Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
It's all about tonight Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
It's all about tonight Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
It's all about tonight Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
It's all about tonight Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
It's all about tonight Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 It's all about tonight

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

It's all about tonight Empty
MesajKonu: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 8:19 am

It's all about tonight 1z1ftx3 It's all about tonight 2qdalxl It's all about tonight 33mszh3 It's all about tonight Ndt18p
P. Juliet Prideaux - Claudia Heresia - Martius Griswold - Luther Frederic Adler



    I'm looking in the mirror and I think I'm liking what I see.
    Big, pink lights shining bright, like I'm on the T.V.
    My heart pumps as the bass drum thumps, you gotta move when the floorboard jumps.
    Something's going on and I think it's going on right now.


    Arabasını, eve doğru sürerken bir yandan da şarkıya eşlik ediyordu. Büyük ihtimalle gün boyunca ağzına takılacak bu şarkıyı dinlemek ne kadar mantıklıydı orasını bilmiyordu ama fazla önemli olmayacağa benziyordu. Gece boyunca dinleyeceği yüzden fazla şarkı arasında aklına bile gelmeyeceğine emindi. Trafik bir türlü ilerlemediği için canı sıkılmaya başlamıştı. Ne diye dışarı çıktım ki? Diye düşündü Juliet. Kıyafetini haftalar önce diktirmiş olması şuana kadar yaptığı en akıllıca işti ama dışarı çıkmak, tüm doğrularını birden götürüyordu. Kornasına sonuna kadar basıyordu ama bir yararı yoktu. Biraz ileride bildiği kestirme bir yol vardı ama olduğu yerden bir türlü kıpırdayamıyordu. Gözü sürekli saate kayıyordu. Geç kalma gibi bir durumunun olacağını sanmıyordu ama kim bilebilirdi ki. Önündeki arabanın ilerlemesiyle kestirme yola saptı. İçinde belirgin bir rahatlama hissetti eve vardığında. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde banyoya attı kendisini. Sıcak bir duş aldıktan sonra hızlı adımlarla dolabına doğru ilerledi. İyice kurulandıktan sonra vücuduna sarmış olduğu havluyu yere bıraktı. Gözü duvardaki saate kayınca acele etmesiniz anlamsız olduğunu fark etti. Fazlasıyla vakti vardı hazırlanmak için. Midesinden gelen sesleri duymasıyla elini midesinin üzerine götürdükten sonra “ Ve yemek için “ diye mırıldandı kıkırdayarak. Üzerine uyduruktan bir kıyafet geçirdikten sonra saçlarına sarmış olduğu havluyu da çıkartıp banyoya fırlattı. Midesinden gelen seslerin de artmasıyla artık bir şeyler yemesi gerektiğini anlamıştı. Merdivenlerden hızlıca indi aşağıya. Mutfağa girdiğinde en ufak bir ses bile olmadığını fark etti etrafında. Herkesin nerede olduğunu merak ediyorsa da umursamadı. Annesinin yokluğundan istifade istediğini yiyebilirdi. Dolabı açtı ve içinden, en kalorili yiyeceklerden bir tabak hazırlayıp afiyetle yedi. Gece boyunca bolca içki içeceğinden midesini iyice doldurmuştu. İçecek bir şeyler almak üzere açtığı dolapta gördüğü bir paket çikolatayı eline aldı ve tam ısırdığı sırada birinin boğazını temizlemesiyle olduğu yere çivilendi. Annesi, kollarını kavuşturmuş öylece Juliet’e bakıyordu. Bakışları, sanki Juliet’i bir anda ortadan yok edebilecekmiş gibiydi. Genç kız bu durumdan o kadar sıkılmıştı ki annesinin gözlerinin içine baka baka bir ısırık daha aldı çikolatasından. “ O elindekinin ne kadar kalorili olduğuna dair bir fikrin var mı? Ne o yoksa kuzenin Jenny gibi kilolu mu olmak istiyorsun? “ sesi de en az bakışları kadar iğneleyiciydi annesinin. Sinirle iç çekti genç kız. Ne zaman yemeğin dozunu fazla kaçırsa konu hep kuzeninden açılıyor, görünüşü Juliet’in gözlerinin önüne geliyor ve istem dışı yediği şeyi elinden bırakıyordu. Ama bu sefer öyle olmayacaktı. Annesiyle tartışmayı istememesine karşın sadece sinirlendiğini belli eden bir bakış attı ve elindeki çikolatadan bir ısırık daha aldıktan sonra çöpe attı. Bir bardak su içtikten sonra “ Mutlu musun? “ diye sordu imalı bakışlarıyla. Annesinin yüzüne yerleştirdiği gülüşten o kadar iğrenmişti ki. “ Söylemek istediğin başka bir şey yoksa, hazırlanmam gerek. “ dedikten sonra tek bir kelime daha etmeden ve annesinin bir şey söylemesini beklemeden arkasını dönüp mutfaktan çıktı.

    Çikolatanın, içine yaydığı mutluluk duygusuyla odasına çıktı. Saçlarının büyük bir kısmı kurumuştu. Fön makinesinin yardımıyla saçlarını iyice kuruttuktan sonra bukleler haline getirdi. Omuzlarından başlayıp, ayak bileklerine kadar inen krem rengi ve üzerinde yaldızların olduğu elbisesini geçirdi üzerine. Ayağına da aynı tonlarda alçak topuklu bir ayakkabı geçirdikten sonra aynaya doğru ilerledi. Yalnızca göz çevresine makyaj yaptı, dudaklarına hafif pembe tonlarında bir ruj sürdükten sonra makyaj masasına doğru ilerledi. Üzerinden, o gece için tasarlanmış olan altın sarısı rengindeki, üzerine minik hilaller işlenmiş olan zarif tacını geçirdi başına. Kesinlikle bir tanrıçayı andırıyordu. Yanına, elbisesinin tonlarında bir el çantası aldı ve odadan çıkmadan önce son bir kez aynaya baktı. En sevdiği parfümü üzerine boca ettikten sonra odadan çıktı. Zaten tüm gün araba kullanmış olması nedeniyle babasından şoförü ayarlamasını istemişti.

    Partinin yapılacağı mekana vardığında arabadan indi ve büyük bir kalabalıkla burun buruna geldi. İnsanlar, davetiyeleri olmamasına rağmen içeri girmekte diretiyorlar ve güvenlik görevlilerini zor durumda bırakıyorlardı. Juliet, kalabalığın arasından büyük bir dikkatle ilerledi ve sonunda görevlilerin yanında belirdi. Mini çantasından çıkardığı davetiyeyi görevlilerden birine uzatırken arkasındaki kalabalığa cüretkar bir gülüş attı. Gözüne ilk takılan şey, bir kıyafetin yaklaşık dört kişinin üzerinde olduğuydu. “ Ah, zavallılar “ diye mırıldandı gözlerini kalabalıktan ayırıp, görevliye çevirirken. Adamın elinde içki bardağı ve içindeki kırmızı sıvıyla genç kıza baktığını fark edince anlamaz bir bakış attı. Mona’nın aklında neler vardı bilmiyordu ama yine de içkiyi içmesi gerekiyordu. Bardağı sağ eline aldı ve ağzına doğru yaklaştırdığında burnuna ağır bir alkol kokusu dolmuştu. Biraz tereddüt etse de bardağı kafasına dikledi. Neredeyse tüm içkilere alışkın olmasına karşın başının dönmesine engel olamamıştı. Bir saniyelik göz açıp kapamayla kendisine geldi ve içeriye girdi. Müzik sesi içine işlerken etrafına bir göz gezdirdi. Bir kısım dans ederken, diğer bir kısım içkilerini yudumluyordu. Juliet ise içtiği o içkiden sonra biraz ara vermesi gerektiğini düşünmüştü. Ne de olsa gece yeni başlıyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Harrison
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Claudia Harrison


Mesaj Sayısı : 141
Kayıt tarihi : 10/07/11
Gerçek Yaşı : 27
Nerden : Venedik

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 9:08 am

    Merhaba Halloween. Beklenilenden çok daha şatafatlı geldiğin bir gerçek, özellikle de tüm Manhattan'lı elitlerin Halloween Partisine hazırlandığı düşünülünce. Arabasının kornasına sinirle basarken gözlerini kalabalık cadde de gezdirdi. Kendi yaşındaki çoğu kızın koşuşturduğunu görebiliyordu. Bir çoğu ellerindeki büyük torbaları taşıyorlar aynı anda terleyip saçlarının bozulmaması için uğraşıyorlardı. Hatta birkaç yetişkinin bile gereğinden fazla heyecanlı olduğunu görebiliyordu, örneğin şu karşıdan gelen kadın. Otuz yaşının üzerinde olduğuna dair iddiaya girebilirdi yine de saçını olabilecek en abartılı şekilde yaptırmıştı, hoş değildi. Daha çok bir tavus kuşuna benziyordu, özellikle de aralara sıkıştırdığı renkli saçlarla. Elini bir kez daha sertçe kornasına bastırdı, randevusuna geç kalma korkusu içten içe tüm bedenini sarmalamıştı. Şanslıydı ki manikür ve diğer işler için önceki gün kuaföre gitmişti, yoksa bugün yetişme gibi bir olanağı kesinlikle olmazdı. Klimayı biraz daha üste çevirip tam yüzüne tuttu, derin bir nefes alıp sakinleşmek için çabaladı. Sadece bir parti. Yalan. Venedik'ten geleli üç aya yakın olmasına rağmen yaklaşık bir aydır o da sabırsızlıkla bu partiyi bekliyordu. Bu gece Manhattan tabiri doğruysa yıkılacaktı. Yerlere dökülen içkiler, uyuşturucu, son ses müzik. Tabi buna sadece Manhattan'lı elitler katılacaktı, diğerlerininse tek yapacakları dışarıdan gelip geçenleri izlemek, kıyafetleri hakkında olumlu olumsuz yorumlar yapmak olacaktı.

    Yaklaşık yarım saat sonra kuaförün kapısını araladığında rahatlamış bir nefes aldı. Ona doğru ellerini çıraparak gelen kuaföre aldırmamaya çalışıp klimanın en yakın olduğu koltuğa bedenini bıraktı. Bu tam bir işkenceydi. Yine de değeceğini umuyordu, değmek zorundaydı. Manhattan'ın en iyi kuaförlerinden biri olarak anılan Sean -ki onun eşcinsel olduğuna dair iddiaya bile girerdi- onu kollarından tutup kaldırmasaydı büyük ihtimalle orada sızardı. Adam onu bir tür döndürerek moral vermeye çalışsa da bu pek işe yaramamıştı. Adam kendisini zorla bir koltuğa oturtup saçı için tüm malzemeleri asistandan istediğinde saatine bakıp duruyordu Claudia. Bir saat içinde evde olmalıydı. On beş dakika yol sürse, otuz dakika saçı bir de... Hesaplamasını bölen kuaförün tiz sesi oldu. Tanrım, saçını kız gibi uzatmak zorunda mıydı? Ya da sesini inceltmek? Tiksinmiş ifadesini yok etmek için uğraşırken onun sözlerine odaklandı. "Eğer daha erken söyleseydin saçını kızıla boyardık tatlım." Gözlerini devirmemek için alt dudağını ısırdı. Böyle bir şey asla yapmazdı, adamın söylemlerini kesmesini bekledikten sonra dudaklarını konuşmak için araladı. "Pirate Wench sarışın." Adamın gözleri hafifçe kısılırken gülmemek için çabaladı. Adam ukalalığından hoşlanmamış olacak ki saçını kafasını koparmak istercesine taramaya başlamıştı.

    Bir Buçuk Saat Sonra


    Üzerindeki elbiseyi biraz daha çekiştirirken korsenin daha az sıkmasını diliyordu. Çünkü nefes alması epey zordu korse yüzünden, aynadaki yansımasına bakarken yüzü istemsizce buruşuyor, nefes alışverişlerini düzenlemek için çabalıyordu. En sonunda yatağının üzerine oturup dizinin üstüne kadar uzanan siyah topuklu çizmesini giyindi. Gece boyunca bunlarla nasıl idare edebileceği hakkında bir fikri yoktu, bir de dans ederken bile dikkat etmesini gerektirecek fazla kısa bir elbiseye sahipti. Belki de geçen yılki gibi Marilyn Monroe tarzı bir şeyler denemeliydi, idare etmesi çok daha kolay olurdu. Başına geçirdiği şapkayı düzelterek dalgalı saçlarını bozmayacak bir şekilde ayarladı. Aynadaki yansımasına bir bakış daha fırlattıktan sonra yatağının üzerine fırlattığı makyaj malzemelerinden parlatıcısını vurup son bir kat daha sürdü. Kuaförü iyi bir iş çıkarmış olabilirdi ama makyajını sık sık yinelemesi gerektiğini de kendisine hatırlatmıştı. Elindeki az fark edilir siyah çantaın içine makyaj malzemelerini tıkıştırıp davetiyesine de en üste koydu.

    İşi beklediğinden daha geç bitmişti, bir de üzerine trafik eklenince iyice çekilmez bir hal almıştı. Ama sonuçta artık evdeydi, partiye bir saat geç gitmenin bir zararı olmazdı. Sonuçta sabaha kadar orada olacağı düşünülünce geç gitmek yararlı bile olabilirdi. Yatağının üzerindeki telefona aldırmadı. Büyük ihtimalle iyi cadılar bayramı mesajıydı, Sabahtan beri bunlardan yaklaşık on tane almıştı. Yine de mesajın Lorelei'den olma ihtimaline karşı tuş kilidini açarak mesaja göz attı. Yanılmıştı, Lorelei en son mesajını dört saat önce hazırlıkların nasıl gittiğini sormak için atmıştı. Keşke kız ısrarlarına cevap verip partiye gelmeyi kabul etseydi. O zaman kuşkusuz her şey daha güzel olurdu, en azından Juliet oradaydı. Eğer o olmasaydı büyük bir eksiklik hissedeceğine emindi. Manhattan'a geldiğinden beri sürekli yanındaydı Juliet, onsuz bir program yapmayı düşünmek bile saçmalıktı. Aynadaki yansımasına bir bakış daha attı. Saçlarını bukle bukle yapmıştı, omuzlarına kadar değiyordu. Pirate Wench'in genel kostümü olan kırmızı kısa elbisenin kolları balon biçimindeydi, bel kısmı örülmüş gibi siyahtı, kurdelelerle birleşiyordu. Kafasına geçirdiği şapka ve dizlerinin üzerine kadar ulaşan siyah topuklu deri çizmeleriyle Pirate Wench'i andırdığını umuyordu Claudia. Neden böyle bir kostüm seçtiğini bile bilmiyordu aslında, her zaman orjinallikten yana olduğundandı belki de. Bu sayede çoğu kişinin aklına bile getiremeyeceği bir kostüm ile orada olacaktı, birkaç kişiyle aynı kostümü giyinme düşüncesi bile mide bulandırıcıydı. Önüne gelen sarı saçlarını omuzlarından aşağıya doğru attı, yüzüne büyük bir gülümseme kondurarak adımlarını evinden dışarıya doğru çevirdi. Mutlu olma zamanı, bugün Cadılar Bayramı.

    En sonunda arabasına geldiğinde gözünü kolundaki saate dikti, parti başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Çokta geç kalmış sayılmazdı. Arabasına oturup anahtarı kontağa taktığı an pişman oldu, şoför tutmamakla hata etmişti, büyük ihtimalle partiden çıktığında ayık bile olmayacaktı. Taksi bulma ihtimaliyse çok azdı. Hatası dudak uçuklatacak cinsten olsa da bunu şimdi düşünmemeye karar verdi. Bunun yerine arabasına odaklandı. Debriyaj, gaz, vites. Sahi böyle miydi? Arabasını olabildiğince hızlı sürmek için çabaladı, öğrendiği en kısa yollardan giderek mekana kısa bir sürede vardı. Kalabalık korkunçtu, çoğunun partiyle alakası bile yoktu. Daha şimdiden kostümü olmamasına rağmen içeriye girmek için yalvaran bir kız görebiliyordu. Alt dudağını ısırıp kalabalıktan sıyrıldı. Çantasından çıkardığı davetiyeyi güvenlik görevlisine görsterdi. Adam onu kalabalıktan sıyırıp içeriye soktuğunda rahatlamış bir nefes aldı. Eh, sonunda daha uygar insanların olduğu ortama gelmişti. Müzik çalmaya başlamıştı, dans eden birkaç kişi görebiliyordu. Yine de çoğu kişi daha gelmemişti. İçeriye girmek için hamle yapsa da bir adam onu durdurup elindeki kadehi kendisine uzattığında kaşlarını çattı. İlk önce onun garson olduğunu düşünmüştü ama yanılmıştı, içeriye girmek için içkiyi içmek zorundaydı. Kırmızı sıvıyı başına diktikten sonra gülümsedi, Queen'in çok iyi bir iş çıkardığı gerçekti. En sonunda adam önünden çekilince içeriye doğru çevirdi adımlarını.

    Tanıdık birkaç sima gördü, küçük bir tereddütle kendi kostümünü giyen birisi olup olmadığına baktı. Şanslıydı, Pirate Wench'i tercih eden tek kişi kendisiydi. Halinden memnun bir biçimde etrafa bakınırken sarışın bir kız dikkatini çekti. Ardından ona odaklanan mavi gözler. Birkaç saniye boş boş durup kızın kostümüne baktı. Artemis. Arkadaşı kusursuz bir tanrıçaya dönüşmüştü, her zaman büyüleyici olduğu bir gerçekti ama bu gece diğer zamanların aksine çok daha kusursuzdu. Alt dudağını ısırarak kıza göz kırptı. Adımlarını ona doğru çevirerek yanında durdu. Elbisesini bir kez daha baştan aşağı inceledikten sonra sırıttı."Kusursuzsun Juliet, daha doğrusu Artemis."
    Kızın yanağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi, Juliet'i küçüklüğünden beri tanıyordu. Ve kuşkusuz en yakın arkadaşıydı. Onunla geçirdiği o kadar çok zamanı, beraber gittiği o kadar çok parti vardı ki. Bir de bunlara yenisi eklenmişti, kuşkusuz en güzeli buydu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 2:51 pm

    Martius partiye geldiğinden beri zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordu bile. Aslında oldukça eğlendiğini düşünüyordu, elinden içkisini hiç düşürmesi gerekmiyordu. Normalde bu saatlerde evde olsa, anne veya babasının bir laflar edeceğini tahmin etmesi zor değildi. En azından bir görevli kendisi için endişe etmeye başlayacak ya da sırf bu yüzden kendi işini kaybedeceğinden korkmaya başlardı. Martius bu tür davranışlardan hiç hoşlanmıyordu. Zaten yılın birkaç zamanında bu kadar içmeye zaman bulabiliyordu, yoksa normalde bara gittiği günlerde bir iki bardaktan fazla içtiği söylenemezdi. İçiyorsa da bu oldukça nadir gerçekleşiyordu. Ama şimdi partide biten bir bardağı hemen başka bir tanesiyle değiştiriyordu. Hatta sırf bu yüzden görevli olan garsonu peşine takmayı bile düşünmüştü. Böylece içkisini yenilerken fazla beklemesine gerek kalmayacaktı. Ama bunun ne kadar gereksiz bir durum olduğunu algılayabilecek derecede ayıktı aslında. Gecenin daha yeni yeni başladığı düşünülürse şimdiden çok içmişti bile. Daha fazla midesine alkol göndermenin kendisine pek bir fayda sağlayacağını sanmıyordu. Sabahları çektiği baş ağrılarından hiç hoşlanmazdı. Beyninin en küçük bir kıvrımına bile yayılan o keskin acı, Martius’un kolay kolay unutabileceği bir anı olamazdı. O sabahlardan önceki geceleri de pek hatırladığı söylenemezdi aslında. Sadece bol bol votka içtiğini hatırlayabilirdi. Başka her türlü anı kafasından silinirdi. O gecelerde birini öldürmüş olsa bile ruhunun duymayacağından emindi aslında. Çünkü sabahları kendini hiç bilmediği mekanlardan birinde az bulmamıştı. Hatta bir keresinde farklı bir şehir sınırları içerisinde uyandığını hatırlıyordu Martius. Zaten şimdiye kadar ondan daha çılgın bir anı daha yaratabilmiş değildi. Ama genelde içki içmesinden sonraki sorun uyandığı mekan değil, hissettiği acı oluyordu. Ve o anda, aynı ağrıyı bir daha hissetmemek için daha fazla içmemesi gerektiğini biliyordu, bunun için bardağının dibinde kalan son yudumu da kafasına dikti. Sonra da boş bulduğu ilk masanın üzerine diğer boş bardakların arasına yerleştirdi.

    Eğmiş olduğu kafasını aniden kaldırınca, garip bir baş dönmesi hissetti. Ama kolay kolay alkole yenilmeyeceğini biliyordu. Vücudu aşırı içkiye dayanıklıydı ve bunun tek sebebi artık alışkın bir hale gelmiş olmasıydı. Yavaşça yutkunan Martius, kısa bir süre kendine gelmek için bekledi. Gözleriyle etrafındaki insanları tarıyordu. Kendisine garipseyen bakışlarla bakan kimse yoktu çevresinde. Aslında ortam karanlık olduğundan dolayı pek fazla şey görebildiği de söylenemezdi. Yine de gözlerini kıstığında daha ayrıntılı seçebiliyordu insanların yüzlerini. İlk önce kahkaha seslerinin sonra da çığlık seslerini ayırt etmeye başlamıştı yeniden. Muhtemelen içerken odaklandığı tek şeyin bardağı olması, bu sesleri duymasını zorlaştırmıştı. Hatta tamamen engellediği de söylenebilirdi. Kulaklarının tıkandığını hissedebiliyordu Martius, bu yüzden iki eliyle başının iki yanını ovuşturdu ve kendine gelmek için bir iki kez gözlerini kırptı. Şimdi çok daha iyi hissediyordu ve her şey düzelmeye başlamıştı. Bakışlarını etrafına biraz daha odakladığında birkaç adım ötesinde tanıdık birinin durduğunu gördü. Dikkatini biraz daha o yöne verince, bu kişinin Juliet olduğunu seçebildi. Onunla şimdiye kadar neden karşılaşmadıklarını merak etmiyor değildi aslında. Partiye neden onunla beraber gelmeyi teklif etmediğini de merak etti Martius, zaten eninde sonunda karşılaşacaklarını düşünmüştü aslında. Ki bu düşüncesi de doğru çıkmıştı işte. Yavaşça onun yanına ilerlerken önünden geçmekte olan çiftlere yol veriyordu genç. Çoğu erkeğin böyle bir geceyi ve partiyi bir fırsata çevirmek isteyeceğini tahmin etmek güç değildi. Kızlar da muhtemelen bu durumdan hoşlanıp, korkmuş taklidi yapacaklardı ve işler daha tatlıya bağlanacaktı. Martius yüzünde oluşan alaycı gülümsemenin, Juliet’e yaklaştığı her adımda silinmesi için özen gösteriyordu. Sanki onunla dalga geçiyormuş gibi görünmek, isteyeceği en son şey olurdu. Kızın giymiş olduğu kıyafet zaten oldukça ilgisini çekmişti, krem rengindeki elbise onu partinin dikkat çeken isimlerinden biri yapıyordu çünkü. Karanlıkta bile parıldayan bir renk seçmişti.

    Martius her adımında biraz daha tedirgin olduğunu hissediyordu. İçmiş olduğu içkinin etkisi altına girdiğinden dolayı böyle olduğunu sanıyordu ama ortamın karanlık olması geçen her dakika sinirlerini geriyordu. Aslında cadılar bayramı partisinden başka ne bekleyebileceğini kendisi de bilmiyordu. Her şey olması gerektiği gibiydi, balkabakları düzgünce her yere yerleştirilmişti. Işık da o kadar az ve loştu ki, içeri giren insanların gözlerinin alışması en azından iki üç dakika sürüyor olmalıydı. Martius mekana gireli bayağı olduğundan dolayı, şimdi gayet iyi görebiliyordu ama yeni girenlerin durumdan pek hoşnut olduğu söylenemezdi. Zaten girişte içilmek zorunda olan içki çoğunu sersemletmiş gibi görünüyordu. Genç, dudaklarında küçük bir tebessümün oluşmasına izin verdi ve Claudia’nın da varmış olduğu Juliet’in yanına ulaştı. İki bayanın da kıyafetini incelemeye alırken, onların da kendi kıyafetine ilgiyle baktıklarını sezebiliyordu. "Merhabalar bayanlar." diyerek abartılı bir ses tonu kullanan Martius, ikisinin de dikkatini çekebilmişti. Bu durum üzerine bakışlarını Juliet'e çevirdi ve "Senin ne olduğunu anlamam mı gerekiyordu?" diye sordu. Giymiş olduğu elbise kendisinde bir çağrışım yapmadığından dolayı ilgisini ona daha fazla yönlendirmişti. Aklından birkaç seçenek geçiyordu ama tam olarak ne odluğunu çıkarabilmiş değildi. Ama Claudia'nın giymiş olduğu kıyafete de yönelen Martius'un bakışları onaylar bir tavır aldı. "Güzel kostüm seçimi." diyerek hafifçe mırıldandı. Bayanların böyle küçük iltifatlardan hoşlandığı gerçeğini göz ardı etmesi mümkün değildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 11:14 am

Evden çıkmak… Ah evet ailesi yine gelmişti. Her zamanki gibi... İki haftada bir onu taciz etmezlerse başlarına bir şey geldiğine dair bir izlenime kapılabilirdiniz. Bu nedenle ceketini aldığı gibi, aslında neden almıştı bilmiyordu ne de olsa soğuk sayılmazdı, evin kapısını kapatarak dışarı atmıştı kendisini. Arkadan adımlarının ritmik sesine eşlik eden annesinin bağırışlarına aldırış etmiyordu. “Eğer çıkarsan gece dönmek için zahmet etme.” Bu lafının karşısında annesine dönmüş, cidden zevk aldığını belli eden bir kahkahayla “Defolun artık evimden! Benim evim, bu kavramı hatırladın mı?” demişti. Annesinin yüzündeki “bu benim oğlum olamaz” ifadesine karşılık bir yanıt vermedi, eve geri döndüğünde buradan gitmiş olacaklarını biliyordu. Hep aynı şey olurdu zaten, oğullarının gece hayatı falan olamazdı onlara göre. Tüm vaktini matematik ve Fransızca çalışarak geçirmeliydi çünkü. Nefes alması dahi zor geliyordu bir süreden sonra, bu genç beden haddinden erken bir vakitte yorgun düşmüştü, ellerini başına götürdüğünde, evet bir iki gün ara vermişti yine pcp’ye, kulaklarında çınlayan “Sweet Dreams” ile nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Şarkının sözlerinde haklılardı yalnız, en azından Luther için. Birilerinin kendisini kullanmak istediği yalan değildi, herkes gerçek kişiliğini bir şekilde gizliyordu bu şehirde. Küçük yaşından beri dolaştığı şehirlerden hiçbirinde maske takmayan bir insan görmemişti. “Maske takmamak” aslında ifadeleri ile alakası yoktu, her biri yalnızca ruhuna maske takıyordu. Fark edilmediklerini sanacak kadar da aptallardı. Evlerinin hemen yanındaki yola saptı yine, bu sefer arabalar çoğunluktaydı, işten dönüş vakti de denebilirdi buna. İş dedikleri nasıl tanımlanırdı ki, yürümenin de bir fiil olduğu gerçeği göz ardı edilmezse.

Yürürken bir yandan da telefonuna gidip geliyordu gözü, en azından bugün akşam için heyecanını belli eden birinin mesajını arıyordu, bulamadığı anda insanların mesaj atamayacak kadar heyecanlı olduklarını düşünmüştü, onun içinse bu partinin tek önemi sadece nefes alabilecek olmasıydı. Kafayı bulmuş tüm yaşıtlarıyla, en az kendisi kadar kafayı bulmuş, en azından birkaç saat eğlenebilirdi. Tabii içki içmeden ne kadar eğlenebilirse... Neyse ki pcp’si vardı bir miktar daha, en azından iki tane. Peş peşe almayacaktı da, biri yarın yeni bir paket almaya gidene kadar cebinde durabilirdi. Marilyn Manson’ın yerini şimdi daha hareketli bir şey almıştı, adımlarını hızlandırdı, bir saat kadar yürüyebilirdi ya da bir buçuk, hazırlanması ve oraya gitmesi yarım saatten fazla sürmezdi zaten. Yolların kenarındaki ağaçların oluşturduğu tuhaf gölgelere bakıyordu. Çok saçma şekillerdi bunlar, kol kola iki insana bile benzetilebilirlerdi. Eve dönüş yolunda artık yolda umduğundan da az araba vardı, evin kapısını açtığında tahminleri doğru çıkmıştı, gitmişlerdi. Kendisini duşa attığında gecenin umduğundan güzel geçeceğini düşünmeye başlamıştı, bir nedeni omuzlarından aşağı dökülen soğuk suydu elbette. Giyindikten sonra aynaya bakmıştı bir süre mavi gözleri üzerine giydiği bej ve siyah kıyafetlerin üzerinde dikkatle dolaşıyordu, aldığı maskeyi avcunun içine aldı ve hançeri de beline bağladı. Hannibal Lecter seçmesinin nedenini tam bilmiyordu, tabii bu Anthony Hopkins olabilirdi. Ya da kendisini serinin son filmindeki çocuğa benzetmişti. Hannibal’ın gençliğini oynayan.

Aynadan ayrıldıktan sonra kısa saçlarını elleriyle karıştırdı biraz, ardından anahtarlarını, telefonunu ve pcp’yi cebine atıp dışarı çıktı. Taksisi yine gelmişti. Aslında bunun yerine insanlar ona özel araba tahsis etmeliydi, gerçi bu taksi olayına güvenmesi bile epey uzun zaman almıştı. Bunu bir daha yaşamak istemiyordu, alışana kadar kısa mesafelerde gitmişlerdi. Arabası ise kaldığı yerde çürüyordu. Annesi bu ziyaretinde onu satabileceklerini söylemiş olsa dahi kuzeni –ki onu da Nazi saçmalıkları yüzünden hiç sevmezdi- buna itiraz ediyordu. Arabayı kendisinin alabileceğini umsa da yaşı henüz on altıyı geçmemişti. Yolu beklediğinden hızlı şekilde bitirdiklerinde partinin yapılacağı yapıya yaklaştı, kapıdaki görevli Luther’ın omzundan tutmuş ve içinde gördüğü kadarıyla kırmızı bir içki olan bardağı uzatmıştı, bardağı yaklaştırdı burnuna, alkoldü bu… Neredeyse saf alkol. İçemezdi, burnu o keskin ve bilindik kokuyu aldığı an kusacak gibi olmuştu. Bardağı hafifçe ittirdi. “Ben bunu içemem…” görevlinin sert bakışıyla karşılaşmıştı bunu dediği an. “Özür dilerim genç adam bu zorunlu.” Bunca yolu bir hiç uğruna geldiğini düşünemiyordu. Bardağı yeniden kavradıktan sonra ufak bir yudum aldı “Bu yeterli olacaktır.” dedi ve ardından cebindeki pcp’yi yuttu. İçkiyi içer içmez gece bir kez daha canlanmıştı gözünde, ufak bir irkilmeyle yürümeye devam etti. Bu gece için bu kadar uçmak yeterliydi. İçerideyken ilerledikçe etraftaki cesetlerin ve balkabaklarının görüntüsü netleşiyordu, bunun yanında biraz ilerisinde duran bir grubu fark etmişti. Elini Martius’un omzuna koydu ve “Dostum bu güzel bayanların yanında ne arıyorsun?” dedi, ah evet bu ufak iltifatı söylemesinin hemen ardından utanmıştı, elini ensesine götürdü. “Ben… Şey… Uçmuş olabilirim. Kapıdaki içkiyi biliyorsunuz.” Bu sözlerinin ardından keskin bir kahkaha atmıştı. Juliet’in gözlerinin içine baktığındaysa, o uyuşturucu anısı aklına geliyordu. Suçlu bir şekilde gülümsedi, aslında suçlu olması gereken şey genç kızdı, ertesi gün cebindeki tüm pcp’lerin gittiğini fark etmişti.

“Eee gençler dekorasyon nasıl sizce?” yabancı birinin gelmesiyle sanki Juliet’in yanındaki kız gerilmişti ya da yanılıyordu. Sıcakkanlı olmayı öğrenebilmişti, konu değiştirirdi insanların rahatsız olmaya başladıklarını fark ettiği an. Küçüklüğünden alışmıştı buna. Ailesine her Nazi görüşü hakkında hoş olmayan düşüncelerini ilettiğinde gözlerinde gördüğü bakıştan o kadar korkuyordu ki konuşma konusunda inanılmaz bir kıvraklık elde etmişti. Bunun için artık çok düşünmesi gerekmiyordu ki evet, dekorasyon ilgi çekiciydi. Cesetlerin sahici gibi göründüğünü var sayarsak, bu gece o ve geçmişi açısından zor olabilirdi. Gözünü her birine kaydırdığında genç adamın ifadesiz gözleri aklına geliyordu, hele barın yanındaki ceset, gece boyunca asla barlara yaklaşamayacaktı muhtemelen, onu fena halde ürkütüyordu. Ölen gençle bu kadar benzer olması ona sanki içki içmemesi için kaderin ona oyun oynadığını düşündürtmüştü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 12:08 pm

    Gözlerini etrafta dolaştırıyor, kostümleri ve dekorları inceliyordu. Bir süre bakındıktan sonra masalara ilerlemek için sağ tarafına döndüğü anda cesetlerden biriyle burun buruna geldi ve nefesi kesildi. Yüreği ağzına gelmişti. Elini kalbinin üzerine tuttu. O kadar hızlı atıyordu ki kesik kesik aldığı nefeslerini düzenlemek için kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu. Az önce almış olduğu içkiyi dikti kafasına. “ Lanet şeyler. “ dedikten sonra arkasını döndü ve kendisine gelmekte olan Claudia’yı gördü. Genç kız her zamanki gibi nefes kesici görünüyordu. Yüzüne, az önce gördüğü cesedi unutmaya çalışarak zorla da olsa bir tebessüm yerleştirdi. Korsan kıyafetiyle muhteşem göründüğünü, yanına geldiğinde fark etmişti. Sanki birbirleriyle bir bütün olmuş gibiydiler. Genç kızın iltifatları üzerine yüzündeki tebessüm kocaman bir sırıtışa dönüşüvermişti. “ Pirate Wench, ha? İyi seçim “ dedikten sonra, kızın öpücüğüne karşı o da minik bir öpücük kondurdu kızın yanağına. İster istemez gözü etrafındaki insanlara kayıyordu. Evet, elbette ki Martius’u arıyordu. Kafasından geçen tüm o sinir bozucu düşünceleri bir kenara atmaya çalışarak gülümsemeye devam ediyordu. Dikkatini Martius dışında her şeye, hatta ve hatta cesetlere bile verebilirdi. Tekrar Claudia’ya döndüğünde, kendilerine doğru gelen Martius’u gördü. Giydiği gladyatör kıyafetiyle, Juliet onu tarif edecek kelime bulamıyordu. O, genç adamı süzerken Martius’un da kendi kıyafetini incelediğini gördü. Yanlarına geldiğindeyse her zamanki ukala tavırlarını takınmıştı. Gözlerini devirdi Martius’un sözleri üzerine ve “ Hadi ama Martius, anlamayan yalnızca sen varsın. “ dedi şakayla karışık bir şekilde koluna hafifçe vurdu. Aslında o sırada daha sert vurmak geçiyordu içinden ama dürtülerine engel olmaya çalıştı. Yine de sorusunu cevapsız bıraktığının sonradan farkına varmıştı. “ Tanrıça Artemis? “ dedi, bir şeyler ifade etmesini umarak ama hiç de öyle olmamıştı. Her neyse der gibisinden elini salladı. Tüm gece kostümü hakkında konuşarak geçirecek değildi. Geçiremeyeceğinden değil sadece insanların akıl sağlığından dolayı bunu yapmayacaktı. Martius’un, Claudia’ya davranışları Juliet’i biraz rahatsız etse de umursamamaya çalıştı. Her zamanki Martius işte, kızın kim olduğu hiç fark etmiyor. Diye geçirdi aklından. Her ne kadar tamamı doğru olmasa da asılmadığı kız olmadığı da bir gerçekti. Tabi onları elde edebiliyor olması da ayrı bir sinirini bozuyordu Juliet’in.

    Dikkatini farklı bir yöne vermeye çalıştı. Tanımadığı insanların varlığı onu inanılmaz şekilde rahatlatıyordu. Eğer tanıdığı insanların yanında hoş vakit geçiremezse onlardan birine ihtiyacı olacağını biliyordu. Martius’un olduğu tarafa bakmamaya çalışarak, etrafa iyice göz attı. Luther’ın sesini duyduğunda istemeden gerilmişti. Aklına, o gecenin gelmesine sebep olan bir şey vardı ses tonunda. Gözlerini genç adama çevirdiğinde, o gece olduğu gibi bir yüz ifadesiyle karşılaşmıştı, tabi tek farkı bu sefer yüzünde bir maske olmasıydı. Kostümünün ne olduğunu anlamak için hafızasını biraz zorlaması gerekiyordu. En sonunda anlamıştı kim olduğunu. Birden kafasına bir şey dank etti ve kaşları çatıldı. Pcp’leri aldığımı çok net hatırlıyorum, yine almış olamaz herhalde? Diye düşünürken “ Oh hayır yapmış olamazsın “ dedi, kelimeler dudaklarının arasından istemsizce dökülmüştü. Diğerlerinin duyup duymadığından emin olmak için suratlarına baktı ama en ufak bir tepki bile vermemişlerdi. Oysa Luther, Juliet’in ne dediğini gayet iyi anlamıştı ve belli ki o gece ilaçlarını aldığı için Juliet’e bir hayli kızgındı. Evet, Juliet’in niyetinin ne olduğunu anlamıştı ama yine de bunun pek bir önemi yok gibi görünüyordu. Luther’ın dekor hakkındaki sorusu üzerine aklına burun buruna geldiği ceset geldi. İster istemez olduğu yerde titredi ve “ Iyk, tüyler ürpertici “ dedi tekrardan etrafına göz atarken.

    Sonra birden aklına kaza anı geldi, elinde değildi. Ardından da Luther’ın yaşadığı şeyler… O an, Juliet’e kızgın olması hiç önemli değildi. Juliet içinde ani bir dürtüyle genç adama sarıldı. Bu yaptığı şeyi diğerlerine nasıl açıklayacağını bilmediği için bir süre öyle durdu. Sonra da kimseden ses çıkmadığını fark edince geri çekildi. Luther’ın da aynı şeyi düşündüğüne neredeyse emindi. Üzgünüm der gibisinden baktı genç adama. Bir açıklama yapma gereği duymamıştı çünkü yapamayacağını biliyordu. Her zaman yaptığı gibi rol yapmaya karar verdi ve yapması gereken ilk şey de, az önce Luther’ın yaptığı gibi konuyu değiştirmekti. “ Tanrım! Bu iğrenç cesetleri de nereden bulmuşlar? Gördüğümde neredeyse bayılacaktım “ dedi alaycı bir tavırla etraflarındaki cesetleri gösterirken. “ Bu gece birinin korkudan bayılacağına bahse girerim “ derken kahkahasına engel olamamıştı ama kim bilebilirdi ki? Olmayacak diye bir şey yoktu. Bana bir içki daha lazım! diye mırıldanırken bakışlarını Luther'a çevirmemeye gayret ediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Harrison
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Claudia Harrison


Mesaj Sayısı : 141
Kayıt tarihi : 10/07/11
Gerçek Yaşı : 27
Nerden : Venedik

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 1:07 pm

    Juliet'in cevabı gülümsemesini sağlamıştı, en azından Pirate Wench'e benzediği hakkında bir yorum almıştı. Ona minnettar bir bakış fırlattı. Yanından geçen garsonun tepsisinden bir içki aldı. Onu iki elinin arasına alırken etrafa göz gezdirdi, her şey mükemmeldi. Etrafın aydınlatmasında turuncu ön plandaydı, en köşeye yerleştirilmiş özel olarak oyulmuş ve içine mum yerleştirilmiş bir sırıtan bir bal kabağı dikkatini çekti. Bu ona yaklaşık iki yıl önce arkadaşlarıyla gittiği 'perili' evi hatırlatıyordu, bu son sınıf öğrencilerine özel olsa da makyajlarını abartarak aralarına karışmayı başarmışlardı. Alçıları dökülmüş koridorlar, her odadan fırlayan hayaletimsi kostümleriyle göz korkutan motifleri hatırladığında yüzü istemsizce buruştu. Bir de yakalanma ihtimallerine karşı bal kabağı motiflerinin arasına konulmuş uyuşturucular... Sırf bu yüzden bir dolu bal kabağı motifi alınmış, uyuşturucu paketleri mumların altına özenle yerleştirilmişti. Gecenin devamı hakkındaysa herhangi bir fikri yoktu, son hatırladığı Lorelei'nin polis gelmeden onu sürüklemeye çalışması, köşkün arkasındaki ormanda hızlıca koşmalarıydı. Sonuç olarak ise yakalanmamışlardı, bu yüzden epey şanslılardı çünkü son sınıf öğrencilerinin çoğu yakalanıp karakola götürülmüşlerdi. O geceyi hatırlamak bile başının deli gibi ağrımasına neden olmuştu, yanındaki koltuğa tutunarak destek aldı. Genelde bir şeyi hatırlamaya çalışıp hafızasını zorladığında böyle olurdu, bir de üzerine girişte içtiği içki de eklenince baş ağrısı çekilmez düzeye gelmişti. Ha, bir de şu müzik vardı tabi.

    Elini kaldırıp şakaklarını hafifçe ovdu, dikkatini başka yerlere vermek için çabaladı. Birkaç kişinin salonun iki tarafında da bulunan merdivenlere oturup içki içtiklerini görebiliyordu, çoğu kişi şimdiden uçmuş gibi görünüyordu. Onların sabaha kadar ne yapacaklarını merak ediyordu, büyük ihtimalle bir çoğu yerlerde sürünecekti. Elindeki içkiye bakarken alt dudağını ısırdı, eğer kendisi de içki içmeye devam ederse aynen söylediği durumda olacaktı. İçkisini boş bir masaya bırakıp tekrar Juliet'e doğru döndü, onun buz mavisi gözleriyse etrafta gezinip duruyordu. Kimi aradığı oldukça açık olsa da bunun hakkında yorum yapmamaya karar verdi. Bunun yerine gözlerini kapıya dikip yeni gelenlerin kostümlerine göz gezdirdi, en arkada gelen bir kızın Nick Jr. kostümü giyindiğini görebiliyordu, diğer bir kızın ise iskelet kostümü. Onların kostümlerini incelerken tanıdık bir sesi duyunca bakışlarını tekrar önüne çevirdi. Martius ikisinin de dikkatini üzerinde toplamayı başarmıştı, tabi ona asıl dikkat eden Juliet'ti kuşkusuz. Turuncu ışıkta bile kızın gözlerinin hafifçe parladığını görebiliyordu. Gözleri birkaç saniyeliğine çocuğun kostümünde gezindi, Gladyatör filminini daha önce izlemiş olduğundan çocuğun kostümünü tanımlaması birkaç saniyesini almıştı, eh kıyafetin üzerine tam oturduğu da bir gerçekti. Çocuğun yorumuna gülümsedi, dudaklarını konuşmak için araladı. "Senin kostümün de öyle Martius." Juliet'in yorumu alt dudağını ısırmasına neden olmuştu, kuşkusuz çocuğun kostümünü tanımasını bekliyordu. Eğer onun yerinde olsaydı kendi isteği de böyle olurdu.

    İkisinin de dikkatlerini başka yöne çekmek amacıyla bir şeyler söylemek istese de dili tutulmuş gibiydi. Geceye fazla erken başlamanın zararlarından biri buydu, çantasında ağrı kesici taşıdığı için şanslıydı. Yine de biraz daha beklemekte karar kıldı. Gözlerini kırmızı ojeyle boyanmış tırnaklarına odakladı. Turuncu ışığın altında çözümleyemediği bir renkti, tıpkı kıyafeti gibi. Dikkatini dağıtan bir erkek sesi olmuştu, başını kaldırıp kimin geldiğine baktı, Juliet'in çocuğa bakışlarından yakın bir arkadaşı olduğunu anlayabiliyordu, eh sonuçta Juliet'in arkadaşı kendi arkadaşı sayılırdı. Juliet çocuğun adını söyleyip tanıştırdığında ona dostça gülümsedi, yine de baş ağrısı ağır bastığından gülümsemesi uzun sürmemişti, yüzü başına saplanan bir ağrıyla buruştuğunda elini tekrar şakaklarına götürdü. Luther ve Juliet'in dekor hakkındaki konuşmalarından sonra bakışlarını bir kez daha salonda gezdirdi, etrafta dolaşan korkunç kostümlü garsonları saymazsanız her şey güzeldi. Yine de şu cesedimsi garsonlar midesini bulandırıyordu, Juliet'in yorumunu onaylarcasına başını salladı. "Cesetler pek hoş değil aslında. Mide bulandırıcılar." Her adımınızda bir cesetle -ki çok gerçekçilerdi- karşı karşıya gelmeniz pek hoş değildi. Ama sonuçta bu Halloween'dı. Her şey korkunç olmak zorundaydı. Juliet'in kahkahasını duyunca tekrar önüne döndü, kızın kahkahasına eşlik etti. Genelde içkiye dayanıklı bir bünyeye sahip olmayanlar her partinin sonunda bayılırlardı, bu resmen bir kuraldı ve her parti de yaşanırdı.

    Elinde içki taşıdığı bir tepsiyle yanından geçen garsona bakarken gözleri devrildi istemsizce, sırf onlarla yüz yüze gelmemek için tüm gece burada durabilirdi. Gerçi tam karşısında oturan Drakula kostümlü çocukta midesinin bulanmasında epey yardımcı oluyordu. Omuz silkerek önüne döndü, tam garsonlar hakkında yorum yapmak için dudaklarını aralamıştı ki müzik sesini bile delen bir çığlık sesi dikkatini dağıttı. Başını çığlığın geldiği tarafa çevirdi, birkaç kişi şimdiden orada toplanmıştı bile. İki çocuğun arasındaki açıklıktan gördüğü kadarıyla ceset kostümü giyinmiş bir garson kızın üzerine eğilmişti, kalabalık giderek artarken Claudia'nın kaşları istemsizce çatıldı, "İyi tahmin Juliet." Alt dudağını ısırdı, önüne gelen buklelerini geriye iterken bir kez daha konuştu. "Cesedi görünce bayılmış olmalı, fazla gerçekçiler." Gözleri odanın en köşesindeki bir cesede kilitlendi, yüzü istemsizce buruştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Martius Griswold
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Martius Griswold


Mesaj Sayısı : 288
Kayıt tarihi : 05/02/11
Gerçek Yaşı : 30

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 1:56 pm

    Martius, Juliet'i kırmamak için elinden geleni yapıyor ve izlemiş olduğu filmleri ya da önemli ve bilindik karakterleri aklından geçiriyordu ama Juliet’in giymiş olduğu kostümün kime ait olduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Ve Claudia’nın kendisine olan bakışlarından, sorunun kendisinde olduğunu anlayabiliyordu. Demek ki bilemeyen bir tek kendisi olmuştu. Oysaki krem rengindeki bir elbisenin onun zihninde ne uyandırması gerektiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Derin bir nefes alarak alkol karışmış olan zihnini derlemeye çalıştı ama kesinlikle hiçbir şansının olmadığını kabullenmesi gerekiyordu. Çünkü tamamen tıkanıp kaldığını hissediyordu. Aslında tam olarak ne düşünmekte olduğunu kendisi de kestiremiyordu. Juliet’in kim olduğunu bilememişti, bu doğruydu. Ama asıl kafasına takılan şey, onun verdiği tepki olmuştu. Yüzü asılmıştı elbette, muhtemelen Martius’un bilmesi gerektiğini düşünmüştü. Ki cevabı verirken de ses tonu hiç hoş gelmiyordu. Genç, ister istemez omuz silkti ve “Gerçekten aklımın ucundan bile geçmedi.” diye karşılık verdi. Ama elbisesinin otantik ve egzotik olduğu gerçeğini göz ardı edemezdi. Martius Yunan mitolojisinden kopuk biri olduğunu da söyleyemezdi. Onunla ilgili oldukça kitap okumuşluğu ya da film, belgesel izlemişliği vardı ama Artemis olduğunu tahmin etmesinin imkânsız olduğunu düşünüyordu. Mitoloji içerisindeki bütün tanrı ve tanrıçaların nasıl giyindiklerine dikkat edemezdi ya. Juliet’e bu konuyla ilgili saçma sapan bir espri yapmak istedi ama ne kadar içmiş olursa olsun, böyle bir duruma düşmek istemediğinden vazgeçti. Tam o sırada Claudia’nın kendi kostümüne yaptığı yorumu duyan genç, yüzünde bir gülümseme oluştuğunu hissetti. Ailesi tarafından büyük bir tepkiye maruz kalan kıyafetinin en azından birkaç kişi tarafından onaylandığını görmek güzeldi.

    Başını öbür tarafa çevirdiği bir anda omzuna dokunan bir elle az kalsın kalp krizi geçirecek olan Martius, sinirli bir şekilde yanına gelen kişiye yöneldi. Ama beklediği gibi bu görevli olan garsonlardan biri değildi, aksine Luther kafayı bulmuş bir halde yanında dikiliyordu. Giymiş olduğu kostümü hemen çıkaran Martius, onaylar bir tavırla onun üstüne bakıyordu. Kuzuların sessizliği filmi onun için her zaman klasiklerin arasında sayılırdı ve Anthony Hopkins'in oyunculuğunu da hep takdir ederdi. Yalnız Luther'ı, girişte içmiş olduğu kan kırmızısı içki fazlasıyla etkilemiş gibiydi. Kendisine yönelttiği soruya, “Güzel bayanların yanında bulunmayıp, nerede bulunmam gerekiyordu? Şu taraftaki cesetlerin arasında mı?” derken kafasıyla ön tarafı işaret ediyordu. Zaten o ceset ya da zombi kıyafeti giymiş olan kişileri gördükçe, aklına eğlence parkında yaşamış olduğu anı geliyordu. Normalde kolay korkan biri hiç olmamıştı ama o sefer gittiğinde, korku tünelinin yapılandırılmış olduğunu nereden bilebilirdi ki? Ya da engelli vatandaşlara iş bulmak için onları böyle yerlerde korku kıyafeti giydirip, kullandıklarını? Korku tünelinde ilerledikçe karşısına gerçekten kolu, bacağı kopmuş kişiler çıkacağını tahmin edememişti genç. Zar zor dışarıya çıktıklarında da bir iki saç telinin beyazlamış olduğuna yemin edebilirdi. Bu anıyı neden kafasına getirdiğine şaşıran Martius, bakışlarını o taraftan çekip diğerlerine bakmaya başladı. Tam o sırada Juliet’in ani davranışı ile karşı karşıya kaldı. Luther’a ani bir sarılma isteği duyduğu belli olan kızın yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Ama belli ki kendisi de tam olarak bunu neden yaptığını bilmiyordu. Aradan geçen bir iki uzun dakikadan sonra Martius, bakışları ile onları rahatsız etmemek için başını bardan yana döndürdü. O tarafta tanıdık birkaç kişi daha gördüğünden emindi genç ama oldukça meşgul görünüyorlardı. Martius saatin kaç olduğunu merak etmeye başlamıştı, daha çok geçmiş olmadığını tahmin etmesine rağmen. Zaten yanında cep telefonunu getirmemişti, giydiği kıyafete koyabileceği bir yere de sahip olmamasından dolayı. Kol saati de takması mümkün değildi. Eski roma döneminde o kadar teknolojinin gelişmemiş olduğundan adı gibi emindi çünkü. Kafasını yeniden gruba döndürdüğünde herkesin normal olduğunu gördü, gerçi hiçbir zaman anormal oldukları da söylenemezdi.

    Sohbet ceset görünümlü garsonlardan açılınca, Martius’un aklı yine anısına kaymıştı. O gün arkadaşları tarafından ne kadar hor görüldüğünü hatırlayabiliyordu. Gerçi yaşı da çok büyük sayılmazdı, bu tür şeylerden etkilenmek için oldukça uygundu hatta. “Makyaj ve kıyafetlerine uğraşılmış olduğu belli. Ben sırf bu yüzden basit bir kıyafet seçtim. Hiç makyaj derdim olmadı.” Tembel bir sırıtışı yüzüne yerleştiren Martius, bakışlarını teker teker Juliet, Claudia ve Luther’ın üzerinde dolaştırdı. Önlerinden geçmekte olan garsondan tam içki alacakken son anda vazgeçmeye karar verdi. Yeterince içmiş olduğunu kendisine hatırlatıp, en azından bir saatliğine karnını boş bırakmanın iyi bir fikir olacağını düşünüyordu. Tam o sırada duymuş oldukları çığlık sesi herkesin irkilmesine sebep olmuştu. Mekanın içerisindek çoğu kişinin bakışlarının sesin geldiği tarafa yönelmesiyle birlikte, Martius da o yöne bakmaya başladı. Birilerinin gerçekten bayılmış olduğu açıktı ama garsonların çabaları da boşunaydı. Kızı ayıltsalar bile onların yüzlerini görüp, yeniden bayılacağı acı bir gerçekti. Ama kızın etrafında birkaç arkadaşı da vardı ki en azından onların arasında insana benzeyen birkaç kişi bulunuyordu. Bakışlarını o taraftan ayıran Martius, üçüne yönelerek alaycı bir ses tonuyla konuştu. “Aranızdan biri bayılmayı planlıyorsa, şimdiden haberimiz olsun.” Luther’ın bayılma ihtimalini saymıyordu çünkü o, kızların aksine pek korkmuşa benzemiyordu. Ama Juliet ve Claudia’nın yüzünde oldukça ürkmüş bir ifade vardı ki göz ardı etmek neredeyse imkânsızdı. Martius, bu yüzden konuyu değiştirmek için büyük bir istek duydu. Gerçi cadılar bayramı partisine gelip korkmamak olmazdı. Elbette tüylerinin diken diken olmaları gerekirdi ama garsonların makyajlarının aşırı olduğu da su götürmez bir gerçekti. "Aileniz ne tepki verdi kostümlerinize? Benimkiler beni yadırgadılar desem yeridir."

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

It's all about tonight Empty
MesajKonu: Geri: It's all about tonight   It's all about tonight Icon_minitimeCuma Ağus. 05, 2011 4:57 am

Pcp’leri almasının işe yaramadığını fark ettiğinde kızın yüzünde hayal kırıklığı ile dolu bir ifade görmüştü, kızın sözlerini duymazdan gelebilirdi zaten her ikisi de bunu kimsenin fark etmemiş olduğunu umuyordu. O gece eğer onu alırken fark etmiş olsaydı sesini çıkaramazdı zaten… Kızın onun iyiliği için çabaladığı o kadar ortadaydı ki. Aslında dostlukları yalnızca o günden itibaren bu kadar güçlü olabilmişti. O gün ona beklemediği kadar yardımcı olduğunda ve birbirlerine geçmişlerini anlattıklarında. Sanki hayatlarının kesişeceği belliydi, o gün kasıtlı olarak karşılaşmışlardı. Bunları düşünürken kızın hafif meyveli parfüm kokusunun daha keskin gelmeye başladığını fark etmişti. Kıza doğru baktığında, hayır yerinde yoktu. Ama tam o anda bedenindeki ufak bir ağırlığı fark etmişti. Pcp etkisini gösteriyordu, dokunma duyusunun getirdiği özellikleri yavaş yavaş kaybediyordu. Kız tam bu sırada ayrılmıştı bedeninden, soğukkanlılığına hakim olmakta güçlük çekiyordu belli ki. O geceyi unutabilmiş değildi belki de. Keskin hissettiği tek şey seslerdi fakat yine de bu kızın yüzündeki pişmanlık ifadesini görmesine engel olmuyordu. Kimse bu konu hakkında yorum yapmayınca aynı hızla konuyu değiştirmişti Juliet, cesetlerin mide bulandırıcı olduğu görüşündeydi. Aslında evet bir derece mide bulandırıcıydı kendisi için de, özellikle barın yanındaki. O anda kimsenin oraya yaklaşmaması için elinden geleni yapabilirdi. Ama birilerinin garsonların servisine karşın memnun kalmayıp kendi içkisini kendi almaya yelteneceği açıktı. Sanki o ceset yanında gittikleri anda herkese gerçeği anlatacaktı, çocuğun gözlerinin aynısını görebiliyordu. Ceset kendilerine paralel olarak yerleştirildiğinden dolayı bakışları doğrudan Luther’a bakıyor gibiydi.

Çığlık sesi düşüncelerini böldüğünde, evet doğruyu söylemek gerekirse fazlaca irkilmişti. Herkes çığlığın geldiği yöne doğru bakmaya başlıyordu, birkaç kişi etrafına doluşmuştu bile, bunun kıza bir faydası olacağını zannetmiyordu. Kim tepesinde korkutucu kostümler giymiş onlarca kişinin arasında nefes alabilirdi ki? Kızın uyandığı anda tekrar bayılması kaçınılmazdı, gerçekçilerdi evet. Mona’nın neyin peşinde olduğunu anlamak zordu; önce kapıdaki içkiler, ki bu kadar miktarı bile bir yılı aşkındır alkol kullanmadığından dolayı kendisini fena etkilemişti, ardından da bu saçma sapan cesetler, belki de mezardan kendi elleriyle çıkarttırtmıştı onları. Bu düşüncenin üzerine gülmeden edememişti, bu o çocukla olan benzerliği de açıklardı. Hatta bunlardan birinin 5 yıl kadar önce ölen halalarından biri olduğuna dair yemin edebilirdi. Manzara gülünçtü kaçınılmaz bir şekilde. Yalnızca kızlara pek gülünç gelmemiş olmalıydı. Az önce tanıştığı Claudia ile Juliet’in titremeseler bile irkildiklerini fark edebiliyordu. Zaten görüntüye dair pek bir yorum getiremeyecek kadar uçmuştu kafası ve sinirliydi. Madem biri buradaki manzaraya dayanamayacaktı, o zaman neden gelirdi ki. Az önce ötedeki cesetten korkuyor olmasına rağmen söylemişti bunu. Martius’un söylediği söz üzerine hafifçe sırıttı, geldiği andan itibaren çıkarttığı maskeyi yeniden takmıştı. “Aslına bakarsan ailem buraya gelmemi de yadırgıyordu. Fakat memnunum Gladyatör…”

Elini çenesine, daha doğrusu çenesini örten plastiğe götürmüştü yalnızca bakışları görülebildiğinden dolayı mimikler konusunda rahattı en azından hiç olmadığı kadar. Birazdan uyuşturucu etkisiyle mimiklerini kontrol edemeyecek olan yüzünü gizleyecekti bu. En azından Juliet’in gereksizce gerilmesine sebep olmayacaktı. Kendisine bakılırsa kız durumu fazla belli ediyordu ve çoğu pcp’nin etkisi yüzünden Luther sinirlenmeye başlıyordu. Kalanı ise %75’lik içkinin ufak bir yudumunun suçu olabilirdi. Queen’in insanların içkiyi içmek konusunda düştükleri tereddüdü gördükçe, bir yerden izlendiklerini ya da izleneceklerini biliyordu sanki, zevkten dört köşe olabileceğini tahmin ediliyordu. Kızlar konuşmalarını bitirdiğinde daha doğrusu konu kapandığında Juliet ile yalnız konuşmaya ihtiyacı vardı. Uyarmalıydı onu en azından, tamam aynı koruma içgüdüsü kendisi için de geçerliydi fakat etraftaki insanlara ne olduğunu sezdirerek başını belaya sokamazdı, en azından genç kızın ağzının daha sıkı olacağını umuyordu.

Görüntü de ufak ufak kararmaya başlamıştı. Martius ile ilgili görebildiği tek detay yüzüydü artık, bunun sebebi de balkabaklarının içine yerleştirilmiş mumlardan çıkan turuncu ışığın delikanlının yüzüne yansımasıydı. Bu görüntü ona bir korkutuculuk katıyordu. Sanki balkabağının o zalim ruhunun yansıması gibi saçma bir şeydi. Ah, harika düşünme yeteneği dahi sekteye uğramaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra pcp’nin etkisinin maksimum etkiye ulaşacağını hissedebiliyordu. Bunun hızlanmasının nedeni tabii ki içkiydi. Belki buraya gelmeden az önce içtiği sigaranın da etkisi olabilirdi. Ufak sohbetin ardından gelen sessizliği bölmek istiyordu. “Don’t Trust Me çalıyor. Dans edelim mi? Oturmaktan sıkıldım açıkçası…” Juliet ile konuşmak için bir fırsattı bu, gerekirse onu pcp’yle ilgili hiçbir şekilde bir söz etmemesi için ikna edecekti. Yalvarabilirdi, yaşadığı korku patlamasını hissedebiliyordu. Hem telaşa gerek yoktu genç kız için, artık eskisi kadar kullanmıyordu bu mereti. Ya da kendisi öyle düşünüyordu. Her neyse en azından artık iki günde bir gelen krizleri yoktu. Bir gün daha beklese kötü sonuçlar doğurabilecek olsa bile.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
It's all about tonight
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Amnesia NYC-
Buraya geçin: