Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 I've got a pocket full of sunshine.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Nava Leander
Brown | II. Sınıf
 Brown | II. Sınıf
Nava Leander


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 18/01/11

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 9:52 am

“Tanrım Roza, saç rengini ne kadar kıskanıyorum anlatamam.”

Arkadaşının parlak kızıl saçlarının üzerine takılmış bir yaprağı çekerken, güneş gözlüğünün arkasına saklanmış mavi gözleri parladı. Tozpembe çerçeveli gözlüğü saçlarına doğru çekerken sırıttı, ses tonundaki samimiyet her zaman böylesine belirgin olmazdı… “Kuşkusuz tanıdığım en güzel yaratıklardan birisin. Ve Evie var, Lena var –elbette,” ardından güldü ve sözcükleri ne kadar kendini beğenmiş birine ait gibi duyulsa da ekledi, “bir de ben varım…” Zaten kendisi ile barışık olduğunu her fırsatta belli etmekten zevk alıyordu. Roza parlak dişlerini göstererek sırıttı. Onayladığını göstermek için başını salladı, cep telefonu sağ elindeydi, boşta kalan eliyse sürekli vitrinlerde gördüğü destansı kumaş parçalarını işaret ediyordu. Beşinci caddenin her zamanki gibi ev sahipliği yaptığı kalabalığının arasına karışalı çok olmamıştı iki kız. Sokaklarda dolaşan tonlarca insandan pek farklı görünmeseler de bir şekilde biz buradayız diyorlardı. Enerjiniz yüzünden, derdi eğer kızları görseydi Nava’nın fıttırmış teyzesi Cassandra, auranız o kadar parlak ki gözlerim kamaşıyor. Kadının taranmamış saçları ve kendine büyülü güçler kazandırdığını iddia ettiği kedisi gözlerinin önüne gelince büyük bir kahkaha yükseldi kızın dudaklarından. Roza anlamsız bir şekilde arkadaşına döndü. En kısa zamanda, diye düşündü, kızlarıma Cassandra’dan bahsetmeliyim

“Kendimi beyinsizlerin içerisindeymişim gibi hissettim.” Sırıttı, bu sene okulda birçok ilginç şey yaşanmıştı elbette. En yakın arkadaşı öğretmeniyle işi pişirirken basılmıştı, örneğin. Ama üniversite, genel olarak şöye bir değerlendirdiğinde hiç beklediği gibi çıkmamıştı. Öncelikle başarılı ve aynı zamanda göze güzel görünen kişi sayısı elliyi geçmiyordu, ya çok başarılı ve çirkinler vardı, ya da zekâları giriş sınavlarında emilen ve boş birer zombi olarak okula gelen güzel görünümlüler... İnsanlar NY City’deki gibi ışık saçmıyordu. “Ama orkestradakiler sahiden eğlenceli tiplerdi.” Çello çalan çocuğu düşündü ve bakışları bu defa muzipçe aydınlandı. “Sonuçta eğer benden başka kimse Brown’a gitmemiş olsaydı, kellenizi uçururdum.” Arkadaşları olmayan yaşayamayan tiplerden biri olduğunu kabul etmekle sorunu yoktu. Arkadaşları ailesiydi ne de olsa. Ayrıca Maura’sı ve Boni’ciği vardı ama kimse alınmasın, Rozaların yeri daha başkaydı.

“Biliyor musun,” diye başladı dondurmanın külahının ucunu ağzına atmadan önce, eliyle dudağının kenarında kalan vanilyalı dondurmanın bıraktığı lekeyi sildikten sonra da devam etti. “Evie Julien’le birlikte, Lena kimle bilmiyorum –ama o sürtüğü elime geçirene kadar bekle… Sen Adrian’lasın ve ben de sonsuza dek yalnızım.” Haklıydı, bağlanma sorunu yaşayan o tiplerden değildi. Bir de öyle olsam, diye düşünmeden edemedi, kafasında kurguladığı sonuçlar komik ve bir o kadar da saçmaydı. Romantik filmler gibi, bayattı da. Kızın tek sorunu her zaman daha fazlasını istemesiydi, gözü doymuyordu. Tanrı biliyor kafasında yarattığı mükemmel varlık gibi bir erkek gerçekten varsa, Nava gördüğü yerde çocuğun üzerine atlardı. Annesinin elinden tutan minik bir kız çocuğu önündeki taşa takılıp yere düşerken bir şey fark etti. Roza konuşmamıştı. Normal şartlar altında arkadaşının ne kadar mükemmel ve eşiz biri olduğunu anlatır ve kızın daha iyi hissetmesini sağlardı. “Sen iyi misin Roza?” Arkadaşın soru soran bakışlarını üzerine çekince genç kız kendini açıklama gereği duydu. “Yani, bilirsin… Adrian’dan konuşmuyorsun. İlk zamanlarda,” İşaret parmağını ağzına götürdü ve öğürüyormuş gibi yaptı ve devam etti, “Beni kıskançlıktan kusturana kadar ondan bahsederdin, bu yüzden gün ışığım… Sessizliğin bana kötü bir şey varmış gibi hissettirdi.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rosslyn Wallace
Harvard | II. Sınıf
 Harvard | II. Sınıf
Rosslyn Wallace


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 21/01/11
Nerden : İskoçya.

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 2:24 pm

“Tanrım Roza, saç rengini ne kadar kıskanıyorum anlatamam.”

Ah, bende senin fiziğini ve yüzünü ne kadar beğeniyorum demek istese de ağzını açıp tek kelime etmedi. Sanki ağzından dökülen kelimelerle beraber gözünden yaşlar süzülecekti. Son günler de içindeki huzursuz duygular fazlasıyla kabarmıştı, Adrian’la olan uzaklaşmaları ise buna tuz biber ekliyordu sanki. Keyfi yerine gelir diye içlerinde en umursamaz ve neşeli olan Nava’yı da yanına alıp kendini gereksiz bedenlerin, beyinlerin ve ruhların doldurduğu New York sokaklarına atmıştı. “Kuşkusuz tanıdığım en güzel yaratıklardan birisin. Ve Evie var, Lena var –elbette,” devam etti sözlerine Nava, kuşkusuz hiçbir şeyin farkında değildi ardından güzel dişlerini göstererek güldü ve ekledi, “bir de ben varım…”Bu sözlerden sonra Roza onu keyiflendirmesi için doğru insanı seçtiğine bir kez daha emin oldu. Kendiliğinden fazlaca büyük olan ağzını açıp sırıttı, düşüncesini onayladığını belli etmek için hafifçe başını salladı ardından sağ elinde duran telefona şöyle bir göz attı. Belki yeni bir mesaj veya çağrı olabilir diye düşünmüştü ama sonuç hayal kırıklığı oldu. Nava’ya bir şey belli etmemek için elinden geleni yapmaya devam ederek vitrinlerde gözüne çarpan birkaç kıyafeti gösterdi. Anlamsızca dakika başı artan kalabalığın içinde ilerlerken Nava’nın şen ve bir hayli yüksek kahkahası duyuldu, onaylamayan gözler kısa sürede onları süzüp işlerine geri döndüler. Roza ise anlamsızca arkadaşının yüzüne bakmakla yetindi sadece. Fazla neşeli.

“Kendimi beyinsizlerin içerisindeymişim gibi hissettim.” Uzaktan yalnızca üstün zekalıların alındığı üniversiteler gibiydi okudukları yerler ama yalnızca uzaktan. İçine girdiğinde gözüne çarpan tek şey fazlaca paralı ailelerin saygıdeğer genç kızları ve genç adamlarıydı. Çoğu üniversiteyi sınavların olmadığı, reşit olduğun ve her akşam birkaç tane partinin yapıldığı, kızların iki katı gönüllükle erkeklerin üzerine atladığı bir yer sanıyordu, -sanki cennete düşmüşlerdi. Neyse ki aralarında adam gibi olan birkaç kişi de vardı, işte onlar Roza’nın arkadaş olacağı kapasitedekilerdi. “Ama orkestradakiler sahiden eğlenceli tiplerdi.” Bir an için ‘Ha?!’ diyecekti ama Nava’nın okul konusundan devam ettiğini anladı, o kadar bölük pörçük konuşuyordu ki bazen kızın ne dediğini hatırlamıyordu bile, -özellikle de dalgın olduğu zamanlar. “Sonuçta eğer benden başka kimse Brown’a gitmemiş olsaydı, kellenizi uçururdum.” Kurtarıcı meleğimiz Lena ne için var tatlım?

“Biliyor musun,” diye başladı sözlerine. Roza bu tarz laflara genellikle ters cevap verirdi ama bugün ağzından olumsuz tek bir kelime çıkmaması hakkında yeminli gibiydi. “Evie Julien’le birlikte, Lena kimle bilmiyorum –ama o sürtüğü elime geçirene kadar bekle… Sen Adrian’lasın ve ben de sonsuza dek yalnızım.” Evet, konuşma Roza için tamamen iç acıtan bir hal alıyordu. O Adrian’laydı, -kısmen. Şu anda yalnızca dışarı karşı beraberlerdi ya da değillerdi kim bilebilir ki? Adrian’dan haber alabilmek için kutsanmış suyla iki milyon kere banyo yapman bile yetersiz kalabilirdi. En son konuşmalarında Adrian’ın ne söylediğini hatırlamaya çalıştı Roza, kelimeler beynin hayal meyal beliriyorlardı. 'Seni özlemem için bana zaman ver, sürekli yan yanayız, değişikliğe ihtiyacım var.' Bla, bla, bla… Bu ve buna benzeyen bir sürü laf kalabalığı yapmıştı o gün. Sonra da nereye gittiğini dahi söylemeden Roza’nın yanağına küçük bir öpücük kondurup gitmişti ve sonra yalnız ve habersiz geçen günler. Yapabileceği bir şey yoktu, ilişkileri hala sürüyor mu ondan bile emin değildi bu yüzden kimseye Adrian’la ilgili tek kelime etmiyordu. “Sen iyi misin Roza?” Nava’nın sesiyle kendine gelmiş gibi oldu ve arkadaşına garip garip baktı. İyi olmaktan kastı neydi? Hala yaşadığı için şükretmeye devam edebilirdi belki, sakat olmadığı ve genç olduğu için ve buna benzer bir sürü zırvalık için. “Yani, bilirsin… Adrian’dan konuşmuyorsun. İlk zamanlarda,” İşaret parmağını ağzına götürdü ve öğürüyormuş gibi yaptı ve devam etti, “Beni kıskançlıktan kusturana kadar ondan bahsederdin, bu yüzden gün ışığım… Sessizliğin bana kötü bir şey varmış gibi hissettirdi.” Ah, demek o lanet herife olan sevgisi bu kadar belli oluyordu. Peki ne demeliydi? Doğru mu söylemeliydi yoksa yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip, “Merak etme balkabağım, her şey yolunda.” diyerek kızı kandırmalı mıydı? Herkes kadar iyi biliyordu ki berbat bir yalancıydı, sonuç olarak ağzını açtı ve kendine bile söylemekten korktuğu sözleri söyledi, “Adrian ve ben, ayrıldık.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nava Leander
Brown | II. Sınıf
 Brown | II. Sınıf
Nava Leander


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 18/01/11

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 3:58 pm

“Adrian ve ben, ayrıldık.”

Duyduklarına inanamadı önce, ne saçmalıyorsun demek istedi, emin misin? Ama arkadaşının gözlerindeki o ıslak parıltıyı görünce konuşmaması gerektiğini anladı. Koluna girdi kızın, onu bir cafe’ye falan götürebilirdi belki. Karşılıklı oturup konuşurlardı… Ne zaman oldu, diye sordu bakışları. Şefkat kokan bir harekette bulundu ardından, ondan beklenmeyecek şekilde. Elini arkadaşınınkinin üzerine yasladı. Berbat bir dostum diye düşünmeden edemedi. Nasıl bir insan ‘kardeşinin’ sevgilisinden ayrıldığını bilmezdi. Duymasına gerek yoktu, anlaması gerekirdi. “Roza benim hiçbir fikrim yoktu, bilseydim böyle konuşmazdım...”

Kulakları onu yanıltıyor olsaydı her şey daha kolay olurdu, Adrian ve Rosslyn, gözünce yüceleştirdiği bir ilişkinin kahramanlarıydı, birbirlerini seviyorlardı. Uzaktan bile belli olurdu bu, ayrıca çok sempatiklerdi… Nava’nın bir ilişkinin yürüyebileceğini düşünmesinin altında yatan tek sebep o ikisiydi. Ayrılmaları… Buna imkân vermezdi. “Yakınlarda bir yerde oturmaya ne dersin, ayrıca mola vermiş oluruz.” İçinden bir ses, kızı gözünün önünden ayırmamasını öğütlüyordu. Onu susturmak istedi, duygusal halini pek çekici bulmuyordu ne de olsa. Fakat Roza’nın bu halde olduğunu görmek onu deli ediyordu. Şaklabanlık yapmalıydı. Onun arkadaşlıkları içersindeki görevi buydu. Söylediği gerzekçe şeyler kimin başına ne gelirse gelsin karşısındakini gülümsetmesi için yeterli olurdu… Fakat şu dakika, aklına söylenebilecek hiçbir şey gelmiyordu. Üzgünüm mü demeliydi peki? Bu saçma olmaz mıydı? İnsanların bir suçlarının bulunmadığı olaylar yüzünden özür dilemeleri ona hep gülünç gelmişti. Şimdi ise, kendisi de söylenecek daha uygun bir kelime veya cümle düşünemiyordu.

Beşinci caddenin ilersindeki cafeye ulaştıklarında saat üçe geliyordu. Bu mekânı huzur verici bulurdu. Ailesiyle birkaç defa kahvaltı etmek için gelmişlerdi buraya –kahvaltı tabakları eşsizdi. Koltuklar bej deriyle kaplıydı ve duvar kağıtlarının göz rahatlatan tonları ve desenleri, kızı buraya aşık etmişti. Ne düşünüyorsun dedi bakışlarını kullanarak, yüzünde tatlı bir tebessümle içerisini işaret ederken… Arkadaşı iş görür dermiş gibi başını salladı. Buranın garsonlarından biri inanılmaz derece tatlıydı. Eğer şansları yaver giderse bekli kızlara o çocuk rastlardı. Bu belki Roza’nın da dikkatini dağıtabilirdi… Bir süre bakıştılar. Konuşmaktansa yanlarındaki cam duvardan New York sokaklarında adeta yüzen insanları seyretmeyi tercih ettiler. “Siparişinizi alabilir miyim?” Fazlasıyla yakınlarından gelen kadın sesini duyunca başını çevirdi. Yüzü buruştu, hayır bu gün kızların şanslı günü falan değildi. “Ben şu ahududulu şeylerden istiyorum, hani kek gibi olanlardan, ama daha sert...” Kadın ne demek istediğini anladığını belirtmek için başını aşağı yukarı oynattı. “Peki, içecek bir şey alır mıydınız?” Elindeki sert plastikle kaplı menüye hızla göz gezdirdi, soğuk bir şeyler iyi giderdi... “Soğuk kahve, biraz süt de katabilirsiniz.” Garson kadın ile birlikte o da başını Roza’ya çevirdi. Sadece kahve istemişti kızıl saçlı genç kız şimdilik, daha sonra düşüneceğini ekledi garsonun yüzünün düştüğünü görünce. Büyük ihtimalle kadın yeterli çoklukta serviste bulunmadığı için istediği miktarda bahşiş alamamaktan yakınıyordu kafasının içinde… Yapmacık bir gülümseme ile karşılık verdi kadın Roza’ya. Teşekkür ederim onun beden dilinde bu şekilde gösteriliyor olmalı diye geçirdi içinden Nava. Garson yanlarından uzaklaştığında hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi bilmiş bilmiş. Eğer Roza konuşmak istemiyorsa, onun dili açılana kadar bekleyecekti. Sabırsız biri değildi, bunun yararlarını da her geçen gün tekrar tekrar görüyordu. Ama o bile bir süre sonra sıkıldı, buraya geleli yirmi dakikaya yakın olmuştu ve pek konuştukları söylenemezdi. Az önce gelen kahvesinden büyük bir yudum aldı. “Seni er ya da geç konuşturacağım biliyorsun...”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rosslyn Wallace
Harvard | II. Sınıf
 Harvard | II. Sınıf
Rosslyn Wallace


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 21/01/11
Nerden : İskoçya.

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimePerş. Tem. 21, 2011 4:34 pm

Arkadaşının yüzündeki şoku gördü, gözleri arsızca inanamadığını bağırıyordu. Kızıyor muydu peki bu isyana? Kesinlikle hayır. Kendi içindeki duyguların başkalarının gözlerinden yansımaydı bu, nasıl kızabilirdi ki? O da inanmıyordu, daha doğrusu inanmamak için elinden geleni yapıyordu. Hayır diyordu kendi kendine, Adrian dönecek ve biz eskisi gibi mutlu olacağız. Bu kendi beyninin onun için kurduğu bir tuzaktı, bir nevi oyun. Kendisini daha iyi hissetmesini sağlıyor muydu? Tanrım, evet. Peki doğru muydu? İşte bu kısımda gerçekler işin içine giriyor ve kafasında yarattığı tüm hayalleri darmaduman ediyordu. Belki de böylesi daha iyidir diye düşündü, gerçekliğe tutunmak en iyisi olacaktı. Bu sırada arkadaşının onun koluna girdiğini hissetti, kız destek olmak istediğini belirtmek için elini omzuna yasladı. Şu durumda kendini o kadar zayıf hissetmişti ki Roza, sanki annesinden uzak kalmış bir köpek yavrusu gibiydi. Başkalarının yardımına muhtaçtı, sanki şu an onu tutan eller olmasa yolun ortasına yıkılacaktı. “Roza benim hiçbir fikrim yoktu, bilseydim böyle konuşmazdım...” Nereden bilebilirdin ki demek istedi, şu an istediği son şey bir insanın onun yüzünden kendini suçlu hissetmesi ve mutsuz olmasıydı.

“Yakınlarda bir yerde oturmaya ne dersin, ayrıca mola vermiş oluruz.” Kulağa oldukça iyi geliyordu bu fikir, bayılmadan önce kendini yumuşak bir yerlere atmalıydı. Belki de bir bara gitmeli ve kafasını dağıtmak için ayakta duracak hali kalmayana kadar içmeliydi. Tamam, bu oldukça kötü bir fikirdi. Özellikle de sonrasında çekeceği baş ağrılarını ve günlerce kusacağını düşünürsek. Kusmak. Adrian. Her lafının altından o çıkıyordu. Bir keresinde üstüne kusmuştu, şu ikisinin de çok sevdiği araba yolculuklarından yaparken. Ne olduğunu tam hatırlamıyordu aslında, aklında sadece Adrian’ın üstüne ve etrafa yayılan kusmukları vardı ve Adrian’ın her görüşünde tekrar aşık olduğu şu gülüşü. O durumda bile kahkahalar atmayı başarmıştı, hatta ne zaman aklına gelse aynı neşeyle ve seksilikle gülüyordu. Bunları düşünme, dedi kendi kendine. Farklı şeylere odaklan, bak karşıdan yakışıklı bir çocuk geliyor. Dili beynine komut vermeye çalışıyordu ama pek başarılı olduğu da söylenemezdi. Kol kola yürümekte olduğu Nava’ya çevirdi gözlerini, kızın gözlerindeki endişeyi görmek canını biraz daha sıkmıştı. Amacı kimseyi üzmek değildi, sadece kendisi biraz neşelenmek istiyordu. Hani mutluluktan uçmak değil de belki saklanmakta olduğu o dört duvarın arasından ayrılmak, insan arasına karışmak falan iyi gelirdi sinirlerine. Daha dirençli olmalıydı belki de, Adrian kelimesi ağzından çıktıkça ağlak bir bebek gibi davranmaya başlamamalıydı.

Nava onu içeri sürüklediği mekan hakkında yorum istedi kendince. Etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra yaptığı tek şey kafasını sallamak oldu. İkisi de kendini cam kenarındaki oldukça rahat görünen –evet, fazlasıyla rahattı koltuklara bıraktı. Bakışları buluştu önce, ikisi de hem konuşmak istiyor hem de söyleyecek şey bulamıyordular. Aralarındaki huzur veren sessizlik garson kadının kalın ama rahatsız edici sesiyle bozuldu.
“Siparişinizi alabilir miyim?” Nava’nın yüzünü buruşturduğunu gördü, sebebini anlamamıştı haliyle. “Ben şu ahududulu şeylerden istiyorum, hani kek gibi olanlardan, ama daha sert...” Anlaşılan kız buraya sıklıkla uğruyordu, rahatsız edici kadın anladığını belirtmek istercesine kafasını salladı. “Peki, içecek bir şey alır mıydınız?” Kız gözlerini hızlıca menüde gezdirdikten sonra ani bir hareketle garsona döndü. “Soğuk kahve, biraz süt de katabilirsiniz.” Garson kadın yavaşça ona doğru döndü ve beraberinde Nava’nın kafası da. Neredeyse sesi çıkmayarak "Kahve," dedi, kadının buruşan yüzünü gördükten sonra yine aynı tonda daha sonra düşüneceğini belirtti. Kadın yüzünde gülümsemeyle uzaklaşırken onlar da sessizliklerine geri döndüler. Muhtemelen Nava Roza’dan bir açıklama bekliyordu ya da sadece konuşmamak için inat ediyordu, kim bilir?

“Seni er ya da geç konuşturacağım biliyorsun...” Sessiz geçen yaklaşık yirmi dakikanın ardından Roza için sanki ses çok uzaklardan gelmiş gibiydi. . “Pekala, pekala…” diyebildi bir yandan da kafasını sallayarak. İlk iş olarak gözlerinin çevresinde kurumuş olan damlaları sildi elinin tersiyle. “Rimelim akmış olmalı, daha fazla iğrenç görünemezdim herhalde,” dedi ardından sanki en büyük sorunu buymuş gibi. Konuya girmeyi geciktiriyordu ama er geç konuşacaktı, bunu karşısındaki kız kadar iyi biliyordu. “Onu uzun zamandır göremiyorum, zaman istiyorum, değişikliğe ihtiyacım var gibi bir sürü zırvalık uydurarak gitti. Nereye gittiğini de bilmiyorum ve ilgilenmiyorum desem büyük bir yalan söylemiş olurum.” Olayı böyle özetlemeye çalıştı ama pek başarılı olduğu söylenemezdi, bundan öncesinde ettikleri saçma sapan kavgalar da onun gitmesine sebep olmuştu. “Biliyor musun…” dedi aklına gelen komik bir anının etkisiyle gülümseyerek. “Bir keresinde, o sıralar babamla daha yeni tanışmışlardı ve birbirlerini çok az tanıyorlardı. Hep beraber çiftliğe gitmiştik ve Adrian benle sürekli dalga geçiyordu. Babam o kadar sinirlendi ki en sonunda şu büyük çiftelerden birini kapıp onun üzerine yürüdü. O koca ödlek ise benim arkama saklandı.” Evet, belki de başkalarına o kadar komik gelmeyebilirdi ama Roza için bu hep hatırlayacağı ve güleceği bir anıydı. Kahvesinden bir yudum aldı ve konuşmaya devam etti. “Babam tam bir kaçık ve ben Adrian’ı hala seviyorum.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nava Leander
Brown | II. Sınıf
 Brown | II. Sınıf
Nava Leander


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 18/01/11

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimeC.tesi Tem. 23, 2011 8:46 am

“Pekâlâ, pekâlâ…” Roza’nın pes edişi, kızın yüzüne devasa bir gülümseme yerleşmesine sebep oldu. Elbette anlatacaktı zaten. Arkadaşlar bunun için vardır, değil mi? Arkadaşını parmakları gözünün çevresinde dolaşırken, ağlıyor musun diye soracak oldu. Eli peçeteye gitmişti, her hangi bir durumda, hazırlıklı olmak istiyordu. “Rimelim akmış olmalı, daha fazla iğrenç görünemezdim herhalde,” Nava’nın yüzünün nasıl düştüğünü fark etmek için onun karşısında oturmak gerekmiyordu şu anda. Roza’nın konuşmasını istiyordu. Eğer konuyu değiştirip kaçınılmaz sondan uzaklaşabileceğini düşündüyse, yanılıyordu. Nava’nın da onu dinlemeye ihtiyacı vardı ayrıca. Kendini berbat hissediyordu Adrian ve Roza’nın ayrıldığını duyduğundan beri, dinlemeli ve arkadaşına destek olmalıydı. Görevini yapmalıydı. “Onu uzun zamandır göremiyorum, zaman istiyorum, değişikliğe ihtiyacım var gibi bir sürü zırvalık uydurarak gitti. Nereye gittiğini de bilmiyorum ve ilgilenmiyorum desem büyük bir yalan söylemiş olurum.” Sarı saçlarını geriye doğru attı parmaklarıyla, arkalarındaki klima fazla sert bir ayara alınmıştı büyük ihtimalle, bir tokaya ihtiyacı vardı şu an. Aksi taktirde saçlarının uçuşmasını engelleyemez ve Roza’yı dinlemek için gereken dikkati toplayamazdı… Tek kaşını kaldırdı sağ eli saçlarının üzerinde bir toka görevi görürken. Roza’nın üzüntüsünü fark etmek için Adrian olmak gerekmezdi, şu an gayet de arkadaşının içini okuyabiliyordu. “Biliyor musun…” derken gülümsedi kızıl saçları klima etkisiyle ağzına gelen kız, dudaklarının kenarlarında oluşan çizgilerin onu ne kadar sempatik gösterdiğini düşünmeden edemedi Nava. “Bir keresinde, o sıralar babamla daha yeni tanışmışlardı ve birbirlerini çok az tanıyorlardı. Hep beraber çiftliğe gitmiştik ve Adrian benle sürekli dalga geçiyordu. Babam o kadar sinirlendi ki en sonunda şu büyük çiftelerden birini kapıp onun üzerine yürüdü. O koca ödlek ise benim arkama saklandı.” Gülmesi gerekiyordu, büyük ihtimalle Roza’nın ihtiyacı olan buydu. Ama rencide de olabilirdi, yani sen kim oluyorsun da sevgilime gülüyorsun tavrına girerse... Ne yapacağını bilemez bir şekilde kalırdı. Bu yüzden sustu, arkadaşının anısının değerini anladığını belirtmek istermiş gibi salladı başını. Dudaklarında hafif bir tebessüm hâkimdi, o kadar hafif ki dikkatli bakmayan biri fark edemezdi. “Babam tam bir kaçık ve ben Adrian’ı hala seviyorum.”

“Anlıyorum demek isterdim Roza, ama sende biliyorsun ki. Şu duruma dair en ufak bir tecrübem yok.” Kahve bardağını eline aldı yeniden, pipeti dudaklarına dayadı ve dişledi, ardından sırıttı. Anaokulundan beri, kamış kullandığı her seferinde, sonuç diş izleri ve parçalanmış plastik olurdu. Ne demek istediğimi anladın sen der gibi baktı ardından, her seferinde kendi acı geleceğini göz önüne sermekten zevk alırdı. Yalnızlığı sorun ettiğinden değil, ayrıca amacı kendini acındırmak değildi sonuçta. Ama ironikti, kendinden hayli çirkin kızların da kollarında birer sevgili olduğunu hesaba katarsak, fazlasıyla ironikti. Tanrı’nın mükemmel bir eseriydi ama uzun süreli olarak hiçbir erkeğin dikkatini üzerinde tutamamıştı. “Yine de şu kadarını söyleyebilirim ki, barışacaksınız. Siz şu lanet olası mutlu son çiftlerindensiniz.” Sonrasında gülümsedi, konunun gidişatını değiştirmeli miydi? Ortamı daha “onlarvari” yapmanın bir yolu olmalıydı, muhtemelen. “Ayrıca Adrian’ı korkak bir tavuk olarak düşünmemiştim. Belki sopayla kovalamalıyım ha? Ve sonra o da benden nefret eder…” Çünkü açık konuşmak gerekirse, Julien’in kendisini sevdiğini düşünüyor sayılmazdı. “Her neyse, ne diyordum? Evet, siz mutlu olmak için çıkıyorsunuz, filimler deki gibi bir düğününüz olsun diye yaratıldınız, sen çiçek atacaksın ve biz kızlarla önce kapmak için çabalayacağız. Büyük ihtimalle Evie kapacak, çünkü o çok şanslı. Ama Julien ve o asla evlenmeyecek ve düğün çiçeğinin büyüsünü bozacaklar…” Durdu, konuştuğu şeylerin mantıksızlığını fark edince, dev bir kahkaha attı. Arkadaşının yüzündeki gülümsemeyle ona ne saçmalıyorsun diyen bakışlar fırlatması üzerine yeniden aralandı dudakları… “Hayır, Roza’cığım, ne konuştuğumu inan bilmiyorum.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rosslyn Wallace
Harvard | II. Sınıf
 Harvard | II. Sınıf
Rosslyn Wallace


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 21/01/11
Nerden : İskoçya.

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimeC.tesi Tem. 23, 2011 2:25 pm

“Anlıyorum demek isterdim Roza, ama sende biliyorsun ki. Şu duruma dair en ufak bir tecrübem yok.” Kızın sözleri üzerine hafifçe gülümsedi, şu an en az onun kadar tecrübesiz hissediyordu bu yüzden ona kızmaya hakkı da yoktu. Arkadaşının pipeti büyük bir zevkle dişleyişini izledi sessizce, ne zaman eline pipet geçse aynısını yapıyordu zaten ve Roza’ya göre bu hareket onu aşırı tatlı yapıyordu. Bir an için durup kıza gerçekten baktı. Sarı saçları ve mavi gözleriyle zaten göze çarpıyordu, fiziği mükemmel denilince bile aşağılanmış sayılırdı. Giyim tarzı, duruşu, gülüşü ve yaptığı tüm hareketler… Çocuksu ama bir o kadar da güzel. Kendimi şanslı saymalıyım. Arkadaş grubunun arasında en çirkini olduğunu rahatlıkla kabul ediyordu, aslında dış görünüşü hakkında sorunları da yoktu. Kendisiyle barışık olmasının en iyi yanı ise fazla kilolarıyla ve arkadaşlarının yüzüne vurmaya çekindiği tüm diğer özelliklerle dalga geçebilmesiydi. Nava’yla karşı karşıya otururken ise dünyanın adaletsiz olduğunu bir kez daha anladı. Yakışıklı erkekler güzel kızlarla ve çirkin erkekler çirkin kızlarla beraber olmalıydı, kural buydu. Şimdi ise kendisi bir sevgiliye sahipken güzeller güzeli arkadaşı yalnızdı. Asıl ilginç olan tarafsa yalnızlığı sorun etmemesiydi. Başka biri olsa büyük ihtimalle arkadaşlarının aşk hayatını ölümüne kıskanır, kendi yalnızlığına lanet okur ve kendini onlardan üstün göstermek için elinden geleni yapardı. 'Nava herkes değil,' diye hatırlattı kendine. Evet, o kesinlikle diğerlerinden farklıydı. ‘Siz benim ailemsiniz,’ derdi her fırsatta. ‘Ben sizinle mutluyum, neden başkasına ihtiyaç duyayım ki?’ Kendisine Nava’ya benzeyemediği için lanet okudu. Neden her zaman yalnızca kendine özel birine sahip olmak istiyordu ki? Belki elindekilerle mutlu olmayı başarabilse şimdi Adrian için ağlamak yerine Nava’nın yanında olmasına sevinirdi. Önünde duran soğumaya yüz tutmuş kahveden bir yudum aldı, yenisini söylese iyi olurdu hem yanında şekerlemeli bir şeyler de alırdı, garson kadın da kendisi de mutlu olurdu.

Her zaman çikolata ve şekerlemelerin iyileştirici etkisine hayran kalmıştı. Tek bir ısırıktan sonra bile insana garip bir sakinleştirici etkisi yapıyordu ya da Roza’ya öyle geliyordu çünkü kendisi tam bir çikolata bağımlısıydı.
“Yine de şu kadarını söyleyebilirim ki, barışacaksınız. Siz şu lanet olası mutlu son çiftlerindensiniz.” Konuşmaya devam etmek için en doğru anı seçmişti Nava; garsonun yanlarından geçip gittiği anı. Bir yandan yıktığı duvarı öbür yandan tamamlıyordu kız, moral vermek en iyi yaptığı şey değildi belki ama şu an doğru yolda ilerlediğini söyleyebilirdik. “Ayrıca Adrian’ı korkak bir tavuk olarak düşünmemiştim. Belki sopayla kovalamalıyım ha? Ve sonra o da benden nefret eder…” Onu sopayla kovalaması gereken kişi ta kendisiydi aslında. Mutlaka geri dönecekti değil mi, onun için olmasa bile okulu için veya arkadaşları için. Roza da döndüğünün haberini alacaktı elbette, bunun için en büyük yardımcıları dedikodu siteleriydi. İşte o zaman eline kocaman bir sopa alabilir ve kaldığı yere baskın yapabilirdi. Eğer onu öpmeden önce birkaç saniye bekleyebilirse gereken yerlere sopayla vurabilirdi, amacı kalıcı hasar yaratmak değildi zaten sadece anlık acı vermek istiyordu. Kalıcı hasar yaratırsa suçluluk duygusunun getirdiği delilikle ömrünü geçirmek zorunda kalırdı. “Her neyse, ne diyordum? Evet, siz mutlu olmak için çıkıyorsunuz, filimler deki gibi bir düğününüz olsun diye yaratıldınız, sen çiçek atacaksın ve biz kızlarla önce kapmak için çabalayacağız. Büyük ihtimalle Evie kapacak, çünkü o çok şanslı. Ama Julien ve o asla evlenmeyecek ve düğün çiçeğinin büyüsünü bozacaklar…” Önce birkaç saniye durdu Nava, söylediği şeylerin saçmalığını fark edince de büyük bir kahkaha attı. Söyledikleri o kadar boş şeylerdi ki bir yandan da kulağa çokoş geliyordu. Dayanamayıp o da gülümsedi, arkadaşına ne saçmalıyorsun dercesine baktı. “Hayır, Roza’cığım, ne konuştuğumu inan bilmiyorum.”

Cevap vermedi arkadaşına, aslına bakılırsa aklı Nava’nın hayalinde kurduğu düğünde kalmıştı. Bir zamanlar o da hayal kurmuştu kendi düğünüyle ilgili. Nedimeleri tabii ki Lena, Evie ve Nava olacaktı. Hani düğünde göz kamaştıran her zaman gelin olur derler ya, onun hayalindeki düğünde ise göz kamaştıranlar arkadaşlarıydı. Kendi beyazlar içinde süzülürken arkadaşları nar çiçeği straplez elbiseleri ile dikkatleri üstlerine çekiyorlardı. Tabii hayallerinde bile yine en göz kamaştırıcı olan Adrian’dı. Modacı ablası Madison’ın elinden çıkma smokiniyle ve yüzünden hiç düşmeyen gülüşüyle bir bakanın dönüp ikinci kez bakmasını sağlıyordu. Bu farklı yönlere kayan ilgiden dolayı mutsuz değildi Roza, aksine arkadaşları gülüp eğlendikçe ve birbirinden farklı yakışıklılarla dans ettikçe daha da neşeleniyordu. Düğündeki en gözde çift –tabii onlardan sonra; Evie ve Julien’di. Küçük orkestranın çaldığı disco müziğinde yaptıkları seksi dans ile ıslıkları ve alkışları fazlasıyla hak ettiklerini göstermişlerdi. Nava ise Lena’nın pençeleri arasında en sık kavalye değiştirdiği günü yaşamıştı. İnsanlar içiyor, gülüyor, dans ediyor ve eğleniyorlardı. Daha önce bu hayalden kimseye bahsetmediği takıldı aklına, ne zaman aklına gelse kendi kendine gülerdi. Muzip gözlerle kendisini izleyen kıza döndü. “Filmdekilerden daha iyi bir düğünümün olacağına bahse girerim.” Buluştuklarından beri ilk kez ikisi de kıkırdamıştı, aslında Nava’nın aklından tam olarak ne geçtiğini bilmiyordu. “Ayrıca kim bilir belki o zaman koluna birini takmış bile olursun ve çiçeği sen kaparsın. Biz balayındayken çiçeğin etkisiyle de aklı başından gitmiş yakışıklı senin parmağına yüzüğü takar veee…” oturduğu yerde dikelip kıza doğru yaklaştı ve sanki sevimli bir bebek severmiş gibi yanağından makas aldı. “Sana da bir düğün yaparız.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nava Leander
Brown | II. Sınıf
 Brown | II. Sınıf
Nava Leander


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 18/01/11

I've got a pocket full of sunshine. Empty
MesajKonu: Geri: I've got a pocket full of sunshine.   I've got a pocket full of sunshine. Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 12:25 pm

“Filmlerdekinden daha iyi bir düğünüm olacağına bahse girerim.” Gülüştüler, Roza’nın şimdiki ifadesi daha iyi hissettiriyordu Nava’ya. Yeniden parlıyordu arkadaşının ruhu hafiften, hala oradaydı o mükemmel kız. Biraz cilalandığında ışık saçmaya kaldığı yerden devam edecekti… “Ayrıca kim bilir belki o zaman koluna birini takmış bile olursun ve çiçeği sen kaparsın.” Arkadaşının engin hayal gücünün yarattığı hikâyeye karşılık sırıtmakla yetindi. Çiçeği kapabilecek kadar atak değilim dedi içinden, değildi çünkü. Beceriksizim demiyorum, üşengecim ama. Kim ve neden herkesin önünde zıplayıp çiçeği kapmakla uğraşırdı ki? “Biz balayındayken çiçeğin etkisiyle de aklı başından gitmiş yakışıklı senin parmağına yüzüğü takar vee…” Destansı finali sunan sirk yetkilileri gibi konuşma tonu buğulandı bağlacı seslendirirken. Kızıl saçlı genç kız yüzünü Nava’nınkine yaklaştırdı ve çevresindekileri parlaklığıyla hâkimiyet altına alabilecek kadar kusursuz bir gülümseme eşliğinde, arkadaşının yanağından makas altı. “Sana da bir düğün yaparız.” Kahkaha attı, pipetini yeniden aldı ağzına daha sonra. Küçükken herkesin söylemiş olduğu o sözler yankılandı beyninde, ben evlenmeyeceğim. Tek değişim konuşmasındaki o saçma ve neredeyse sevimli fakat yine de itici bir edayla konuşmuyordu düşüncelerindeki ses. Gayet oturmuştu kelimelerin söylenişleri. Büyümüş Nava’ya aitti. Doğru, çünkü o da evlenmeyecekti. “Hayalperestin tekisin ama seni yinede çok seviyorum.” Konuşurken dişlerinin arasındaki plastik sözlerinin peltekleşmesine sebep olmuştu. İnsanların bu durumu sempatik buluşunu anlamıyordu aslında. Evet, belki Nava’da sevimli duruyor olabilirdi ama o itici çocuk aksanını daima kullananlar? Düşündü, peki Roza’yla konuşacak ne kalmıştı? Biraz daha saçmalaması gerekiyordu. Başka zaman olsa, Roza’yı sıkana kadar devam edebilirdi aptalca sözlerine ama şu an kelimeleri bir başkası onun yerine seçse ve sıralasa, her şey daha basit olacaktı…

“Ben evlenmeyeceğim.” Dedi iç sesini dışa yansıtarak. Sesindeki hislerin tamamı, acınasılıktan uzaktı. Çocukken taşıdığı o kendinden eminliği yeniden taşıyordu kelimeleri. Sırtını dikleştirdi. Kibirli bir edayla sırıttı. “Beni taşıyabilecek bir erkeğe ihtiyacım var-“ gülerek devam etti, düşüncelerinde ciddi olduğunu ispatlamak ister gibi ayaklandı ve olduğu yerde yarım bir daire çizdi dönerek. Yeniden oturmadan önce eteğini düzeltti. “Tabii, öyle biri yok.” Dudaklarını büzdü ve ardından yeniden gürültülü bir kahkaha attı. Bazı zamanlar düşünceleri, kendine karşı acımasızdı. Dışarıdan ise, fazlasıyla kendini beğenmiş bir portre çizdiğinin bilincindeydi… Karşı çıkacak değildi. Başkalarının hakkında böyle düşünmesinden hoşlandığı da bir gerçekti. Çünkü o, Nava Leander, kendine acıdığını kimsenin bilmesini haliyle istemiyordu.

“Of çok yoruldum.” dedi bardağı elinden önlerindeki alçak ama geniş sehpaya koyarken. Roza’nın bakışlarındaki iğneleyici imayı sezdi. Oturmaktan mı? Sırıttı. Evet, tabii demek istedi. Ama yanıtlamamayı tercih etti daha sonra arkadaşını. Aslında yorulan beyniydi. Söylemesi gerekenleri kafasında yazıp çizerken harcadığı eforu bir sabah koşusuna saklamış olsa, büyük ihtimalle olmayan kilolarının tamamını kaybederdi. Düşüncelere daldı yeniden, gelecek için planlarını düşündü. Büyük ihtimalle, onlar Lena’yla kalacaklardı –yalnızlık değil. Aynı evde kalmak gibi bir kalmak… Mobilyaları kusursuz seçilmiş olacaktı evlerinin, birden fazla katlı. Her katı bölüşeceklerdi, benim katım senin katından daha çok, bu kat şunun için bu kat bunun için kullanılacak bölüşmesi olacaktı bu. Roza ise Adrian’la evlenip çocuk sahibi olacaktı, eğer çocukları da az önce var olduğunu duyduğu Adrian gibi korkak tavuklar gibi olursa, Nava teyzeleri Cadılar Bayramı’nda onları korkutmak için uyduruk hikâyeler anlatacaktı. Lena biraz daha güzelleşecekti, Evie’yse olduğundan daha seksi olacaktı. Nava modellik konusunda gelişirdi belki. Ama önce okulunu bitirecekti. Evie ve Roza’nın gelecekte hangi meslekleri yapacağını merak etmiyor değildi. Acaba Roza ev kadını mı olmayı tercih edecekti? “Evie’nin evinin” kadını olması gibi bir ihtimal yoktu zaten. Lena Psikoloji okuyordu, büyük ihtimalle bu alanda devam edecekti… Kendisi modelliği bir ek meslek olarak sürdürmek istediğini fark etti, belki de istemediğini. Avukatlık, onun için biçilmiş kaftandı. Kendisi için değil de başkası için söyleyeceği yalanlar ona para kazandıracaktı… Düşüncelerinden sıyrılıp Roza’ya döndü yeniden. En iç alıcı olanından girdi konuşmaya. “Onu bırak da, ya senin çocukların babaları gibi korkak olursa… Çekilmez ya, ay yok karanlık yok o yok bu.” Acaba Adrian enişte küçükken sahiden böyle miydi? Eğer öyleydiyse, Nava onu küçüklüğünden beri tanımadığı için gerçekten üzülürdü…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
I've got a pocket full of sunshine.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» twitter|@sunshine

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Diğer Yerler & Mekanlar-
Buraya geçin: