Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Hikayeler Üzerine Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Hikayeler Üzerine Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Hikayeler Üzerine Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Hikayeler Üzerine Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Hikayeler Üzerine Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Hikayeler Üzerine

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Alexander Aldaron
Yazar
 Yazar
Alexander Aldaron


Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 05/03/11

Hikayeler Üzerine Empty
MesajKonu: Hikayeler Üzerine   Hikayeler Üzerine Icon_minitimeC.tesi Mart 05, 2011 8:51 am

Uzun ve yorucu olmuştu yolculuk.Evlerinden bu çay bahçesine kadar olan mesafe eğer bir koşucu değilseniz uzun gelirdi sizede.Ve Alexander bir koşucu değildi.

Girdiği gibi yüksek seste öksürmeye başlamıştı.Son bir kaç gündür böyleydi zaten.Uzun süren öksürükten sonra bir masaya oturmuş ve büyük çantasından kitaplarını çıkarmaya başlamıştı.Bu kitapların hepsinde başka başka Evrenler veya bir Evrende geçen Hikayeler vardı.
Ardından defterlerini çıkartmaya başladı.Son zamanlarda çalıştığı Romanlar ile ilgili notlar vardı bunların içinde.
Yavaş yavaş çıkartıyordu bunları.Garson yanına geldiğinde bir öksürük nöbetine daha yakalanmıştı.
Şey Bayan bana bir kahve !
Şu an üzerinde çalışacağı Hikayeyi arıyordu masanın üzerinde ki kitaplarda.Kısa süre sonra bulmuştu.
Savaş Tanrılarına uzun zamandır çalışıyordu.
İlk başta bütün yazdıklarını okumaya başladı.

Güneş her zamanki gibi sıralı koca dağların ardından o sıcak yüzünü gösteriyordu.Günün bu ilk dakikalarında her zaman temiz havanın yanında güneşin sıcaklığını teninizde hissedebilirsiniz.Bazı günler erkenden yağmur yağar.Yağmur bazen o kadar şiddetli yağarki, bir sel girdabına kapılıp başka diyarlara gideceğini sanır burada yaşayanlar.Gökten düşen damlalar toprakla buluştukça ortaya büyük çamur göletleri çıkıyordu.Ama yağmurdan sonraki o mis gibi lavanta kokulu doğanın havası içleri rahatlatıyor, ferahlatıyordu.Heleki son damladan sonra gökyüzünde beliren o rengarenk şahane gökkuşağı bir sanat eseriymiş gibi havada dakikalarca asılı kalıyordu.
Burası kainatın yaşam için gerekli olan ender maddelerinin bir arada bulunduğu eşi benzeri olmayan bir gezegendi.Milyonlarca yıldızı içinde barındıran uzayın uçsuz, bucaksız derinliklerinde kendine küçük bir yer edinmişti.Kendi içinde kusursuz sayılabilecek bir coğrafya ve iklime sahipti.Sıra sıra karlı dağları, geniş ve yemyeşil ovaları, büyükçe arazilere yayılmış sazlık ve bataklıkları, yer yer içinde küçük havzalar bulunduran devasa çölleri ile eşsiz bir güzelliğe sahipti.Burada sanki herşeyin bir anlamı vardı.Anlamı ve alakası olamayan hiçbirşeyin bu gezegende yeri yok gibiydi.Canlılar için en önemli yaşam kaynaklarından biri olan Su da bu gezegende bol miktarda bulunmaktadır.Bitki örtüsü, doğası ve coğrafyasının diğer gezegenlere nazaran farklılık göstermesinin de temel sebebi budur.
Yer yer çorak toprağı, yer yer yemyeşil bitki örtüsü ile doğadaki tüm renklerin tonlarını burada görebilmeniz mümkündür.Dört mevsim hayatı rengarenk yaşatmak bu gezegenin varoluş sebeplerinden sadece bir tanesidir.Öyleki bazen yürüdüğünüz yerdeki çöl kumları ayağınızın altını ve teninizi sıcaktan kavururken, bazende gideceğiniz karlı vadide içinizin buz tuttuğunu hissedebilirsiniz.Çöl kumlarının altın sarısı rengi gözlerinizi kamaştırırken, kar tanelerinin donuk mat rengi sizi cehennem sıcağında bile tir tir titretebilir.Geniş ve düz ovaların yemyeşil çimenlerinde uzanıp hayal kurarken içinizi ferahlatan o mis gibi temiz havanın yanı sıra , cennetin saf ve temiz güzelliğine şahit olabillir ve uçsuz, bucaksız diyarlarında gezebilirsiniz.
Gezegende yüzlerce hatta binlerce farklı tür ve tipte bitki ve hayvan formu yaşamaktadır.Her hayvan türü birden fazla takım ve sınıfa ayrılmakta ve çok fazla çeşitlilik göstermektedir.Küçüklü büyüklü hayvan ve bitki türleri bir ahenk içinde hayatlarını sürdürmektedirler.Öyleki sanki bir hayvan türünün alt kolu yahut bir bitki türünün en küçük bir elemanı olmasa akıllara bu ahenk bozulacakmış, dağılacakmış gibi gelir.İrili ufaklı canlılar, devasa boydaki yaratıklar, pigme şeklindeki hayvanlar, türlü türlü şekillerdeki ağaçlar hepsi bu muazzam ahengin bir parçasıdır.
Her yaratığın ve bitkinin yaşam yerleride doğal olarak farklıdır.Bulunulan bölgede hangi hava koşulu hakim ise hem yaratıklar hem de bitkiler uyumlu oldukları bölgede yaşamaktadırlar.Bu kural düzenin devam etmesinin de temel unsurudur.Suyun bol olduğu yerlerdeki yaratıkların boyları devasa boyutlara ulaşırken, kurak yerlerde daha kısa boylu canlılar hayatlarını sürdürmektedir.Karlı ve soğuk yerlerdeki yaratıkların derileri soğuktan korunmaları için daha kalınken, sıcak mekanlardaki canlıların deri kalınlıklarında gözle görülür bir azalma vardır.Soğuk yerlerdeki canlıların üzerinde tüylere sıklıkla rastlanırken, sıcak yerlerde sadece çıplak derinin olması hava şartlarına uyumun en güzel örnekleridir.
Gezegenin hemen hemen her bölgesinde irili ufaklı dereler, akarsular, göletler veya balçıkla kaplı sazlıklar görmek mümkündür.Akarsu ve dereler tabir yerindeyse insan vücudundaki kılcal damarlar gibi gezegenin her yerinde dağılmış durumdadırlar.Akarsular çoğu zaman kara parçalarını yılanın hareketi kıvraklığı ile bölüyor bazende bir bıçağın kesişi gibi ortadan ikiye bölerek akmaktadırlar.Suların rengi her zaman berrak ve tadları çok lezzetlidir.Su yataklarının yakınlarında yaşayan yaratıkların sayılarında gözle görülür bir artış görülmektedir.Ne de olsa temel besin kaynağı olan Su ya yakın olmak her canlının en önde gelen isteklerinden biridir.Akarsu ve dereler o kadar uzun , ihtişamlı ve azgındırlar ki karşıdan karşıya geçmek için neredeyse tüm belli mesafe ve yolların kesişme noktalarına köprü yapılma zorunluluğu ortaya çıkmıştır.Bu köprüler olmasaydı bir toprak parçasını bölen derenin karşı tarafına geçmek için büyük emek ve çaba harcanacağı aşikardı.Köprüler genelde tahta ve taş tuğlalar kullanılarak ve ters yarım U ( Konkav ) şeklinde inşa edilmişlerdi.Yaşayan ozanlar eski zamanlarda , köprüler yapılmadan önce binlerce kişinin bu azgın sulara kapılıp öldüğü hikayelerini anlatmakda ,arkalarından aylarca ağıt yakıldığı hikayeleri dilden dile gezmekteydi.
Sıra sıra dağları. geniş ovaları, devasa büyüklükteki çölleri, balta girmemiş ormanları, birbirinden farklı binlerce türdeki yaratık ve bitkileri, dört farklı mevsimin bir arada yaşandığı, derelerin ve çağlayanların azgın ama eşsiz güzellikde olduğu ve aklınıza gelebilecek her şeyin bir ahenk içinde varoluşdan bu yana yaşandığı bir gezegendi burası.Ta ki Onlar gelene kadar...
Öykümüz tamda bu kimsenin bilmediği,kimsenin tanımadığı,kimsenin rüyasında dahi göremeyeceği bir atmosferi barındıran, gözlerden uzak, kainatın en ucra köşelerinden birindeki bu küçük gezegende geçmektedir.

Bu gezegenin adı DİEZ' dir.
Onlar varolduğundan beri gezegenin tüm kimyası değişmişti.Hayat daha canlı akıyor, doğa kendini daha hızlı yenilemek zorunda kalıyordu.Yalnız bu hızlı değişimden kimse şikayetçi değildi.O akustik doğal ahengi bozan bir durum söz konusu olmuyordu.Binlerce yıldır gezegende yaşayan yaratık ve bitkilker arasında uyum içinde akıp giden sirkülasyon sadece birazcık hızlanmış ve o monoton yaşama bir hareketlilik gelmişti.
Varoluşları hakkında onlarca farklı rivayet vardı.Nerden geldikleri yahut hangi ırkı temsil ettikleri tam olareak bilinmiyordu.Bilinen rivayetler içinde bir kaç tanesi öne çıkmaktaydı.Bu rivayetler asırlar boyunca dilden dile geçen ve gerçeklik payı yüksek olan hikayelerdi.O dönemlere ait yazılı kaynakları olmadığından, bu rivayetler kendi varoluşları hakkında yegane kanıt özelliği taşıyorlardı.Bunlardan ilkine göre onlar bazı hatalarından dolayı tanrılar tarafından lanetlenmiş ve kötülenmiş insanlardı.Zaten görüntüleride bunu kanıtlar nitelikteydi.Ancak çoğu özellikleri ile de onlardan ayrılıyorlardı.Hangi suç ve hatalarından dolayı şu anki hallerine getirildikleri halen daha sırrını korumaktadır.Bir diğer ve genelde herkes tarafından kesin gözüyle bakılan diğer görüşe göre çok uzak diyarlarda yaşayan ve yine insan soyundan gelen ELF adlı uzun boylu, uzun kulaklı ve hayatları bazılarına göre dışardan bir etki olmadıkça sonsuz olan canlıların köleleştirilmesi sonucu meydana gelmişlerdi.Boylu poslu ve kalıplı olmalarını bu görüş destekler niteliktedir.Bu köleleştirme süreci çok uzun ve zalimce geçmiş ancak sonuçda ortaya diğerlerinden birçok özelliği ile ayrılan bambaşka bir tür orataya çıkmıştır.İlk zamanlar bazı yaşamsal sıkıntılar yaşasalarda artık onlarda bu hayata adapte olmuşlardır.
Bu ırkın en büyük özelliği tenlerinin rengidir.Genel itibari ile vücut renkleri yeşil ve tonlarındadır.Bunun temel sebebi ise uzun yıllar süren köleleştirme sürecinde genelde mağara içlerinde çalıştırılmalarıdır.Uçsuz bucaksız mağara içindeki bina ve demir ocakalarında çalıştırılmışlar ve çoğu zaman aç-susuz bırakılmışlardır.Mağaralar içinde güneş yüzü görmeyen vücut teni zamanla koyu bir renk alarak son haline kavuşmuştur.Aşırı derecede kuvvetli olmalarıda bu durmak bilmeyen çalıştırılma sürecinde kromozomlar sayesinde birbirlerine geçmiştir.Uzun boylu, çam yarması gibi bir vücuda sahiptiler.Yapılı vücutlarını ve işkencelerde meydana gelen yaralı yüzlerini görenler dehşete düşüyorlardı.Yüz hatları belirgin, kaşları çatık, omuzları olabildiğine genişti.Vücutları tuğla ile kat kat örülmüş bir binayı andırıyordu.Kol ve bacak kasları haddinden fazla büyüktü.Bazıları yüzlerine boyalarla kendilerine has şekiler yapmıştı.Bu daha sonraları geleneksel bir hal alacak ve zanaathaline dönüşecekti.Sadece yüze yapılan bu şekiller omuz ve sırt bölgelerinde de kullanılmaya başlamıştı.Vücut estetiğini bozmayan bu şekiller, yaptıranlara ayrı bir hava katıyordu.
Erkeklerinin yanı sıra bu türün kadınlarıda yeterince kuvvetliydiler.Kadınlara has olan vücut ahenkleri bozulmayacak şekilde, kol ve bacak kasları onlarda da mevcuttu.Erkeklere nazaran yüz yapıları daha narin ve fakat savaşçı ruhları onlarınkinden eksik kalmayacak derecede yüksekti.Saç renkleri ise farklılık göstermekte idi.Erkeklerde kırmızı, siyah saç renklerine rastlarken kadınlarda siyah, koyu gri ve bej renkleri hakimdi.Vücutlarına kıyafet olarak genelde hayvanların leşlerinden elde ettikleri koyu kahverengi tonundaki işlenmiş derileri giyiyorlardı.Erkekler genelde sadece deriden yapılmış kısa kahverengi dizüstü şorta benzer kıyafetleri, kadınlar ise yine aynı tonlarda ve koyunun diğer tonlarındaki hayvan ve derilerinden yapmış oldukları dizüstü kıyafetleri onun üstüne ise göğüslerini kapatacak kıyafetleri tercih ediyorlardı.Bunun dışında vücutlarının geri kalan yerleri çıplaktı.Genelde bu ırkın hareketleri cüsseleriyle orantılı olarak yavaş sayılabilirdi.Ancak vücut hareketlerinin yavaş olmasına rağmen etkileri korkutucuydu.
Savaşçı ruhu onlarındoğasının bir parçasıydı.Tüm hayatlarını kendilerini eğiterek geçirirlerdi.Doğumlarından ölümlerine kadar bitmek bilmeyen bir savaş eğitimi içindeydiler.Bu eğitim hem yaşamlarını idame ettirmek için gereken gıdaları bulmada hem de hayatlarına kastedecek dış güçlere karşı koymada onların yegane yardımcısıydı.Eğitimler zorlu şartlarda yapılıyor ve vücut direncinin üst sınırları defalarca sınanıyordu.Genelde toplu şekilde hareket etselerde, çoğu zaman tek olarakbu eğitimleri sürdürüyorlardı.Tek yapılan eğitimlerin daha kalıcı olduğu su götürmez bir gerçekti.Bu eğitimlerin sonucu olarakda ortaya mükemmel kabiliyetleri olan, üstün savaş zekasına sahip, savaş taktikleri konusunda harikalar yaratan, liderlik vasfına sahip bireyler yetişiyordu.
Yıllarca süren köleleştirme süreci içerisinde çok önemli bir yetenek elde etmişlerdi.Bu yetenek bina inşaa etmede ve demiri çok iyi kullanmada kendini gösteriyordu.Kendilerinden beklenmeyecek derecede bu iki konuda ustalaşmışlardı.Herhangi bir yapıyı tabanından başlayarak en üst noktasına kadar muazzam şekilde inşaa edebiliyor veya demir madenini kullanarak kendilerine harika silahlar yapabiliyorlardı.İnşaa ettikleri binaları hayranlık uyandıracak derecede ustalıkla yapıyorlardı.Kurmuş oldukları yerleşim yerleri ve kaleleri de bunun bir ispatı konumundadır.Yerleşim yerlerindeki binalar, tasarımı ve zerafeti ile göz kamaştıran bir güzelliğe sahiptiler.Kaleleri ise gücün ve kudretin temsilcisi olarak son derece sağlam ve büyük olarak yapılmıştı.Yaptıkları su kemerleri ve köprüler ise birer mühendislik harikasıydı.Tüm bu eserlerin arkasında, disiplinli bir şekilde çalışmak yatıyordu.Elf'ler belki de istemeyerekde olsa, onlara bir yerden ceza verirken, acı çektirirken bir yerden de harika bir özellik kazandırmıştı.Müthiş bir zanaat yeteneği.Yaptıkları binaların yanında, demiri kullanma şekilleri de göz kamaştırıcıydı.Maden ocaklarında çalışırken bu işin tüm püf noktalarını öğrenmişlerdi.Madenin bulunmasından tutunda, eritilmesine, yeni bir şekil verilmesine kadar tüm aşamaları muntazam bir şekilde yapıyorlardı.Bu sayede kendilerine yeni ve birbirinden farklı silahlar-zırhlar yapabiliyor ve bunlarla düşmanlarına korku salıyorlardı.Genelde silah ve zırhı kullanacak kişinin kendisi yapar ve onu hiçbir zaman yanından ayırmazdı.Çünkü aynı zamanda bu bir prestij ve onur kaynağıydı...
Kendilerine kaderin bir cilvesi sonucu çizilen bu farklı hayatı yaşayan ırkın en belirgin özelliklerinden bir diğeri de öldürme içgüdüsü ile yaşamalarıydı.İçlerinde diğer türlere karşı bitmek bilmeyen bir kin taşıyorlardı.Yeşil heybetli vücutlarının içindeki damarlarda kin ve öfke hiç dinmiyordu.Bu kin sonucu olarak sürekli tetikte ve her an savaşa hazır olmak için her türlü donanıma sahiptiler.Bunun için var güçleri ile durmadan çalışıyorlardı.
Onlara diğer ırklar tarafından bir çok isim takılmıştı.Değişik isimlerle anılıyorlardı.Onlar insan ırkının binlerce yıldır başkalaşım geçirmiş son haliydi.Ne de olsa Elf'lerde insan ırkının alt türünü oluşturuyordu.Onlar yeşil canavarlardı.Onlar Elf kanından gelmekteydiler.Onlar büyük birer savaşçıydılar.Onlar öldürmek için doğmuşlardı.Onlar korkunç görüntülerinin yanında müthiş bir zekaya sahiptiler.Onlar zalim, korkusuz, vahşi ve gaddardılar.Herkes onlardan korkmaktaydı.Çünkü onlar acımasızdılar.


Hmm eh işte diye düşünmüştü.Sanki ilk okuduğu kadar güzel değildi.Şimdi sonrasına odaklanmalıydı.Bu Evren ile ilgili hazırladığı 60 sayfalık defteri aldı eline.Kısaca notları inceliyordu.Bir daha ki bölümü çoktan tasarlamıştı kafasında ve eline kalemini alıp yazmaya koyulmuştu...

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Aldaron
Yazar
 Yazar
Alexander Aldaron


Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 05/03/11

Hikayeler Üzerine Empty
MesajKonu: Geri: Hikayeler Üzerine   Hikayeler Üzerine Icon_minitimeC.tesi Mart 05, 2011 9:28 am

Onlar KARUS'lardı.Bu ırka genel olarak Karus denmekle birlikte ORC'da denilmekteydi.
Karusların yerleşim alanları gezegenin kuzeybatısına denk düşüyordu.Hakimiyet bölgeleri oldukça geniş bir alana sahipti.Bölgeyi bir yılanın hareketi kıvraklığında kuzeydoğudan-güneybatıya doğru bölen nehir orta yerinde büyükçe bir havza barındırıyordu.Nehrin üzerindeki devasa köprüler karşıdan karşıya ulaşımın yegane yoluydu.Nehrin sol üst kısmında kalan bölgelerde sıcak ve kuraklığın etkileri görülmekteydi.Buna bağlı olarak buralarda suya ihtiyacı fazla olan bitkilerede fazla rastlanmıyordu.Genelde büyük çöllerin bulunduğu bu kısımda güneş etkisini fazlasıyla hissettiriyordu.Nehrin sağ alt tarafında kalan kısımda ise sert soğuk ve yoğun kar bölgeye hakimdi.Bu farklı bölgelerde yaşayan canlılar kendilerini bölgeye adapte etmiş şekilkde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Koca koca sıra dağların tam ortasında devasa büyüklükte bir yerleşim yeriydi burası.Tam ortadan geçen taş yolun sağında ve solunda ihtişamlı binaları ve dış cepheyi sarıp sarmalayan büyük dağları ile göz kamaştıran bir yapıya sahipti.Dağlar bu yerleşim yerinin doğal korumalığını yapıyordu.Giriş kapısınıda içinde barındıran , örme taşdan yapılmış kalın sur görenleri hayrete düşürüyordu.Surun kalınlığı neredeyse koca bir binanın kalınlığında idi.Arka arkaya beş altı sıra asker bu surların üstünde rahatlıkla durabiliyordu.Ana giriş kapısının sağında ve solunda bulunan ve uzun görsel estetiği olan gözetleme kuleleri bu ihtişamı tamamlayan unsurlardı.Irkı temsil eden bayraklar bu kulelerin üstünde tüm heybetiyle dalgalanıyordu.Kulelerin hemen yanında , düz bir şekilde devam eden surların bittiği yerde ise koca sıradağlar başlamaktaydı.Kısacası en önde devasa ve büyükçe bir giriş kapısı , içeride muhteşem mimariye sahip binalar arka taraf ve yan taraflarda ise dağlar bulunmaktaydı.İçerisi ortada koca bir avlusu olan büyük bir kasabayı andırıyordu.Ana kapının etrafında hazırda bulunan kale muhafızları sürekli devriye atıyordu.Çünki bu kapı dış dünyaya açılan tek yerdi.Dışarıdan gelebilecek her türlü tehdide karşı muhafızlar her an tetikdeydi.Hepside savaş konsunda uzman kıişilerdi.
Ana giriş kapısının hemen solunda usta tamircinin binası bulunmaktaydı.Her türlü silah ve zırh tamirinde kendisi üstad konumundaydı.Aynı zamanda demir konusunda da uzman olan tamirci demiri, cevheri eriterek elde ediyordu.Bu yüksek kaliteli demirden keskin kılıçlar, baltalar, üzengiler, bıçaklar, gemler, kamalar, kınlar, mızrak, ok uçları, kalkanlar ...yapıyorlardı.Herhangibirini n silahında yahut zırhında bir deforme durumu söz konusu olduğunda soluğu tamirci üstatta alırlardı.Körelen silahları biler, hasar almış kalkanları yeniler ve eskiyen zırhları eski hallerine getirirdi.Tamircinin binası üç kattan oluşmaktaydı.Giriş katında ağzına kadar açık tahtadan yapılmış kocaman bir kapı ve onun hemen yanında içinde kızgın közün bulunduğu büyük ocak silahları eritip yeniden şekillendirmek için hazırda bekliyordu.Orta kat ise tamircinin asıl çalışma yeriydi.Genelde kalkan ve zırhlar burada tamir ediliyordu.Son kat ise tamircinin çırak ve kalfalarını eğittiği, mesleğin her türlü inceliklerini öğrettiği yerdi.Aynı zamanda burası çatıkatıydı.Çatının üstünde ön uca doğru kocaman fildişine benzer bir yapı vardı.Bu yapı binaya ayrı bir hava katıyordu.Tamircide aynı zamanda bir çok kişinin ilk etapta işine yarayacak silahlarda , belli bir ücret (Karuslar ticaret konusunda iyiydiler.Buna bağlı olarak alış-verişlerinde para yerine COIN adı verilern değerli taşları kullanmaktaydılar. ) karşılığında satılmaktaydı.Bu silahlar başlangıç aşamasında olan savaşçı adayları için ideal metaryellerdi.Kendi silahlarını yapana kadar eğitimlerini bunlarla sürdürüyorlardı.Aynı zamanda fiyat olarakda çok uygundular.
Taştan yapılmış ortadaki düz yolun hemen sağ çaprazında ise Orc'ların ihtiyacı olan bazı malzemelerin satıldığı dükkan bulunmaktaydı.Buraya halk arasında SUNDRIES deniliyordu.Bu bina tamircinin binasına nazaran boyut olarak çok daha büyüktü.Bunun sebebi ise içinde çok fazla çeşitte ürünün bulunuyor olmasıydı.İki katlı binanın giriş katı dikdörtgen biçiminde ve dışarıya açılan üç adet penceresi vardı.Pencereler eski katedrallerdeki üstü işlemeli, yarım oval şeklindeydiler.Üst katta ise genelde paha olarak daha değerli eşyalar satılıyordu.Bu binanın çatısı ise Japon binalarındaki gibi birinci kata kadar uzanan bir büyüklüğe ve genişliğe sahipti.Bol yağan yağmurlara karşı yapılan bu tarz çatılar mükemmel çözümdü.
Sundries ve tamirci binaları karşılıklı olarak birbirlerine bakıyordu.Her iki bina arasında geniş bir düzlük ve bu düzlüğü ortadan ikiye bölen taştan yapılmış yol bulunuyordu.Bu yoldan ilerlemeye devam ettikçe kavşak diyebileceğimiz bir yol ayrımı ile karşılaşıyoruz.Sağ ve sola doğru uzanan iki yol bizi çok geniş taş avlulara çıkarıyor.Kavşağın tam oratasında ise büyükçe bir havuz bulunuyordu.Ortasında kocaman bir kürenin bulunduğu bu havuz da yine taş işçiliğinin zerafetini üzerinde taşımaktaydı.Bu havuz aynı zamanda bize onlar hakkında önemli bir bilgi daha vermekteydi.Alt yapılarının ne kadar kusursuz olduğu!Çünkü sürekli devir-daim eden şelaledeki su sonuçta oradaki oluklardan aşşağıya akıp kanalizasyonlardan ırmaklara oradanda denize ulaşmaktaydı.Sağa ve sola doğru giden her iki yolun sonundaki taş avlularda devasa büyüklükte heykeller bulunmaktaydı.Bu heykeller taş avluların tam ortasında tüm ihtişamı ile ırkın savaşçı ruhlarını sergilemekteydiler.Üzerlerinde ki zırhlar, ellerinde kalkan ve kılıçlar bunu bize kanıtlıyordu.Avluların çevresi baştada belirttiğimiz gibi doğal sur görevi gören koca sıra dağlarla çevriliydi...


Ortadaki şelaleden ilerledikçe taş yolun sol tarafında yaşayanların fazla eşya ve coinlerini ( para yerine geçen taşlar ) bıraktıkları, bugünün tabiri ile banka diyebileceğimiz bir bina bulunuyordu.Bina görünürde üç katlı idi.İlk katında Orc'ların malzemelerini bıraktıkları depolar mevcuttu.Ôrc'lar mağaralar konusunda uzman olduklarından giriş katının altına doğru mahzenler yapmışlardı.Bu mahzenlerde genelde coinler tutuluyordu.Mahzenlere yetkilisinden başka kimse giremiyor ve orada ne miktarda bir birikimin olduğunu kimseler bilmiyordu.Mahzenler yerin on kat altına kadar iniyordu.Bu da bize kendi kişisel birikimlerine ne ölçüde önem verdiklerini gösteriyor.Depolarda eşyaları,mahzenlerde ise coinleri saklı ve güvencedeydi.İkince katta ise büyükçe bir balkon mevcuttu.Bu balkondan kalenin geniş avlusu rahatlıkla görülebiliyordu.Balkon işlemeli burma demirden uzunca bir şekilde yapılmıştı.Balkona içerdeki merdivenlerin dışında ilk katın sağ ve sol tarafında bulunan ve direk balkona çıkan taş merdivenlerle de ulaşmak mümkündü.Merdivenlerin her iki tarafında bulunan uzun silindirik biçimindeki kolonlar binaya ayrı bir güzellik katıyordu.Son katta ise tüm bu işlemlerin , sorunsuz şekilde yürümesi için harıl harıl çalışanlar bulunmaktaydı.Binanın büyük kare biçimindeki çatısını ise iki adet büyük boynuz şeklinde yapılmış ikon tamamlıyordu.Kale avlusunun ve genelde binaların yan ve arka taraflarında büyük ve geniş çam ağacına benzer ağaçlar görmek mümkündü.Yaşam merkezlerinde her türlü ayrıntıyı düşünen Orc'lar , böylece peyzaşıda unutmamış oluyorlardı.
Ortadaki şelalenin uzağında tam karşısına düşen ve bankanında sol ön tarafına denk gelen yerde muhteşem güzellikde , rengarenk bir manzara görünüyordu.Bu güzel manzaraya sebep olan şey kocaman bir kristaldi.Kristal geniş daire şeklindeki bir alan içerisinde taştan yapılmış fıskiyeyi andıran bir yapının üstünde bulunuyordu.Daire şeklindeki alan bir bina büyüklüğündeydi.Kristalin boyu o kadar uzunduki en uç noktasını görebilmeniz için başınızı tamamen göğe doğru kaldırmanız gerekiyordu.Gökkuşağının tüm güzel renklerini içinde barındıran bu kristal onlar için çok değerliydi.Kristal sanki onların yaşam kaynağı, onları hayata bağlayan bir ahlaki nesne, yaşam umutlarını devam ettiren bir abideydi.Hayatta en çok değer verdikleri olgular arasında kristal başı çekiyordu.Onu gözlerinden sakınıyor,ona kimselerin zarar vermesini istemiyorlar, adeta ona tapıyorlardı.Bu sebeple etrafında sürekli muhafızlar bulunuyordu.Muhafızları özel eğitimli, iri yarı seçmece kişilerdi.Kalkanları geniş, zırhları kalın ve silahları son derece keskindi.Bu güçlü muhafızlar kristalin etrafında adeta kuş uçurtmuyorlardı.O'nun için canlarını seve seve feda edebilirlerdi.Bu kutsal nesnenin hemen devamında taştan yol artık sağa ve sola doğru genişleyerek açılıyordu.Genişleyen yol V harfi şeklinde kocaman bir taş avluya açılıyordu.Avludaki merdivenler yukarı çıkmamızda bize yardımcı oluyor ve aynı zamanda yolun sonuna geldiğimizi işaret ediyorlardı.
Yolun sonunda ana bina tüm görkemi ve ihtişamı ile bizleri karşılıyordu.Bu harikulade yapı taştan yapılmış avlunun üstünde oturtulmuştu.Sağ ve sol tarafında obalardaki çadırlara benzer ,kubbe şeklinde çatıları olan iki adet yapı bulunuyordu.Bu yapılar aslında büyüktüler ancak ana binanın yanında sanki koca bir çınarın tabanındaki otlar gibi küçük kalmışlardı.İki binanın hemen arkalarına bitişik olarak kocaman bir dikdörtgen duvar yükseliyordu.Bu duvar hem büyük hemde çok genişti.Yaklaşık yirmi metre yüksekliğindeki bu taş duvarın alt ortasında binanın giriş kapısı bulunuyordu.Duvarın sağ ve sol uçlarında iki adet kule vardı.Bu kuleler o kadar uzundular ki, kalenin kilometrelerce ötesinden bile görülebilmeleri mümkündü.Kulelerin alt kısımları sanki halkadan taşların üst üste oturtulduğu izlenimini veriyordu.Üste doğru çıktıkça hafif genişleyen kulelere zerafet katmak için sarkıtlar yapılmıştı.Sarkıtların hemen üstlerinde ise göğe doğru yükselen zarif kubbeler bulunuyordu.Kubbeler alttan şişik, yukarıya çıktıkça içe doğru incelen bir yapıya sahipti.Kubbelerin en üstünde ise krallığı temsil eden boynuz şeklindeki ikonlar bulunuyordu.Geniş ve yüksek taban duvarının üstünde , akustik bir şekilde tasarlanmış iki üçgen şeklindeki çatı üst üste duruyordu.En üstteki üçgen çatının hemen yanlarında yine bu boynuz temasına rastlamak mümkündü.İkiz kuleler çatıdan çok daha uzundular.Bu bina tam bir şahaser niteliğindeydi.Binanın ön cephesi olduğu gibi kale avlusunu görmektedir.Üst katlardan bakıldığında avlu olduğu gibi ayaklarınızın altındadır.Göz alıcı mimarisi, muhteşem boyutları ve muazzam görüntüsü ile bu bina Karus'ların en büyük binasıdır.Binanın arkası olduğu gibi sıradağlarla çevrilidir.Arka taraftan herhangi bir dış tehtide maruz kalması mümkün değidlir.Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi tek giriş yeri kalenin düz, kalın surlarının ve gözetleme kulelerinin olduğu ana giriş kapısıdır.
Orc'lar genel hatları ile anlattığımız bu yerde yaşamlarını idame ettiriyor ve eğitimlerini sürdürüyorlardı.Yapılardaki asalet önceden değindiğimiz gibi onların bu konu hakkında ne kadar bilgili olduklarını apaçık gözler önüne seriyordu.Yaptıkları herşeyin bir anlamı, her anlamında bağlı olduğu bir sonucu vardı.Burası kimilerine göre bir yaşam merkezi, kimilerine göre ise kendilerini dış tehditlere karşı koruyan bir kaleydi.Her türlü ihtiyaçlarını giderdikleri, dış dünya dış dünya ile aralarında bir köprü vazifesi gören bu yer Karus'ların ana üsleriydi.


Yavaş yavaş ve bolca düşünerek yazıyordu yazılarını.Bazı yerlerde yazım hatalarını görmüş ve hızlıca düzeltmişti.Biraz mola vermeliydi.Elleri yorulmuştu ve kahve fincanını bile zorla kaldırıyordu.Derin bir iç geçirip yazılarını tekrar okumaya başlamıştı.Bazı yerlerde önemli hatalar vardı ama bunları daha sonra düzeltmek istiyordu.

Kısa süren molanın ardından elini kaleme yöneltmiş ve dağılmış kitapların arasından çekip almıştı.Defterlerine bir kez daha göz gezdiriyordu.Notlarını dikkatli okumadığı zamanlarda büyük hatalar yapabiliyordu.
Zihnini bir kez daha yokladı ve ne yapacağını düşündü.Yapacaklarını kısa süreliğine unutmuştu adeta ama birden aklında tekrar canlanıvermişti.Kalemini sıkı sıkı tutarak yazmaya tekrardan başlamıştı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hikayeler Üzerine
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Diğer Yerler :: İngiltere :: Londra-
Buraya geçin: