Alex Miller Harvard | I. Sınıf
Mesaj Sayısı : 81 Kayıt tarihi : 05/02/11
| Konu: crown of ideas on your head. Paz Mart 13, 2011 1:01 pm | |
| Teanrım, buraya hangi akılla gelmiştim?! Yani, bir aklım olduğu söylenemezdi. Zeki?! Hayır, hiç mi hiç değildim. Gelecek sene burada olmak için her şeyi verebilirdim, ancak çalışmaya gelince- Benim için kolay değildi. Öncelikle dersi dinlemem gerekirdi, bir şekilde öğrenmem ve bu konuda da şimdiye dek iyi olmamıştım. Ders işlenirken anladığımı sanıyordum, ancak sonrasında hiçbir şey kalmıyordu aklımda. Tekrarlar ve çalışmak da bana göre değildi. Aslında üzerinde durmadan da aldığım o birkaç dersi geçebilirdim. Matematik hariç, matematik yetenek de istiyordu gözümde. Elime tutuşturulmuş olan broşürlerden hiçbirinde ortalama hakkında tek kelime görmemiştim. Buraya başvurmayacaktım zaten, ne de olsa göz ardı edilirdim.
Gelen öğrenciler, ki aralarından en fazla birkaçı seçilirdi, gruplar halinde kampüste gezdiriliyordu. Not tutmamız gerekmediği söylenirken haklı olacaklarını düşünmemiştim. Neredeyse her durakta, rehberin dilinden dökülen her şeyin -hatta daha da fazlasının- bulunduğu kağıtlar dağıtılmıştı. Ne kadar sade olurlarsa olsun her sayfanın üzerinde okulun amblemi bulunuyordu, her tarafta olduğu gibi. Hiçbirini herhangi bir düzene sokmadığımdan, kucağımda ‘bilgilendirme’lerden oluşan bir yığın vardı. Birbirlerine kenetlediğim ellerimi ayırdığımda her şey yere saçılacaktı, sanki kendime sarılıyormuş gibiydim. İlk gördüğüm çöp kutusuyla küçük bir boğuşma yaşadığım sırada grup çoktan gözden kaybolmuştu, araziyi yarıladıklarını varsayıyordum. Umduğum buydu en azından, biraz dinlenip sonrasında da tek başıma gezmeye devam edebilirdim. Günlerdir saklanan güneş sonunda yüzünü göstermişti ne de olsa, bulutlara rağmen bugün yağmur yağmayacak gibiydi ama gene de bu ‘parçalı güneşli’ günü soğuk düne yeğlerdim. Herkes de benim gibi düşünüyor olmalıydı ki ders aralarında olan öğrenciler -Derse girmemezlik etmezlerdi değil mi? Ne de olsa Hardvard’taydım, HARVAAARD!- dışarıdaydı. Bahçeye yayılmış banklarda oturuyor ya da -cesaretli olanlar- çimenlerle kaplı yerdeydiler. Dikkatinizi ilk çeken bu uğultu oluyordu. Bir de aynı ayrıntılı tanıtım broşürlerinde olduğu gibi neredeyse asılabilecek her yere flamalar asılmıştı, içeri alındığımızdan beri sadece üç renkle karşılaşmıştım. O kasvetli ve 17. yüzyıldan kalma binaların yıpranmış beyazı, etraftaki ağaçların ve yerin yeşili hakimdi kampüse. Bir de o kırmızı flamalar, göz almıyorlardı. Gösteriş için miydi bilmiyordum ama, gösteriş yapmayı hak ettikleriyle hala yüzleşmek istemiyordum. Buradakileri kıskandığım doğruydu, buradaki herkesi. Annemin ‘Şo dönemdeki okulların birbirlerinden herhangi bir farkı yok.’ repliği üniversiteler için geçerli değildi, bunu anlamak için geç kalmıştım. Şükredebileceğim herhangi bir şey yoktu, herhangi bir şeyde iyi de değildim. Övünebileceğim bir yeteneğim ya da zekam yoktu, gerçi olsa dahi övünmezdim. Elimdeki cafeden aldığım kahve ve sırtımdaki çantayla -bir de içinde hiçbir şey olmadığı gerçeği vardı, yanıma hiçbir şey almamış ve bana verilenlerden de kurtulmuştum- orada öylece kalakalmıştım. Yaşıtlarımın aksine ne kadar gereksiz olduğunu düşündüm yaratılışımın. Ellerim arasındaki bardak avuçlarımı yaktığında bir şey sağlamıyordu dünyaya. Dışarı çıkmalıydım, defolup gitmeliydim. Adımlarım dengesizdi, etrafımdan geçen kimseye de dikkat etmedim birbiri ardına attığımda. Hiç mi hiç eğlenceli değildi.
- Spoiler:
korkuyrum gülşah.....
| |
|