Bendt Ahlefeldt Futbolcu
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 02/08/11
| Konu: Bendt Ahlefeldt Salı Ağus. 02, 2011 6:47 am | |
| Ad-Soyad: Bendt Ahlefeldt Kişisel Özellikler: Çocukluğundan gelen bir şımartılma sayesinde hiçbir şeyden tatmin olmayan, şımarık ve lüksleri için her şeyi yapabilecek bencil ve iğrenç biridir Bendt. Hayatta değer verdiği çok çok az şey vardır. Yinede her şeyden önce kendisine değer verir. Futbol, hayatında en çok değer verdiği şeydir ve bu yüzden bunu hayatı olarak nitelendirir. Egosunu gizlemekten hiç çekinmemesine rağmen Bendt oldukça soğukkanlı ve ciddidir biridir. Aile Bilgileri: Ahlefeldt ailesi yirmi kuşaktır Danimarka'da yaşayan bir ailedir. Aile bağları sadece anavatanda gelişkin olan bu eski toprak ailenin son jenerasyonunu Bendt temsil etmektedir. İstediği Meslek; Futbol Yıldızı Örnek RPG:
- CLİCK!:
Kemikleri, eti, bağırsağı ve kan damarlarını toplayan deri nasıl insanın görünümünü katlanılır hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kaplanmıştır. Kibir, ruhu kaplayan deridir... İlk insandan beri insanın ruhuna işlemiş hayatta kalma arzusu var oluşun temelini oluşturan vahşi bir etken, aldığın her nefes geçmişin iz düşümünde saf ve en kıymetli madenden daha değerlidir. Ama ben, sahip olduğum bu vahşi hayat perspektifim de nefesime eklediğim özel ayrıcalıklarla varlığımı yaşarım en dolu şekilde. Bunlar beni özel kılar. Bunlar beni güçlü kılar. Sahip olduğu tek şey kendi olan insanlar birer hiçtir. Onlar sahiplenilmek için yaratıldı. Onlar boş ve güzelliğin özenle çizilmiş portreleri. Ve en çoğuna ben sahip olmalıyım. Tanrı yarattığı en büyük olguyu, en büyük hediye olan insan hayatının içine koyduğu anahtara güç demişti. Farkındalık ise bir ayrılacıktır. Bu yüzden ben en değerliyim. Ben en özelim. Ben en güçlüyüm.
Işığın var olduğunu belirten karanlık, bir kuyunun dibi kadar sessizdir. Hayat, bu karanlık kadar belirsizliklerle dolu cılız bir yaşam belirtisidir kuyunun içerisinde. Kuyunun dışındaki ışık devamlı olarak karanlığın içine göç ettiğinde yeni doğmuş bir insanoğlunun gürültüsü beklendik bir şeydir. Peki ya o da karanlık kadar sessiz ise ilk tanışmada? Işık karanlıkla bütünleşmek yerine, karanlığın içinde varlığını devam ettirirse? İlk nefesinde olduğu gibi, özel ve eşsiz.
Karanlık onu kendiyle sarmak istedikçe parlar. Sonsuzluğun içinde karanlığa karşı koyar. Savaş ve mücadele ilk türlerinde de vardı. Parladıkça devam eder mücadeleye. Düşmanının karşı koyma kudreti onu eğlendirir, bu hoşuna gider. Bitmesini istemez, dahada sert karşı koyar. Düşmanı gibi. Ona benzer bu yanı, ışığın kalbine karanlık ekilir. Hoşuna gittikçe dahada sertleşir cevaplarında. Hiç bitmek bilmeyen savaş sonsuzluğa düşerken devam eder. Tanrı, yaratmış olduklarını izler sessizce. Yüce yaratıcım. Ne oldum ben böyle?
Yokluğumda umudun beni sardığını hissediyordum. Beni acizken koruyan şeyin adına sevgi denildiğini sonra öğrenecektim tabii ki. Ama başlarda, hoşuma gittiğini istemeden de olsa kabul ediyorum. Gözlerimi Kopenhag'ta, nesillerdir atalarıma olduğu aynı malikanede açmışım. Uzun zaman geçti. Geçmiş artık sadece aklımda, anımsanmayı bekleyen bir olgu değil. İzlerini her yerde görebiliyorum. Avuçlarımda, aynaya baktığım zamanlar yüzümde. Ses tonumda... Uzun zaman geçti. Tam otuz yıl önce. Århus. Benliğimi oluşturan yer... Hikayemin başladığı yer. O malikaneyi hala eskisi gibi seviyorum. Her bir duvarda asılı duran resim ve hergün çalan şarkıları anımsıyorum küçüklüğümde. Babamın kütüphanede verdiği öğütleri. Her Salı bütün evi kaplayan mısır ekmeği kokusunu. Bahçede yaptığım alıştırmaları. Ve çatıda elimi yakışımı. Geçmişim ne kadar masumsa, o kadar değersiz artık benim için. İlk nefes aldığım günden itibaren bir asilzadenin sahip olacağı herşeye sahiptim. Çocukluğumun sadece ilk evrelerini malikaneden nadiren dışarı çıkarak geçirmiştim. Bu benim sevdiğim birşeydi aslında. Güvende hissettiğim sıcak yuvamda başka her yerde olabileceği kadarın kat ve kat daha fazlası eğlenebiliyordum. Buda benim aileme bağlı birisi olarak yetişmemde en büyük etken olarak ön plana çıkan bir detay aslında. Ama hayata atılmam için diğerleri gibi senelerce beklemek yerine üç yaşında aile eğitmenimizle yurt dışına çıkmaya başlamıştım. Babam, tıpkı geçmiş jenerasyonlarda ki gibi otoriter bir aile reisiydi. Ailesinden başka herkese karşı daima çatık kaşlarla yaklaşan, sert ve kuru bir ses tonuna sahip dikdatör ruhlu biriydi. Aynı annemle benzeştiğini söyleyebilirim. Neticede ailemizin huzuru onların daima uyuşmasına dayalıydı. Çocukluk dönemim boyunca beni ellerinin altında tutarak gözden kaçırmadan takip etmiş ve gelişmemi kendi kafalarında ki planlara uygun bir şekilde adım adım uygulayarak beni gençliğime kadar yüzleşmem gereken şeylerden ders almamı sağlayarak eğitmişlerdi. Aile geleneği olarak asaya sahip olmam için birçok sınavdan geçmem gerekmişti. Vermiş olduğum cevaplar, yapmış olduğum seçimler ve verdiğim tüm kararlar beni büyük bir mağarayla yüzleştirmişti. Ailemizin büyüklerinden oluşan bir seramoniyle mağaraya girmiş ve benden kat kat büyük bir varlıkla yüzleşmiştim. Nesiller, daima farklı cevap çıkartırlar derdi babam. Ve benim cevabımsa benden daha fazla büyük bir şeyi yıkmaktı. En azından benliğimin temelini oluşturan o birkaç senelik gelişim çağında oturmuş olan kişiliğimin temelinde çizilen portrenin iz düşümü buydu. Bir Ahlefeldt asilzadesi olarak ilk öğrenimim de olabildiğinden daha fazla pek çok silahla donatılmıştım. Yeme içme adabı, konuşma stili, davranış, asa kullanma gibi pek çok konu dahildi. Ve kendimi ispatlama seramonimde de bunu gayet iyi bir şekilde başarmıştım. Mağarada basit olanaklarımca bertaraf ettiğim ifrit, o günden itibaren eti, kanı ve kemiğiyle asamda yer edinecekti. Okul başlayana kadar babamdan aldığım birebir dersler benim meraklı ve yeni şeyler öğrenmeye hevesli halimi doyuracak kadar sağlam bilgilerdi. İlk süpürgemle tanışana kadar okul öncesi eğitimim her Ahlefeldt asilzadesi gibi mükemmel derecede detaylar içeren tecrübeye dayanan sınavlarla dolu bir geçmiş izi kazımıştı bana. Ve okul çağıma geldiğinde kendimi kanıtladığım an, vücudumda ki ilk dövmeye sahip oluşumu hiçbir zaman unutamamıştım. Aile geleneğimizde böyle birşeyin olması tuhaf olsada, olması gereken bu şey yeterince yerinde birşeydi. Okul başlayana kadar sadece büyüce dünyaya has şeyler değil aynı zamanda Muggle dünyasında da ihtiyacım olacağı şekilde dil, din ve edebiyat dersleri de almıştım. Çocukluğumdan beri süregelen bu gelenek beni, benden önceki jenerasyonlar gibi sıkmaktansa aksine hoşuma gitmesi beni yeni şeylere karşı hevesli biri haline getirmişti. Nitekim ev içerisinde ki atmosfer, sert ve otoriter bir Danimarkalı aile olmamız koşuluyla beni sert ama anlayışlı bir asilzade sınırları içerisinde tutmuştu. Annem ve babamdan başka herkese karşı özgürce takınabildiğim gerçek ben, şımarık edalara sahipti. Öyle olmaya devam edeceğini ben dahil herkes biliyordu. Hayatımı ister istemez zevklere sahip olmak isteyen biri olarak şekillendirmiştim adeta. Okulumu bitirene kadar durmak bilmeyen bir şekilde ruh hastası kıvamında bir şeyler öğrenmek ve tutkularıma karşı gelenleri nasıl olursa olsun yolumdan çekerek geçirdiğim bir gençlik dönemi, olabildiğinden de fazla geçmiş verimli bir geçmiş bahşetmişti bana. Hiçbir zaman vazgeçemediğim tutkularım, korkularım sayesinde nefes almaya başladığım dünyada ki ilk anımdan beri süregelmişti işte. Ben Bendth III. Ahlefeldt olarak yaşadığım her saniyemi kendime bir çıkar yaratmak için yaşayan biri olarak doğmuştum şüphesiz. Bana bahşedilen yetenek bu olmalıydı. Farkındalık, nefes almamı sağlıyordu. Kaybetmekten korkuyordum. Korkuyorum da.
Danimarka'da kış inanılmaz çetin geçer. Kar, dondurucu atmosferden güneş ışığı gibi süzülüp çimenleri kapladığında sanki hiçbir canlı yokmuş gibi büyük bir sükutla bütünleşir her yer. Baltık Denizi'nin çınlayan rüzgarı ve kar tanelerinin özgürce düşüşleri tek bir canlının bile sesini yankılatmaz. Hatta oradan geçen bir insan, etrafında ne bir canlı, nede bir ceset olduğunu anlayabilir. Sükut, her şeyi gizlemiştir. Tıpkı her bir insanoğlunun kimselere belli etmeden kendi kendine kurduğu planlar gibi, Ural dağlarının o kusursuz soğuğunda da pek çok canlı kışın beyaz örtüsünü üzerine çekerek hayatlarını devam ettirir. Bütün bu gizliliğin içindeyse, hayatta kalmak için kurtlar daha fazla gizli olmalıdırlar. Atalarının genlerinde taşıdığı tecrübe, hayatta kalma dürtüsünü inanılmaz bir şekilde ateşler her saniye. Sahip oldukları vahşi çene yapılarını sadece en gerektiği zamanlarda devreye sokarlar, ve hayatları boyunca daima her işlerini kendileri yaparlar. Çelişkiye yer yoktur gerçeklikte, kurtlarda bunu yaparlar. Çelişki başarıya giden yolu kısaltır, çelişki varlığın kendine olan güvenini parçalar, çelişki umudu yaratır. Ama başarıya giden yol daima korkudan geçer. Dört yaşımda dedemden öğrendiğim bir tekerleme, ben bir hiç olana kadar unutmayacağım bir şekilde ezberletilmişti bana.
Zamanı herkes için gelecek, Neden hiç bir alamet göremiyorsun? Gözlerini aç ve bir kenara onların yalanlarını dök. Canlıların kralları korkaklığa yalvarırken, Sen yaşama içebilirsin.
Yeryüzünde ki kaç insan hayatının sonuna kadar mutlu kalmıştır? Günlük hayatlarında ölümü düşünmeden ne kadar yaşayabilirler? Mutluluklarının kısacık olduklarını göze alarak nasıl o an bütün korkulardan soyutlayabilirler kendilerini? Belkide insan olmak demek, budur. Kendini teselli etmek. Ama ben kendimi teselli edebilecek kadar profesyonel bir yalancı değilim. Çünkü yalan söyleyeceğim kişi bizzat bensem, zaten profesyonel bir yalancıyla karşı karşıyayım demektir. Ve bu durum beni kendini teselli edebilecek zayıf birisi olmaktan koruyan tek etken halindedir. İşte bu yüzden beni diğer her sıradan insan gibi yetiştirmediklerini düşünüyorum. Herkes gibi olabilmek zaten bariz bir kolaycılık seçimidir. Ama ben farklılık yaratmak için farklı şeyler yaşamak zorundaydım. Eğitimime başladığım ilk günden devamını kovalayan günlerde de sürekli farklılığı imgeleyen şeyler katıyordum benliğime. Okula başlamadan önce gittiğim her kıta da, gördüğüm her bir yerleşke, tapınak, insan, hoca, fahişe, kitap ne olursa. Her bir detayda kendime çıkardığım o farklı detaylar sonradan anlayacağım gerçek derslerimdi aslında. Yinede her ne kadar farklılığın yolundan yürüsem de, ne olacağını başlangıcında kimse seçemez. Benimki şuan bile tam olarak ne bilemiyorum. İçimde beslediğim ve büyüttüğüm fikirler ne aydınlık nede karanlık. Işığın var olduğu fikirler aslında benim açımdan aydınlık denilebilecek fikirler -ki ben buna çıkarcılık diyorum.- yeterince temiz değillerdi. Diğerleri ise herkesin görebildiği üzere karanlık. Gölge olamayacak kadar siyah, anlayışlı olamayacak kadar pişkin biriyim ben. Ama beni bu seviyeye getiren şey başımdan geçen bir olay yada öğrendiğim herhangi bir şey değildi. Ben, böyleydim işte. Okuldan önce ki eğitimlerim, okul, okulun dışında ki eğitimlerim, okuldan sonrası, neredeyse her bir yılım, yeni yaşımla beraber büyüyerek artan bir kibre sahipti. Ve ben hala daha hissediyorum büyümesini. Buna rağmen korkumun açığa çıktığı dönemi de hatırlıyorum. Safkanlığından gurur duyan şımarık bir genç olarak dost, sevgili, hoca demeden herkesi aşağıladığım zamanda, ailemin dedikleri.. Bana bunun böyle gitmeyeceğini söyleyerek beni herkes gibi bir sona ulaşacağım baskısıyla disiplin kementini bedenime dolamak istediklerini düşünüyorum. Elimde ki her şeyi bir gün kaybedeceğimi düşündürtmüşlerdi bana ve bu neredeyse beni büyük bir korkuya götürmüştü ister istemez. Evet, bir ankayı ne kadar kafes içerisinde tutabilirlerdi? Karanlığın içine bir mum yerleştirip yakmak isteyen bir el, zifiri bilinmezliğin ortasında ateşe sahip olmasına rağmen mumun ucunu ne kadar kolay bulabilirdi? Bende olanda buydu işte. Şimdi düşündüğümde haklı oldukları yanları fark edebiliyorum. Ama artık çok geç. Benim canımı yakamazlar. En acı verici bir lanet bile, bir uzvumun kopması yada değer verdiğim birine zarar gelmesi bile benim canımı yakamaz. Sahip olduklarımı elimden almadıkları sürece, ben daima güçlüyümdür. Bunu dengesiz bir yargı olarak düşünebilirler, düşünmüşlerdir de. Ama ne kadar umurumda? Karakterimi şekillendiren şey doğumum yada ruhuma müdehale eden ikinci yada üçüncü şahıslar değildi. Gelişim sürecimin başlangıcı beni umursamaz bir deri ile kaplamış olmalıydı. Bütün bunların farkında olduğum gerçeği ise beni dünyanın en büyük yalancısı olmaya teşvik eden büyük bir özgüven veriyordu. Henüz bir çocuk olmama rağmen geleneksel müdehaleler beni katı ve sınır koyabilen bir çocuk haline getiriyordu. Ben özeldim. Ben tektim. Neden sınırlar arasında sıkışıp kalayım ki? Neden benliğimin gücünü açığa çıkarmayayım? Sınırlara sığamadığım gerçekliği benim egomla doğrudan ilişkiliydi. Sanki aynı fanusta yaşamaya mahkum kılınmış iki balık gibi. Kısılıp kalmış saf bir lanet. Bir çıkış yolu gerekiyor. Nasıl özgür hissedebilirdim ki?
| |
|
Bonnie Hadwyn NY Halkı
Mesaj Sayısı : 775 Kayıt tarihi : 29/08/10 Gerçek Yaşı : 28 Nerden : NY
| Konu: Geri: Bendt Ahlefeldt Salı Ağus. 02, 2011 8:38 am | |
| Kaydınız işleniyor. Mesleği futbolcu, verilen puan 15. İyi rp'ler. | |
|