Sabahın köründe yatağının içinde dönüp durmaktan nefret ediyordu, işin kötü tarafı artık çarşafında o ilk sefere özel olan soğukluk da yoktu. Sıcak olmasına rağmen büyük annesinin hasta olacağı bahanesiyle evdeki, kendi evindeki penceresini açamıyordu. Yine gelmişlerdi. Yazın onun için büyük bir eziyetti bu. Kendi gidemeyişini gereksiz bahanelerle süslüyor olmasına rağmen onları gelmekten alıkoyamıyordu. Hatta buraya geldiklerinde, onun Almanya’ya gitmesinden daha çok sorun oluşturuyordu bu. Evine geliyorlar, orayı burayı yanlarından eksik etmedikleri hizmetçileriyle toparlıyorlar ve hayatına burunlarını mükemmel şekilde sokuyorlardı. Hatta bir keresinde, kanepenin altındaki o kutuyu bulduğunda bunu ailesine söylememesi için epey yüklü bir miktar ödemek zorunda kalmıştı Adele’e. Babası gelmiyordu ki bu onun için nimet sayılabilirdi. Oğlunun yanında gelmektense, yaklaşık bir senedir bir oğlu olduğunu dahi reddetmek konusunda uzmandı. Annesiyle büyükannesi neden ayrı bir yer bulamıyorlardı ki kalmak için. Gören de paraları yok sanabilirdi. Hatta ikisi de Luther’ın evine ilk geldiklerinde dekorasyonun zayıflığına karşı burun kıvırmışlardı. Gönderdikleri paranın nereye gittiğini merak ediyorlardı pekâlâ.
Yatağından doğrulduğunda merdivenlerden aşağı indi. Kutuyu yoklama ihtiyacı hissetmişti. Elini bordo kanepenin altına uzattı ve her bir dokusu hafif bir şişkinlik hissedebilmek için uğraşıyordu bu sırada. Kutunun soğuk yapısını hissettiğinde derin bir nefes almıştı. Henüz biri varlığından haberdar değildi. Ardından saatine baktı. Düşündüğü kadar erken değildi. Evin içinde herhangi bir yaşam belirtisi dahi olmayışından dolayı kuşkuluydu. Duşa girdiğinde omzundan aşağı dökülen soğuk su ayılmasına yetmişti. Biraz kahve almak için kotunu, gömleğini ve ceketini geçirdi ve her zamanki kılığıyla çıktı evinden. Arabasına ufak bir bakış attı önceden. Henüz hazır değildi. Eski arabası olmamasına rağmen kazanın aynı izleri duruyordu sanki üzerinde. Başını salladı hafifçe. Hızlı aramalara kaydettiği taksiyi aradı, gelen genç adama gülümsedi. Bu defasında kulaklığını takmadan yolu seyrediyordu. Her seferinde kaza geliyordu gözlerinin önüne. O mekandan geçmemeye çalışıyordu bu yüzden. Yolunu uzatmayı tercih ederdi.
Taksiden indiğinde gördüğü ufak kafenin kapısını araladı. Kendisini mutlu eden kahve aromasını duyumsadığında gülmeden edemiyordu. Karton kutusunun içindeki kahveyi kucaklayan soğuk elleri yanmıştı. Kendisini beklemekte olan taksiye gidebileceğini söyleyen bir işaret yaptığında şehir parkına doğru ilerledi. Çok güzeldi hava. Biraz daha yürüyemeyeceği kadar güzeldi belki de. İleride gördüğü bir banka oturmakta karar kılmıştı. Kendisini bu tahta parçasına bıraktığında … Yalnızca yorgunluğunun farkına varmıştı. Etraftaki insanlara bakmasıyla yanında bir ses duydu. İrkilmesinin hemen ardından bir kızın fotoğrafını çektiğinin farkına varmıştı. Gülümsedi ve adını daha doğrusu lakabını söyleyen kıza “O fotoğrafı görmek istiyorum. Ve ben Luther ya da Fred. Sen seç.” demiş ve bunun ardından kızın uzattığı makinedeki resmine bakmıştı. “Tanrım bunu herhangi bir yerde görmek istemiyorum.”