Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 The more you avoid, the worse it gets

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Dionýz Moravec
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Dionýz Moravec


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 12/07/11

The more you avoid, the worse it gets Empty
MesajKonu: The more you avoid, the worse it gets   The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 4:33 am


Dionýz Moravec & Fanucci Vincent
    “Yalnızlık kendi içerisinde kavramsal bütünlüğünü hiçbir kırılma göstermeksizin korumasına karşın kelimelerle tasviri sırasında statiğini yitirmeye ziyadesiyle müsaittir. Bu sebepten ötürü tek başınalığın kutsallığı anlatılmaya çalışıldığında kullanılan betimlemelerin tümü fazla yersiz ve gereksiz bir izlenim bırakır. Dionýz’i yalnızlıktan bahsederken göremezsiniz, zira dokunulmaz kılınabilen tek olguyu kelimeleriyle lekelemek yahut bunu asla anlamayacak kulaklara afişe etmek istemeyecektir.”
    Edda Suicide


Uzun, kızıl saçlarının arasına gizlenmiş kulaklarının içindeki iki küçük, siyah nokta, Slovak çocuğa bolca gürültü sunuyor; kesintisiz bir bas eşliğinde melodik piyano tınıları, boğazını parçalarcasına bağırmakta olan Fransız adamın dilini kusursuzca telaffuz edişi, nefret ve bolca isyan... Yedi dakikalık şarkının sonuna geldiğinde bu sefer kulakları akustik gitarın tatlı melodisiyle buluştu, bir öncekine nazaran oldukça sakin, hüzünlü bir melodi, yine aynı adamın çığlıkları. Yeni yeni şahlanmaya başlayan Fransız black metal sahnesinden bir diğer parça daha on dakikalık sürenin sonunda yerini bir başkasına bıraktı. Bu sefer, aynı sertlikteki müziğe eşlik eden isyanın arkasındaki davetkâr ses tonu nefret dolu çığlıklarla bezeli bir kadına aitti. Çarmıha gerilişten ufak ayrıntılar kulağına çalınırken dudaklarına belirli belirsiz bir gülümseme yerleşti sadece, birkaç saniye sonra yine eski, umarsız tavrına dönmeyi eksik etmedi. Tınıların, sözlerin, söyleyenlerin değişmesine karşın yürümekte olduğu bunca mesafede hiçbir tepki göstermemişti o ana dek. Müziğin ruhuna saygısızlık etme gibi bir amaç gütmemesine karşın New York’ta caddenin ortasından yürüyorsanız dinliyor olduğunuz parçanın sanatsal değerinin pek bir önemi kalmaz, zira gerek arabalardan, gerek size çarpmaktan çekinmeyen insanların gürültüsünden duyunuzun seçebildikleri oldukça sınırlıdır. Sesi sonuna kadar açsanız dâhi New York’u yenemezsiniz. Müzik, size omuz atarak geçen ya da sizin yanlışlıkla çarptığınız insanlarla aranızda geçmesi muhtemel sahte özür konuşmalarından korunmanın yoludur, arkanızdan işiteceğiniz hakaretleri duymamanızın. En azından Moravec için durum buydu, lâkin ‘J'ai brûlé nos bancs, de toute ma haine, je me lève’ kısmı kulaklarına çalındığında istemsizce tepki vermişti, tabii dudaklarının birkaç saniyeliğine yukarı doğru bükülmeye meyletmesi tepki sayılırsa. Her ne kadar umursamaz görünseler de erkekler içinde ilk seferleri, o ilk seferi hatırlatacak ufak ayrıntılar önemlidir, ilki birkaç yüz dolardan aşağı fiyatı olmayan, en az on yaş büyük bir fahişenin koynunda yaşamış da olsalar. Tipik Kuzey Avrupalı erkeği örneği abisinin liseye deneyimsiz başlamasını istemeyişinden kaynaklanmış da olsa, ilkti işte. Pembe saçları, piercinglerden delik deşik olmuş yüzü ve dövmelerden görülmeyen teniyle bariz bir Suicide Girl havasına sahipti kadın. Yeniyetme çocuğun kollarında zevkten kıvranırken kuzeylinin tebessüm etmesine sebebiyet veren cümleyi haykırıyordu.

Soluk teni, kızıl saçlarıyla kökenini ifşa ettiğinden, aksanlı konuşmasını duymadan herkes onun nereden geldiği hakkında fikir sahibi olabilirdi. İtalyan blazer ceketi ve Levi’s 514’ü rahatlıkla sosyal statüsünü, bununla birlikte sosyo-ekonomik durumunu açığa kavuşturmaktaydı. Sir Stafford’da bolca bulunan zengin züppelerinden herhangi biriyle görünüş bakımından arasındaki tek fark neye ve niçin olduğunu açığa vurmaksızın, kendi hâlinde bir isyanın simgesi uzun saçlarıydı. Yeterince yukarıdan bakıldığında ise, New York sokaklarını doldurmuş milyonlarca noktadan sadece biriydi, muhtemelen en sabit hızla hareket edeni. Sanki bu monotondan sıkılmışçasına kısa bir süre duraladı, bir elinde kalınca bir dosya tutuyor olduğundan tek eliyle, beceriksizce ceketinin cebinden çıkardığı paketin içindeki son sigarayı dudaklarına yerleştirdikten sonra üzerinde anlamsız desenler bulunan, eski görünümlü zippoyu yakarak ağzındaki nesneye yaklaştırdı ve derin bir ilk nefesten sonra yoluna devam etti. Camel’ın ağır dumanı ciğerlerine dolduğunda yahut dudakları arasından fırlayan ufak bir sis bulutu misali şehrin zaten kirli olan atmosferine karıştığında umarsızlığından taviz vermemekte o denli ısrarcıydı ki, eteğini yaktığı için kendisine söylenmekte olan kadına dönüp bakmadı bile. Birinin ne dediğini duymamak yahut duymazdan gelmek arasındaki tek fark vicdandır, fakat bankadaki hesabında o etekten milyonlarcasını alacak kadar para bulunan biri söz konusu olduğunda vicdanî hiçbir sorumluluk hissetmesi gerekmiyordu. İkinci nefesini almak üzere sigarayı dudaklarına götürdüğünde çoktan kırılmış olduğunu fark edişi yüz hatlarının biraz olsun gerilmesine sebebiyet verdi, zira yanında bir paket daha olmasına karşın son sigara daima diğerlerinden daha kıymetlidir. Bu hâlde tütün ve kâğıt yığınından başka anlamı olmayan pisliği çöp kutusuna atıp dakikalar sonra ilk defa çevresine baktığında hedefine varmış olduğunu fark etti; Pole Cat. Kulaklıklarını çabucak çıkararak iPhone’un yanına sokuşturduktan sonra aşikâr olduğu binaya yöneldi. Kapıdaki bodyguard ayda birkaç defa uğramayı alışkanlık hâline getirmiş müşteriyi sima olarak tanıdığından, ki o görünüme sahipken unutulması pek de imkânlı değildi, kimliğine bakmaksızın geçebileceğini işaret etti. İçeri girdiği anda emin adımları her zamanki masada oturmakta olan satıcıya yöneldi; orta yaşlı adam müşterisini gördüğüne memnun olmuşa benziyordu. Konuşmaksızın iki yüz doları adama uzatarak karşılığında kendine verilen kilitli poşete uzandı. Dosyayı masanın üzerine bırakarak kilidi açtı ve içerisinde bulunan dört kesme şekerin kokusunu kontrol etti, ardından başıyla hafifçe teşekkür ederek yeniden kapadığı ufak plastik parçasını ceketinin cebine yerleştirerek masanın üzerine bıraktığı ıvır zıvırı aldı ve adımlarını daha kuytu olacağını düşündüğü bir yere yönlendirdi.

Omzuna dokunan, ardından hızlıca beline doğru kayan el nedeniyle irkilerek durakladı ve bakışları, yönelmiş olduğu doğrultudan tam aksi istikamete doğru kaydı. Daha ne olduğunu anlayamadan tacizcisinin kalın, maharetli dudakları kendisinin bir anlık şaşkınlık nedeniyle aralanmış dudaklarını hapsetmişti; o andan itibaren loş ışık nedeniyle tam olarak göremediği siluetin kime ait olduğunu biliyordu zaten; Edda Suicide, şu ilk sefer hikâyesinin zorunlu kahramanı. Bedeni hafifçe kendinden uzaklaştırdıktan sonra yanılmadığından emin oldu. Bir yetmiş sekiz boya sahip olmasına karşın giydiği ayakkabılar nedeniyle yüz doksan iki santimlik cüsseye sahip D.’nin dudaklarıyla aynı seviyedeydi kadınınkiler. Gözleri, aşina olduğu bakışlarla karşılaştığında dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Bu geceyi onunla geçirmek istediğini fısıldayan davetkâr ses tonuna karşı koyması ne denli mümkündü ki, hele o sesi duyduğu anların büyük bölümü yatak odasında geçmişken? Yine de bunu gece sonunda konuşalım cümlesini kurabilecek kadar kendini toparladı. Edda’nın işinden habersiz herhangi biri kadının Dionýz’den hoşlandığını pekâlâ düşünebilirdi, lâkin Bayan Suicidelardan her biri için kesin olan bir şey varsa, ceplerindeki yüklü miktardan emin oldukları müşterilerin her birine âşık olduklarıdır. Durum bu olmasa bile kendisinden çok başkalarıyla yatacak bir kız arkadaşı kaldırabileceğini sanmıyordu, oldukça geniş bir adam olması ruhsuz oluşunu gerektirmezdi. Bir süredir onu rahatsız etmekte olan saçma düşünceyi kafasından atmayı başardıktan sonra sahneye yakın, aynı zamanda kuytu olmayı başaran bir yere geçmeyi yeğledi. Ceketini kırmızı kanepenin üzerine bırakışının ardından dosyasındaki kartona sabitlenmiş A4 kâğıtlarından birini çıkararak dizinin üzerine yerleştirdi. Viyolaların eşlik etmekte olduğu erotik tınılara sahip hafif şarkı eşliğinde sahnede salınmakta olan bedeni bir süre izledikten sonra kâğıda, karşısındaki siluetin benzerini resmetmeye başladı. Hareket hâlindeki hedefi tam olarak, tüm ayrıntılarıyla çizmesi mümkün olmasa da elinden geldiğince iyi bir iş çıkarmaya çalışacaktı her zamanki gibi. Lâtif dansını sergilemekte olan kadın ile ilgili hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemediğinden sık sık kafasını kaldırıyor, ancak gözü, çizmek istediği bedenden çok aynı istikamette biriyle konuşuyor olan Edda’ya takılıyordu. Konuştuğu kişinin diğer Suicidelardan biri olduğunu anlamak için New York’ta yıllarınızı harcamanıza gerek yoktu gerçi, sadece tipik özelliklerini bilmeniz yeterliydi. Kadının bakışlarını üzerinde hissedişi, ister istemez konunun kendiyle alakalı olduğunu düşünmesine sebep olduysa da istifini bozmamakta ısrarlıydı. İtalyan asıllı kadının kendisi hakkında atıp tutmayacağını bilecek kadar tanıyordu onu, ilginç bir şekilde, kadın da onu tanımaktaydı. Hiç konuşmadan birbirini anlayabilen insanların gerçek olmadığını düşünen Slovak için oldukça büyük bir anti-tezdi. Bu düşünceyi kafasından atmaya çalışarak pek de mühim olmayan işine koyuldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Fanucci Vincent
İş Adamı
 İş Adamı
Fanucci Vincent


Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 07/07/11

The more you avoid, the worse it gets Empty
MesajKonu: Geri: The more you avoid, the worse it gets   The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 6:00 am

Fanucci Vincent'in ofisi dört duvar arasında bir mekandı. Kahverengi sütunlar ve kar beyazı duvarı ile oldukça klasik döşenmiş bir ofisti oturduğu koltuk koyu kahverengi deriden yapılmış geniş bir makam koltuğu idi. Gene aynı tonların birazdaha koyusu olan masanın üstünde kendisinin Palermoda çekilmiş fotoğrafı bulunuyordu. Fotoğraf'a bakınca Palermoda askere alınmadan önce ki günlerini hatırladı o günlerde kardeşi Bruno ile Palermo'nun altını üstünü getiriyordu. Henüz gençlik zamanlarıydı o yüzden kardeşininde kendisine verdiği güvenle çok rahat olabiliyordu, hatta aşırı rahat oluyordu. Bütün gün şehiriçinde ve şehir dışında Bruno ile gezdiği günler gözünün önünden hızlı ama birden ağırlaşan bir film şeridi gibi geçiyordu. Palermo içinde ve dışında gezdiği günler sosyetenin önemli isimlerindendi Sicilya'daki herkesi tanımıştı. Sürekli giyimine özen gösterip insanları aşaladığı günleri hatırladı. Bütün herşey 2001'de babamın ani ölümüyle bitmişti tüm Dünya altüst olmuş babam Palermodaki ufak çiftlik evindeki o domates bahçesinde ölmüştü. Artık işleri deviralmıştı işleri o yönetmeye başlayınca diğer rakipleri ondan kurtulmak yada onu yok etmek için birçok şey yapmışlar 2003'te askere gittikten sonrası...Babasının ölümü onu derinden etkilemiş işlerin verdiği sertlikli çok zor kararlar vermek zorunda kalmıştı: Ancak şu an ki yapısı olsa o kararları rahatlıkla verebilirdi. Bütün bunlar bir yana askerliği esnasında işleri kardeşi Bruno deviralmıştı Bruno birçok hata yapmış 2005'te bazı fabrikaların Kolombiyalıların eline geçmesine yol açmıştı. Bu, fabrikaların Kolombiyalıların el geçmesinin ardından üstüne Bruno'nun uyuşturucu bağımlılığıda işin içine eklenince kendisinin askerden bu olaya müdahale etmesi zor olmuştu...



Vincent tüm bu düşünceler içerisinde Bruno'nun fotoğrafına dalmışken birden telefon çalar. O anda başının hafif bir titremesiyle kendine gelerek sağ eliyle telefonun avizesini kavrayarak avizenin üst kısmını kullağına dayayıp ciddi bir ses tonuyla "Alo" der aynı anda yüz ifadesindede bir ciddileşme olmuştu. Yüz ifadesi iş görüşmelerindeki gibi olmuş gözleri öfke saçıyor. Yüzü aynı soğuklukla kapıya doğru bakıyordu. "Merhaba bay Vincent ben Moravec Slovakya'dan hatırladınız mı ?" dedi kibar bir ses tonuyla evet hatırlamıştı. Babasının döneminden beri Slovakyadaki tek çalıştıkları şirketin sahibiydi. Geçmişten dolayı ona bir iyilik borçu olduğunu hatırladı Bruno onu azarlamam üzerine Slovakyadaki fabrikaları rakiplerimize çok ucuz bir fiyat'a devredecektik ki Moravec beni arayıp durumu açıkladı. O zaman askerde olduğum için olaya bizaat müdahale olamazsam bile Bruno ile kolombiyalılardan sonra ki ilk tartışmamızdı. Hatırlamıştım.. "Evet, Bay Moravec hatırladım. Nasıl yardım edebilirim ?" dedi ciddiyetini bozmadan genelde insanlara sık bir şekilde yardım ederdi. Ama: Uzun zamandır iş hariçi nadir görüştüğü bir ortağı ararsa bu sorun teşkil ederdi. Ve bunu dediği anda pişman olacağını düşünüyordu. Gerçektende beklediği gibi birşey olmazsa bile genede zor birşey istemişti. Buradaki oğlu son günlerde ona ulaşamıyordu ve onun madde bağımlısı olduğunu düşünüyordu. Büyük ihtimalle o sıkıcı madde bağımlısı asosyal ergenlerden biri olduğunu düşünse bile genede Moravec'e borçu vardı. Ve bunu ödemeliydi telefonu kapadıktan sonra bu tür işlerini bıraktığı adamlardan birinin numaralarını tuşlamaya başladı ona durumu açıkladıktan sonra sonuçu beklemeye başladı, ona şu büyük Bar ve Striptiz kulüplerine bakmasını istemişti. Eğer uyuşturucu bağımlısıysa Bronx gibi bir ortama takılıyor olabilirdi. Sir Stafford'da okuyormuş haliyle şu züppe kulüplerinden birine gittiğine inanıyordu. Gazetesini okumaya başlamıştı Uyuşturucudan nefret etmişti her daim kardeşini öldürtmesine rağmen bunun için uyuşturucuyu suçlardı. Zaten adli tıp kaydındada "Aşırı dozdan öldü." yazılmıştı, şimdi gazetede uyuşturucudan ölenleri görünce sinirlenmiş gazeteyi katlayıp masanın üzerine koymuştu. Bu, sırada telefonuna mesaj gelmişti. "Dionýz Moravec" Pole Cat Strip Club'deydi hafifçe ayağa kalkarak üzerindeki kırmızı kravatı hariçinde tamamen siyahlara bürünmüştü. Ofisinden çıktıktan sonra şirket binasının çıkışına kadar tam bir daralma yaşamıştı. Şirket binası oldukça kalabalıklaşmaya başlamış üstelik buda yetmezmiş gibi büyük ihtimalle uyuşturucu bağımlısı olmadığını söyleyecek bir uyuşturucu bağımlısıyla konuşacaktı. Bina çıkışında zaten kendisinin çıktığını duyunca küçük gökdelenin önünde duran Bmw'ye bindikten sonra beklediğinden kısa süren bir yolculuğun ardından yanında şöförü ve aynı zamanda koruması olan adamıda yanına alarak Kulübün içine girdiğinde kendisinden bile şık giyimli olan adamına baktı. Adamı Andolini'ye Moravec'i sorduğunda bulunduğu yeri gösterdi. Yanında biri daha vardı tanıyamamıştı gidip yanına ağır adımlarla yürüdü. Kendisi oldukça meşgul olduğundan gülümseyerek "Dionýz Moravec ?" dedi bozuk bir hırvat aksanıyla Bruno sayesinde uzun bir süre Kolombiyalılar ve Balkanlardaki bütün adamlarla aşırneşir olmuştu derin bir çektikten sonra arkasında duran adamlarımın ona doğru geldiklerini duyunca sağ elim "Dur" anlamında kaldırdı. O ciddi ama aynı derecede soğuk yüz ifadesini takınmıştı belki farkında değildi ama bu normal görünüşü olmaya başlamıştı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dionýz Moravec
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Dionýz Moravec


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 12/07/11

The more you avoid, the worse it gets Empty
MesajKonu: Geri: The more you avoid, the worse it gets   The more you avoid, the worse it gets Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 12:45 pm

Resim kaleminin her vuruşunda şekil alan kadın vücuduna tam olarak odaklanması birkaç dakika almıştı, lâkin müziğin tınılarında dans etmekte olan beden ve kalemi senkronize bir monotonluğa oturmuşa benziyordu artık. Kadın vücudunun kusursuzluğuna daima saygı duymuş D. için striptiz seks çağrışımı yapacak herhangi bir olgu taşımıyordu; aksine sanatsal çıplaklık olarak algılamaktaydı durumu. Direğin etrafında dönen, üzerindeki yırtık tişörtü bir hamlede çıkararak bir karıştan uzun olmayan eteği ve sutyeninden başka üzerinde hiçbir şey bulunmayan kadının aheste dansı sarhoş ediciydi. Kim olduğuna dair zerre kadar bilgisi olmadığı kadının bedenindeki her kıvrımı, bu kıvrımlarda oluşabilecek her türlü gölge oyununu hesaba katarak resmini tamamlamaya çalışırken oldukça titiz davranmaya özen gösteriyordu. Çabuk olmalıydı, zira yarım saattir resmetmekte olduğu bedenin sahibi yerini başka bir tanrıçaya bırakacaktı birkaç dakika içinde. Yeni bir kadın, temiz bir A4 sayfası demek oluyordu, yeni kıvrımlar, farklı bir ten, tamamen farklı dokunuşlar, farklı mimikler ve apayrı bir müzik. Hiçbir orgazmın, tanınmayan bir beden üzerine bu denli düşünmenin, bu düşünceleri biraz gerçeklik ve fazlasıyla hayal gücü yardımıyla kâğıda aktarmanın hissettirdiği doyumu tattıramazdı. Sipariş almaya gelen kadının sesiyle daldığı hayal dünyasından uyanıp bakışlarını kadına çevirdi; Pole Cat çalışanlarının hepsi gibi oldukça fetiş giyinmiş, mükemmel kıvrımlara sahip biriydi kadın. Onun da resmini çizmesi gerektiğini aklının bir köşesine yazarak takındığı ciddi ses tonuyla yanıtladı; “Bir duble Tomatin 90, lütfen.” Dört yıldır Amerika’da yaşıyor olmasına karşın hâlâ belirgin bir aksanla konuştuğu İngilizcesinden memnun olmadığını belirtircesine yüzünü buruşturdu. Pürüzsüz hatları kısa süren bir dalgalanmanın ardından yeniden ifadesizliğe bürünürken bir daha rahatsız edilmemeyi umarak işine koyuldu.

Birkaç dakika içerisinde masaya siparişi getiren kadına fonetik olarak ‘teşekkürler’ kelimesine benzeyen bir şeyler mırıldandığında kafasını çiziminden kaldırmamakta ısrarcıydı. Viskisinden bir yudum alırken de gözleri kısa bir süre masayla buluşmuş, ardından dansının son dakikalarını sergilemekte olan kadına yönelmişlerdi. Birkaç ufak gölgelendirme dışında resmi tamamlayabilmiş olmaktan oldukça mutluydu. A4’ü kartondan ayırıp havaya kaldırdı, sahneye hâkim kırmızı ışık yeterince kalın olmayan kâğıttan süzülürken kompozisyonun layık olduğu renge boyanmasına sebebiyet verirken Slovak’ın yüzüne kendinden memnun bir tebessüm belirmesini sağladı. Kâğıdı tekrar eski konumuna iliştirip gölgelendirmeden nasibini almamış bacaklar üzerinde çalışmaya koyulmuştu ki henüz dizlere kadar gelebilmişken aşina olmadığı bir sesin adını telaffuz edişiyle istemsizce duraladı. Diline yabancı kulaklar için adamın aksanı takdir edilecek ölçüde başarılı olmasına rağmen Dionýz adını söyleyen adamın Amerikalı olduğuna yemin edebilirdi. Başı ağır hareketlerle sesin geldiği yöne doğru çevrildi; ses tonu ne kadar yabancıysa, ilk görüşte mimikleri de o denli yabancıydı adamın. Bir şey söylemeksizin simsiyah takım elbise ve kırmızı kravatıyla Pole Cat’in genel profiline uyum sağlamış olan adamı süzdü. Sert mimiklerin ardına gizlenmiş herhangi bir mana iç ferahlatıcı olamaz gibi görünüyordu. Nedense ilk olarak aklına gelen Edda’nın başına böyle bir iş açmış olabildiğiydi; biraz önce kendisine bakarak konuşmakta olduğu kadının siması hiç tanıdık değildi zira. Baştan aşağı iş adamı görüntüsüne sahip bu adamın alelade, vasat bir öğrenciyle ne işi olabilirdi ki? Biraz önce göz ucuyla biraz önce LSD aldığı adama baktı, satıcının başına bir iş gelmişe benzemediğinden, sorunun yaptığı ufak alışverişle ilgisi olmadığı kanısına varmasında sakınca yoktu. Tekrar adamın çehresiyle buluşan gözleri, aralarında geçmesi gereken muhabbetin pek de iç açıcı, yahut çabuk bitecek türden olmadığını anlamasına yetecek kadar sert bir ifadeyle karşı karşıya gelmişti.

“Buyurun, benim. Oturmaz mıydınız?”

Ses tonuna belirgin bir soru iması kattığına inandığından ‘kimsiniz’ yahut ‘sorun nedir’ gibi cümleleri kurmanın gereksiz olduğuna kanaat getirmişti. Orta yaşlı adam karşısındaki tekli koltuğa yerleşirken ufak bir iç geçirmeyle kartonu, kalemi ve dizlerinden aşağısı gölgelendirilmemiş dansçının resmini masanın üzerine bıraktı. Kalçalarını kavramış, üzerine geçirdiği sutyenin askısı omuzlarından düşmüş, göğüs bağına uyumlu desene sahip külotu ile neredeyse tamamen çıplak, saçları dağılmış, suratındaki makyajın büyük bölümü akmış, aralık dudaklarıyla oldukça davetkâr görünen illüstrasyonun baygın gözleri, masanın üzerinde bulunan kedi figürlü şamdana sabitlendi, oğlanınkiler ise bu beklenmedik misafirin üzerindeydi. Sessizliğin devam etmesinden duyduğu çekinceden ötürü sormanın saçma olduğunu düşündüğünden es geçtiği o iki kelime grubunu dile getirmesi gerektiğinin ayırtına vardığından boğazını temizledi.

“Kim olduğunuzu öğrenmemde sakınca yoktur umarım ya da beni ne gibi bir münasebet sebebiyle bulduğunuzu.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
The more you avoid, the worse it gets
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» there are worse things than being alone.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Pole Cat Strip Club-
Buraya geçin: