Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Yasak Münakaşa Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Yasak Münakaşa Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Yasak Münakaşa Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Yasak Münakaşa Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Yasak Münakaşa Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Yasak Münakaşa

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Yasak Münakaşa Empty
MesajKonu: Yasak Münakaşa   Yasak Münakaşa Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 4:17 pm

Yasak Münakaşa Luke-Grimes-luke-grimes-19824171-100-100 Yasak Münakaşa A1e7f434

Alexios Costi x Martius Griswold


    Martius yeni güne gözlerini açarken, kolunu duvara vurmanın sızısını yaşıyordu. Hiçbir zaman yatağını duvar yanına koyma taraftarı biri olmamıştı ama annesinin oda döşeme inançlarına göre, yatak öyle durmalıydı. Ya da dolap ve masalar. Martius’un kendi odasındaki eşyaların dizilişlerine bile karışacak kadar söz hakkı yoktu o konuda. Yine de odasının görünüşü hoşuna gittiği için laf etmiyordu o da. Ama deli yatan biri olduğu için kolunu bacağını hatta kafasını oraya buraya vurunca, işin bütün keyfi kaçıyordu. Yatağından kalkarken göz ucuyla saate baktı ve o gün ne yapması gerektiğini zihninden bir kez daha geçirdi. Aslında yapmayı düşündüğü şey gerçekten hoş sayılmazdı ama yine de yapmazsa, içine dert olacaktı. Ve bir anlık tereddüt bile her şeyi değiştirebileceğinden dolayı, kendine güvenini yerine getirmesi gerekiyordu. Bunu sağlamak için de en iyi şey iyi bir kahvaltı etmekti herhalde Martius için. Her zaman yemeyi seven biri olduğundan dolayı, açken kendine güveni hiçbir zaman tam olmuyordu. Ama karnını bir kez doyurduktan sonra, kendisini kimsenin durduramayacağına dair inancı artıyordu. Kendisi hakkında böyle küçük bir bilgiye sahip olduğu için yüzünde garip bir gülümseme oluştu. Bu durumdan hoşlanıp hoşlanmadığından kendisi bile emin değildi. Yemeğe düşkün olmak hiçbir zaman takdir edilebilir bir özellik değildi onun gözünde. Yine de bu konunun üzerine düşecek değildi. Banyoya gidip elini ve yüzünü düzgünce yıkadı ve aynadaki kendi görüntüsüne göz gezdirdi birkaç dakika boyunca. Dünden daha farklı görünmüyordu aslında, ya da daha önceki günden. Ama eninde sonunda değiştiğini, artık buna büyümek mi olgunlaşmak mı ne diyorlarsa, ondan olduğunu biliyordu. Sabahleyin neden bu kadar derin düşüncelere girdiğini merak etti içten içe ama bunun da üstüne düşmek istemediğini fark edince, banyodan çıktı ve giysi dolabına yöneldi. İlk beyaz bir gömlek geçirdi üstüne. Sonra da siyah çizgili bir kazak giydi. Altına da siyah bir pantolon geçirdikten sonra gri ceketini giydi omuzlarına. Koyu gri ayakkabılarını da giydikten sonra bir şeyler yemek için mutfağa geçti.

    Beklediği gibi masanın üstü boştu. Çoktan ailesi kahvaltısını yapıp dışarı çıkmış olmalıydılar, hizmetçiler de doğal olarak artlarından masayı toplamışlardı. Martius acele etmeden etrafa bakındı ve mutfakta görevli olan hizmetçilerden birini aradı gözleriyle. Ama belli ki en yanlış zamanda yemek yemek için karar vermişti, çünkü ortada yemek isteyebileceği hiç kimse yoktu. Aslında birine ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu Martius, en azından kahvaltılıkların nerede olduklarını biliyordu. Tabak ve çatalların da öyle. Bu durumda herhangi bir sorun yaşaması imkansızdı. Tam dolaplardan birine uzanıp tabak almak üzereyken, içeriye birinin girdiğini duydu genç. Dönüp arkasına baktığında, meraklı ve şaşkın gözlerle izlendiğini fark etti. İki aydır evlerinde çalışmakta olan genç görevli, Martius’un ne yaptığını merak ediyor olmalıydı. Genç uzanmakta olduğu tabaktan elini çekti ve dolabın gözünü kapadı. Bakışları hala hizmetçinin üstündeydi. “Kahvaltı yapmadım ben.” diye kısa bir açıklama yapmanın yeterli olduğunu düşünüyordu. Zaten kızın acele içerisinde harekete geçmesi de, doğru düşündüğünü gösterir nitelikteydi. Yarım saat içerisinde kahvaltı masası hazırlanmış ve Martius karnını doyurmuştu. Düşündüğü gibi şimdi kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı. Dışarıya çıkıp artık onu bulup hesap sorması, en azından sorgulaması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden sessiz adımlarla evin dış kapısına yöneldi. Yanına sadece cep telefonu ve cüzdanını almıştı.

    Arabasına, taksiye ya da herhangi bir ulaşım aracına binmesine gerek yoktu. Onu nerede, ne zaman bulması gerektiğini o kadar iyi biliyordu ki, yürüyerek ya da koşarak bile yanına gidebilirdi. Araba sürmenin iyi bir fikir olduğunu sanmıyordu özellikle o dakikalarda. Bile bile trafik kazasına koşmak olurdu bu çünkü. Martius hiçbir şeye odaklanacak durumda hissetmiyordu kendini. Sokağa çıktığında temiz havayı ciğerlerine doldurdu ve Central Park’a doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Gözü hiçbir şey görmüyordu adeta, yolda birkaç kez adının seslenildiğini işitti ama hiç, sesin geldiği tarafa dönmeyi denemedi bile. Dimdik yoluna bakıyor, kafasını sadece trafik lambalarına bakmak için kaldırıyordu. Böylece Central Park’a varması on beş, en fazla yirmi beş dakika sürmüştü. Martius hiç terlememişti, aksine oldukça soğuk hissediyordu kendini. Serin rüzgarın etkisinden kaynaklı olduğunu düşünse de asıl birazdan konuşacakları konu geriyordu kendisini. Duymak istemediği bir şey işiteceğinden korkuyordu içten içe. Parkın içerisinde yürümeye devam etti ve gölün yanında, görmek istediği adamın dikildiğini fark etti. Elleri cebinde göle doğru bakıyordu. Martius, aklından neler geçtiğini merak etti. Herhalde uyuşturucu satacağı birini bekliyordu ve bu durumda da kimseye bir şey çaktırmamaya çalışıyordu. Martius bir süre daha öylece dikilirse, bütün cesaretini kaybedeceğini düşündüğünden dolayı çabucak harekete geçmek istedi. Ayaklarını yere sert bir biçimde basarak, sakince yanına ilerledi. Beklediği gibi Alexios birinin kendisine doğru ilerlediğini duymuş olacak ki, kendisine dönmüştü. Martius, elinden geldiğince ağırbaşlı bir hareketle ona selam verdi. “Seni burada bulacağımdan adım kadar emindim.”



En son Martius Griswold tarafından Çarş. Ağus. 03, 2011 4:59 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexios Costi
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alexios Costi


Mesaj Sayısı : 96
Kayıt tarihi : 05/02/11

Yasak Münakaşa Empty
MesajKonu: Geri: Yasak Münakaşa   Yasak Münakaşa Icon_minitimePtsi Ağus. 01, 2011 5:46 pm

    Sabah sırt ağrıları ile güne merhaba demişti ve bu tüm sabah boyunca sürünerek dolaşmasına neden olmuştu. Yatak odasından çıkıp salona doğru ilerlerken merdivendeki kusmuğa basıp ayağının kayması ile kendini yerde buldu. Geriye dönüp baktığında kendisinin de midesinin bulanmasına yetecek derecede olan, Tanrının hiç yaratmaması gereken biyokimyasal olaya hayrete baktı. Bir daha hiç kimseyi evine çağırmayacaktı. İnsan gibi içemiyorlardı ve şimdi de onu oldukça aptal bir durumun içine sokuyorlardı. Yerden kalkıp tek ayak üzerinde zıplayarak tekrar yukarı doğru çıkmaya başladı. Yanından geçerken arkadaşının karşına okkalı bir tekme attı ve onun uyanmasına neden oldu. O uyanır uyanmaz arkasına dönüp bağırarak konuşmya başladı. “Temizle şu pisliği şuradan. Duş aldıktan sonra onu orada görmek istemiyorum.” Geceden kalma olduğu için başı zonkluyordu şu an ve o düşme beyninin içinde çalan bateri seslerini daha da artırmıştı. Kendini hemen banyoya atıp soğuk suyun altında yarım saat boyunca bekledi. Baş ağrısı ve arkadaşına olan öfkesi yavaş yavaş sönmeye başlayınca duştan çıktı ve odasına kapandı. Gardırobununun kapısını sonuna kadar dayayıp içinden mavi kareli gömleğini çıkarttı, altına da kirli mavi rengindeki kotunu çıkardı. Onları hızla üzerine geçirip yatağının kenarındaki masasından cüzdan ve cep telefonunu alıp tekrar salona inmeye başladı. Bu sefer inerken merdivenlerde kusmuk var mı diye iyice incelemeye başladı. Ama maalesef arkadaşı onun sözünü dinlemek yerine yattığı yerden kalkıp salondaki bir kanepenin üzerine kıvrılmıştı. Yerdeki o iğrenç şeye basmamaya özen göstererek merdivenlerden indi. İner inmez hemen kapıya doğru yönelip kendini dışarı attı. Sabahın erken bir saatinde olduğunu sanıyordu ama kolundaki saat ona çoktan saatin öğle yarısını vurduğunu söylüyordu. O saatte dışarıda ne yapacaktı bilmiyordu ama karnının gurultusu ona ne yapacağını söylemişti. Hemen en yakındaki beykın salonuna gitti. Cam kenarından uzak olan tek kişilik masasına oturup siparişini verdi. Ayılmak için sert bir kahve ve yanına da yumurtalı beykın aldı. Bir saate yakın zamanını orada öylece kahvesini yudumlayarak geçirdi. Tabağındaki yumurtaya ise hiç dokunmamıştı. Oradan kalktıktan sonra gidecek bir yeri olmadığını fark etti. Daha geçen gün o her zaman takıldığı varoş bardaydı. Oraya tekrar gitmek istemiyordu en azından aradan yirmi dört saat geçmeden. O yüzden hemen telefonuna sarılıp onunla takılacak bir iki kişi aramaya çalıştı. Ama aradığı bir kişi bile ona olumlu bir cevap vermemişti. “Piçlere bak. Hap istedikleri zaman ilk aradıkları kişi hatta yalvardıkları kişi ben olurum bir de.” Öfkeden önündeki kaldırım taşına bir tekme atmıştı ve attığı bu tekme ile ayak baş parmağını incitmesi bir olmuştu. Topallaya topallaya Manhattan’a doğru yol almaya başladı. Bugün tüm iğrençlikler ve sinir bozucu detaylar karşısına çıkmıştı ve daha fazla sinirlenmeden sadece günü kurtarmayı istiyordu. Manhattan’da zaman çok çabuk akardı ve o unun bilincinde olarak oraya gitti. Zamanın akması ve bugünü de ölmeden bitirebilmek.

    Gideceği pek bir mekân yoktu aslında. Müşterileri ile buluşma yerlerinden başka bir yerle gitmezdi, hatta insanlarla bile dışarıda buluşmazdı. Sadece belli başlı kişilerde bir iki mekânda buluşurdu o kadar. Şimdi onların birkaçı kendi evinde, kendi kanepesinde uyuyakalmıştı, diğerleri ise onu iplememişlerdi bile. Çıkar ilişkisine dayalı bu hayatın temellerini zaten o atmıştı bunu artık tartışmıyordu ve tartışması da yakışık almazdı zaten. Bu yüzden kendini kalabalık olan ama aslında yalnız kalacağı tek mekâna attı. Central Park’a. Yol boyunca çevresine göz atarak yürüdü aslında. Nedenini kendisine sorsanız o da büyük ihtimalle net bir cevap bile veremezdi. Acı gerçeğin farkına varmak onun canını sıkmıştı aslında. Ne zaman bu hale gelmişti kendisi de bilmiyordu. Ne zamandan beri zamanının büyük çoğunluğunu bir şey yapmadan geçiriyordu? Central Park’da bir banka oturup, bir bacağını diğer bacağının üzerine atıp etrafına bakınmaya başladı. Gizliden gizliye bağımlı olan insanlara bakarken aklından hep bu düşünceler geçti. Mutlu aile tablosu çizen insanlara bakıp iğrendi. Kız arkadaşı ile el ele tutuşan birisine bakıp yine iğrendi. Bu tür duygusal olaylar ona göre kesinlikle değildi. Öne doğru eğilip ellerini birbirine sürtmeye başladı. Artık orada yapması gereken bir iş kalmamıştı. Aslında orada başından beri hiçbir işi yoktu. İşsizlikten gidip oturduğu bir yerdi. Ayağa kalkıp pantolonunu kemerinden tutup yukarı doğru çekti. Saatine baktı ve yapacak işi olmayan insanların yaptığı gibi eve dönmesi gerektiğini fark etti. Belki eve giderse o şerefsiz arkadaşına o merdiveni temizletebilirdi. Bu düşünceler suratından sıkıntı ifadesi yaratsa da arkasından gelen hızlı ve ritmik ayak sesleri her şeyi mahvediyordu. Adının söylenmesi ile arkasına döndü ve gördüğü kişi ile kaşları yukarı kalktı. Tanımadığı bir yüz ona garip bir şekilde bakıyordu. Bugün teslimat günü değildi. Ne birisinden bir şey alacaktı ne de birisine bir şey satacaktı. Merakı eve gitme dürtüsüne baskın çıkıp orada durduğu yerde kaldı. Okulun ünlü tiplerinden biriydi ama onunla konuşmuşluğu hiç olmamıştı. Bu yüzden bakışlarına Tanışıyor muyuz? edası vermeye çalıştı. Bu hiç konuşmadığı kişinin onunla ne alıp veremediği olur diye düşünürken aslında aklına tek bir sebep geliyordu. Ondan bir şeyler almak dışında kendisiyle konuşabileceğini sanmıyordu. Bu yüzden hemen konuşmaya başladı. Hemen ne iş yaptığını açığa vurmak istemediğinden temkinli bir şekilde ona sorusunu yöneltti. “Hayırdır? Bir şey mi oldu?” Ve hemen bu muhabbet bitse de ben de işime gücüme baksam diye düşünmeden edemedi.


En son Alexios Costi tarafından Salı Ağus. 02, 2011 2:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Yasak Münakaşa Empty
MesajKonu: Geri: Yasak Münakaşa   Yasak Münakaşa Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 1:02 am

    Martius, oğlanın cevabını duyduktan sonra sırıtmamak için adeta kendisini zorluyordu. Karşısındaki adamın bayağı tavırları yüzünden sinir kat sayısı yükselmeye başlamıştı. Alexios, belli ki yaptığı iş ile alakalı bir şeyler çaktırmak niyetinde değildi. Oysaki Martius onun hakkında, en küçük detayına kadar her şeyi bildiğini sanıyordu. Bir kere okulun uyuşturucu satıcısı sayılırdı o. Kızları peşinde koşturabilecek bir yüze ve vücuda sahipti. Havalı olmak için herhangi bir ek aktivite yapmasına da gerek yoktu. Kendi çevresinde oldukça ünlü biri sayılırdı muhtemelen. Martius boğazını temizledikten sonra bakışlarını sertleştirmeye çalıştı. Oraya şaka yapmak ya da Alexios ile koyu bir muhabbete girmek için gitmemişti. Ona önemli bir soru sorması gerektiğini biliyordu ve bunun için kendisini birkaç dakika hazırlaması gerektiğini hissediyordu. “Bu tavırları başka birine uygula Alexios. Senin ne haltlar yediğinden haberim var.” Gözlerini oğlanın üzerinden hiç ayırmayan Martius, onun yüzünde oluşan ifade değişikliğini fark etmekte zorlanmadı. Muhtemelen nereden ne açık verdiğini merak ediyordu. Uyuşturucu sattığı kişilerden hangisinin hainlik yapıp, dışarı bilgi sızdırdığını hesaplıyor gibiydi. Martius bu duruma gülmemek için kendisini zor tutuyordu. kendisini Dövüş Kulübü filmindeymiş gibi hissetmeye başlamıştı. Sanki çok gizli bir cemiyetin içerisine girmeye çalışıyormuş gibiydi. Aslında Alexios'un ne kadar basit bir hayat yaşadığını görebiliyordu. Herhalde tek aktivitesi birilerinden mal alıp, birilerine nakletmekti. Birilerinin, ki bu kişiler genelde tanıdığı kişiler oluyordu, hayatını karartarak kendisine pay çıkarmak isteyen aşağılık biriydi aslında. Etrafında bulunan hiç kimseyi umursadığını sanmıyordu Martius. İçten içe bu oğlandan iğrenmekte olduğunu da yeni yeni fark ediyordu. Bakışlarını ondan hiç ayırmamaya çalışarak konuşmaya devam etti. “Korkmana gerek yok, seni ele verecek değilim.“ Oğlanın bakışlarındaki rahatlamayı gören Martius, onun yüzüne tükürmek için aşırı bir istek duydu. Ama eski bir yüzyılda yaşamıyorlardı. Alexios muhtemelen bu duruma gülecek ve umursamadan yüzünü silecekti. Martius, onun bunu bir gurur meselesi yapacağını bile düşünmüyordu. Böyle şeylere alışkın biri olmalıydı o.

    Lafına devam etmeden önce zihnindeki düşünceleri iyice berraklaştıran Martius, derin bir nefes aldı. Central Park’ın temiz havası iki ciğerine de dolmuş vaziyetteydi, serin hava onu ayık tutmaya yetiyordu. Aklına Juliet takıldı. Muhtemelen o da malını bu adamdan almış olmalıydı. Martius başka bu işi yapan birilerinin daha olacağını sanmıyordu çünkü okul çevresinde. İki keçi aynı köprüde yer alamazlardı ne de olsa. Alexios ne yapıp edip, diğer satıcıları uzaklaştırmayı başarmıştır diye tahmin ediyordu. “Bana doğruyu söyle. Phoebe’nin uyuşturucu satıcısı sen misin? Ona malları sen mi veriyorsun ya da veriyordun?” Martius bunları sorarken, kendisinin de ne kadar alçaldığını fark etti. Aslında tek yapmaya çalıştığı şey Juliet’i korumaktı ama iletişime geçtiği adamların kalitesi bile midesinin bulanmasına yetiyordu. Bu adamı yetkili birilerine şikayet etmesi gerekirdi, gelip buraya onunla bir anlaşma yapmaya çalışması değil. Gözlerini devirmemek için büyük bir çaba gösteren Martius, merakla oğlanın vereceği cevabı bekliyordu. Aslında cevabı tahmin etmiyor değildi, eninde sonunda ikisi eski sevgililerdi. Alexios sevgililerini uyuşturucuya başlatıp, sonra da onlardan ayrılan bir pislik pekala olabilirdi. Yine de onlardan uzaklaşmış olmuyordu sonuç olarak, hatta onları bağımlı hale getirince, aslında kendi köpekleri yapıyordu. Bu düşünce üzerine iğrenen Martius, başını göle doğru döndürmek zorunda kaldı. Daha fazla bu adama bakabileceğini sanmıyordu çünkü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexios Costi
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alexios Costi


Mesaj Sayısı : 96
Kayıt tarihi : 05/02/11

Yasak Münakaşa Empty
MesajKonu: Geri: Yasak Münakaşa   Yasak Münakaşa Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 5:17 pm

    Ortada dönen bir fırtına, her şeyin bilincinde olduğunu söyleyen bir çocuk ve Central Park’da oldukça gereksiz bir karşılaşma. Karşısındaki düzgün görünümlü olmak için neredeyse kabız olan gence bakıp onun ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Elbette onun gerçekte ne haltlar çevirdiğini öğrenmek zor olmazdı. Neredeyse sokakta gördüğü her beş insandan üçü bilirdi. Ama ne için gelmişti ve sesinin tonundaki öfke ve öfkenin sesine verdiği tehdit havası hiç hoşuna gitmemiş ve kaşlarının çatılmasına neden olmuştu. Onu tehdit eden insanlarla defalarca karşılaşmıştı. Ama hiçbiri onu ele verecek kadar aptalca davranmamıştı. Oğlanın suratına bir iki dakika boyunca bakması bile onun böyle bir şey yapmayı denemeyeceğini gösteriyordu aslında. Ellerini ceplerine atıp daha önce hiç konuşmadığı bu çocuğun neden bir anda onu ziyaret etmek istediğini anlamaya çalışıyordu. Aklına elbette fikirler geliyordu. Mal isteyecek olabilirdi. Bir şirketin yöneticisi bile olsa uyuşturucu alamaz diye bir sınırlandırılma getirilemezdi şu hayatta. Ona şu anda çalışmadığını, ondan bir şey almak istiyorsa önceden haber vermesi gerektiğini de söyleyebilirdi. Ama oğlanın söze girmesini beklemek daha kibar bir davranış olurdu. Karşısındaki genç adamın bir sonraki sözleri olaya maalesef bir açıklık getirmiyordu. Aslında yaptığı şey konuyu uzatmaktı. Lafı dolandırmaktı. Neden direkt sadede gelmiyordu? Ne istiyorsa söylemeli ve cevabını alıp kimin koynuna dönecekse dönmeliydi. Sıkıldığını belli etmek istercesine başını yana eğmiş ona bakıyordu. Gözleri ise oldukça büyümüştü. Başına verdiği bu pozisyonla güneş ışınları direkt gözlerine gelince yakasına taktığı güneş gözlüğünü çıkarıp gözüne taktı. Bu süre zarfında ise genç adam esas konuya gelmişti. Prideaux için karın ağrısı çekmişti. Ondan beklediği soru elbette bu değildi. Şu zamanda artık umurunda bile olmayan bir kız için biriyle, üstelik hiç tanımadığı biriyle sohbet etmek isteyeceğini sanmıyordu. Konu cidden gereksizdi. Neden bu kadar ilgileniyordu ki? O vermemişse ne yapacaktı? El sıkışacak ve dostça vedalaşacaklar mıydı? Düşüncelerinin sadece içinde kalmasına gönlü razı gelmeyen Alex hemen sözü devraldı. “Saçma sapan konulara ayıracak vaktim olsaydı emin ol seni dinlemeyi çok isterdim. Zira sesin de oldukça etkileyiciye benziyor. Ama üzgünüm. Senin de anlamış olacağın gibi ben meşgul bir insanım. Yani kendi işine bak!” Noktayı koyduğunu belirtircesine sesine o tonu vermişti ve tam yürümeye başlamıştı ki karşısındaki aynı surat ifadesi ile yolun aynı noktasında durduğunu görünce sinirleri gerildi. Aptal bir kız için ilkokul çocukları gibi kavga mı edeceklerdi yani.

    Konuyu derinlemesine ele almak zorunda olduğunun bilincine varan Alex, sükûnetini korumaya çalışarak genç adama baktı. Daha önce gözünden kaçmış bir şey şimdi tüm çıplaklığı ile önünde duruyordu. Biri ile konuşurken yapılmaması gereken şeylerden biri başka tarafa bakmaktı ama anlaşılan karşı taraf bunu pek bilmiyordu. Aralarındaki gerilim fırtına bulutlarını çekmiş olacak ki havada hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Saçlarını dalgalandıran bu rüzgâr, şu sıcak günde ensesine de soğuk havayı üflüyor ve genç adamı rahatlatıyordu. Yerdeki otların birbirine sürtünmesine sebep olup ortamdaki sessizliği bir nebze de olsa bastırıyordu. Daha fazla sessiz kalamayan Alex hemen konuşmaya başladı. Daha doğrusu sözlerine devam etti. “Anladığım kadarıyla sen bu konuyu tartışmak istiyorsun. Prideaux senin neyin olur bilemem. Umurumda da değil hani. Evet, bir geçmişimiz oldu. Ve çok acı bir sonla birbirimizden ayrıldık.” Elini sol göğsüne, kalbinin olduğu yere götürüp acı çekiyormuş gibi bir hâl aldı. Ama hemen eski hâline dönüp sözlerine devam etti. “İlişkimiz sırasında yaşadıklarımızsa bize özel. Şu araştırdığın konuyu öğrenmek ne işine yararsa umurumda bile değil. Ama diğer detayları bilmek istersen onları da anlatamayacağım. Aaa lütfen ısrar etme. Anlatamayacağım onun yatakta nasıl olduğunu. Ama sen çoktan öğrenmişsindir belki. Benim anlatmama gerek kalmaz.” Alex bilerek karşısındaki adamın damarına basmaya çalışıyordu. Tekrar geçip gitmeye yeltendi. Bir kız için kimseyle park köşelerinde kavga etmeyecekti. Hem uyuşturucuya Alex başlattıysa ne olurdu ki? Dirençli insanlar kabul etmezdi. O ise kabul etmişti. O teklif etmeseydi başkasının teklifine balıklama atlayacaktı. O kızın kaderi öyleydi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yasak Münakaşa
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Central Park-
Buraya geçin: