Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Kırmızı Torba Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Kırmızı Torba Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Kırmızı Torba Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Kırmızı Torba Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Kırmızı Torba Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Kırmızı Torba

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Victorola Salvatore
Princeton | I. Sınıf
 Princeton | I. Sınıf
Victorola Salvatore


Mesaj Sayısı : 170
Kayıt tarihi : 02/09/10
Nerden : LA, California.

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeC.tesi Mart 05, 2011 10:50 am

Victorola Salvatore & London A. Delablanchet

Kırmızı Torba 12958 Kırmızı Torba 12967

Taksi Mc Donalds’ın önünde yavaşça durdu. Bu saate göre gereğinden fazla trafik vardı ve bir an önce inmem gerekiyordu. Parayı süpersonik bir hızla adama uzatıp arabadan indim. Köşede duvara yaslanmış bir şekilde uzun bir süredir beni beklediği yüz ifadesinden açıkça belli olan London’a yavaş adımlarla yaklaştım. “Kusura bakma, azıcık geciktim.” Bana az kavramını bilmediğime dair öfkeli bir bakış atarak cevap verdi. “Üşüdün biliyorum, biraz yürürüz ısınırsın. “ Tekrar o anlamlı bakışlar. “Hadi ama bu kadar dert etme bak güneş var!” Sadece aydınlatma amacıyla çıkmıştı gün yüzüne bugün güneş. Görüntü olarak bahar havasını andırsa da ne bir sıcaklık ne de yeni açmış çiçek kokuları vardı etrafta. Ama henüz ne olduğunu keşfedemediğim tatlı bir koku burnuma gelip gelip gidiyordu. En soğuk kış günü kadar da acı bir soğuk yoktu ama hafif hafif esen rüzgâr iliklerinize kadar donmanıza sebep oluyordu. London’ı hafifçe ileri doğru dürttüm ve sonunda yürümeye başladı. Yamuk adımlarına bakarak yine içip içmediğine dair bir soru yöneltecektim fakat onu yeterince kızdırdığımı fark ederek susmayı tercih ettim. Kim bilir belki de deminki bakışları benim yüzümden değil, içtiğinden dolayıdır?

Rüzgârın her dokunuşunda beremi biraz daha çekiştiriyordum kulaklarıma doğru. London’sa kapşonunun içinde kaybolmuştu. “Evet, anlat bakalım bir gelişme var mı?” Hala konuşmadan yürümekte ısrarcıydı. Hâlbuki buluşma amacımız konuşmaktı. Bana tavır mı yapıyordu yoksa cidden kafası yerinde mi değildi anlayamamıştım. Yürürken bir anda durdu. Yüzünü yavaşça kaldırdı ve buz mavisi gözlerini gözlerime dikti. Her mağazada farklı farklı zamanlarda çalan aynı popüler şarkıları ve sürekli gelip giden tatlı kokuyu defalarca duyabileceğim kadar bekledikten sonunda ağzını açabildi. “Birkaç kişiyle görüştüm ve sanırım onları da garantiledim.” Sevinç çığlıkları atarak tüm caddeyi koşmak istiyordum ama sadece ukalaca gülümsemekle yetindim. “Çok güzel, fos çıkan yok o zaman?” Soruyu biraz çekinerek sormuştum. Gülümsememin yüzümde kalmasını gerçekten istiyordum. Uzun süredir bu kadar keyifli gülmemiştim çünkü. Kafasını hayır anlamında iki yana sallayarak o da gülümsedi. O kadar sevinmiştim ki dayanamayıp boynuna sarıldım. İşte o zaman o güzel kokunun ondan geldiğinin farkına varabildim. Büyük ihtimal içki kokusunu kapatmak için şişeyi üstüne boşaltmıştı. Evet, kızı biraz fazla yargılıyordum içki konusunda ama o da sabıkalı bir alkol manyağıydı. Birlikte çalıştığım adamı iyi tanımak ve gözlemlemek zorundaydım. Hayır, ben bir ajan değilim ama tekrar ediyorum o sabıkalı bir alkol manyağı.

Yüzümde munzurca bir gülümseme, elimde bir hamburger Times Meydanında büyük bir zevkle yürüyordum. İstediğim her şey yavaş yavaş oluyordu. Uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü rayına oturtturamadığım bir işti bu. Sonunda taşlar yerine oturmaya başlamıştı ve tren yavaş yavaş hareket ediyordu. London elindeki paketi buruşturup çöp kutusuna bir üçlük attı. Soğuğa rağmen içerde oturmamış ve yürüyerek yemeyi tercih etmiştik. Yavaş yavaş dolan meydanın karışıklığı gözlerimi yoruyordu. Paketi buruşturdum ve oturduğum buz misali taştan kalkarak çöpe ilerledim. Geri döndüğümde torbalarımı karıştıran London’ı gördüm ve sinsi bir bakış fırlattım. Orada bir şişe bira veya tekila gibi bir şeyler bulabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. “Hepsini birlikte almadık mı, neye bakıyorsun sen öyle?”


En son Victorola Salvatore tarafından Perş. Mart 10, 2011 12:21 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
London A. Delablanchet
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
London A. Delablanchet


Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 27/02/11
Gerçek Yaşı : 28

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeC.tesi Mart 05, 2011 4:30 pm

"Kusura bakma, azıcık geciktim." Mahçup bir ses kalabalığa dalan gözlerimi ona doğru devirmemi sağlamıştı. Tabii bu ses beni yarım saat bekleterek donmama sebep olup, bir de karşıma geçip 'azıcık' gibi küçümseyici kelimelerle kendini üste çıkarmaya çalışan Vic'ten başkası değildi. Azıcık ha? İç sesim gözlerime dökülmüştü adeta. O da bunu anlamış olacaktı ki, her zamanki gibi savunmaya geçmesi uzun sürmedi. "Üşüdün, biliyorum. Biraz yürürüz ısınırsın." Ah, bugün ne de dahiyane fikirler savuruyordu etrafa kızımız! Yine cevap verme zahmetine girmeyerek süzüyordum onu tüm kızgınlığımla. "Hadi ama bu kadar dert etme, bak güneş var!" dedi gözlerini mavi gökyüzüne dikerek. Tabii ya! Güneş olduğu için iliklerime işlemişti zaten bu soğuk. Vic bugün gerçekten sersemce konuşuyordu. Bunun nedeni açıktı: Kraliçe Bonnie! Eh, ne de olsa Vic için işler tıkır tıkır işliyordu, mutlu olmaması işten bile değildi. Hatta neden Times Meydanı'nda çığlıklar atarak koşmuyor olacağını bile bir an için düşünmüştüm.


Kalabalık artarken, aheste adımlarımızla bu telaşlı insanların arasına karışıyorduk. İkimiz de yürümenin bizi ısıtmayacağı konusunda hem fikir olsak da, açmıyorduk ağızımızı. O şapkasını çekiştirmekle yetinirken, ben ellerimi ovuşturuyor, yer yer nefesimle ısıtmaya çabalıyordum. Soğuktan hafif titreyen sesi heyecanla sordu. "Evet, anlat bakalım bir gelişme var mı?" Sesi hafif uğultulu mu gelmişti yoksa buluşmaya gelmeden önceki yuvarladığım viskilerin etkisi miydim anlayamamıştım. Viski neden bana hala bu kadar etki ediyordu, orası da ayrı tartışma mevzusuydu. Gözlerimi kırpıştırarak suratımı buruşturdum, hafifçe salladım kafamı. Cevap vermem için öncelikle kendime gelmeliydim. Bu aceleci temponun içerisinde göz kırpıştırmanın yeterli olmadığını anlayınca duraksadım. Refleks olarak o da durmuş, 'ne oldu?' gibisinden beni inceliyordu çatılmış kaşlarının arkasından. Kafam yerine gelince Vic'i daha fazla bekletmemem gerektiğini düşünebilme nezaketini göstererek söze atıldım. "Birkaç kişiyle görüştüm ve sanırım onları da garantiledim." Okuldaki birkaç popülerite delisi kızı daha ayartmıştım, bu doğruydu. "Çok güzel, fos çıkan yok o zaman?" diye sordu bir kez daha onay alıp egosunu tatmin etmek için. Hayır anlamında başımı sağa-sola sallarken, söylediğimden emin olup olmadığımı düşündüm. Daha iç sesimle olan münakaşamı bitirmeme kalmadan boynuma atladı. Beni gövdesine doğru sıkıca bastırırken gülüşünü duyabiliyordum. Gerçekten işlerin yolunda gitmesi onu mutlu etmişti, uzun zamandır ilk kez bu kadar içten gülüyordu. Geri çekildiğinde ise yalnızca dudaklarının asilce kıvrıldığını gördüm. Az önceki sevinci yavaşça ukalalığa bırakmıştı kendini.


Ellerimizdeki hamburgerleri ısırarak ilerliyorduk müthiş meydan kalabalığı arasında. Buranın hamburgerleri gerçekten bambaşkaydı, ya da uzun zamandır ağzıma sürmediğim için "bugün" bambaşkaydı. Bir süre ağzımız yalnızca burgerle doluydu. Dedikodu için karnımızı doyurmamız gerekti ne de olsa, değil mi? Burgerleri daha rahat ve daha çabuk bitirebilmek için kalabalığın arasından sıyrılıp soğuk bir mermere oturduk. Acelemiz "Kraliçe Bonnie'miz" içindi elbette, onun hakkında saatlerce kaynatmak için. Sonunda müthiş özlemin verdiği aceleyle son parçayı da ağzıma attım, Vic de buna gecikmedi. Hızlı yemiştim, hamburgeri ne denli özlediğim yerimden kalkamamamdan belliydi. Otuduğum yerden istemsizce bir üçlük attım çöp kutusuna. Vic ise bana tuhaf bir bakış atarak ayağa fırladı.


O, çöp kutusuna doğru aheste adımlar eşliğinde ilerlerken, gözlerim yanımda duran poşetlere ilişti. Etrafta tur atarken gelen mesaja cevap verir vermez aceleyle telefonunu torbalardan bir tanesine atıvermişti. Vic bana özel hayatından pek bahsetmezdi, ve tuhaf olan da bu konuda son derece haklıydı. Lola ve Coco'nun yazdıklarından takip ediyordum onun ne işler karıştırdığını. Onu severdim, bu yüzden bana özel hayatından bahsetmesini hiç istememiştim zaten. Eğer aramız bozulursa ona zarar vermek istemezdim. Ve aramız bozulursa, ona zarar verirdim: bu çok açık. Çabuk kin tutan biriydim ve bu elimde değildi. Ne olursa olsun telefonunu kurcalamak o anki en cazip fikirdi. Çok değil, birkaç mesajcık? İç sesim yine kafamın etini yemekle meşguldü. Hem ne zamandır da yaramazlık yapmıyorsun London? Beynimin içerisinde dönüp dolaşan fikirlerin en sonunda beni ikna etmesi sonucu elimi kırmızı torbaya daldırdım. "Hepsini birlikte almadık mı, neye bakıyorsun sen öyle?" Sesini alçak tutmaya çalışsa da, iğneleyici tavırları kendini ele veriyordu. "Hiç..." dedim alçak bir sesle. Elimi torbadan çıkarırken alaycı ifademi takınarak ekledim. "Planlarını hangi defterde saklıyorsun diye bakıyordum." Sahte bir kahkahayla cevap verdi, bir şeyler aradığımı biliyor olsa da olayı fazla didiklemedi. Bugün keyifli olduğu için şanslı sayılırdım. İlk defa iş üstünde yakalanmanın verdiği utancı belli etmemeye özen göstererek konuyu değiştirmek için bir adım attım. "Lola ve Coco, şu aralar Bonnie hakkında pek bir şey yazmıyor gibi."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victorola Salvatore
Princeton | I. Sınıf
 Princeton | I. Sınıf
Victorola Salvatore


Mesaj Sayısı : 170
Kayıt tarihi : 02/09/10
Nerden : LA, California.

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 6:44 am

Elini kırmızı poşetten yanmışçasına çekti bir anda. Gözlerimi kısarak ona odaklandım ve ne yaptığını anlamaya çalıştım. Masum bakışlarla kusurunu örtmeye çalışıyordu. Bir seferliğine de olsa o şirin bakışlara kanmak geldi içimden ama sonra vazgeçtim. “Planlarını hangi defterde saklıyorsun diye bakıyordum.” Bu kadar basit bir yalanla kurtulabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Sahte bir kahkahayla karşılık verdim cümlesine. Asıl kafamı kurcalayan poşetin içinde ne aradığıydı. Nakit para mı? Hayır, onun için direk cüzdana çalışırdı. Yeni aldığım kıyafetlerden birini çok beğenmiş ve ben aldım diye alamamış olma olasılığı olabilir mi? Çok düşük bir ihtimal. Belki de sadece kurcalamak için kurcalıyordu. Sıkılmıştı ve yapacak bir şeyler arıyordu. Hayır, o bu kadar masum bir kız değildi.

Havanın soğukluğu kendini kar tanelerinin yumuşaklığına bırakmıştı. İlk olarak hamburgerimin içine düşen ve dişlerimi donduran kar daha sonra biraz daha hızlanmış ve harika bir görüntü ortaya çıkarmıştı. Hem hava biraz daha ılıklaşmış, hem de bize birazcık soluklanma fırsatı vermişti. Bu yüzden köşeye oturup hamburgerlerimizi kar altında yemeyi tercih etmiştik. Poşetim açık kaldığı için içine dolan kar yığınını temizlemek üzere içindekileri boşaltmaya başladım. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da poşetin içinden çıkanlara yan gözle bakmadan duramıyordu London. Gülümsedim. Gerçekten masum olabileceğini düşündüm birkaç saniyeliğine. Sonra içimi gıcıklayan o duygu yine geldi ve çabucak poşetin içindeki karı boşaltıp eşyaları geri yerleştirmeye koyuldum. Sürekli bir tereddüt içindeydim. Sonuçta bu kızla birlikte iş yapıyorduk. Neden birazcık da olsa güvenemeyeyim ona?

Birkaç dakika sessiz kalınca bu seferlik istisna yapabileceğimi düşündüm. Aslında aklımda ne yapıp foyasını ortaya çıkarabileceğime dair planlar yapıyordum fakat bir anda düşüncelerimin arasına başka bir fikri aşılamayı başardı. “Lola ve Coco, şu sıralar Bonnie hakkında pek bir şey yazmıyor gibi.” Evet, biraz formundan düşmüş gibiydi şu sıralar Lola ve Coco. En son yazdığı haber, Damien’la benim bir hafta önceki kaçamağımızdı. Onu sızdıranın da o küçük sıçan Nessié olduğundan adım kadar emindim. Düşünceli bir gülümseme belirdi yüzümde. “Evet, sanırım küçük kraliçemiz şu sıralar biraz geri kaldı, faaliyette değil.” Gülümsedi. Büyük ihtimal konuyu değiştirebilmiş olmanın verdiği huzuru yaşıyordu şu an. “Eğer her şey istediğim gibi giderse ki şu an gayet güzel gidiyor, bir dahaki sefere küçük kraliçenin adının duyulduğu haber hüzünlü olacak gibi.” Küçük bir kahkaha patlattı. Hafifi bir içki kokusu geldi o sırada burnuma ama aldırış etmedim. Tahmin etmiştim zaten. Torba olayını unuttuğumu sanıp iyice rahatladı ve arkasına yaslanarak düşen kar tanelerini izlemeye başladı. Ama ben o torbayı neden karıştırdığı hakkında bir ipucu elde etmeden bu işin peşini bırakmayacaktım. “Belki de senin fotoğrafını çekip yollamalıydım, torba karıştırıcı London başlığı altında ha?”

Beklenmeyen bu atak karşısında biraz bozulmuşa benziyordu. Boğazını temizleyerek gözlerini kaçırmaya başladı. Bu kadar baskıya rağmen tek bir açık bile vermiyordu. Sanırım bu seferlik temiz sayılabilirdi. Belki biraz rahatlar umuduyla “Asma suratını, sadece şaka yapmıştım.” Dedim onu omzumla hafifçe yana doğru itekleyerek. Derin bir nefes aldı ve yüzüne küçücük bir gülümseme yayıldı. Bu sefer konuyu değiştirmeye can atan taraf ben olmuştum. Bilgileri ortaya koymanın ve plan yapmanın da zamanı gelmişti zaten. “Biraz daha derine in bakalım şu konuda. Neler yaptın, kimlerle görüştün?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
London A. Delablanchet
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
London A. Delablanchet


Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 27/02/11
Gerçek Yaşı : 28

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 8:09 am

Dudaklarında tereddütlü bir tebessüm ile kıvrıldı. "Evet, sanırım küçük kraliçemiz şu sıralar biraz geri kaldı, faaliyette değil." Torba konusunu saptırıp, onun ilgi odağı olan bir konuya yönelmemizin rahatlığıyla gülümsedim. "Eğer her şey istediğim gibi giderse ki şu an gayet güzel gidiyor, bir dahaki sefere küçük kraliçenin adının duyulduğu haber hüzünlü olacak gibi." Cümleleri birbirini izlerken küçük bir kahkaha patlattım. Buz gibi havaya karışan nefesimdeki içki kokusu seziliyor gibiydi. Her neyse, diye iç geçirerek hoşnut ifademle sırtımı arkaya doğru yaslayıp kar tanelerinin keyifli görüntüsüne daldım. Henüz saçlarımın üzerine konan kar tanelerinden aldığım haz had safhaya varmamışken iğneleyici sesi öne atıldı: "Belki de senin fotoğrafını çekip yollamalıydım, torba karıştırıcı London başlığı altında ha?" Beklemediğim bir ataktı bu, sakince başımı çevirip umursamıyormuş havası verdim. "Asma suratını, sadece şaka yapmıştım." Anlaşılan Vic bu kez masum olduğum düşüncesindeydi, bense onun ilk kez kendini ortaya çıkaran bu basit aldanışlarıyla içimi rahatlatmaktaydım.


Ağzımızdan çıkan dumanlar küçük kar kristallerine dönüşecek gibiydi, kuru soğuk, soluk almayı güçleştiriyordu. Bugün havanın kararsız olduğu düşüncesini benimseyerek kafama kazıdım, esen keskin rüzgârın saçlarımla dalgalanmasıyla. Ayaklarımla, yerdeki küçük kar tanelerinin oluşturduğu ince, buzumsu katmanı deşmekle uğraşıyordum. Rüzgârın getirmiş olduğu mayhoş, güzel bir tatla huzura kavuşmuştum ki Vic'in sabırsız sesi, suratıma buz gibi bir avuç su çarpmışçasına dalgınlığımı çekip aldı. "Biraz daha derine in bakalım şu konuda. Neler yaptın, kimlerle görüştün?" Suratımda sersemleşmişim görüntüsünü veren bir ifade vardı, gözlerim yarı kapalıydı. Yüzümü buruşturarak parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip saç uçlarıma kadar sürükledim. Saçımdaki kar taneleri elimin ıslanmasına, bu da yüzümün daha memnuniyetsiz bir ifadeyle buruşmasına sebebiyet vermişti. "Büyük ihtimalle sen tanımazsın." diye sitem ettim. Tek elimle gözümü ovuşturup uykumu açmaya çalışırken gülümseyeme çabaladım "Birkaç popülerite düşkünü kız daha..." Bu cümlenin iğneleyici tarafını ancak cümleyi sonlandırıp ardından da sinsi bir tebessüm ettikten sonra farkına varabilmiştim. Evet, Vic ciddi anlamda bir popülerite düşkünüydü fakat bu sözlerim şakadan daha derin anlamlara gitmiyordu kesinlikle. Kaşlarını kaldırarak bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Bırak bunları, ne önemi var ki?" derken bana bakması için kolunu yavaşça itekledim. Gözlerini umursamazca bana çevirdiğinde rahatlıkla sözlerime devam ettim. "Önemli olan ne yapacağın. Tamam, herkesi Bonnie'ye karşı dolduruşa getiriyorsun iyi hoş da, toplanıp asansör boşluğuna atacak değiliz kızı. Umarım içten çökertecek bir planın vardır." Geldiğimizden beri ilk kez bu kadar uzun bir cümle kurmuştum. Sahi, bu olaya bu kadar mı ilgi duyuyordum? Bir an kendim bile gözümün hırsa büründüğünü düşünebilirdim. Neyse ki Bonnie'nin yerine geçmek gibi aptalca planlarım yoktu, yalnızca onun lakayt tavırları hoşuma gitmiyordu. Bir de Vic tabii... Eğlence gibi basit, zararsız amaçlarımı da unutmamak lazımdı. Düşününce içim rahatladı ve derin bir solukla kendimi geriye atıp Victorola'nın cevabını dinlemek için kulaklarımı açtım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victorola Salvatore
Princeton | I. Sınıf
 Princeton | I. Sınıf
Victorola Salvatore


Mesaj Sayısı : 170
Kayıt tarihi : 02/09/10
Nerden : LA, California.

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 11:07 am

“Birkaç popülarite düşkünü kız daha…” Evet, verilmek istenen mesaj alınmıştır. London benim popülarite düşkünü biri olduğumu düşünüyordu ve haksız da değildi. Genel olarak yaptığım şeylerin konuşulmasını ve herkes tarafından bilinmesini isterdim. Şu dünyaya popüler olmak için doğduğumu bile söyleyebilirim hatta. Ama yaptığım her şey de popüler oluyorsa benim yanlışım yok demektir değil mi? Kaşlarımı kaldırarak “Gerçekten yapabileceğinin en iyisi bu mu” manalı bir bakışa attım London’a. Birkaç dakika önce yaptıklarını hiçe saymış olabilirdim ama bu onun her lafını alttan alacağım anlamına gelmiyordu. Burnumun ucuna düşen küçük bir kar tanesi hapşırmama sebep oldu. Ben burnumu çekiştirirken London konuşmaya devam ediyordu. Ona bakmam için birkaç kez beni dürtükledi. Fakat ben kafamı çevirmemekte ısrarcıydım. Sonunda kolumu morartana kadar dürtüklememesi için umursamaz bir tavırla bakışlarımı ona çevirdim.

"Önemli olan ne yapacağın. Tamam, herkesi Bonnie'ye karşı dolduruşa getiriyorsun iyi hoş da, toplanıp asansör boşluğuna atacak değiliz kızı. Umarım içten çökertecek bir planın vardır." Gün boyunca ettiği ve edebileceği en uzun ve en anlamlı cümleyi söylemişti. Ukalaca gülümsedim. Beni gerçekten fazla hafife aldığının farkında değildi. Bir planım olmadan bu kadar geniş çaplı bir işe kalkışacak kadar aptal değildim her halde. Aslında mükemmel bir planım olmadan bile bu işe kalkışmazdım. Bazen gerçekten bu kızı seviyor, bazense ölümüne nefret ediyordum. Kimi zaman o mavi gözlerini yerinden çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum, kimi zamansa ağır içki kokusuna rağmen boynuna sarılmak istiyordum. Böyle garip bir etkisi vardı üzerimde ve az önce sarf ettiği cümleden sonra da mavi gözlerine bakmaktan kendimi alamadım. Hayır, sokak ortasında cinayet sorun değil de ünüme zarar verebilirdi. Kendimi saçma düşüncelerden kurtardıktan sonra bana bakan London’a cevap verme zorunluluğunda hissettim kendimi. Küçük bir öksürük krizi ardından konuşmaya başlayabildim. “Şimdilik planlarımı kendime saklıyorum. Ama günün birinde biriyle paylaşabilirim belki, neden olmasın?”

Kızaran burnumu bir kez daha çektim ve küçük bir hapşırıkla süsledim. London cevaptan tatmin olmamış görünüyor ve hala konuşmam için bana bakıyordu. “Evet, planlarım var ama bunu sana söylemeyeceğim.” Gözlerini devirerek küçük bir isyan sesi çıkardı. “Hadi ama benden mi saklıyorsun” dercesine bakışlarıyla karşı atağa geçti bu sefer. Rüzgârla yüzüme doğru savrulan saçlarımı geriye attım. Evden çıkarken dümdüz olmalarına rağmen karın getirdiği nemle küçük dalgalara dönüşmüşlerdi. Bu haliyle de gayet güzel olduklarını bildiğim için fazla aldırış etmedim. Havanın git gide soğuduğunu fark etmek için London’ın küçük pancar kırmızısı burnuna bakmak yeter de artardı bile. Kalkma zamanı yaklaşıyor gibiydi. Ellerimi birbirine sürttüğümde oluşan ısıdan sonuna kadar yararlanmaya çalışıyordum. London’sa hala benden cevap bekliyor gibiydi. “Asansör boşluğu da fena fikir değil aslında…”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
London A. Delablanchet
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
London A. Delablanchet


Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 27/02/11
Gerçek Yaşı : 28

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 5:33 pm

Bana en yakın hissettiren şey bu ukala gülüşüydü. Her seferinde, biraz olsun tesiri azalmaksızın aynı hırsla yayılıyordu dolgun dudaklarına. Bu, onda kendimi bulmama neden oluyordu. Benliğimden bir parçanın onda saklı olduğunu düşünmemek işten değildi. "Şimdilik planlarımı kendime saklıyorum. Ama günün birinde biriyle paylaşabilirim belki, neden olmasın?" Cevaptan tatmin olmadığım açıktı, yine de her zamanki Vic işte, diye geçiştirmeye çalıştım. Tuhaf olan ise: Bu gerçekten her zamanki Vic'ti ve ben buna hâlâ alışamamıştım. Planları kesinleşmeden kimseye anlatmaya niyeti yoktu, her şeyi kendince tasarlar, kafasında ölçer-biçer ve ancak planını kusursuz bir şekilde hayata geçirdiği zaman bununla övünürdü. Eğer ki tüm bunlar yaşanmadıysa, göreceğiniz tek şey bu sinsi gülüştü ve bu denli küçük bir şeyden çıkarım yapmak oldukça riskliydi. Düşüncelerimi dışarıya vurarmış gibi bakmıştım ona, belki bunun farkında değildim fakat dalgın olduğum zamanlar gözlerim kendini ele veriyordu. "Evet, planlarım var ama bunu sana söylemeyeceğim." Kararlı ses tonu beni inatçılığımdan vazgeçirmeye yeterli değildi, bunu o da biliyordu. En ufak açık vermeyeceğinden adım gibi emin olsam da, gereksiz kararlılığım son ana dek diretmekte kararlıydı. Dediğim dedik bir insan olmak, bazen oldukça zor, diye iç geçirdim masum bakışlarımla ağzından laf alma çabalarındayken.


Ne var ki bakışlarıma aldırış etmemekle kalmıyor, suratıma bakmadığı gibi sinsi gülüşüyle merakımı körüklemeyi de ihmal etmiyordu. Ah, başkası olsaydı onu boğazlayabilirdim! Hatta bunu düşünmek için bir saniyeye bile gereksinim duymazdım, net. Oysa Victorola'yla aramızdaki çekim fazlasıyla ilginçti. Dost gibi değil, fakat arkadaştan öte. Ara sıra kin uyandırabilecek kadar mühim, kimi zaman kendimi görebilecek kadar berrak, ve asla kaybetmek istemeyeceğim kadar vazgeçilmez. Sıfatların terkettiği karmaşadan başka bir şey değildi aramızdaki bu 'her neyse'.


Nemin aralıklı, hafif bukleler haline getirdiği saçını aldırış etmeden eliyle, tek harekette boynunun arkasına savurdu. Burnumu hissedemeyecek hale gelmiştim havanın yoğun donduruculuğunda. İnsan sesleri birbirine karışıyor, rüzgârla dağılıp gidiyordu. Araba sesleri uzaktan bir uğultu gibi, kulağa ulaşamadan yok oluyordu. Kasvete sürükleyen bu ambiansta, insan sesleriyle süslenmiş, şirin bir kafeye girip sıcak çikolatamı yudumlamanın ne harika olabileceğini düşünmüştüm. Victorola'ya bir ihtimalle böyle bir teklifte bulunabilirdim, ama diğer baskın ihtimalle kesinlikle bulunmayacaktım. Biraz kafamı dinlemek ne harika olurdu ama... Hava, Bonnie'yi çekiştirme ve asansör boşluğuna atma fikirlerini konuşmak için fazla boğucuydu. Soluk almak ciğerlerimi yakar hale getirdiğinde, Victorola ellerini sıcak nefesiyle ısıtmaya çabalıyordu.
"Asansör boşluğu da fena fikir değil aslında..." Yine yüzümde bir gülücük oluşturmayı başarmıştı, Vic.


Kısa duraklama ardından günün yeterince yorucu, soğuk ve Bonnie'li geçtiğinden emin olmak için hafızamı yokladım. Madem onun planlarını anlatmaya niyeti yoktu, benim de kara kış altında kendimi hasta etmeye niyetim yoktu. Kısa, garantisiz raporlar ve alaycı cümlelerle geçen günü sonlandırma konuşması bana kalmıştı. "Sadece o mu? Başka harika fikirlerim daha var. Evine gidip dinlenmen ve ellerini nefesinle korumaktan vazgeçmen gibi..." Sıkılmamıştım, sadece burnum gerçek anlamda uyuşmuştu ve dudaklarım çatlamaya meyilliydi. Bu nedenle gülümseyerek sonlandırmak istiyordum bu sohbeti. O da tahmin ettiğim gibi çarpık, masum gülüşüyle onaylamıştı teklifimi. Pembeleşmiş dudağını ısırırken önüne gelen saçlarını eliyle tutarak kafasını salladı. "Haklısın sanırım, ikimiz de buz tutmak üzereyiz." Daha sonra en ayrıntılı şekilde konuşacağımıza dair söz vererek sıkıca sarıldım. İyiden iyiye insan kalabalığının dindiği Times Meydanı'nda ayaklarım kar tabakasını çamura bulamama neden olurken, en yakındaki kafeye girip sıcak çikolatamda boğulmamı hayal ederek yoluma devam ettim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victorola Salvatore
Princeton | I. Sınıf
 Princeton | I. Sınıf
Victorola Salvatore


Mesaj Sayısı : 170
Kayıt tarihi : 02/09/10
Nerden : LA, California.

Kırmızı Torba Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Torba   Kırmızı Torba Icon_minitimePerş. Mart 10, 2011 12:37 pm

"Sadece o mu? Başka harika fikirlerim daha var. Evine gidip dinlenmen ve ellerini nefesinle korumaktan vazgeçmen gibi..." Hava gerçekten aşırı derecede soğumaya başlamıştı. Eve gidip sıcak bir duş alma fikri gerçekten çok çekici geliyordu şu an. Titreyen dudakları ve kızarmış burnuna bakınca London içinde öyle olsa gerek diye düşündüm. Gizli gizli bir yerlere gitmek için her hangi bir bahane uydurmamaya çalıştığı belliydi. Açık açık donduğunu ve eve gitmek istediğini söylüyordu. Rüzgârdan önüme düşen saçları tutmaya çalışırken bir yandan da aptal gibi görünmemeye çalışıyordum şu soğukta. London’ın torba olayını hala unutmamıştım fakat kurcalamak da istemiyordum. Neden bilmiyorum ama bu kız bir an için olsa kendini sevdirmeyi becerebiliyordu. Ona karşı acıma, nefret ve sevgiyi aynı anda hissedebiliyordunuz. Kulağa garip geliyor biliyorum ama ben de henüz ne olduğunu çözemediğim bu arkadaşlığa pek bel bağlamıyordum. O yüzden torba işini daha sonra derinine araştırmayı beynime not edip şimdilik unutmaya karar verdim.

"Haklısın sanırım, ikimiz de buz tutmak üzereyiz." Sesim hafif kısık gibi gelmişti kulağıma. Küçük bir öksürükle düzeltmeye çalıştım ve ısınır umuduyla ellerimi tekrar birbirine sürttüm. Yavaşça oturduğumuz yerden kalktık. Ben torbalarımı toparlamaya çalışırken o da telefonuyla uğraşıyordu. Birkaç dakika birlikte swatch’un önüne kadar yürüdük. Daha sonra sıcak bir sarılış ve küçük bir öpücükle daha sonra haberleşeceğimize dair söz vererek ayrı yollara koyulduk.

Güneşin batmasına saniyeler kalmıştı belki. Hava turunculuğunu kaybedip karanlığa doğru ilerliyordu. Times Meydanı biraz daha durgunlaşır gibi olmuştu fakat hala canlılığından bir şey kaybetmemişti. Azıcık serpeleyen kar durmuş, yerini kaygan buz zemin ve dondurucu havaya bırakmıştı. Telefonuma göz atmak için elimi cebime götürdüm fakat bulamadım. Birkaç dakika sonra aklıma alışveriş yaparken torbalardan birinin içine attığım geldi. Hemen içeride aşırı derecede şiddetli müzik çalan bir mağazanın önünde durdum ve torbaları karıştırmaya başladım. Bir yerde düşürmüş olmam mümkün müydü? Hayır hayır, torbaya attığımdan emindim. Birkaç saniyelik boğuşma sonunda kırmızı torbanın dibinde bulabildim telefonumu. Bağrıma basıp Tanrı’ya şükrederken bir anda duraksadım. Ağzım ve gözlerim istemsizce açıldı ve salaklığımın farkında vararak “Tabi ya!” diye söylendim kendi kendime. London’ın torbanın içinde aradığı nakit para ya da içki falan değildi. Telefonumu arıyordu! Geri dönüp neden aradığını sormak içimden geçmedi değil. Ama arkama baktığımda çoktan gözden kaybolduğunu ve havanında neredeyse kararmış olduğunu düşünürsek kulağa hiç cazip bir fikir gibi gelmiyordu. Telefondan Damien’a benimle Bar Quella’da buluşmasını söyleyen bir mesaj attıktan sonra bir taksi çevirdim. Telefonun cebime tam oturduğuna emin olarak arabaya bindim ve çok da rahat olmayan koltuğa başımı yaslayarak soluklandım. “Yorucu bir gün ha?” Orta yaşlarda ve hiç de yakışıklı olmayan renkli gözlü bir adam bana bakıyordu. Cılız ve zayıf bir sesi vardı. “İşine baksana sen!” diyerek adama itici bir bakış attım ve yüzü asılan adama aldırış etmeden tekrar başımı koltuğa yasladım. Gözlerimi kapayarak eve gidince sıcak bir küveti mi yoksa iyi bir masajı mı tercih edeceğim konusunda karar vermeye çalıştım.



-SON-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kırmızı Torba
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Times Meydanı-
Buraya geçin: