözleri ilk başta onun üzerinde gezindi, sanki onu tartıyormuş gibi. Sonra gözleri, onunkileri buldu. “Yardım edeyim.” dedi genç, olabildiğinde ayık bir sesle. Kız ilk başta önerisini düşündü, daha sonra bir sorun görmemiş olacak ki başını sallayıp teklifini kabul etti. Martius, dikkatini tamamen ona verirken kardeşinin ne yaptığı ile ilgilenmiyordu. Kızın beline elini attı ve kendisine doğru çekti kibar olmaya çalışarak. Elbisesinin altında kızın vücut sıcaklığını hissedebiliyordu. Hafif bir iniltinin kızın ağzından çıkmasıyla şaşıran Martius başını ona doğru çevirdi. Sırtını asansörün duvarına yasladı, kızın da aynı şeyi yapmasından memnun olmuştu. “Adım Martius.” dedi, içten olmaya çalışarak. Kızın şaşkın bakışlarını görünce içinden gülmek geldi. Ama onu yavaştan pençesine almaya başlamışken yine utanıp gardını almasını istemezdi. Muhtemelen kızın şaşkın görünmesinin sebebi, fazlaca kokan birinin bu kadar ayık davranmasıydı. Martius, onun dudaklarını yaladığını görünce zorlukla yutkundu. Kısa bir sessizliğin ardından, kızın sesini duydu. Daha demin bu sesi duyduğundan neredeyse emindi ama o, aşırı derecede tiz ses değildi onunki. Tedbirli ve şaşırtıcı derecede sarsılmış bir ton vardı aksanında. Adının Kyria olduğunu öğrenince, Martius nereli olduğunu merak etti. Böyle bir isim daha önceden duyduğunu sanmıyordu. Yine de memleketi onun ilgi alanına girmiyordu o durumda. Kızın belinin üzerinde duran elini hafifçe kıpırdattı, Kyria huylanmış olacak ki biraz uzaklaştı Martius'dan. Ama bunun olmasına izin vermeyen genç, onun kaslarını gevşetmek ve rahatlatmak amacıyla belini okşamaya başladı. İlk başta bundan hoşnut olmayan kız, birkaç saniye sonra onun okşamalarına izin vermeye başlamıştı. Bunun üzerine genç, elini bu sefer onun kolunun üzerinde dolaştırdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexios Costi
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alexios Costi


Mesaj Sayısı : 96
Kayıt tarihi : 05/02/11

Mahşerin Dört Atlısı Empty
MesajKonu: Geri: Mahşerin Dört Atlısı   Mahşerin Dört Atlısı Icon_minitimePtsi Mart 21, 2011 12:01 pm

    Bakışlarına verdiği o aç ifade, kızın söylediği sözlerle daha da belirginleşti ve bunun yanında dudağındaki çapkın gülümseme daha da yayıldı. Kız oldukça dobra dobra davranarak onu terslemiş hatta ona karşı sesini yükseltmişti. Evet, dobralığının yanında kabaydı da. Ama şu durumda nezaketten bahsedecek son kişi sanırım kendisiydi. Kıza çarpıp özür dilememişti. Gerçi şimdi özür dilemeyi düşünüyor muydu? Elbette hayır. Böylesi daha iyiydi. Asansörde şimdi gördüğü ve sadece asansörde yaşayacakları bir ilişki için nezaket gereksizdi. Bu düşünce ile aklında gerilere attığı bir düşünce geldi. Kız arkadaşı onu böyle görse ne derdi? Kız arkadaşı burada olmadığından dolayı bu düşünceyi gerilere atmak en iyisiydi. Zaten bu durumu da asla öğrenemezdi. Kafasını bu düşüncelerden uzaklaştırıp önünde sere serpe uzanan gerçeğe odaklandı. Gözleri kızı tekrar demir parmaklıklar altına alırken sırtını asansördeki aynaya dayadı. Bakışları yavaşça kızı tepeden tırnağa süzdü. Bakışları kızın bacaklarına bir süre takılı kaldı. Sonra yavaşça gözleri yukarı çıktı ve kızı en küçük detayına kadar inceledi. Kızın her bir santimetresinde bakışlarındaki çapkınlık arttı. Eğer Martius onu kendine getirmeseydi daha uzun süre kızı incelerdi. Kardeşinin onu kendine getirme sebebi ise tamamen hinlikti. Martius’un bakışları yavaşça asansör düğmelerinin olduğu yere kaydı. Darcell da hemen onun baktığı yere baktı ve anında anladı neyi kastettiğini. Kızlar tamamen kendi hallerinde olduğu için erkeklerin öne doğru gelişlerini fark etmediler. Fark ettilerse de ilgilenmediler. Darcell hızla öne doğru geçip düğmelerin önüne gitti ve küçük çocuklar gibi düğmelere hızlı hızlı dokunmaya başladı. Martius da onun gibi davranıyordu. Düğmelerle işleri bittikten sonra geriye doğru döndü. Dönerken dirseği sert bir şekilde dakikalarca sulandığı kıza çarptı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Planlasa kıza böyle zarar veremezdi. Kıza yardım etmek aklının ucundan bile geçmiyordu. O sırada sadece kıza bakıyordu. Martius da ne olduğunu anlamak için karşısına döndüğünden şaşkınlıktan bir süre kalsa da kendini toparlayabilmişti. Asansördeki diğer kız hızla yere düşen kızın yanına eğilip onu kontrol etse de Darcell hâlâ yardım etmek için davranmamıştı. Çok sonra, kız sinirlendiğini belli edercesine sesler çıkardıktan sonra kızın yanına eğilip konuşmaya başladı. ‘’Özür dilerim. Arkamda ne işin vardı senin?’’ bu sorusuna karşılık ise aldığı tek şey öfkeli bakışlardı. Küçücük asansörde kızın onun arkasında olmasını yadırgamak saçmalıktı. Kıza yardımından çok zararının olduğunu anladığı o saniye yavaşça doğrulup pantolonunu düzeltti. Asansör şimdi çalışmıyordu. Ama kızların ikisi de bunu fark edecek durumda değildi. Yere düşen kızın yarattığı şok dalgası etkisini kaybedince kızlardan biri asansörün duruyor olduğunu fark etmiş ve hatta bunun nedenini merak ettiğini yüksek sesle dile getiriyordu.

    Darcell bozuntuya vermemeye çalışarak bakışlarını yere indirdi. Burnunu inciten kız da şimdi ayağa kalkmış ona daha büyük ir öfkeyle bakıyordu. Ama bu bakış genç adamı ne utandırmıştı ne de mahcup hissetmesine neden olmuştu. Aksine kıza nasıl bakıyorsa başlarda şimdi de öyle bakmaya devam ediyordu. Bakışları vahşileşmiş, kızı delip geçiyordu. Bunun üzerine kardeşi Martius ise “Ağzını kapat Darcell.” demektn kendini alamamıştı. İsmi ifşa olmuştu. O küçücük ortamdaki herkes onun kim olduğunu biliyordu. Ama bu umurunda bile değildi. Çünkü o sırada kızın bakışları değişmiş, öfkeden derin bir ilgiye dönmüştü. Kız ilgisini hâlâ oğlanın üzerinde tutuyordu ve konuşacakmış gibi bir eda vardı üzerinde. Nitekim konuşmuştu da. “Darcell-“ kızın kendisinin adını söylemesi yetmişti. Sonunda beklediği yeşil ışık yanmıştı. Kız ilgi duymasa hayatta onun adını söylemezdi. En azından o öyle sanıyordu. Kızla aralarındaki mesafeyi büyük bir adımla kapatmıştı. Hiç kimsenin beklemediği bir şeyi yaparak kızın belini kavramış ve onu kendine doğru çekmişti. Kız ise bu ani davranışın yarattığı şok ile sessizce oğlanı izliyordu. Karşı çıkamıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu sırada Darcell, kızın bir anlık boşluğundan yararlanıp elini kızın tişörtünün altına attı. İncecik belini kavrarken bakışlarındaki şehveti saklamaya gerek bile duymadı. Ama kızdan beklediği tepkiyi alamadı. Kızın kırbaç gibi inen tokatı genç adamın yüzünü acıtsa da ardından gelen tehditkâr sözler şaşırmasına neden olsa da asla vazgeçmeyeceğini belirten bakışlarını kıza yollamaktan kendini alamadı.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mahşerin Dört Atlısı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Kiss and Fly Club-
Buraya geçin: