Nicholas Crystal'den gelen mesajı açarken kalbinin aşırı bir hızla attığını farketti. Fakat kalbi, mesaj açıldığında hızını kesmişti. Konuşacak bir şey yok bence. Her şey gayet açık değil mi? Derin bir nefesten sonra telefonunu yatağına fırlatı ve başını iki ellerinin arasına alıp küfürler savurmaya başladı. Oldukça yüksek bir sesle. Bu sırada hizmetçileri Nadia içeri girmişti. Küfürleri duymuş olmalıydı çünkü kısık gözlerle Nicholas'a bakıyordu. Kadınlar... Homurdanmaya devam ederek aynasının karşısına geçti ve uzadığından dolayı karmakarışık olmuş saçlarını düzeltmeye çalıştı; şekle girmek istemiyor gibilerdi. Güneş battığından ötürü Nadia'nın güneşlikleri açtığını gördü. Şimdi Manhattan tüm ışıltısı ve hareketliliğiyle önündeydi. Çıkıp biraz nefes almalıydı. Daraldığını hissediyordu, o kadar kızgın ve üzgündü ki ne yapacağını bilmiyordu. Etrafa saldırıp birşeyleri kırmak yerine, dışarı çıkmaya karar verdi. Biraz yürür ve belki de birşeyler içerdi; alkol haricinde herhangi birşey. Yatağının üzerinde duran telefonu koyu renk Diesel kotunun cebine attı ve koşarak evden çıktı.
" Ne var?! " Küfredercesine söylediği iki kelimenin hedefi kendisine bakıp fısıldaşan iki adet birinci sınıf Harrison Jewel'di. Crystal'le ilgili haber iyiden iyiye yayılmış olmalıydı. Oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi dudaklarını büktü ve kaşlarını çattı. Central Parkta elleri cebinde, amaçsızca yürüyordu. Elinden geldiğince içerilere, bankların azaldığı yerlere gidiyordu çünkü insanların yanında olmaya tahammülü kalmamıştı. Bir dahakine kız falan dinlemeyip küfretmekten çekinerek uzun adımlarla yürümeye devam etti. Manhattan caddelerine oranla daha temiz olan havayı içine çekti ve yüksek sesle ofladı. Ne yapacaktı? Crystal onunla konuşmayacak mıydı? Hem Nick'inde aklında birçok soru işareti vardı. Calbert'la aralarında ne olmuştu? Aurélia nasıl olupta ikizinin yakınlaştığı biriyle sarmaş dolaş görünebiliyordu? Sonuncusu da, L&Cden öğrenmişti ve okuduğunda yaşadığı şoku unutamıyordu. Crystal kardeşinin beraber olabileceği biriyle yakınlaşmaz dı değil mi? O zaman o dedikodu neydi?
İyice içerilere girdiğinden emin olunca kendini tepesini ağaçların kapattığı çimlere attı. Dalların arasından kararmakta olan hava seçilebiliyordu. Düşünceleri aklından uzaklaştırmak için çevreden gelen seslere odaklandı; bir çok araba motoru dışında bir köpek havlıyor, iki yaşlı kadın şehrin stresinden şikayet ediyordu, birkaç genç kızda hararetle sohbet ediyordu. İçlerinden birinin ses tonu Nicholas'a aşırı derecede tanıdık gelince bakışlarını gökyüzünden çimlerin arasından kıvrılarak ilerleyen yürüyüş yoluna kaydı. İki kız biraz geride, yavaş bir tempoyla yürüyorlardı. Ve biri, Nicholas kafayı yemediyse, Crystal'di. Hemen ayağa fırladı ve koşarak yollarını kesti. Kızın kim olduğunu bilmiyordu, umrunda da değildi. Crystal'in kolunu elinden geldiğince nazik bir şekilde tutarak az önce oturduğu çimenlere çekiştirdi. Bir yandan da hadi diye fısıldayıp duruyordu. Kız öylece kalmıştı ama muhtemelen sebebi biliyordu, bu yüzden omuz silkip yürüyüş yolunda geri döndü. Crystal oldukça isteksiz ve mutsuz görünüyordu. Nicholas adeta nefes almadan konuşmaya başladı. "Lütfen sözümü kesmeden dinle beni. Stella'ya olanları biliyorsun. O gece acayip sarhoş ve kızgındım. Çünkü senin Calbert denen bücürle Kiss&Fly'da yakınlaştığına dair bir dedikodu vardı, biliyorsun. Hiç hoşuma gitmedi. Gerçekten çok sinirliydim ve çok içtim. Sabah uyandığımda gece olanları doğru düzgün hatırlayamıyordum bile Crystal. İnan bana! Stella'ya karşı hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey. Ben.. Ee ben seni-... " Bunu uzun süredir kimseye içtenlikle söylemediğini farkedince duraksadı ve bir nefes aldı. "Seni seviyorum Crystal." İçten ve üzgün bakışları kızın parkın gölgelerinin düştüğü güzel yüzündeydi şimdi. Bunu kesinlikle planlamadan söylemişti. Bu yüzden Calbert'la ilgili bir açıklama yapması için dua ediyordu.