Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeC.tesi Tem. 16, 2011 10:31 am

Akşam üzeri uyandı. Rahat odasına göz gezdirerek sessizliğin ahenkli soluğuna kulak kabarttı. Camlardaki ışık yansımaları daha parlak görünüyordu sanki. Kusursuz, hiçbir zarar getireceği tehlikesi olmayan bir gün. Hayatın ona verdiği bu tat en güzeliydi, çünkü kendi güzelliği içinde, katıksızdı. Odanın içine süzülen ışık, içerdeki bütün eşyaları çirkinliklerinden sıyırıp atarak onları arındırmıştı sanki. O ana kadar karyolasının önündeki uzun, kırmızı halıya duyduğu nefreti de yok olmuştu. Aynı şekilde radyatörün önündeki koltuğun üstünde duran kilim parçası, kapının üst pervazındaki beyaz lekeli boya, tuvalet masasının altı tane çirkin cücenin burunlarına benzettiği tokmakları gözüne hiç de kötü gözükmüyordu. Yerin ortasında, sanki bu sakinliği ve katıksızlığı rastgele belirleyen bir parça kırmızı ip duruyordu. Odanın dört duvarını da kaplamış, kendisinin yaptığı ve boyadığı resimleriyse her zamankinden daha da çok benimsiyordu o an, bu mümkünse eğer.

Yatakta uzanıp yatmak, uyanık olmak ve düş kurmamak güzeldi. Bütün gün evin içinde oturup kitap okumanın, film seyretmenin sonucu, geceleri gevşemiş, sanki kuvvetten düşmüş gibi yatağa seriliyordu ve sonuç olarak tabii ki çok kötü uyuyordu. Karmakarışık düşler görmeden bir gece geçiriyor muydu, bilmiyordu. Eskiden uzadıkça uzayan, bitmek bilmeyen düşler görürdü ve kendisini rahatsız ederdi bu. Budalaca işler peşinde koşar, daha budalaca tartışmalara girer, en can sıkıcı, yavan işlerle uğraşırdı. Bu şehirde tanıdığı insanlara laf anlatmak gibi. Kendini anlatmak gibi. Bundan vazgeçeli olmuştu biraz, ne kadar hatırlamıyordu. Şimdi ise düşleri bütün çıplaklığıyla daha uğursuz önsezilerle doluydu. Bazıları da ürkütücüydü. Birkaç gece önce kendini alçak tavanlı bir odada kocaman küfeler ya da sepetler içinde bir kıyımdan geriye kalan cesetler arasında görmüştü. Bir kıyımın kurbanları olduklarından emind,, çünkü kendisinin görevi belli bir aileden birini saptamaktı. Yanında kendisine rehberlik eden biri vardı; yerden bir etiket bularak, " Bu etiket ....... üzerinde bulundu. " demişti. Söylediği adı unutmuştu. Kılıçtan geçirilmiş bu adamlar mezbaha gibi bir yerde çengellere asılmışlardı. Daha önce aradığı kişinin fotograflarını görmüştü. Cesedin yüzüne bakarak gerçekten kendisiyle tanışmış olmadığını mırıldanmıştı. Sadece bir yabancı olarak istenmişti bu görev kendisinden. Aileyi bile iyice tanımıyordu. Bunun üzerine kendisine rehberlik eden görevli gülümsemişti. Yüzünün ifadesini anlayabilecek kadar aydınlık değildi bulundukları bodrum ama, " Bu tür işlerde kişinin kendisini temize çıkartması en iyisidir. " demek istediğini hissetmişti. Bu, onun kendisine bir uyarısıydı. Tarafsızlığını onaylamıştı. Birden beyninde çok kesin bir şekilde, adamın Lucian'ı tanıdığı imgesi oluşmuştu. Bir şimşek kadar hızlı ve net. Adam gerileyip bodrum lambasının altına geçtiğinde bakışlarını da görebildi. Tarafsızlığını onaylamıştı ama, ne konuda? Sonra, uyanmıştı ve işte şimdi kendi yatağında yatıyordu. Düşündeki rehberin görüntüsünün uçup gitmesini bekliyordu her rüya karakterine olduğu gibi ama gitmiyordu nedense. Ansızın ona Lucian'ı hatırlatmıştı işte. Sadece bir kez görüştü, kitabını aldığı ve kollarında uyuması sonucu sabah karısının kendisini parçalamasına ramak kaldığı adam. Bu cümleyi sesli kursaydı kendisini camdan atabilirdi. Bunu düşünmekse, midesinde bir bulantıya sebep oldu. Lucian'dan etkilenmişti evet, yakışıklı veya güçlü veya kültürlü olması gibi sebeplerden dolayı değil. Oturup mumların kokuları etrafa yayılırken birbirlerini tanıdıkları o konuşmalarında duyduklarından. Ama sabah karısının gelmesi ve olan olay... Gözlerini kapadı ve açtı. Kitabı gördü. Adamın imgelerini hayatından çıkarmak zorundaydı ve bu kitap da onda kalamazdı. Kitabın kendisinde kalması ve adamı bir daha görmemesi fikri de elbette makuldü ancak, kitaplara duyduğu aşırı bağlılık gereği başkasının kitabını kendi malıymış gibi elinde tutamayacaktı. Kitapla uzun bir süre bakıştıktan sonra yataktan kalktı.

Yolunu artık bildiği evin bahçe kapısına geldiğinde, bekçinin kendisine nasıl bir tepki vereceğini merak etmişti lakin, bekçi ortalarda gözükmüyordu. Tereddütle büyük demir parmaklıkları ittirdi boştaki eliyle. Evin kapısına doğru giderken, o sevdiği ağaç kokusunu içine çekti ve eğer kapıyı karısı açarsa, ne yapacağını bilmediği aklına geldi. Bunu önemsemediğini fark etti, gri yuvarlak düğmeye basıp zili çaldı. Yalnızca kapıyı Lucian açarsa, eğer, çarpılmış gibi olmamak için kendisini kontrol etmesi gerekiyordu. Olayların üstünden bir hafta geçmesine rağmen adamın zihninden silinmeyen imgesinin gerçekliğe döküldüğü anda, temkinli olması şarttı. Birkaç dakika sonra ağır kapı yavaşça açıldığında, karşısında duran o imgeydi.

" Kitabın. Bir zarar gelmediğini umuyorum, öyleyse eğer çok üzülürüm. Ama kendi okuduğum kitapların dışını gazeteyle kaplarım, çevreden oluşan hasarı minimuma indiriyor. Oluşan tek hasar, bunu hasar olarak değerlendirmem ama fiziksel olarak öyle oluyor sanırım, kitapta altığını çizdiğim yerler oluyor. Senin kitabını da okurken kapladım ve, altını çizmediğime göre bence hasarlı değildir. Teşekkür ederim. "

Kitabı adama doğru uzatmıştı. Bunları söylemeden önce adama sarılmayı, güçlü kollarının kendisini kavramasını ve kokusunu içine çekmek istemişti, ama hiçbirini yapmamıştı. Ne istediğini kendisi de pek bilmiyordu ya, adamın hayatındaki yerini de yerleştirememişti.


En son Frøydis V. Solskjær tarafından Ptsi Tem. 18, 2011 12:54 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeC.tesi Tem. 16, 2011 1:09 pm

Elleri şakaklarına baskı uyguluyordu ve oturduğu deri koltuğun yanındaki sehpada üst üste yayılmış dosyalar, kâğıt parçaları, kalemler ve bir kitap durmaktaydı. Meyhane. Froydis gittiğinden beri adamın eline doğru düzgün okumak için aldığı tek şey buydu. Tüm bu iş anlaşmalarını okuyacak asistanları zaten vardı, imza atması yeterliydi ama toplantılara girmemek gibi bir lüksü yoktu. Şirketin her şeyiyle ilgilenmeyi zaten hep sevmişti. Bugüne kadar sevmişti demek daha doğru olur belki. Aklı hep farklı yerlere, farklı şeylere, farklı kişilere kayıyordu. Birlikte olmak istedikleri farklıydı. Aslında tekil şahıs eki kullanmak daha doğru olurdu. Kızıl saçlı adam yalnızca onunla olmak istiyordu. Ama Jasmine’in adi gösterisinden sonra pek mümkün değildi bu. Kızın yüzüne bir daha nasıl bakacaktı ki? Nasıl anlatacaktı karısıyla boşandıklarını, onu sevmediğini? Onunla ilgili her şeyi biliyordu, ama bu her şey hiçbir şey de sayılırdı. Onun ruhunu biliyordu, düşüncelerini, düşlerini… nerede oturduğunu veya telefon numarasını değil. Onu bir daha ne zaman göreceğini bilememek acı vericiydi. Belki bir daha hiç görmeyeceğim diye düşündü, aynı anda bu düşüncenin saçmalıktan ibaret olduğu fikri oluştu beyninde. O, kitabı mutlaka geri getirecekti. Eninde sonunda. Ne kadar zaman geçerse geçsin. Bir gün mutlaka göreceklerdi birbirlerini. Belki Lucian sırf onu görmek için o kitapçıda beklerdi saatlerce, günlerce, haftalarca, gerekirse aylarca. Eninde sonunda gelirdi. Değil mi? Ummaktan başka çaresi yoktu.

Oturduğu yerden zor da olsa kalktı ve şömineye yaklaştı. Adımları sarsaktı ama kesinlikle sarhoş değildi. Bedeni o koltuktan kalkmak istemiyordu. Orada, onun anısıyla mutluydu bedeni. Kalbi de. Uzun zamandır hissetmediği gibi hissetmişti o gece. Sevişmemişlerdi. Yapabilirdi ama Froydis’i tanımak çok daha zevkliydi. Onunla gülmek veya sadece onu izlemek… Belki çok klişe olacaktı ama yaşadığını hissetmişti. Onun yanındayken başka biri gibi davranmamıştı, o gece Lucian içinde sakladığı, hayallerini terk etmek zorunda kalmış bir çocuktu. Ve o çocuk, sevgilisinin kollarında uyurken her şeye sahipti. Sonra güneş doğmuş, korkunç cadı büyüyü bozmuştu. Çocuk, altın saçlı prensesini yitirdiği anda, maskesini yüzüne yerleştirmiş, sert, otoriter adam rolüne bürünmüştü. Kötü cadı nasibini almıştı elbette. Artık Jasmine Langeais değildi. O soyadı kaybetmesi tek duruşma sürmüştü. Lucian gibi biri olunca bu kadar basitti her şey.

Kapının çalındığını duyduğunda yavaşça şömineden uzaklaştı. Gelse gelse asistanı gelirdi. Arkadaşları şu sıralar onu rahatsız etmemeleri gerektiğinin farkındaydı. Bulunduğu odadan çıkmak üzereyken gözü yansımasına takıldı. Bir Dom Perignon’da kendine baktı. Hoş görünüyordu. Üstünde hiçbir şey yoktu, evde böyle dolanmayı severdi. Üstsüzken özgürdü. Ve lanet olsun ki 34 yaşındaki bir adamdan çok daha büyüleyici bir vücuda sahipti. Bunu neden saklasındı ki? Ne zaman açtığını hatırlamadığı bir şarkı evin içini dolduruyordu. Israrcı değildi, yalnızca bir tamamlayıcıydı. Kusursuz bir tamamlayıcı. Bir piyano sesiydi evi dolduran. Lucian yavaş ve yere sağlam basan adımlarla kapıyı açtı. Gelen her kimse onu geri çevirmeye hazırdı. Ama Tanrı, işini kolaylaştırmamıştı.

Karşısında öylece duruyordu genç kız. O kadar güzeldi ki… O geceki düşünce tekrar dolandı beyninde. Onun bedenine sahip olmayı delilercesine istiyordu. Onu kolları arasında tutmayı, dudaklarını teninde dolaştırmayı ve onun her bir santimini keşfetmeyi. Tek bir kelime çıkmadı ağzından. Şaşkınlığını gizlemeye çabaladı ve o masum yüzün belli belirsiz değiştiğini gördü. Aynı şeyleri hissetseler çok mu kötü olurdu?

" Kitabın. Bir zarar gelmediğini umuyorum, öyleyse eğer çok üzülürüm. Ama kendi okuduğum kitapların dışını gazeteyle kaplarım, çevreden oluşan hasarı minimuma indiriyor. Oluşan tek hasar, bunu hasar olarak değerlendirmem ama fiziksel olarak öyle oluyor sanırım, kitapta altığını çizdiğim yerler oluyor. Senin kitabını da okurken kapladım ve, altını çizmediğime göre bence hasarlı değildir. Teşekkür ederim. "

Cevap vermedi. Sadece kıza baktı. Orada olduğundan emin olmak istiyordu. Gerçekten de karşısında duran o muydu, emin olmak istiyordu. Bu sırada kendisine uzatılan kitabı aldı, ayakkabılığa bıraktı, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. İçinden geçen her şeyi gözleriyle anlatabilmeyi diledi o an. Kelimeler bu anı bozacaktı. Biliyordu yine de “ Teşekkürler. “ diye mırıldandı duygulardan arındırılmış bir sesle. Kızın gözlerinde bir duygunun hayaleti gezindi ve yavaşça arkasını dönerek gitmeye hazırlandı.

İşte o anda, beynini dinlemedi. Kapıdan dışarı uzandı, kızı belinden sıkıca kavradı ve içeri çekti. Kapıyı kapattı ve kızı kapıya yasladı. Lucian’ın çıplak göğsü kızı kapıya sıkıştırmaktaydı. Froydis’in ne düşüneceğini umursamadı o anda. Sadece içgüdülerine göre hareket etti. Sağ eliyle kızın dudaklarında gezindi. Çenesinin çizgisinde dolaştı belli belirsiz. Sonra yavaşça kızın dudaklarını dudakları arasına aldı. Kız bir tepki vermeyince öpüşü daha da sert bir hal almaya başladı. Dudaklarını kızınkilerden çekti, gözlerine bakmadı, kızın başını yana çevirdi ve açıkta kalan boynuna bastırdı dudaklarını, yavaşça aşağı yukarı oynarken bir eliyle de kızın belini okşuyordu. Öpüşü gittikçe yukarı çıktı, kızın kulak memesini dişlerinin arasına aldı ve hafifçe ısırdı. Froydis’in hafif inlemesini duyduğunda –bu kez kızın gözlerine bakarak- dudaklarını birleştirdi. Öpüşü gittikçe ısrarlı ve istekli bir hal almaya başladığında nefes nefese geri çekildi. Kızın elleri, adamın çıplak göğsünde duruyordu öylece. Lucian, birbirine değen tenlerine baktı. Az önceki öpüşmeleri değil ama tenlerinin bu görüntüsü nedensiz yere adamın erkekliğinin sertleşmesine neden oldu. Froydis’le ilgili, onu bedenin altında görmekle ilgili düşünceler o anda beynine doluştu. Kıza ihtiyacı vardı. Ama o da bunu istemediği sürece, onu sevişmek için zorlamayacaktı. Bedenleri hala birbirine yaslı olduğundan Froydis’in bunu çok net hissettiğini biliyordu. Kızın gözleriyle buluştu. Lucian’ın seksten başka bir şey düşünmeyen orta yaş krizindeki erkeklerden olduğunu düşünmesini istemiyordu. Sonra hızla geri çekildi. “ Ben, ben çok üzgünüm. “


En son Lucian Langeais tarafından Paz Tem. 17, 2011 2:50 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeC.tesi Tem. 16, 2011 2:05 pm

“ Teşekkürler. “

Adam, kendisine uzattığı kitabı alırken hayalet bir gülümseme oluşmuştu ince dudaklarında. Adamın ince dudaklarının kendi beyaz tenine değmesinin nasıl bir duygu olacağını düşünmekten kendini alamazken gözlerinin kendisini ele vermediğini umdu. Birden bire beynine giriveren bu görüntü, aynı hızla arka plana itildi. İtilmeye çalışıldı. Adamın sesinde herhangi bir duygu tınısı sezememişti zaten. Eve gitmesi gerektiğine bir işaretti bu. Karnı açtı, belki sokağın aşağısındaki Vietnam Lokantası'nda bir şeyler yerdi. Evet, bu planını gerçekleştirmek için arkasını döndüğünde belini kavrayarak onu geri çekenin hayal gücü olduğunu düşündü en başta. Biraz önce gerçekleşmesini çok derinden isteyerek beyninde oluşturduğu görüntüler. Ya da halüsinasyon, lakin dmt almamıştı yakın bir zamanda. Hızla kapanan kapının metalik tıkırtısı, piyanonun naif melodilerine karışmıştı. Sırtının yaslandığı çelik kapının metallere özgü soğukluğu bile kendisini bu olayın gerçekliğine inandıramıyordu. Aralarında neredeyse beş santim olan adamın gözlerine baktı. Onu anlamasını o kadar içten diliyordu ki, gözlerinin çok garip bir hal almış olabileceğini düşündüyse de bu o an için dünyadaki önemsiz detaylardan biriydi. Aslında o an, kendisinin ve karşısındaki adamın varlığı dışındaki her şey anlamsız bir detaya dönüşüyordu beyninde ve buna hayretle tanık oluyordu. Adamın parmakları dudaklarında ve çenesinde gezinirken kendisine ne olduğunu düşündü. Adam alt dudağını dudaklarının arasına aldı, kendisi hiçbir şey yapmadı. Yapamadı. En sevdiği öpüşme biçimi ve- kendisinin bir itirazı olmadığını fark eden Lucian ağzını araladı ve öpüşleri daha da sertleşti. Bir an için ölebileceğini düşündü, hayır adamın öpüşme stilinin sertliğinden dolayı değil, o kadar da sert değildi. Adrenalin, serotonin ve vücudunun salgılayıp salgılayabileceği bilimum hormonların patlaması yüzünden. Boynunda gezinen öpücükler yavaş yavaş yukarı çıkıp kulağına ulaştığında ve orada bir ısırık halini aldığında inlemesine engel olamadı. Göz göze geldiklerinde düşünebildiği bir şey yoktu. Dudakları, bir mevsim boyunca yangını beklemiş otların o yangın anı gibi birbiriyle buluştuğunda bunu durduramayacağını fark etti. Hayır, adamı durduramayacağından dolayı değil. Öpüşme tek taraflı olmazdı elbet, adamın isteğin arttığı belli olur ve dilleri birbirlerinin ağızlarını keşfe çıkmışken kendisi de karşılık veriyordu ve korktuğu buydu. Kendisini durduramayacaktı; ama adam geri çekildi. Kendisi ellerini adamın çıplak göğsünden çekmedi. Üstünde bir şey olmadığını yeni fark ediyordu. Şortu vardı ama tişört namına herhangibir şey yoktu. Bacağına uygulanan hafif baskıyı hissettiği anda adam geri çekildi.

“ Ben, ben çok üzgünüm. “

Kapıya yaslanmış bir halde duruyordu, kıpırdayamamıştı. Kıpırdayamıyor ve düşünemiyordu. Düşünemiyordu. Düşünemediği zamanlar sadece koştuğu ve dmt aldığı zamanlardı ve adam şu an onun düşünememesini sağlamıştı. Kendisi gibi hastalıklı, düşünce ve bilinç hastalıklı birisine bunu yapabilmişti ve bu yüzden korkmuştu. Vücudu daha fazlasını isteyerek yanıyordu. Bunu dindirebilmek için, bir nebze de olsa, avuç içlerini çelik kapıya bastırdı. Ellerinin ılıklığı kapının hafif soğuğuna karışırken korkuyordu. O olduğunu biliyordu, daha önce hiç böyle hissetmemişti. Daha önce, daha önce hiç kimseyle öpüşürken düşünce çarklarının durduğu olmamıştı. Ama şu an bu duruma dayanabilirdi, biliyordu. Nefesini düzenlemeye çalışırken zihninin karanlığını geri getirmeye çalıştı, çok parlak oluştu birden. Konu şu anda seks değildi. Konu hiçbir zaman seks olmamıştı ki. Öyle olsaydı geçen hafta olurdu zaten. O romantik ortamda, her şey hazırken ve ikisi de sarhoşken. Olurdu. Ama değildi. Önemli olan birbirinin ruhuna dokunabilmekti. Önemli olan beraber uyanabilmekti. Birisiyle beraber uyumak değil, uyandığında yanında onu bulmak güzeldi. Aynı nefes alış veriş sekansında olabilmekti uyurken. Aynı kalp atış ritmine sahip olabilmek. Önemli olan kalp atışı ritmiydi. Önemli olan nefeş alış verişlerdi.

" Önemli değil. Seni karının davranışlarından sorumlu tutmuyorum, başka bir bireyin davranışlarını sana yüklemem. "

Adam kendisine koridoru işaret ettiğinde peşinden gitti yine, geçen haftaki gibi. Artık koridordaki tabloların saçmalığını anlayabiliyordu. Karısı yüzünden. Dünyanın bir araya gelmesi imkansız iki zevkini bir araya getirmeye çalışmıştı. Kendisine bağıran kadının görüntüsünün zihninin dolaplarından çıkmasına izin vermedi. Tavanı tarafından büyülendiği salona girdiği ve bir şeyleri başlatmış olan o koltuğa ikisi de oturduklarında, artık zihnine tekrar hakim olabildiğini fark etti. Salonun atmosferi bu sefer daha farklıydı, daha geniş ve az boğucu görünüyordu. Ferah bile sayılabilirdi ama hala o mobilya fazlaları vardı. Bu sefer mesafeli oturuyorlardı ikisi. Biri koltuğun bir ucunda, diğeriyse öteki ucunda. Zaten iki kişilik olan bir koltuğun iki ucu arasındaki mesafe nasıl olabilirse, o kadar. Gözleri adamı incelerken yukarı doğru çıktı, yüzüne, ve onun gözleriyle buluştu. Bir şey demesi gerekir miydi bilmiyordu ama, konuşma sırasının adamda olduğu netti. Adam konuşmaya başladığında sıcak karamel gibi ses tonunun, vücut ısısını aşağı çekme çabalarına herhangibir katkısı yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 3:42 am



" Önemli değil. Seni karının davranışlarından sorumlu tutmuyorum, başka bir bireyin davranışlarını sana yüklemem. "

Öfkeyle nefes aldı. Jasmine’in yaptığını tamamen silme şansı olmasını istedi. Oturma odasına geçerken genç kıza onu takip etmesini işaret etti. Lucian hızlı adımlarla oturdu deri koltuğun bir ucuna, diğer ucuna da genç kız. Bir hafta önce ne kadar iç içe oturduklarını düşündü, hafifçe gülümsedi. Hep öyle kalmayı isterdi. Şimdi, birbirlerine dokunmuyorlardı, mesafe gerçekte çok azdı ama anlaşılan ikisinin de gözünde büyüyordu. İki sebebi var; diye düşündü Lucian, Jasmine ve az önceki öpüşüm. Her şeyi açıklamak istedi. Kızı göğsüne çekmek ve tekrar birlikte uyumak, birbirlerinin kalp atışlarını hissederek. Derin bir nefes aldı. Bunu sağlamanın tek yolu olan biten her şeyi sarışın kıza anlatmaktı.

“ Eski. “ diyerek mırıldandı, Froydis’in duyacağını pek düşünmeden. Kızın kendisine merakla baktığını görünce buruk bir şekilde gülümsedi. “ Eski karım. “ Durdu. Nefes aldı. Şakaklarını ovuşturdu ve konuşmaya devam etti. “ Jasmine ve ben, bir evliliği zorlanan piyonlarız sadece. Biz tanıştığımızda ben pek…” Froydis’e geçmişte yaptığı hataları söylemek istemiyordu. Kızın kendisini yanlış tanımasından korkuyordu ama aynı zamanda, onu olduğu gibi kabul etmesini istiyordu. Hataları, Lucian’ı bugünkü haline getirmişti, onun en önemli ve en büyük parçası hatalarından oluşmuştu. Hatalarını anlatmalıydı genç kıza. Gelecekte yapabileceği tüm yanlışların sebebini bilmeliydi Froydis. “ Ben gençken şu her kızın koynuna giren çocuklardandım. Sevişmek dünyaya gelme sebebimizdi, öyle düşünürdüm. Bir gün Jasmine’le tanıştım. O zamanlar Amerika’da yaşamıyordu tabii. Tatile gelmişti. Babası, çok büyük bir şirket sahibiydi. Babamlar da Jasmine’in ailesine, kızlarının bizim yanımızda kalabileceğini söylemiş. Ben bir gece anlarsın işte, Jasmine’in odasına daldım. Çok baştan çıkarıcıydı. Yani şimdi düşünüyorum da, o zamanlar 18 yaşında biri için baştan çıkarıcıydı. Oysa şimdi o haliyle çıksa karşıma, bir fahişeden farkı olmadığını söyleyebilirim. “Ne kadar da aptaldı! Tam bir acemi gibi davranmıştı o gece. Jasmine’in hamile kaldığını duyduğunda, çocuğun babası olduğunu biliyordu. Kızın bekâretini Lucian bozmuştu ne de olsa, o tahrik edici tavırlarının altında Jasmine’in bir bakire olabileceğini düşünmemişti. “ Birkaç ay sonra, kızın hamile olduğu ortaya çıktı. Jasmine sadece benimle sevişmiş olduğunu kimseye söylememişti ve eğer ben tam bir aptal gibi davranmasaydım, bebeği aldıracaktı büyük ihtimalle. ” Kendiyle dalga geçermiş gibi güldü. Gülüşü azalırken sesine öfke yansıdı. “ Ama ben bir kahraman gibi ortaya çıktım. “ Bunu alayla söylemişti. “ Bebeğin benim olduğumu söyledim ve isimlerini kötüye çıkartmak istemeyen ailelerimiz bizi evlendirdi. 18 yaşındaydım, o 16. Jasmine’i sevmemiştim. Asla da sevemedim. Onu korumak istemiştim sadece, evlendiğimizde bile. Sonra bebeği düşürdü. Bir daha da hamile kalmadı. Belki çok fazla ilişkiye girmediğimiz içindir. Onu yatağımda görmekten nefret ediyordum. Onun yüzünden hayallerimden vazgeçmiş olmaktan, bebeğimi düşürmüş olmasından, bedeninden, zihninden, onunla ilgili her şeyden. Boşanmayı çok kez istedim. Ailelerimiz izin vermedi. Zoraki evliliğimiz, ailelerimizin çıkarları doğrultusunda planlanmıştı. Onunla on altı yıl evli kaldım. Her günü bir işkenceydi. Her saati. Ve geçen hafta sana öyle davrandığı günün sabahı, boşanmayla ilgili belgeleri ona göndermiştim. Kabul etmek zorundaydı çünkü küçük sevgilileriyle olan kaçamaklarını basına yaymakla tehdit ettim. O akşam da, biz eve girmeden önce ağlayarak yanımızdan geçme sebebi buydu sanırım. Beni ikna etmeye çalışacaktı. Ama ben eve her zamanki saatinde gitmediğimde, her şeyin bittiğini anladı. Sana bağırdığında onu parçalara ayırmak istedim. Yakmak. İşkence çektirmek. Sana bağırmasının tek sebebi, kıskançlıktı. Beni, sahiplenecek kadar çok sevmedi hiçbir zaman. Ben ondan ne kadar nefret ettiysem, o da benden o kadar nefret etti. ” Froydis’e yaklaştı. Sol elini kızın yanağına yasladı. Eline yayılan o sıcacık hisle gülümsedi. “ Asla senin yanında hissettiğim kadar mutlu ve huzurlu hissetmedim. Sana o günkü olayı yaşattığım için çok üzgünüm Froydis. O şekilde çıkıp gitmemeliydin evimden. Onun sana dokunmasına, bağırmasına izin vermemeliydim. ” Kızın bileğini elleri arasına aldı ve yavaşça öptü. Burası tam olarak o lanet cadının sıktığı yerdi. Sonra geri çekildi. “ Jasmine’in yaptıklarından dolayı çok özür diliyorum senden. Ve az önce, kapıda olan şey için de özür dilerim. Zorlamamalıydım. Sadece seni bir anda kapımda görünce… ” Kızın yüzünü inceledi. Onu kolları arasına almak, sımsıkı sarmak istedi. Ama yapamazdı. Genç kız onu affedene dek olmazdı. “ Beni affetmen için ne yapabilirim? Aklından ne geçiyorsa söyle ve hemen yapayım. Affet beni. Lütfen. ”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 4:39 am

“ Eski. Eski karım. Jasmine ve ben, bir evliliği zorlanan piyonlarız sadece. Biz tanıştığımızda ben pek… Ben gençken şu her kızın koynuna giren çocuklardandım. Sevişmek dünyaya gelme sebebimizdi, öyle düşünürdüm. Bir gün Jasmine’le tanıştım. O zamanlar Amerika’da yaşamıyordu tabii. Tatile gelmişti. Babası, çok büyük bir şirket sahibiydi. Babamlar da Jasmine’in ailesine, kızlarının bizim yanımızda kalabileceğini söylemiş. Ben bir gece anlarsın işte, Jasmine’in odasına daldım. Çok baştan çıkarıcıydı. Yani şimdi düşünüyorum da, o zamanlar 18 yaşında biri için baştan çıkarıcıydı. Oysa şimdi o haliyle çıksa karşıma, bir fahişeden farkı olmadığını söyleyebilirim. Birkaç ay sonra, kızın hamile olduğu ortaya çıktı. Jasmine sadece benimle sevişmiş olduğunu kimseye söylememişti ve eğer ben tam bir aptal gibi davranmasaydım, bebeği aldıracaktı büyük ihtimalle. Ama ben bir kahraman gibi ortaya çıktım. Bebeğin benim olduğumu söyledim ve isimlerini kötüye çıkartmak istemeyen ailelerimiz bizi evlendirdi. 18 yaşındaydım, o 16. Jasmine’i sevmemiştim. Asla da sevemedim. Onu korumak istemiştim sadece, evlendiğimizde bile. Sonra bebeği düşürdü. Bir daha da hamile kalmadı. Belki çok fazla ilişkiye girmediğimiz içindir. Onu yatağımda görmekten nefret ediyordum. Onun yüzünden hayallerimden vazgeçmiş olmaktan, bebeğimi düşürmüş olmasından, bedeninden, zihninden, onunla ilgili her şeyden. Boşanmayı çok kez istedim. Ailelerimiz izin vermedi. Zoraki evliliğimiz, ailelerimizin çıkarları doğrultusunda planlanmıştı. Onunla on altı yıl evli kaldım. Her günü bir işkenceydi. Her saati. Ve geçen hafta sana öyle davrandığı günün sabahı, boşanmayla ilgili belgeleri ona göndermiştim. Kabul etmek zorundaydı çünkü küçük sevgilileriyle olan kaçamaklarını basına yaymakla tehdit ettim. O akşam da, biz eve girmeden önce ağlayarak yanımızdan geçme sebebi buydu sanırım. Beni ikna etmeye çalışacaktı. Ama ben eve her zamanki saatinde gitmediğimde, her şeyin bittiğini anladı. Sana bağırdığında onu parçalara ayırmak istedim. Yakmak. İşkence çektirmek. Sana bağırmasının tek sebebi, kıskançlıktı. Beni, sahiplenecek kadar çok sevmedi hiçbir zaman. Ben ondan ne kadar nefret ettiysem, o da benden o kadar nefret etti. ”

Duyduklarına nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Adamın kendisine bütün bunları içtenlikle anlatmasına nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. İçtenlikle miydi, onu da bilmiyordu. Pek âlâ karısıyla arası çok iyi olabilir, kadın ona çok aşık olabilir ve o sabah görünce o yüzden delirmiş olabilirdi. Adamsa, daha genç birisiyle beraber olabilmek için bütün bunları teker teker planlayıp kurmuş ve kendisine anlatıyor olabilirdi, hayattaki bütün tecrübelerine dayanarak. Belki de hayatına girmiş olan bütün genç kızlara aynı hikayeyi anlatmıştı. Belki de egosunu tatmin etmek ve ne kadar zeki, kurnaz olduğunu kendine ispat etmek için her defasında hikayeyi değiştirmişti. Olayın böyle olmadığını kim garantileyebilirdi ki? Kimse. Ama kendisi, admı tanımış daha doğrusu tanımaya başlamıştı. Kişiliğinin bir parçasını görmüştü ve gördüğü o parça, böyle bir şey yapacak bir insan olmadığını söylüyordu. Böyle bir ikilemin ortasında kalmak ve benliğinin daralması, kendini çok acayip hissediyordu. Beyninde düşünceleri birbirleriyle kanlı bir harp içine girmişti ve beyni zonkluyordu. Adam kendisine yaklaşmış ve Sol elini yanağına dokundurmuş, gülümsemişti.

“ Asla senin yanında hissettiğim kadar mutlu ve huzurlu hissetmedim. Sana o günkü olayı yaşattığım için çok üzgünüm Froydis. O şekilde çıkıp gitmemeliydin evimden. Onun sana dokunmasına, bağırmasına izin vermemeliydim. ”

Jasmine'in sıktığı bileğini ellerinin arasına alıp öptü adam. Geri çekildi sonra.

“ Jasmine’in yaptıklarından dolayı çok özür diliyorum senden. Ve az önce, kapıda olan şey için de özür dilerim. Zorlamamalıydım. Sadece seni bir anda kapımda görünce… Beni affetmen için ne yapabilirim? Aklından ne geçiyorsa söyle ve hemen yapayım. Affet beni. Lütfen. ”


Ne yapması gerektiğinin ayırdına varamıyordu. Lucian'ın anlattığı hikaye doğruydu büyük ihtimalle. Onun tanıdığı kadarı bunun doğru olduğu konusunda diretiyordu. Adamın kendisine bakışlarını görmüştü, sesinde konuşurken oluşan hüzün ve öfke perdelerini hissetmişti. Gerçekti. Yine de, ne yapacaktı ki? Adamı hayatının neresine yerleştirebilirdi? Hayatının merkezine yakın bir yerde olmasını istiyordu, merkezine koyamıyordu çünkü merkezinde kendisi vardı. Aşık olmak istemiyordu, adamın gözlerine bakarken düşündüğü tek şey buydu. Aşık olmak istemiyordu. Lakin, aşk sürekli birilerini arıyordu yeni kurbanları olarak. Herkes arandığını biliyordu ve bazıları kendilerini bulmalarını umuyor, bekliyordu. Bazılarıysa kendisi gibi bazılarıysa kaçıyordu ölesiye. Aşk ne kadar çok şekle giriyordu? içten, basit ya da derin, kültürlü ya da özelliksiz, ama birbirinden ayırt edilmesi olanaksız şekillerde çıkıyordu karşılarına. Ve o, sadece bir yabancıydı. Bir gün elinde, ölümünüze neden olacak silahını göstermek üzere yüzünde en kibar ya da geleneksel gülüşüyle karşınıza çıkacaktı. Sokakta, merdiven çıkarken, tatildeyken sizi ölçüp biçen, karanlıkta gözünüzü kapayıp uyumak istediğinizde onun varlığından haberdar bile olmak istemediğiniz, sizi sizden koparacak olan o yabancıyı kim bir an olsun unutabilirdi? ve kendisi, ondan köşe bucak kaçan birisi, çocukluk dönemini atlattıktan sonra ondan kaçmak, karşı koymak için neredeyse hiçbir güç sarfetmemiş kendisi; sonunda çaresizlikle boyun eğmekten kaçabilir miydi? Şimdi. Onu, kollarını omzuna atarak karşılamaktan başka bir çaresi yok muydu? Ondan tekrar kaçabilmenin? Geldiği an, onun seçtiği andı. Geleceği an, hep onun seçtiği andı. Tıpkı eve gelen bir televizyon tamircisi gibi ya da sessizce vakit öldürmek, iskambil oynamak için gelen biri gibi. Belki hiçbir giriş yapmaksızın, korkunç bir hızla ve şiddetle; bir anda soluğunu kesmek üzere. Kendisine olan buydu. O anda, oradan kalkıp gidebilirdi hiçbir şey söylemeden. Lucian'ı bir daha görmeyerek. Bunu istedi. Yapamadı. Sol elini adamın dizi üzerinde duran sağ elinin üstüne koydu. Hafifçe sıktı. Uzun sessizlik anında bir kere bile gözlerini adamınkilerden ayıramamıştı.

" Üzgünüm. Jasmine'le olanlar için. Tek taraftan anlatılan bir şeyle kimseyi yargılamayacağım bu olayda. Olan, olmuştur."

Kapının orada yaşananlara değinmemişti bile. Bilerek yapmıştı, pişmanlık duysun istemiyordu. İsteseydi o an adamı kendisinden uzaklaştırabilirdi, yani fiziksel olarak gücü yetmeseydi bile, denerdi.

" Gözlerinde yansımamı görüyorum. Ben kendimi görmek istiyorum, yansımamı değil. "

Adama doğru eğildi. Sakallarının bittiği yere, boynunun sağ tarafına hafif bir öpücük kondurdu. Birkaç saniye çekmedi dudaklarını, kokusu için. Sıcaklığı. Sonra geri çekildi.

" Benim için, kalbinden hisser misin? Lütfen hissetme. Korkuyorum. Teslim olmaktan korkuyorum. Hep birinin ruhuma dokunmasını istedim. Ama dokunabilirse ne olacağını düşünmedim. Parçalanırım. Beni parçalama. "

Sesindeki hüzün, o kadar belirgin bir şeydi ki, o anın fotografı çekilde fotografta çıkabilirdi belki de.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 11:42 am

" Üzgünüm. Jasmine'le olanlar için. Tek taraftan anlatılan bir şeyle kimseyi yargılamayacağım bu olayda. Olan, olmuştur. Gözlerinde yansımamı görüyorum. Ben kendimi görmek istiyorum, yansımamı değil. " Genç kızın dudakları, adamın boynuna bir öpücük kondurdu, dudakları orada birkaç saniye oyalandı. Saniyeler olduğundan da kısa geldi, daha uzun bir süre kızın dudaklarını hissetmek isterdi, çok isterdi hem de. Onu tam o an kollarının arasına çekebilir ve dudaklarını delicesine öpebilirdi. " Benim için, kalbinden hisser misin? Lütfen hissetme. Korkuyorum. Teslim olmaktan korkuyorum. Hep birinin ruhuma dokunmasını istedim. Ama dokunabilirse ne olacağını düşünmedim. Parçalanırım. Beni parçalama. " Kıza yavaşça yaklaştı. Kollarını onun narin bedenine doladı. Bu kez, kapıdaki gibi sert ve aceleci değildi hareketleri. Sahiplenir gibiydi, ancak zoraki bir şey değildi, sadece diğer yarısının tamamlanmasını isteyen bir adamdı. Froydis geri çekilmediğinde geçen hafta yaptığı gibi kendine yapıştırdı onu. Önce saçlarına değdi dudakları ardından şakaklarına indi, ardından dudaklarının kenarı ve çene çizgisinde gezindi dudakları ve son olarak, oldukça yumuşak ve kıza geri çekilebilecek zaman bırakacak kadar yavaş bir şekilde dudaklarına çıktı. Kızın dudaklarını tanıyordu dudakları, o kavurucu his bedeninde yayılmaya başlarken ellerinden birini kızın saçlarına soktu, öbürüyleyse kızın belini okşamaya başladı. Kapıdaki öpüşmelerine benzer tek bir his yoktu. Bu kez ne aceleciydi Lucian, ne de kontrolsüz. Kıza seçim şansı verecek şekilde yapıyordu hareketlerini. Kız itiraz etmediğinde biraz daha ileri gidiyor, onu biraz daha kendi bedenine yapıştırıyordu. Aralarında hiç boşluk olmamasına karşın, daha da yakın olmak istiyordu kıza. Onu, kalbine sokmak, orada sonsuza dek tutmak istiyordu sanki. Kızın saçlarında dolaşan elini, narin boynuna indirdi ve kızı koltuğa yatırdı. Bedeni, ince bedeni tamamıyla kaplıyordu. Onu ezmemek için özen gösteriyordu. Elleri her yerdeydi. Yine de ona daha da çok dokunabilmek istiyordu. Bedenini hissetmek, onun içinde olmak, onu bırakmamak istiyordu.

Onu sevmek istiyordu, sarmak, onu her türlü tehlikeden korumak. Bunlar belki başka birisi için âşık olmak demek değildi, ama aşkın gerçekte ne olduğunu kim bilebilirdi ki? Aşk, öznel bir duyguydu. Belki var olmayan bir duyguydu. Ne de olsa, aşkı nasıl anlatabilirdiniz ki? Nasıl anlayabilirdiniz ki âşık olduğunuzu? Aşk, onu görünce elin ayağın birbirine dolaşması mıydı? Midede dolanan kelebekler miydi? Aşk, ona sonsuza dek sahip olma isteği miydi, onu her şeyden korumak mıydı? O mutluyken, ya başına bir şey gelir de canı yanar diye korkmak, üzülmek ve onu dünyada yer alan her kötülükten uzak tutmak isteği miydi? Keşke bilebilseydi.

Dudaklarını kızınkilerden ayırdı hafifçe, gözleri birbirine kilitliydi halen, birkaç santim uzaklaştı ondan, yine de fazla yakındılar. Konuşurken dudakları birbirine değebilirdi. Lucian, Froydis’in kokusunu içine doldurmak için burnunu kızın çene çizgisinde, boynunda ve gerdanında gezdirdi. Burnunun değdiği her noktaya dudaklarını da değdiriyordu. Elleri kızın tişörtünün ucunda gezindi, hafifçe yukarı sıyırdı. Daha rahat bir şekilde uzanabilmeleri için ellerini kızın bacaklarına indirdi ve yavaşça ayırdı, aralarına girdi ve tekrar kızın tişörtüyle uğraşmaya başladı. Tişörtün açıkta bıraktığı yerlerde dolanıyordu dudakları ve kızın buna itiraz etmediğini, bundan zevk aldığını görmek için onun gözlerinden bir saniye bile ayırmıyordu gözlerini. Nihayet tişörtü çıkartabilecek kadar yukarı sıyırdı ve Froydis kollarını kaldırarak Lucian’a yardım etti. İnce kumaş parçası kızın bedeninden ayrılıp koltuğun yanına düştüğünde Lucian kızın dudaklarını öptü, kısa bir öpücüktü ama adamın hissettiği tüm duyguları anlatabilecek kadar tutku ve sevgi yüklüydü.

Geri çekildi, kızı izledi birkaç saniye için. Kusursuzluğu canını yakıyordu Lucian’ın. Bembeyaz porselen teni, kendine özgü bir tatla adamı müptelası yapmış dudakları, dağılmış saçlarıyla tam altındaydı Froydis. Tam istediği gibi. “ Seni sevmek istiyorum. Sadece seni. Seni her şeyden korumak istiyorum. Gerekirse kendimden bile. Senin de beni sevmeni istiyorum. Benim seni istediğim gibi istemeni de. Benim olmanı istiyorum sevgilim. Sadece benim. “ Kızın dudaklarını tekrar öpmek için üzerine eğildi. Bu kez gittikçe daha da sıcak hissediyordu kendini. Kızla tenlerinin birbirine değdiği her nokta ateş gibi sıcaktı. Dudaklarını kızın boynuna indirdi, sütyenin kapatmadığı yerlerde gezindi, dilinin eşliğiyle elbette. Ellerini kızın sırtına getirdi ve sütyenin kopçalarını açmak için hıza hareket etti. Kopça açıldığında, Lucian kızın kollarından sıyırdı sütyeni ve derin bir nefes alarak göğüslerine baktı. Elleri, kendi bilinçleri varmışçasına kızın göğüslerinde gezindi, dokunuşları varla yok arasındaydı. Lucian Froydis’e baktı. Bu noktadan sonra, tam şu anda durmazsa büyük ihtimalle bir daha duramayacağını biliyordu. Froydis’in bunu istediğinden emin olmak istedi. Yumuşak bir şekilde gülümsedi, bir kelime bile çıkmadı dudaklarından. Ama gözlerinin her şeyi anlattığından emindi.


En son Lucian Langeais tarafından Salı Tem. 19, 2011 4:35 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 12:51 pm

Adam kendisine yavaşça yaklaşmış, kollarını vücuduna sarıp kendi vücuduna yapıştırmıştı. O kadar yumuşaktı ki hareketleri, dokunuşları saten gibi kayıyordu üzerinde. Ve dudakları, saçlarından başlayıp aşağı çenesine kadar gezintiye çıkmış bir çocuğun edasıyla dolaştı ve en sonunda belli belirsiz bir coşkuyla evine, ait olduğu yere, dudaklarına değmişti. Yavaş hareketleri, adamın ruh halinin ne kadar değişken olabildiğinin bir kanıtıydı. Biraz önce kapıdaki haliyle, şimdiki hali arasında neredeyse bir uçurum vardı lakin; kendisi için fark etmezdi. İki türlü de, sadece iki türlü de değil, her türlü kabülüydü elleri saçlarında ve belinde dolaşan adam. Adamın güçlü kolları, kendine çekiyordu genç kızı durmadan. Sanki aralarında boşluk varmışçasına. Adamın hücrelerine karışmak istiyordu. Kalbi, beyni, akciğeri, hücreleri hatta o hürelerin içindeki moleküller ve hatta adamı oluşturan atomlar olmak istiyordu. Ona bir şekilde dahil olmak, ve o dahiliyetin, aidiyetin sürekli sürmesini istiyordu. Adam dudaklarını kendisininkilerden ayırdı ve dudakları çenesinde, boynunda gezinmeye başladı. Sıcak nefesinin ve nemli dudaklarının değdiği her yer, alev alev yanıyormuş gibi geliyordu genç kıza. Sanki kor olmuş, akkor olmuş bir demirle dağlıyorlarmış gibi. Aynen o his, ama tek bir farkla; canı yanmıyordu. Tişörtünü belinden hafifçe sıyırınca genç adam, tişörtünü tamamen çıkartma isteği duydu. Şortunu da ve iç çamaşırlarını da; ve adamınkileri de. Bedenlerinin birbirine temas etmesine engel olan her şeyi çıkarıp şöminede yakmak istedi. Ellerinin, kollarının, dudaklarının değmesi yetmiyordu adamı hissedebilmesi için. Biraz önceki lafını kendi kafasında yenilendi. Aşık olmak istemiyorum. Bahsettiği savaşı çoktan akybettiğini anladı, adam daha rahat etmek için bacaklarını aralayıp tişörtünü çıkartırken. Evet, aşk da bir yanılgıydı, tanrı gibi. Sevişmek aşkın hararetini alırdı kimi zaman ama şu an için, biraz önce sakalları göğsünü yalayan ve şimdi de dudaklarına kısa bir öpücük kondurmuş adam ve kendisi için geçerli değildi. Şimdi sevişmek, aşkın başlangıç aleviydi onlar için.

“ Seni sevmek istiyorum. Sadece seni. Seni her şeyden korumak istiyorum. Gerekirse kendimden bile. Senin de beni sevmeni istiyorum. Benim seni istediğim gibi istemeni de. Benim olmanı istiyorum sevgilim. Sadece benim. “

Ne dediğini idrak edemedi ilk önce, sözleri sekiz çekerli bir kamyonun altında ezilirmiş hissi yarattı genç kızda. Adamın dokunuşlarından daha çok etkilemişti sözleri onu. Minik bir inilti koyuvermemek için kendisini zor tuttu. Adamın dili birkaç dakika kendisininkiyle dans etti yine, daha sonra aşağı, gerdanına ve göğsüne doğru indi. Adamın elleri sırtında gezinirken kendi elleri de adamın saçlarında, ensesinde ve göğsünde geziniyordu. Sütyeninin kopçası açılırken adama yardım etmek istediyse de ellerini adamın kaslı sırtından ayıramadı. Teninden yayılan kokuyu anlatmanın imkanı yoktu. Eğer bir aşk iksiri yapılabilseydi, adamın kokusundan yapılırdı herhalde. Adamın elleri artık onları saklayan bir şeyin olmadığı göğüslerinde gezinirken nefesinin hafifçe hızlanmaya başladığını fark etti. Yaklaşık yirmi santim uzaklığında duran ve kızılımsı sarı saçları karışmış, sakallarıi bıyığı, burnu ve parlayan gözleriyle ve ondan ötesi o gözlerin sakladığı şeye, o ruha çoktan kapıldığını fark etti. Adamın boynuna dolayıp kollarını, kendisini hafifçe yukarı çekti. Dudaklarını adamın sağ kulağına yaklaştırdığında, kesik bir nefes aldı.

" Sevgilim. "

İnce yüzü adamın saçları arasında kayboldu, iyice yerleştirdi burnunu saçlarının arasına. Konuşmadı bir süre. On saniye boyunca tahmini. İçindeki magmanın geri çekildiğini hissediyordu, bir nebze. Yüzünü aşağı doğru kaydırırken saçları adamın göğsünü yaladı. Kokusu burnuna çarptı. Bu kokuyu depolayamaz mıydı içinde? Sonsuza dek yetecek kadarını depolaması mümkün değil miydi yani? İyileştirmesini istiyordu adamın kendisini. Yine de gerek yoktu kokusunu depolamasına, Bir yere gitmiyordu adam. Gitmeyecekti yani, umuyordu, hep orada kalacağını. Kendisiyle birlikte. Dudakları adamın göğsünde gezinirken içerden piyanonun hafif sesi geliyordu. Sarıyordu onları, kundaklıyor, sarmalıyordu. İyi etmeye çabalıyordu. Bir bütün yapmaya çalışıyordu onları, bir beste gibi. Bıraktı ki adamın kokusu tüm deliklerini bassın. Bütün çiziklerini, eziklerini, yaralarını, yırtıklarını kapatsın. Dudaklarını ve dilini adamın sağ omzuna kaydırdı. Islak bir şekilde minik daireler çizerek öptü orayı, tam köprücük kemiğinin bittiği yeri. Dudaklarını oradan ayırdığında gözlerini adamın yüzünde gezdirdi, kazınsın istiyordu beynine. Bakmak yetmiyordu, sağ işaret parmağının tersini adamın sol elmacık kemiğinde ve yanak çukurunda gezdirdi, okşadı orayı. Daha sonra elini hafifçe ters çevirerek, avucunu yani neredeyse, adamın boynuna doğru kaydırdı. Oradan da tamamen avucunu çevirmiş bir şekilde sırtına indi, gezdirdi elini parmaklarını açabildiği kadar. Sonra omzunun yanından kaydırdı elini göğsüne doğru. O kadar yavaş hareket ediyordu ki, bir kaplumbağa bile geçebilirdi. Artık sağ köprücük kemiğine varmış elinin serçe ve yüzük parmağını adamın kemik çukurunda gezdirdi. Dudaklarını bastırdı sonra oraya, minik daireler çizdi diliyle. Adamın dilini kendi ağzının içinde duyumsadığında tekrar, içinin titrediğini hissetti. Aklının ruh gibi beyinden ayrılıp uçtuğunu duyumsuyordu. Sağ eli adamın yanağını kavramaktan vazgeçip boğazına yöneldi. Adamın boynunu kavradı hafifçe, işaret parmağı adamın boynunun solunda, diğerleriyse sağında yavaşça aşağı kaydı. Parmak uçları, bir şövalye nişanı çiziyormuşçasına hafifçe dolaştı göğsünde. Dili biraz önce parmaklarının gezdiği yerlerde dolaşırken sol eli adamın kafasını boynuna doğru çekmiş, onu kendisine bastırmıştı. Sağ eliyse aşağı kaymıştı, tam şortunun bel hizasına. Adamın şortunun iplerini arıyordu ince parmakları. Onun olmasını, ve onun olmayı istiyordu.

" Benimle Kamboçya'ya gel desen bile gelirim. Sana öyle kapıldım ki bunun- bunun kurtuluşu olduğunu sanmıyorum. Şikayet etmiyorum. O kadar kapıldım ki, sen olmak istiyorum. Hücrelerin, kalbin, beynin omak. Hatta o hücreleri oluşturan atomlar. Her şeyin olmak istiyorum. Her şey."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 5:23 am

" Sevgilim. " Bu kelimeyi ondan duymanın nasıl bir his olduğunu anlatamazdı. Birçok kadın ona sevgilim demişti daha önce, Lucian da söylemişti ama her zaman çok yapışkan, çok gereksiz ve çok sulu bir kelime gibi gelmişti. Oysa bunu şu anda kendisini öpmekte olan, açıkta olan sırtını, kol kaslarını, göğsünü okşayan ve kızıl saçlara yüzünü bastırmış olan kızdan duymak, bu kelimeyi ona söylemek, çok mahrem bir sırrı paylaşmak gibiydi. Acı veren ve rahatlatan aynı zamanda. Acı vericiydi çünkü onu sevdiğini kabul etmekti bir nevi. Rahatlatıcıydı da, çünkü onu sevdiğini başkasına inandırması gerekmiyordu. Sadece Lucian ve Froydis bunu bilse, buna inansa, diğerlerinin ne düşüneceği önemli değildi. Kızın elleri, boynunu kavradığında gülümsemesi genişledi. Ve parmakları boynundan göğsüne indiğinde gözlerini kapattı. Dokunuşları, ormanda çıkan deli ateşi daha da kuvvetlendiren rüzgâr gibiydi. Bedenindeki tüm ısı, kızın parmaklarıyla çizdiği ve diliyle takip ettiği çizgideydi. Sol el, adamı iyice kendine bastırırken sağ eli şortun beline indi. Eli o kadar yakındı ki erkekliğine, adam inlemesini bastıramadı. Daha fazla beklemek istemiyordu, daha fazla yanmak istemiyordu, beklemek acı veriyordu ama eğer Froydis’in onu sevmesini, ona güvenmesini sağlayacaksa, bu acıyla ölene dek yaşayabilirdi. Parmaklar, ipi çözerken başını kızın göğüslerine yasladı. Gittikçe hızlanan kalp atışlarını dinledi. Ondan yayılan ısının ve tutkunun keyfini çıkardı, kokusunu içine çekti, ve kız konuşmaya başladığında, göz göze gelmelerini sağlamak için başını, onun yüzüyle aynı hizaya getirdi.

" Benimle Kamboçya'ya gel desen bile gelirim. Sana öyle kapıldım ki bunun- bunun kurtuluşu olduğunu sanmıyorum. Şikâyet etmiyorum. O kadar kapıldım ki, sen olmak istiyorum. Hücrelerin, kalbin, beynin olmak. Hatta o hücreleri oluşturan atomlar. Her şeyin olmak istiyorum. Her şey."

Aynı şeyi hissediyorlardı. Tanrı’ya minnettardı. Aynı şeyleri hissetsek çok mu kötü olurdu? diye sormuştu ve cevabını almıştı. Genç kız onundu, onu sevmek istiyordu, onun olmak, yaralarını onun iyileştirmesini istiyordu. Lucian, gülümsedi. Kalpten gelen, mutluluk, aşk ve huzur kokan bir gülümsemeydi.

Dudakları, tekrar kızın dudaklarını buldu ve bu kez daha sert bir biçimde bastırdı vücudunu kızınkine. Kolları, narin omuzları tutup hafifçe yukarı kaldırdı. Kızın başını koltuğun kenarına yasladı, bu şekilde kızın tüm bedenine dokunabilecek boşluğa sahi oluyordu. Öpüşmelerinin sonuna doğru, sağ elini kızın yanağına bastırdı, yüzünün hatlarında gezindi. Ellerinin bu çizgileri belleklerine kazımalarını istiyordu. Sol eliyle pürüzsüz tende gittikçe genişleyen daireler çizmekle meşguldü ve parmakları şortun kumaşına değdiğinde, aşağı bakarak sinsice gülümsedi. Birbirlerine tamamen dokunmalarını engelleyen her şeye, hatta aralarındaki hava moleküllerine bile lanet okuyabilecek bir durumdaydı. Şortun bel çizgisinde dolandı parmakları ve düğmeyi yavaşça açtı, dudaklarını kızın göğüslerinin arasından, göbek deliğine indirdi ve kasıklarıyla arasında bulunan teni emip, hafifçe ısırdı. Kızın dudaklarından kopan inleme onun ödülü oldu. Şortun fermuarını açtı ve kızın bacaklarından sıyırabilmek için, bacaklarını arasından çıktı, şort ince ayak bileklerinden çıktığında eski pozisyonuna döndü. Kendi şortu da bu hareketler arasından kalçalarından sıyrılmış, dizlerinde duruyordu. Ayağa kalktı. Bedeni kızdan bir saniye bile ayrılmak istemese de yaptı bunu. Şortunu çıkardıktan sonra arkasını döndü kıza, şöminenin yanında duran örtüyü açtı ve şöminenin önünde, alevlerle kızıllaşan parkelerin üzerine serdi hızla. Birkaç dakika sonra koltuğa sığamayacaklarından adı gibi emindi. Koltuğa döndü, kızı ayağa kaldırdı ve onu öpmeye başladı, kızı havaya kaldırdı ince, beyaz bacakları beline doladı. Örtüye ulaştıklarında yavaş bir şekilde dizleri üzerine çöktü. Bu şekilde boyları birbirine eş gibi duruyordu ve göğüsleri birbirine değiyordu. Lucian erkekliğinin beklentiyle sızladığını hissettiği anda hareketleri sertleşmeye başladı. Froydis’i yere yatırdı, külotunu sıyırdı ve bedenlerinden uzağa fırlattı. Aynı hareketleri kendi boxerı için de tekrarladı ve kızın üzerine eğildi. Bedenin açıkta olan her yerine minik kelebek öpücükleri kondurdu. Elleri kızın bacaklarını ayırdığında üçüncü kez aynı hareketi tekrarlayarak kadınlığına değdi ve bu kez, temastan dolayı inledi. Gözlerini kapattı. Bekledi, bekledi, bekledi. Froy’un bunu istediğine emin olmasını istiyordu ve bunu sorabilmek için hislerini dizginlemeliydi. “ Bunu… Bunu istediğinden… Emin olmalıyım. ” Hızlı ve kesik nefesleri sebebiyle ve tutkunun verdiği ağırlık hissiyle boğuktu sesi.







P.S. I Love You:
P.S. 2:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 8:51 am

Parmakları adamın şortunun iplerine dolanmadan hemen önce, bastırılamamış bir inilti duyuldu üstündeki bedenden. Kendi sözlerini söylemeden önce, adam başını göğsüne yaslamıştı. Adamın iniltisinin hiçbir şey olduğunu düşündü. Kendisinin bütün hücreleri öylesine inliyordu ki, sesi bile çıkamıyordu bu sebepten ötürü. Adamın dudakları kendisininkilere tekrar değdikten bir süre sonra, artık nefessiz kaldığını fark etti. Ciğerlerinde dışarı boşaltabileceği bir hava yoktu ama, onun dilinin dokunuşlarından ayrılmak istemiyordu. Birbirlerine kur yapan iki yılan gibiydi dilleri ve, eğer bu şekilde havasızlıktan ölecektiyse, buna razı olabileceğini düşündü bir an. Lakin, adamı tamamiyle hissetmeden, omuzlarını kavrayıp kendisini başını koltuğun kenarına yaslayabilecek şekilde kaykıltmış adamla bir kere sevişmeden, ölmek istemediğini biliyordu. Sol eli daireler çizerek vücudunu okşayan adamın eli şortunun kumaşına değdiğinde, genç kıza bakıp sinsice gülümsedi. Parmakları büyük bir çeviklikle şortunun düğmesini açarken adam, aynı zamanda dudaklarını boynundan aşağı, göğüslerinin arasından göbek deliğine ve son durak olarak da şortunun üstündeki tenine kaydırdı. Emdiği yerlerdeki ıslaklık, suyun doğası gereği serinletmesi gerekirken, tam tersine, körüklüyordu bedenini. Adam en son emdiği yeri hafifçe ısırınca, ses telleri inlemek için titreşti. Zamansızlıkta olmak istedi o an, zamansızlık tarafından adamla beraber yutulmak. Şortu adam tarafından bacaklarından sıyrıldıktan birkaç saniye sonra ağırlığını tekrar üzerinde hissetti. O birkaç saniye kendisine saatler gibi gelmişti ki, dizlerine inmiş kendi şortunu çıkarmak için ağırlığı bedeninin üzerinden tamamen çekerek ayağa kalkmıştı. O şöminenin yanına doğru gidince, ne yaptığını anlayamadı ilk önce. Adamın düşüncelerinin bir anda çark ettiği gibi bir korku ve keskin bir acı saplantı karnında bir yere fakat endişesi boşunaydı. Adam bordo bir örtüyü şömenin önündeki parlayan parkelere sermişti sadece. O an ne yaptığını anladı. Fazla küçüktü kanepe. Yani, sadece iki kişilikti ve onlar da iki kişilerdi ama o iki kişililik mevzusu sadece oturma olaylarında geçerliydi. Bedeni adamın özlemiyle kavrulurken kendisine doğru yaklaştı adam. Ellerinden tutup kendisini ayağa kaldırırken tekrar öpmeye başladı onu. Onun kolları çıplak beline ve sırtına dolanırken, kendi kollarını da onun boynuna doladı. Bacakları beline dolanır ve şömineye doğru ilerlerken, kendini dünyanın tepesindeymiş gibi hissetti. Bir saniye için dudaklarını adamın dudaklarından ayırıp yüzünü ellerinin arasına aldı. Mavi gözleri kısılmış, şakaklarındaki saç telleri terine bulanmıştı. Adam dizlerinin üzerine çöker ve yerle aralarındaki mesafe azalırken ağzını tekrar araladı biraz önce yarım bıraktığı işe devam etme sebebiyle. Bordo kumaşın üzerine sırt üstü yatırıldığında, bedeninin üzerindeki son kumaş parçası olan külodu da sıyrıldı adam tarafından. Adam kendi boxerını da çıkarırken kalp atışları dışında bir sesi duyamayacağını fark etti yakında. Onun dudakları bedeninin her yerine hafif öpücükler kondururken adamı kendisine çekme ve bütün ağırlığını üzerinde hissetme arzusuyla yanıp tutuştu ancak adam zaten kendisinin bacaklarını aralamış, üzerine eğilmişti. Bedenlerinin altındaki tek bir beden, tek bir kalp atışı, tek bir düşünce ve ruh olmalarını sağlayacak parçaları birbirine değdiğinde, bu histen dolayı ikisi de inledi. Adam gözlerini kapattı ve durdu öyleyece. Ne olduğunu anlamak için adamın gözlerine bakmak istediğinde, bikraç saniye gecikmeli kavrayabildi durumu. Adamın sıcak nefesi nemli yüzünü yaladığında, kesik kesikti o ses.

“ Bunu… Bunu istediğinden… Emin olmalıyım. ”

Sağ elinin parmakları adamın boynunda dolaştı, sonra yavaşça omzuna indi. Küçükken parmaklarıyla futbol oynadıkları zamanlardaki gibi kapadı bütün parmaklarını sadece işaret ve orta parmağı kalacak şekilde. Parmaklarını omzunun ucuna doğru yürüttü ve sonra varla yok arası bir dokunuşla geriye, boynuna doğru kaydırdı. Sol elini adamın yanağına yasladı, hafifçe kulağına doğru kaydırıp ensesini de kavradı aynı zamanda. Adam gözlerini açmıştı ki hafif bir " Şşş " sesi çıktı dudaklarının arasından ve adamın göz kapaklarını kapattı sağ elinin parmaklarıyla usulca. Önce sağ, sonra sol göz kapağının üzerine baskı uygulamadan minik birer öpücük kondurdu. Işınlanmak istedi o an; zamanın olmadığı alternatif bir evrene. Zaman dursun ve sürekli böyle, bütün düşüncelerden arınmış ve zihinlerinde sadece ötekinin olduğu halleriyle kalmak istedi. Burnunun ucunu adamınkine sürttü hafifçe ve alnını onunkine yasladı.

" Seni istiyorum. Seni. "

Sesi istemeden de olsa bir fısıltı gibi çıkmıştı. Ses telleriyle o kadar ilgilenmiyordu şu an vücudu. Kasıklarından yukarı garip bir zonklama yayılıyordu ve adamı daha fazla hissetmek için bir saniye daha bekleyemedi. Adamı kendine bastırdığında kadınlığına değen erkekliği, inlemesine sebep oldu. Kulaklarında garip bir uğultu başlamıştı. Yutkundu. içindeki şehvetin patladığını hissetti. Birleşme anında adamın kürek kemiklerine bastırdığı parmakları aşağı doğru kaydı. Nemli dudakları kulağından aşağı boynuna yakıcı öpücükler kondurarak ilerliyordu. Her dokunuşta tenindeki anılara dokunduğunu hissetdiyordu. Onun yaşadığı duyguları algılamak ve sıcaklağını bedenine hapsetmeye çalışıyordu. Vücut ısısının kaç derece olduğunu bilmiyordu. Kırk. Elli. Yetmiş . Nabzı ve tansiyonu yükselmişti. Solukları hızlanmıştı ama içeri çektiği hava da tersi olarak azalmıştı. Kesik kesik nefes alıyordu. Beyni her yere elektrik sinyalleri gönderiyordu. Körelen duyma algısı hissetme duyusuna aktarılmış gibiydi. Adamın üzerindeki hareketleri hızlanırken gözleri karardı, adamı daha fazla öpmek istediyse de yapamadı. İkisinin de saçları yüzlerüne yapışmıştı terden. İnlemeleri birbirine karışıyordu. Adamın diliyke bir kere daha dans ederken dili, adamın alnına yapışmış kızıl saçlarını geriye doğru ittirdi parmaklarını daldırarak ve başı arkaya doğru düştü. Vücudunun en ücra köşesi artık bir o kadar yakın gelmekteydi. Her ikisi de zevkten çıldırmış gibiydi. Yanan bedenleri bütünleşeli ne kadar olmuştu bilmiyordu, birbirlerini körüklüyorlardı. Bütün hissi şeylerin hep beraber dışarı çıktığını hissetti. Gözleri kararırken dudaklarından bir inleme daha döküldü.

" Lucian. "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeCuma Tem. 22, 2011 12:06 pm



Dokunuşları Lucian’ın canını yakıyordu. Ama hayır, fiziksel bir acı değildi bu, zihinsel bir acıydı. Aslında fiziksel kısmı da elbette vardı ama çok da önemsemiyordu o bölümü. Bedenindeki her bir kas gergindi, kızın dokunuşları boynunda omzuna inerken içine girmemek için kasıyordu kendini. Gösterdiği bu delice çaba, vücudunun hissettiği tutkuyla gittikçe ısınması ve şömineden yansıyan sıcak üçlüsü nedeniyle ter damlacıkları süzülüyordu teninden. Aklında oluşan bir görüntü, erkekliğinin gittikçe sızlamasına sebep oldu. Şakaklarından karnına dek inen bir damlanın yolunu, dudaklarıyla takip etmesini isterdi Froydis’in. Ama şu anda, kendi ihtiyaçlarından çok, kızı düşünüyordu. Bunu dile getirecek gücü de yoktu içinde. Gözleri, kızın altında olduğundan emin olmak istercesine açılmak istedi, ama narin parmakların hareketi bunu engelledi. Göz kapaklarında dudakları hissetti, geri çekildiklerinde hızla açtı gözlerini. Kızın gözlerindeki yansımasına baktı usulca. Mavi gözlerinde deli bir parıltı vardı, saçları terden ıslanmış ve alnına yapışmıştı. Kızla aynı durumlardaydı neredeyse. Alınları birbirine yaslandığında derin bir nefes aldı. Duyacağı şeyden emindi, beklemek zorunda değildi Lucian ve konuşması gerekmezdi Froydis’in. Yine de ondan duymak istiyordu verilen izni.


" Seni istiyorum. Seni. "

Kelimeler beyninde anlamlanırken, kızın, kendine bastırdığı bedenini hissetti, inlemesini duydu ve o andan sonra kendini dizginlemeye bile çalışmadı. İçine girdiğinde bu kez eş zamanlı olarak inledi ikisi de. O anda sarışın kızdan başka hiçbir şey önemli değildi dünyada. Onlar sevişirken ilerleyen zaman, dış dünyada her saniye doğan ve ölen insanlar, işyerinde olsaydı tam şu anda gireceği toplantı ve bunun gibi şeyler önemsizdi. Yalnızca ikisi vardı. Sadece bedenleri değildi birleşen, ruhları da birleşmişti. Eğer biraz uğraşırsa kızın içinden geçen her duygu, her düşünce kırıntısı, geçmişinde kalan her olayı görebilecekmiş gibi hissediyordu. Ve bu his, mükemmeldi. Sanki her şeyin kontrolü Lucian’daydı. Öyle hissediyordu. Kontrol sahibi olmayı severdi, bazen bu özelliği yüzünden yanlış kararlar verip çok büyük hatalar yapabiliyordu, yine de kontrol başkasına geçince kendini rahat hissedemediği için bu özelliğini ruhunun derinliklerine gömemiyordu. Şu anda da ritmi belirleyen oydu. Gittikçe hızlanıyordu. Bir saniye bile yavaşlamak istemedi, aslında bu aklına gelse bile, bedeni bu emre uymayacaktı. Aldığı zevk öyle büyüktü ki, sonsuza dek böyle devam edebilirdi.


Boşalmak üzere olduğunu hissettiğinde son bir kez öpmeye başladı onu. Bu kez hissettiği her şeyi, aklındaki en minik düşünce kırıntısını bile onunla paylaşmak istiyordu. Kelimelerle anlatamayacağı her şeyi barındırmasını istiyordu bu öpücüğün. Kızın ince parmakları, terden adamın alnına yapışan kızıl saçları geri çekerken Lucian son kez inledi, bu ses kızın dudaklarında kaybolurken dudaklarını geri çekti ve gözleri kapattı. Ruhunun özgür kaldığını hissetti. Onu bedenine bağlayan hiçbir şey yoktu, sanki bir an için tüm o bilinç zincirleri kopmuştu, istediği yere gidebilirdi o an, istediği kişi olabilirdi, istediğini sevebilirdi. Ama Froydis’in yanında olmak istedi, onun sevebileceği adam olmak, onu sevmek istedi sadece. Kızın dudaklarından bir inleme olarak dökülen ismini duyduğunda tüm bedeni zevkle titredi. Ona bunu yaşatan Lucian’dı işte. Ona sahip olan, onunla ruhların ve bedenlerin birleştiği bu en mahrem anı paylaşan oydu işte.

Her şey bittiğinde, bedenini kontrol edebilecek tek bir güç kırıntısı dahi kalmamıştı damarlarında. Nefesleri hala kesik kesikti ve konuşmaya çalışırsa, sesinin bir fısıltıdan farkı olmayacağını biliyordu. O ana dek Froydis’i ezmemek için kullandığı kollarını daha fazla gergin tutamadı ve kızın üzerine bu kez tüm ağırlığıyla uzanmak zorunda kaldı. Başını kızın kalbinin hemen üstüne koydu. Nefesleri biraz düzene girdiğinde ve gücünü az da olsun topladığını hissettiğinde, sırtüstü yuvarlandı ve Froydis’i üzerine çekti. Kızın kafası çenesinin altına yerleştiğinde ve dudakları kürek kemiklerinin hemen yanına denk geldiğinde, sağ eliyle kızın yüzüne yapışan terden koyulaşmış saç tutamlarını çekti. Sol eliyle de kızın belini kavramıştı. Hareketsizce yattılar öylece. O anda huzurluydu Lucian. Gözlerini kapattı, dudaklarında az çok belli olan bir gülümseme oluştu. Gözleri hala kaplı dururken, başını yana çevirdi ve kızın saçlarına gömdü yüzünü. Hafifçe öperken onu, kokusunu içine çekti. Yüzü saçlar arasındayken konuşmaya başladı.

“ Ve o, sevgilisinin kollarında uyurken her şeye sahipti. “

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeCuma Tem. 22, 2011 2:21 pm

Adamın uyarıcı dokunuşları ve şehvetli öpücükleri sona ererken foyuma ulaştığını, o içinde kapana kısılmış ruhunun hafiflediğini hissetti. Adam bu sefer, ilk defa, bütün ağırlığıyla bedeninin üstüne yığılırken nefes alış verişlerinin çok az da olsa yavaşladığını hissetti. Adam başını kalbinin üstüne koyup bu dünyadaki tek somut varlığı olan bedenine kan pompalayan organın sesini dinlerken, ellerini adamın terli saçlarının arasına kaydırdı. Adamın sıcak nefesini çıplak teninde hissetmek huzur veriyordu ona. O an içindekine söz geçiremediğini fark etti. Adamın dinlediği o kalbin kan pompaladığı beynin aşkla ilintili kısmına söz geçirememiş olduğunu ve büyük ihtimalle geçiremeyeceğini de artık. Dudaklarını onunkilerle buluşturduğunda her zaman beyninde oluşan o düşünceden kaynaklı acı, o zonklama yok olmuştu. Uçmuş, gitmiş, fırına dönmüş bedenleri arasından buharlaşmıştı. Adam üzerinden şömineye doğru yuvarlanıp kendine çekerken bedenini, gözlerini adamın gözlerine kaydırdı. Bu adam. Bu adam, beyin acısının en sağlam ilacını bulan kişiydi. Oydu ilaç. Beyninden başlayan ve vücudun her yerinde kendini hissettiren o deşilen doku hissine bepanthene etkisi yapan muazzam sebep. Şöminenin ateşinin içinde birbirinden güç alan iki ruhtular. Birbirlerine dolanmış ruhları, piyanonun artık çok hafif duyulan ritmiyle adeta dans ediyordu. Başının tepesinde adamın çenesinin hissettirdiği hafif baskı kendisini evinde hissettiriyordu ona. Terden dolayı tutam tutam olmuş ve sarısı koyulaşmış saçlarının arasında adamın dudakları gezinmeye başladığında hafifçe araladı gözlerini. Adamın küllenen odunların oluşturduğu alevde parlayan göğsüne hayalet bir öpücük kondurdu. Yavaşça parmaklarını gezdirmeye başladı göğsünde. Öylesine, hiçbir anlam taşımadan, hafifçe. O sırada beyninin içinde dönmeye başlayan şarkının sözlerini mırıldanmadan edemedi adamın sözleri dudaklarındna döküldükten bir süre sonra.

“ Ve o, sevgilisinin kollarında uyurken her şeye sahipti. “

" What is there to know?
all this is what it is
you and me alone
sheer simplicity. "



Sanki düğmesine basılmak üzere olan bir bomba gibiydi. Her an patlayıvereceğini çok iyi biliyordu ve sürekli olarak bu anı bekliyordu umutsuzlukla. "Boom!" diye korkunç bir sesle, ama zamanından önce. Goethe'nin haklı olduğu anlamda; sürekli yaşam umut demekti. Ölüm, seçme şansının yok olmasıydı. Seçme hakkının kısıtlandığı oranda ölüme yaklaşırdınız. En kötüsü o değildi ama, hayır asla. Ölüm güzeldi, kendisi için en azından. En korkuncu yaşam tümden sizden alınmaksızın umutların kesilmesiydi. Hapiste geçen bir yaşam bunun aynısıydı. Aynı şekillerde bazı ülkelerde vatandaşlık da buna benzerdi. En iyisi günlük, olağan umutları yok olmamışçasına yaşayabilmekti. Her gün körü körüne değil. Fakat bu, kişinin kendine hakim olması konusunda olağanüstü bir güç gerektiriyordu ve çok ilginç bir şekilde insanlar bunu yapabiliyordu. Ama kendisi, hayır. Bu sonsuz boşluk hissinden kurtulamıyordu. Ama o an, kalp atışlarına ve nefes alış verişlerine karıştığı adam bu hissi azaltmıştı. Sevgiyle karışık bir hayranlık duydu ona. Bir yerlere gitmelerini ve, orada ölene kadar sadece ikisinin yaşamalarını. Gözlerini gizleyen göz kapakları, hissettiği ani soğukluğun etkisiyle açıldı düşünceleri. İlk başta neye temas ettiğini anlayamadı. Şöminennin etkisiyle, parkeler de dahil hiçbir yer ayağının temas ettiği yer kadar soğuk değildi. Yazdı üstelik. Değdiği yumuşak ama soğuk şeyin adamın ayağı olduğunu ayağıyla hafifçe yoklayınca anlayabildi. Adamın ayakları çok soğuktu, böyle bir durum için gereğinden fazla soğuk. Bedeninin geri kalanı, saçlarına değen dudakları, kendisinin üzerinde yattığı göğsü, beline sarılan eli sıcaktı ama ayakları; iki büyük buz kalıbı gibiydiler. Dirseğiyle yerden destek alarak doğrulurken eli belinden kayan adamla göz göze geldi.

Bordo örtünün bitip ahşap zemine dönüştüğü sınırın tam üstüne, adamın ayaklarına doğru eğildi. Bir erkek ayağına göre oldukça estetik sayılbilecek ayaklara sahipti adam. Uzun ve ince. Tarak kemikleri belirgindi. Sol ayağını kemikli parmaklarıyla kavrayarak avucunun içine aldı. Ovuşturdu hafifçe ve sonra ellerini birbirine sürtmeye çalıştı, soğuk bir şeyi ısıtmaya çalışan insanların yaptığı gibi. Eğilip hohladı birkaç kere, nefesinin de ısıtabilmesi için. İçeride piyanonun sesi kesilmişt. Alev alev yanan odunların sessiz haykırışları duyuluyordu bir tek. Orada, adamın ayaklarını ısınması için ovuştururken her şey tam geldi kendisine. Bir anda, sanki bütünlenmiş, tamamlanmış gibi. Uzun zamandır hissetmediği bir duygunun bedeninin bütün hücrelerine yayıldığını hissetti. Beyni dahil. Evet, gri hücreleri de dahil. Bu adamla olmak istiyordu. Lucian'la. Daha bu sabah boşanmış olması, gençliğinde kendini salmış birisi olması, işyerinde kontrolünü kaybedip yaptığı hatalar veya kendisinden yaklaşık on üç yaş büyük olması önemli değildi. Bundan sonra yapacağı hataları bile kabul ettiğini fark etti o an. Onunla birlikteydi artık adam, onundu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimePerş. Tem. 28, 2011 12:45 pm

" What is there to know?

all this is what it is

you and me alone

sheer simplicity. "

Kızın sesinde, daha önce kimsede duymadığı bir tını vardı. Kızı, göğsüne iyice bastırıp onu sonsuza dek bırakmama düşüncesini beynine salan bir tınıydı bu ve mırıldandığı şarkı ikisi içindi kesinlikle. Şöyle bir çevreye göz attı. Tabanında yattıkları bu oda, hele de tavanındaki gösterişli resimlerle, kesinlikle basitlik kelimesinin tanımı değildi. Bu oda fazla kalabalıktı. Eşyalar, kullanılan renkler, kokular… Bir süre sonra boğuverirdi insanı. Yanınızda bir şişe kaliteli şarap, okunabilecek sürükleyici bir kitap ya da kusursuz bir arkadaş olmadığı takdirde sizi depresyona sürükleyebilirdi. Ama elbette tam şu anda kesinlikle fazlasıyla rahattı adam. Çenesini hafifçe aşağı eğip kızın yüzüne baktı. Şu anda bedenlerinden çok, ruhları bir aradaydı. Sanki her bir duygu kırıntısı paylaşılıyordu. Aslında neden böyle hissettiğini biliyordu az çok. Aynı hızda atan kalpleri, dolayısıyla aynı anda nefes alıp verişleri sayesinde tek bir kişi gibilerdi. Öyle hissediyordu. Kızın bedenindeki her hareketi kendi vücudunun bir uzantısıymış gibi hissediyordu. Bir bedeni paylaşan iki ruh gibilerdi adeta. Birbirlerine çok benzemiyorlardı, normalde bir çiftin benzeyeceği kadar değil en azından. Tam olarak zot da değillerdi. Birbirlerini tam olarak tamamlamıyorlardı. Bir bakıma ateş ve buz gibi. Evet, ateş ve buz. Kesinlikle böylelerdi ve bir şekilde, birbirlerini söndürmeden ve eritmeden var olabiliyorlardı. Karanlık nasıl ışığın azlığıysa, buz da ateşin azlığıydı. Bu düşünceyle birlikte dudakları büyük bir gülümseme şeklini aldı.

Bu sırada kızın ayakları, adamınkilere temas etti. O ana kadar ayakklarının ne kadar soğuk olduğunu fark etmemişti. Oysa kızın ısısıyla karşılaşınca, gerçekle de yüzleşmiş oldu. Vücudunun her bir yanı hala alev alev yanarken ayaklarının bu kadar soğuk olması mantıkdışıydı. Ama yaşamın kendisi mantıkdışı değil miydi zaten?

Froydis, adamın kendisini sıkı sıkıya sardığı kollarından kurtarırken Lucian şaşkınlıkla baktı ona. Nereye gidiyordu ki? Daha doğrusu neden kalkıyordu? Bu sorular beyninde uçuşsa da onu engellemek için bir harekette bulunmadı. Froydis isterse gitmeye yeltenebilirdi, Lucian onu daha kapıdan çıkmadan yakalayıp vezgeçirebilirdi ne de olsa ama onun isteklerine saygılıydı. Bu sebeple, gözlerinde parlayan o şaşkınlığa rağmen tek bir söz çıkmadı dudaklarından. Altlarında serili olan örtünün ucuna kadar ilerledi Froydis, Luciansa onun ne yapacağını merakla izlemekle yetindi. Kalkıp giysilerini almadığına göre evden gitmeycekti. Bu düşünce adamın rahatlamasını sağladı. Sonra kızın elini hissetti sol ayağının çevresinde. Isı farkı kesinlikle çok fazlaydı. Yani Lucian’a öyle geliyordu. Froydis soğuk ayağı az da olsa ısıtmak için iki elini de Lucian’ın ayağına sürttü. Lucian’ın tek yapabildiği şey şaşkınlıkla karışık bir zevkle onu izlemek oldu. Kız ayağına hohladığında dirseklerinden destek alarak doğruldu. Terden ıslanmış birkaç saç tutamı döküldü yüzüne. Ayağını kızın ellerinin arasından çekti yavaşça, bu sırada ileriye uzanıp onu kollarıyla sardı. Boynuna minik, gerçekten de tatlı sayılabilecek bir öpücük kondurduktan sonra kızı bordo örtüye yatırdı ve bedenini kendi bedeninin her santimiyle örttü. Tabii onu ezmemek adına kollarından güç alıyordu. Kızın burnunun ucuna bir öpücük kondurdu yavaşça, ardından kızın da ona yaptığı şeyi tekrarladı. Gözlerini yavaşça kapattı işaret parmağıyla ve hafifçe öptü göz kapaklarını. Kızın kokusu ve teninin sıcaklığı Lucian’ı sarhoş etmişti. Ve kızın ona hissettirdikleri. Gerçek miydi bunlar? Gerçekten de aşık mıydı?

Aşık olmalıydı. Böyle biri değildi daha önce. Daha önce hiçbir kadının zevklerini, isteklerini kendininkilerden önde tutmamıştı. Daha önce bu kadar yumuşak ve dikkatli dokunmamıştı bir kadına. Froydis onun için bir ilkti. Gerçekten de kalbinde bir şeyler vardı bu kıza karşı. Davranışarını değiştirmesini sağlayan bir şeyler. Ondan ayrı kaldığını düşünmek istemiyordu, düşünmek istemediğini düşünmek bile acı veriyordu. Dudaklarına yaklaştı Froydis’in, konuşsalar birbirine temas edecek kadar yakınlardı. Burunları birbirine değiyordu. “Nasıl bu kadar kısa sürede beni kendine bağlayabildin?” Sesi boğuktu. Ve kalbi, kalbi neden bu kadar hızlı atıyordu ki? Kıza olan bağımlılığını dile getirdiği için miydi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Empty
MesajKonu: Geri: You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)   You don't move slow, taking steps in my directions. (+17) Icon_minitimeSalı Ağus. 09, 2011 7:15 am

- SON -
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
You don't move slow, taking steps in my directions. (+17)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan-
Buraya geçin: