Carlie Myracle Harrison Jewell | IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 93 Kayıt tarihi : 31/08/10 Nerden : Beverly Hills'de doğmuş, Manhattan'da yaşıyor.
| |
Carlie Myracle Harrison Jewell | IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 93 Kayıt tarihi : 31/08/10 Nerden : Beverly Hills'de doğmuş, Manhattan'da yaşıyor.
| Konu: Geri: Hoşçakal Gökdelenler, Yine Buluştuk Melekler Şehri - Malibu Perş. Tem. 14, 2011 9:04 am | |
| Tam olarak altı gündür Los Angeles'ta, hayatımın en büyük yıllarını geçirdiğim şehirdeydik. Yarın sabah, LAX'ten JFK'e, New York'a geri dönecektik. Geldiğimiz ilk günü, eski, bomboş evimde geçirmiştik. Annem ve babam Londra'ya taşındıktan sonra onların ölüm haberlerini aldığımda, New York'a gönderilmiştim. O günden sonra, yaklaşık bir yıldır o eve adımımı atmamıştım. Dayım evi satmayı öne sürmüştü ama ben bunu kabul etmemiştim. Nasıl kabul edebilirdim? Hayatımı geçirdiğim ve ailemin anısının yaşadığı bu büyük alanı nasıl satabilirdim? Annem ve babamı kaybettikten sonra büyükannem ve büyükbabamda o evde kalmak istememişlerdi. Hiçbir açıklama yapmadan, Los Angeles'ta ki evimi terk etmişlerdi. Altı gün boyunca o evde ki duvarların bana fısıldadığı anıları hatırlamıştım. Belki de bana gitmemi söylüyorlardı. Belki de sat beni diye yalvarıyorlardı ama yapamazdım. Duvarlar düşüncelerime giremeyeceklerdi. Buna izin verecek kadar zayıf değildim. Acı tazeydi. Yıkım yoktu. İşte her şey bundan ibaretti. O ilk gün, nereden bilebilirdim tekrar bu kadar canlı anılar hatırlayacağımı? Sinema odasında oturup, Deirdré ile o gün film izleyip, birbirimizle konuşurken bile, o odada anılarımız olduğunu da düşüncelerimden uzaklaştıramamıştım. İkinci günü tamamen Beverly Hills'te favori mekanlarımı ona göstererek geçirtmiştim. Kütüphaneye girerek, oraya altı yıl önce, bir kitabın arasına yerleştirdiğim bir kağıt ve papatyayı göstermiştim. Kağıt parçasının üzerinde 'Cameron Leuwrife' yazıyordu. On bir yaşıma gireli bir kaç gün olmuştu. Cameron ise bir bulvar ötemizde oturan bir, yaşıtım bir bücürdü. Kahve saçları ve griye kaçan, mavi gözleri vardı. Sahip olduğum en yakın erkek arkadaşımdı ama aynı zamanda ondan hoşlandığımı düşünürdüm. Bir gün bahçede hamağın üzerine uzanmış, gözlerimi gökyüzüne dikmişken yüzüme bir papatya atıldı ve ardından Cameron'ı yüzüme yakın bir alanda dururken gördüm. Hiçbir şey söylemeden dudağımın yanına bir öpücük kondurmuştu ve ardından ortadan kaybolmuştu. İsminin yazdığı kağıt ise papatyanın uzun ucuna beceriksizce bağlanmıştı. Kağıdın diğer yüzünde, yamuk yumuk bir yazıyla, çok şekersin Carlie, yazıyordu. Onbir yaşındaki bir çocuktan daha fazla ne bekleyebilirdim ki? Tabii, bu onbir yaşında olan beni kıpkırmızı etmekle kalmamıştı, mutluydum. Eve girdiğimde annem gülerek ne olduğunu sormuştu ama cevap vermemiştim. O gün uyumuştum. Ertesi sabah uyandığımda, kahvaltı ettikten sonraki ilk işim kütüphaneye gelip, bu kağıdı saklamaktı. Şimdi düşünüyorumda, çok aptalca ama aynı zamanda fazla saf bir düşünce gibi geliyor. Her neyse, kağıdı en eski görünümlü kitabın arasına, papatya ile birlikte yerleştirmiştim. Şanslıydım ki, kitabıda koymam için önümde bir yer vardı. Kitaplığın arkasında ki kırık yer. Oraya sığdırmıştım kitabı ve, burayı ilk kez birine, dört gün önce göstermiştim. Deirdré'ye. Uzun süre sonra o kağıdı ve papatyayı kitabın arasında görmek çok güzeldi. Sevgili Deirdré'nin komik yorumları olmasa, ağlayabilirdim bile. Üçüncü günün tamamını UCLA'de geçirmiştik. Orası en büyük hayalimdi. Hala öyle. Bu yıl şapşal kişilik ben sınıfta kalmasaydım ve bu aptal olayları yaşamasaydım, şimdi hazırlıklarımı yapıyor, Los Angeles'a geri dönerek en büyük hayalimi gerçekleştiriyor olacaktım. Deirdré'yi, UCLA maskotunun, ayı heykelinin üzerine oturtmuştum ve şuana kadar gördüğüm en komik manzaralardan birinin fotoğrafını çekmiştim. Ana giriş kapısının önünde küçük göletin önünde ördekler tarafından kovalanmıştık ve elbette günün en beklenmedik olayı; Deirdré'nin başına ve benim başıma yağan taşlardı. Suçlu olduğumu kabul ediyorum. Saatin sabah altısında onu sincapların ortasına getirmemeliydim. Ama onlar başka bir zamanda görmemiz imkansızdı. Dördüncü ve beşinci günümüzü alışveriş yaparak ve dolaşarak geçirdik. Bad Sushi'de sushi yedik. Araba kiralayıp West Los Angeles'ı turladık. Deidré'ye Campbell'ı, eski lisemi gösterdim. Universal stüdyolarında oyalandık. Los Angeles Disneyland'de yüzümüzün boyanmasına ve Minnie Mouse kulaklıklarını takmaya razı olduk. Hayvanat bahçesinde yanlışlıkla eklembacaklılar bölümüne girip, koşarak en yakın çıkış yerine en uzak çıkıştan çıktık. Griffith parkta yürüyüş yaptık.. Şimdi, Malibu'da kotlarımızın paçalarını yukarıya doğru orantısız bir şekilde kıvırmış, üzerimizde ki ince askılıların üzerine geçirdiğimiz örgü kazaklarımızla yürüyorduk. Tanrım, hayır, elbette üzerimizde aynı kotlar ve aynı örgü kazaklar yok. "Kumların üzerine uzanıp, tüm günümü burada geçirmek istiyorum." Bu New York'ta hiç yapmadığım bir şeydi. Ayak parmaklarımın arasına dolan kumları temizlemek için yere eğildim ve dengemi kaybedip yere düştüm. Deirdré yüzündeki önce bastırmak istediği ama sonra beceriksizce tutamadığı kahkahaları bana göndermeye başlamıştı. Avuçlarımı kumlarla doldurup biricik dostuma döndüm. Eğlence mi istiyordu? Malibu'daydık ve kumlar eğlenceye pek bir yatkındı nedense. Kumları bir kaç hamleyle Deirdré'nin üzerine serpmeye başladım. Ama bu yetersizdi. Bir yandan kıkırdarken, diğer yandan kumları temizlenmemiş olan elimle onu bacağından tutup yere düşürdüm. "Rag & Bone'a söz vermiştik sanırım kotlarını kirletmeyeceğiz diye. Yazık oldu." Gözlerimde ki gözlükleri çıkarıp, ince kazağın üzerine taktım. Deirdré suratında anlayamadığım bir ifadeyle bana bakmaya devam ediyordu.
| |
|