Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
strawberry fields. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
strawberry fields. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
strawberry fields. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
strawberry fields. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
strawberry fields. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 strawberry fields.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Heath Harrison
Nörolog
 Nörolog
Heath Harrison


Mesaj Sayısı : 72
Kayıt tarihi : 30/08/10

strawberry fields. Empty
MesajKonu: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 7:34 pm

Hayatın burada hızlı olduğuna New York'a ilk geldiği gün gösteri yapan yarı çıplak -malum yerlerinde ülkenin bayrağı renklerinde yıldızlar vardı- kızların an be an tutuklanmasını izlediği gün görmüştü, oysa tek umudu Times Square'i boş yakalamaktı sabah henüz güneş dahi doğmamışken. Sonra bankanın nerede çalıştığını öğrenene dek vermek istemediği mortgage ile başı derde girince, Münih'te aldığı evi satıp borcu kapatmak zorunda kalmış ve gidecek herhangi bir yeri kalmamıştı. Kaldığı otelin iki blok ötesinde bir daire kiraladı kendine, öğrencilerin aksine yalnızca hafta sonları için odaları tutanlar da oluyordu kaldığı apartmanda. Ne Avusturalya'da ne de önceki şehrindeki gibi tanışmadı komşularıyla, bu defa dillerini bilse dahi. Bazen akşam yemeğini alıp -yeteneği vardı ancak mutfaktaki hiçbir şey çalışmıyordu- avludaki banklarda oturuyordu. Sonra her geçenin dikkatini çektiğini fark ettiginde karşıdaki parktaki cocukları izleyen bir sübyancı olduğunu düşündükleri geldi aklına. Ya da en azından çitlerle köpek sahipleri ve köpeklerinin gezinebilecegi kısmı izleyebilirdi o oturduğu yerden ve köpekler- Cidden? 'Doggie style' iyi, tamam, yaratıcı ama o kadar da değil. Heath bir sineği incitmeyi, öldürmeyi yeğler dikislemektense... Çok saçma oldu, değil mi?

Asla iyi olmadı ki kelimeleri seçmekte, özlediğini söylemedi mesela. Ya da, sevdiği kıza hiçbir zaman açılamadı. Laborotuvarda geçirdiği vakitte herhangi bir Mary Jane ya da bir örümcekle iliskisi olmadı, şansı yakalamadı hiçbir zaman. Tek iyi yanı vardı zaten. Bir sonraki paragrafı atlamanızı öneriyoruz.

Barney Stinson tadında kelime mi yaratması isteniyor?  Tamam, o zaman... ZEKARET! Şaka, çok saçma oldu. Kulağa hoş da gelmiyor, sanki yanlışlıkla dili sürçmüş de söyleyememiş gibi kelimeyi. Cesaret ya da zerafet ile de ilgisi yok ki Heath'in, yalnızca zeka. Sonrası yok.

Hermione gibi "Önemli olan aritmansi değil canlarım, sizsiniz." diyemeyecek kadar yalnız olduğu için tek çaresi aklını kullanmak oldu. Liseyi iki yıl önce bitirdi dönemindeki öğrencilerden, İngiltere'ye gitti. Avustralya'dan sonra zordu soğuğa alışmak. Ve yemeğe, o varolmayan yemeğe; sonra Münih. Sonra- Buradaydı işte, üniversitedeki işine başlayalı yalnızca birkaç gün olmuştu. Henüz dersler olmadıgı içinse yalnızca böbürlenebileceği tek şey vardı, wireless şifresi. Yanında çalıştığı doktor ve asistanıyla geçireceği iki hafta sonra gercek görevine başlayacaktı. 22 yaşında olmasının verdigi tek kazanç iyi bir koltuğa oturduğunda uyuklamıyor olmasıydı, yalnızca bu. Yoksa ne herhangi bir hasta ne de bir ameliyat verileceğini düşünüyordu kendisine. Büyük ihtimalle ilk hastası en umutsuz vaka olur ve vicdan azabı yüzünden işi bırakırdı, düşünceleri buysa ilk defa da olsa yanılacaklardı. Tek iyi olduğu şey mesleği, egitimiydi; sanki yenisi alınınca unutulan bir oyuncakmış gibi vazgeçemezdi bundan.

Manhattan'a yalnızca NYU'daki görüşme için gitmişti evine yerleştiği aylardan sonra, Brooklyn kendisi için adeta bir cennet gibiydi. Her şey düşündüğünden daha sessiz ve daha keyifliydi, aynı eski yuvası gibi. Vakit bulmasa dahi bir şeyler yapmaya, taksi yerine yürüyerek dönmek isten sabahın aksine büyük bir zevk veriyordu kendisine. Bir de köşedeki sinema, pek de yetişkinlerin ilgisini çekmese dahi şimdi vizyonda olan tüm filmlere gitmişti son iki hafta icinde. Başka bildigi bir şey yoktu zaten, ama Brooklyn'i seviyordu. Bugün ise bindiği taksideki şoföre başka bir talimat vermişti. Alışveriş yapmalıydı, yaptı da gerçi. Oturduğu bankın etrafındaki torbalardan anlaşıldığı gibi, saatler geçirmişti mağazalarda. Alışveriş tutkunu ya da alışveriş yapmayı sevdiğini söyleyemezdi ancak eğer bu sehirde yasayacaksa, yeni bir dolaba ihtiyacı vardı. Aldığı o beyaz ceketi kısa zamanda eskitecek olabilirdi tabii.

Parkın en sevdiği yanı bankların üzerindeki isimlerdi: "Mark ve Karl için, anne ve babanız." "Beni kırmayıp buraya oturduğun için teşekkürler Debbie, benimle evlenir misin?" "Benim güzel çiçeğim, beni yıllar geçse dahi unutmadığın için, Lincoln S." "Mila Babat anısına." "Evet tatlım, son paramı da buna harcadım. Seni seviyorum." Ölmeden önce başka bir seye harcayacağı para ile şu John Lennon'ı evine yakın olan Strawberry Fields denen yerde bir bank satın alabilirdi. "Heath Harrison, all you need is love." ya da sevdiği kadının ismi olurdu yanında, ilkinin gerçekleşmesi daha kesindi.

Ağaçların ardındaki güneş ve önündeki yolun diğer tarafındaki göl ile birlikte devam edebilirdi yaşamına. Ve kaplumbağalar. O pis suda nasıl yasıyorlardı bilmiyordu ama, olsun. İlk tatili olan bu hafta sonunda planları istediği gibi gitmiş ve güzel bir gün geçirmişti. Aldığı nefesle birlikte hafta boyunca canını yakan omuzlarındaki ağrının da kaybolmuş olduğunu fark etti. Ardına yaslanıp esnetti bedenini, ardından devam etti o anın keyfini çıkarmaya. Ta ki o kesilen solukları ve hayıflanmaları duyana dek.

Bankın diğer tarafına kesinlikle bu ifadeye deven bir halde yığıldı bedeni. Üzerindeki tişörtü sıyırıp gövdesine bastırdı elini, nefes alamıyor gibiydi. Göğüs kafesini yumrukladı birkaç defa, soluklarına kavuştuğunda karşılaştı teriyle kaplı yüzüyle. "İyi misin?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 6:52 am

    Dün aksam eve gider gitmez uyuduğu için açlıktan uyanıyor, henüz güneş doğmamış. Mısır gevreğinden sonra uzun bir duş alıyor, saçlarına doladığı havlu ile tekrar yatağına dönüyor. Gürültüsüne dayanamadığı ve boynunun tutulmasını istemediği için kapatıyor klimayı, şampuanının kokusuyla dolan nefesleri yavaşlıyor her gecen saniye ve uyuyakalıyor. Gözlerini açtığında öğleyi çoktan geçirmiş. Aklında iyi bir fikir var, sanki her zaman spor yaparmış gibi. Bisiklet değil canım, bisiklet ile uğraşacak değil. Hotel odasında bir bisiklet bulunması da yeterince komik değil mi zaten? Lobiden ikinci kez onunla gezemez.

    Bisiklet şortu olmadığına sevinmeli mi? Aslında bisiklet şortu üretilmemeli. Çirkin kısa şortu giyiyor bisiklet şortu yerine. Bisiklet şortu yok ki. Ay, bisiklet şortu olsa da giymezdi zaten. Bisiklet şortu ölsün bence, kesinlikle. Şişman insanların tayt giymesi gibi. Tamam rahat ediyor olabilirsiniz ama hoş gözükmüyor. Hikaye burada bitiyor.

    Maalesef. FAO Schwarz ve görmezden gelme denemeleri, ışıkta beklemeler ardından burnuna gelen o çirkin koku. Buradaki faytonlardan nefret etmesinin nedeni bu değil ama, parktan içeri girip -bir de ışık koymuşlar yürüyenler yolda koşanlar ya da bisikletlilere çarpmasın diye- koşmaya başlıyor.

    Adımları arasındaki düzene hiçbir zaman akıl vermese de hızla devam ediyor koşmaya. Skins'in köpek gibi kosan Thomas'ı kadar değil tabii ki. Yoksa sınıfta kalmaz Harvard'a giderdi değil mi? Koşmaya devam ediyor, belki köpek-Thomas hızını yakalar da Harvard'a- Neden gidip gecen seneki defterlerini karıştırmıyor? Ne de olsa aynı şeyleri yapacak. Tabii ki defterde yazanlardan bahsetmiyorum, defteri var mıydı ki? Aynı seyleri yapma Alex, defter tut. Konu olarak aynı seyler olsa dahi daha iyi dinle, tamam mı? Sonuc olarak Harvard, bunu yapman gerek. Buna ihtiyacın var. Koş. Odaklan.

    Yanına su almamış ama bazı yerler de musluklar var, iPod'unu zaten dikkatini dağıtıyor diye evde bıraktı. Yalnızca saati. Aslında tam olarak saat sayılmaz; kalp atışları, geçirdiği dakika ve ne kadar koştuğunu gösteriyor. 27 dakika, nabız 174 ve-  Bakışlarını yola çeviriyor, adımlarına inanmıyor sonra. Kaybediyor kendisini, zaten hakim değildi ki. Gözleri kararıyor, ancak ışık çok yakında sanki. Duraksıyor ve eğilip dizlerine yaslıyor ellerini. Gözlerini açtığında tek sorun bedenindeki o uyuşma hissi değil. Doğruluk nefes almaya çalışıyor, sanki kasları pes etmiş gibi. Oysa yorulduğunu hissetmemisti bile, Heimlich Manevrası'ın adı dahi korkunç geliyor kendisine. Bank var. Aklındaki görüntü pek de net değil ama bankta oturan kisiye aldırış edeceği bir anda değil. Tişörtünü sıyırıp diyaframının olduğunu sandığı yere bastırıyor parmaklarını, hafif ve ardından daha güçlü bir yumruk savuruyor. Kaburgalarını sıvazlıyor sonra acı dinsin diye, nefeslerine kavuştuğunda hala sinirlerindeki gerginliği hissedebiliyor. Düşündüğünden daha çok yanıyor canı, sanki küçük bir çocukkenki dışındaki yaralar gibi. Ancak o yaralarla böbürlenirdi, birkaç kilometre sonunda bir banka yığılmasıyla bunu yapamaz.

    Kollarını birbirlerine dolayıp öne doğru eğdi bedenini, sinüslerindeki o rahatsız edici nabız sanki dalga geçiyordu kendisiyle. Doğruluk ardına yaslandı ve yanındaki kisiye çevirdi yüzünü, amacı özür dilenemekti. "İyi misin?" Böyle insanlar var mıydı hala?

    Yüzündeki ifadeye anlam verememişti ilk başta, endişeli miydi? Belirgin bir aksanı da yoktu ki yabancı olduğunu düşünsün, yoksa kim bankına birden bire kapatan insana böyle yaklaşırdı? Alnında beliren kırışıklıkları fark ettiginde emin oldu yanlış anlamadığından, endişeliydi. Belki de korkmuştu yanına gelen yabancının soluklarına devam edemeyip- Tabii, ölürse onun başına kalma ihtimali vardı. Tamam, ilk seçenekle devam edecek kadar iyimser Alex. O kadar da değil. Kim bu yasta koşarken ölmüş? Yoksa yabancı kendisini yaşlı falan mı sandı, belki 30? Küfür yok, ilk seçenek. Yalnızca onu merak ettigini varsayalım, önyargı yok. Nasıl görünüyorsa öyle, başka hiçbir şey değil. "Teşekkürler, iyiyim." Çınlayan sesi kesildikten sonra yutkundu, ağzının kurumuş olduğuna aldırış etmedi ama. Ayağa kalkabileceğini sanmıyordu, en azından şimdilik. Belki birkaç dakikanın ardından gidebilirdi yanındaki yabancıyı daha fazla rahatsız etmeden. Kendini tanıtmak için iyi bir zamanlama olmadığına göre böyle yapardı, birkaç metre koşamayan birisi olarak tanıtılmak istemiyordu, yani en azından adının bilinmesini.

    Ağustos. Okula geri döneceğine göre tatilmiş gibi düşünerek geçirmesi gereken birkaç hafta daha vardı önünde. Hiç eğlenceli degildi. Ağustos sendromu yanında hiçbir şey degildi Pazartesi. Aslında nefes alamayıp son bulsa hayatı fena olmazdı, ama olur mu- 27'sinde ölecekti, inandığı buydu. Biraz daha yaşasa, Thomas ya da Panda kadar olmasa da bir Harvard. Güzel olurdu hani, çok güzel olurdu yani, olsun tabii.

    Düşüncelerine dalıp giderken bakışları karşıdaki ağaclardaydı, neyse ki görünmüyordu binaların tepeleri. Empire'a çıkıldığından daha kötü bir görüntü olamazdı, tamam ama gene de sanki orada yokmuş gibi gözükmemesi bu kısmi parkın güzelliğini daha da artırıyordu gözünde. İç çekti ve bakışlarını yanındaki surete çevirdi, cidden bu kadar beyaz mıydı teni yoksa korkmuş muydu? Kendisinden yaşça büyük olduğunu düşünse dahi kesinlikle yeniydi şehirde, son iki yılında nasıl olduğunu soran kaç kişiyle karşılaşmıştı? 2 mi? O zaman özrü hakediyor, hem zaten neden haketmesin? Şunun yüzüne bak, salak Alex. "Özür dilerim, uzun zamandır koşmadım ve şimdi-" Gözleri kısıldı, yüzünü ekşitti. Boğazındaki yankı da zaman kazandırdı kendisine. "Açık sözlü olursam daha önce hiç koşmadım. Yani bu kadar. Yani burada. Çocukluğuma dönmeden önce, evet, özür dilerim. Eğer merak ediyorsan, gerçekten daha iyiyim. Yaşıyorum, değil mı?"  
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Heath Harrison
Nörolog
 Nörolog
Heath Harrison


Mesaj Sayısı : 72
Kayıt tarihi : 30/08/10

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 2:28 pm

Yatağından yüzündeki kitabı çekip kalkmasıyla başlardı günü, saat kaç olursa olsun ilk kişi okulun kütüphanesine girmek olurdu ve ardından dersler. Sabah 10'da başlayan gün hava kararana dek okulda geçerdi, sonra dolabındaki kağıt tomarlarının arasındaki kaykayını alıp eve dönerdi. Bazen plajda durup biraz kitap okur ve müzik dinler, belki bir şeyler içer eve dönerdi. 16'sına kadar böyle devam etti. Bir de yazları. Kitaplarla ve denizle geçiştirirdi mevsimi, sonra okuldan aldığı mektupla her şey değişti. Ailesinden ayrılmak zorunda kaldı, onları hiç özlemedi gerçi. Mutlu olduklarını biliyordu ne de olsa, oğullarına duydukları gurur tatmin ediyordu onları. Bunu biliyordu. Zaten özlem acizlikti, bunu yapamayacak kadar aptaldı hem. Aradıklarında telefonlarına cevap verirdi. Üniversitedeyken ise yalnızca sömestrlarsa görüşebilmişlerdi, yazları üniversite kaldı. Herkesin aksine 5 yılda tamamladı oradaki eğitimini, gelecek yılın derslerini son dönem girdiği sınavlarla verdi. 16'sinde başladığı üniversite de son buldu böylece, Almanya'ya gitti ve bir yıl orada, Sigmund Freud'un araştırmaları hakkında bilgi edindi. Adama olan hayranlığı yüzünden aylarını kaybetse dahi işine yaramış olacaktı ki yayınladığı makale sayesinde Charité'de çalışması için bir teklif aldı. Ancak kabul etmedi, fazla abartılı gelmişti gözüne. İyi bir kariyer başlatsa dahi kendine- Hayır, bunu yapacak kadar güvenmiyordu kendisine. Üniversiteye dönebileceğini düşündü, ancak sonra Kuzey Amerika'dan gelen çağrıyı görmezden gelemedi. Ve önce Vancouver'a ardında da New York'a geldi. Sonra geri dönmedi, buradaydı işte. Bu suni parkta, baştan sona gezmiş olduğu söylenemezdi. Yalnızca 5. Cadde'ye yakın olan kısım, kaybolmaktan korkuyordu aslında. Ağaçlarla iyi degildi arası, deniz de olmadığına göre... "Teşekkürler, iyiyim." Emin değil sanki söylediklerinden. Kızın üzerinden ayırmadı gözlerini, en fazla 20'ydi yaşı. Topladığı koyu siyah saçları yanmış tenine yapıştı teri yüzünden. Boynundaki kemikleri ve atan nabzını görebiliyordu, yorulmuştu. Güya doktordu lan, güya. İnsan nasıl olduğunu soracağına bir şey yapar, gösterişli bir hareket ya da ne bileyim gider bu su getirir, mendil çıkartır verir. Mendil çıkartır verir, tamam. Gayet makul.

"Özür dilerim, uzun zamandır koşmadım ve şimdi-" Yanında kleenex taşımıyor olabilirdi ama yani şu küçük poşetlerdeki mendillerde olması gerekliydi çantasında. Sarı çantasında, sarı ve parlak. O kadar parlak değil canııım, deri gibi gözüküyor ama deri de değil. Gayet omzuna astığı, liseden kalmış gibi gözüken, eski yıpranmış çanta. Gözükmese dahi oralarda bir yerde Adidas amblemi olacak. Öndeki gözlerden ilkine soktu parmağını. Yanlış cevap, burada jetonlar, kalem ve bir anahtar var. İkinci cepte, parmakları arasında tutarken o küçük poşeti dokunmamaya çalışıyor içine. "Açık sözlü olursam daha önce hiç koşmadım. Yani bu kadar. Yani burada. Çocukluğuma dönmeden önce, evet, özür dilerim. Eğer merak ediyorsan, gerçekten daha iyiyim. Yaşıyorum, değil mı?" NEDEN DAHA ÖNCE SÖYLEMEDİN? Sanki kalp hastasıymış gibi düşünüyorken onun hakkında Heath, bir anda yaptıgı açıklamayla rahatladı içi. Elindeki mendili uzattı ve bıraktı bacağı üzerindeki açık duran avucuna.

Geri dönmek istiyordu, en başa. Mendili arama kısmı ya da buraya gelip oturması değil. New York'a gelme kararı aldığı günden de bahsetmiyorum. Belki 2000'lerin başı, kimsenin onu eleştirmeyip yaramazlıklarına katlandığı ve yakışıklı olduğunu yüzüne söylediği zamanlar. Hatta şu okuma-yazma öğrenme dönemi de olabilir, 4 yaşındaki saçlarında bukleleri olduğu zamanlar. Ya da şu kaykaydan düşüp bacağını kırdığı, artık yalnızca ulaşım için onu kullanabildiği yıl. Hem okumayı biliyordu o yıl, matematiğe alıştığı yıldı. Daha kolay bir yıldı, evet; geri dönebilecekse o yılı seçiyoruz. Ben avukatıyım, evet. Biz.

Aslına bakarsanız hiçbir zaman Heath'in düşler kurduğu olmadı, hayali arkadaşı Dave ise karşıdan karşıya geçerken arabanın altında kaldı ve henüz 6 yaşındayken ölümle yüzleşti. Sonrası gelmedi ama, büyükbabası mevsim sonunda 90. yaş gününü kutlayacak. İyi bir kariyer ardında evlense yetebilir, ölümün canını yakacağını sanmıyor. Cennet var, evet. Cennet. Lütfen.

Utanıyor aslında, gecmişe dönmeyi ya da  buharlaşmayı istemesinin nedeni bu. Karşısındaki kisiden çekinmesi belki, gereksiz yere düştüğü telaş. Yüzündeki ifadenin bile nasıl olduğunu düşünmek istemiyor.

"Bir anda öyle endişelendim ki, ya hastaysanız falan diye. Aksanım o kısa cümlelerde pek de fark edilmiyor, fazla televizyon izlediğim için sanırım. Şehire ve-" Elindeki tüm parmaklarını açarak önlerindeki yolu gösterdi, aksanı belirgindi artık cümle sonlarında. Her aldığı nefesle biraz daha düzene sokuyordu sesleri gene de. "Hiçbir düzene alışamadım. Parkların kilitli olması mesela." Tamam, banklarda oturup yabancılarla karşılaşmak hobisi degildi ama dikkatini çekmişti iste. Çok saçma.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 5:30 pm

[list]Güneşin etkisinden ayrılsa dahi sıcaktı, solukları düzenliydi ancak göğsündeki ağrıyı hissediyordu hala. Bileklerini bacaklarına yerleştirdi ve ardına yasladı sırtını, oluşan kamburuna aldırış etmedi. Gözlerini yere, kuru ve üzerinde karıncalar gezine asfalta dikti. Ayaklarını çapraz hale getirip kendisine doğru çekti, aklından çıkmıyordu buraya ilk geldiği gün. Gene ağaçlar arasından görünüyordu Göl, ve o metal köprü. Orada olduğunu biliyordu görüntüde olmasa da, bakmak istemiyordu. Unutması gerekmez miydi bu anıyı? Üzerinden yıllar ve onlarca kişi geçmişti, her gereksiz anıyı hatırlayacak kadar az yaşıyordu işte. Asla birilerine vakit ayırmamış, pesinden gitmemiş ya da kararlar vermemişti. Pasif olan karakter oydu hikaye de, ve hiçbir zaman karşılık alamamıştı. Gerçi, bir şey yapıyordu ki karşılık alsın. Gözlerini insanların üzerinden ayırmıyor olması bir şey anlam ifade etmezdi, onlara beslediği birkaç günlük aşka anlam veremezlerdi üzerlerinden çekmediği bakışlarıyla. Bir aptaldan tek farkı sessiz kalmasıydı. Arkadaşlarını kaybettiğinde olduğu gibi, ya da onların yanında durmaya cesaret edememesi kadar utanç verici olduğunu söyleyebilirdi. Özlemini dile getirmemesi mesela. Yatağına uzandığında göz yaşlarıyla dolan pınarları ve yastıktaki o ıslaklık. O çok küçükken, henüz masumken. Göz yaşlarıyla birlikte burnu da akmaya başlardı, yüzünü yıkamak için kalktığında ise açık verirdi işte. Güya çok çabuk olgunlaşmıştı. Her şeyi bilirdi, en iyisini yapardı. Henüz adlandırılan indigolar gibi. İndigo kelimesiyle tek ilişkisi kitap aldığı yer oldu, gecen yılda bir defa olsun gitmedi psikoloğa. Gitse herhalde, birkaç hapla geçistirilirdi her defasında olduğu gibi, tamı tamına 6 yıl aralıklarla Rileptid almıştı. Sonra kimseye sormadan bıraktı, hiçbir şey fark etmemişti o olağan ara geçtikten sonra. Böylece o yarı uyanık gezdiği halinden kurtulmuştu. Bir de ilacı aldığı ilk günler yalnızca koşmak, enerjisini harcamak isterdi. Vücudunun pes etmesiyle uyuduğu ilk geceden sonra ise yarı hızda devam ederdi haftasına. Neden ilaçlar elindeyken intihar etmediğini anlayamıyordu, gerçi o dönemde cehenneme gideceğinden korkuyor olabilirdi. Yoktu ki, cehennem. Kelimeyi sanki o güzel sesi için secmiş gibilerdi. Ya da şu "hell no" için. Olabilirdi, o True Grit aksanına bürünüp söylediğinde daha da çekici geliyordu kulağa.

Chris. Herhalde en yakın arkadaşı o olabilmişti şimdiye dek. Onun "Her şeyi tek başımıza halledebiliriz." demesiyle tanışmışlardı. "Eğer yalnız kalırsan, seni bırakacaklarını sanmıyorum ama, yanında ben olacağım." Sesini unutmuştu. Yüzünü de ancak fotoğraflar sayesinde hatırlıyordu. Cenazeyi hatırlamıyordu, gözlerini yerden ayırmadığı başka bir gündü işte. Sıcakla birlikte daha da bunalıyordu, düşüncelerinden görüntüye giren elleri sıyrılmasını sağladı. Gülümsedi mendilleri fark edince, en üsttekini almaya çalışırken dilini çıkardı farkında olmadan. Aynı çocukluğunda olduğu gibi. Sonra yüzündeki teri sildi, ve boynundaki. Eve gittiğinde geceyi küvette geçirmeyi düşünebilirdi. "Bir anda öyle endişelendim ki, ya hastaysanız falan diye. Aksanım o kısa cümlelerde pek de fark edilmiyor, fazla televizyon izlediğim için sanırım. Şehire ve-" Tabii ya, zaten Alex demişti. Belli. Gözlerindeki bakışlar bile farklı, hediyelik eşya dükkanlarındaki yabancılar gibisin. Yani nasıl diyeyim, belli olom. Baya. Yabancı işte.

Konuşmasındaki bazı sesler İngilizler'in aksanına benziyordu. Bu kıtadan degildi o zaman, belki Avrupa. Ya da başkası. Televizyona gelince, doğru. Örneğin yeğeni Lindsay'in Boston aksanı izlediği Elmo ve niceleri ile herkesinkine benzetilmişti. Hep çok televizyon izlemekten oluyor, zaten hep öyle. "Hiçbir düzene alışamadım. Parkların kilitli olması mesela."

"Eğer birkaç uzun cümle kurmasaydın gerçekten hiçbir şey fark etmezdim," Omzunu silkti sonra, canı yandı bunu yaparken. Ölmeyi yeğleyebilirdi küvette geçireceği vakittense, tabut falan. İyi fikirler bunlar. "Ve- Ben Alex. Ve her şey için teşekkürler. Burada oturuyor olmam bile büyük bir minnettarlık duymamı sağlıyor, gerçekten. Teşekkürler."

"Eğer bayılsaydım -yalnızca bir örnek, bayılmayacağım- büyük ihtimalle sen olmasaydın uyanana dek orada kalırdım." Başıyla onayladı söylediklerini. "Sen oldugun için ise, büyük ihtimalle ambulans gelmeden önce uyanırdım. Ah, pek de bir şey fark etmiyor. Kalp hastası olsaydım hayatımı kurtarmış olabilirdin, yani en azından ambulansa kadar. Büyük ihtimalle trafikte ölürdüm." İyice saçmalarını bir saat daha. Neden bir anda beliriyordu ki? Belki de ilacı kullanmaya devam etmeliydi, yarı yarıya azalırsın konuşması en azından. Gerçi bu koşuya çıkmak yerine uyumayı tercih edeceğinden bu olay gerçekleşmemiş olurdu. İyi mi olurdu?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Heath Harrison
Nörolog
 Nörolog
Heath Harrison


Mesaj Sayısı : 72
Kayıt tarihi : 30/08/10

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 7:02 pm

Vücudunun sağlıksız duruşuyla kız kardeşi canlandı aklında. Onun zayıf bedeni, ne yapıyordu bilmiyordu ama ailesi olarak gördüğü tek kisi oydu. Sanki onu yalnız bırakmış gibi hissetmişti yatılı okuldaki ilk gecesinde, sonra sabahın ilk ışıklarıyla evi arayıp onunla görüşmek istediğini söyledi. Babasının homurdanmalarına rağmen kabul edeceğini biliyordu istegini, arada yalnızca birkaç saat vardı. Kahvaltılarını ediyor olmalıydılar, pazar kahvaltılarında tüm aile bireyleri sofrada olmak zorundaydı. Telefondaki o çocuğun sesini unutamıyordu hala. Ona verdigi söz sonrasındaki sevinç kahkahaları mesela. Aralarında yalnızca 4 yaş vardı, üniversitede o da kendisi gibi yanına gelecek ve- Belki lise. Hala bir senesi vardı, eğer isterse NY'a gelebileceğini ilk defa geçiriyordu aklından. Yalnızca 2 saat ilerdeydiler Sdney'de, yapabileceği aramanın saati önemli degildi hem artık 10 yasında olmadıgı ve bir cep telefonu olduğu için. Karşısındaki gülümsemeye karşılık verdi, en kolay yapabildiği şey buydu zaten. Herkese gülümse. Gülümse. Böyle bir şarkı yok muydu? Ah, hayır. Cümlede "gülümse" vurgulanıyor olabilirdi ama Lily Allen "Bu beni güldürüyo." gibi bir şey söylüyordu, hatırlamıyordu tam olarak sözleri.

"Eğer birkaç uzun cümle kurmasaydın gerçekten hiçbir şey fark etmezdim," Gülümsemesi daha da genişledi ve yayıldı tüm yüzüne, kırılan gözleri yüzünden görüntü kaybolana dek. Sonra duraksadı daha da aptallaşmadan, olağan haline döndü ifadesi. Küçük bir tebessüm, yyeteeince belirgin ama abartılı değil. Yeha, üniversitedeki heyeti de böyle etkilemişti. "Ve- Ben Alex. Ve her şey için teşekkürler. Burada oturuyor olmam bile büyük bir minnettarlık duymamı sağlıyor, gerçekten. Teşekkürler." Resmen güzel cümle.

"Heath." Psikanaliz konusunda yazılmış tüm kitapları okumuş olsa dahi kendisindeki bu çekingenlikten sıyrılması her defasında uzun sürüyordu. Gene de, bu defa memnun kalmıştı ve karşılık verdi içtenlikle. Önyargılarından sıyrılması birkaç saniye sürecek kadar masumdu aslında, çekincen halini yenebilecek tarafı buydu herhalde. Her sırrını kolayca açıklayabilirdi birkaç iltifat sonrasında. Tamam, o kadar değil ama gene de ağzından laf almak kolaydı. İsmi mesela. Ve biraz sonra söyleyeceği onlarca şey, duyduğu birkaç cümleye onlarcası ile karşılık verebilecek kadar basitti. Kelimelerinden kendisi de tek kelime anlamasa dahi, Oscar Wilde gibi. Heh heh. "Eğer bayılsaydım -yalnızca bir örnek, bayılmayacağım- büyük ihtimalle sen olmasaydın uyanana dek orada kalırdım."

"Sen oldugun için ise, büyük ihtimalle ambulans gelmeden önce uyanırdım. Ah, pek de bir şey fark etmiyor. Kalp hastası olsaydım hayatımı kurtarmış olabilirdin, yani en azından ambulansa kadar. Büyük ihtimalle trafikte ölürdüm." Söyleyecekti, dayanamaz ki zaten. Sanki karşısındaki kardesiymis gibi düşünüyor, onun başka bir bedendeki hali. Gerçi benziyorlardı. Gözlerini çok az daha renklendir, saclarının rengini aç. Aslında saclarının rengi kısmen aynı olabilirdi. Tüm gününü günesin altında geçirdiği için açılmıştı rengi kız kardesinin sacları. Çocukken sarışın olduğunu değil de küçükken daha esmer olduğunu iddia etmesi gerekiyordu. Iy. Aklına eski oda arkadaşı geldi, saclarını sarıya boyamış ve ertesi gün kazıtmıştı. Evet, zeki insanlar bir de böyle aptallarla karşılaşıyorlar, aslına bakarsanız kendileri de çoğunlukla aptallar. Aptal. Aptallar!

Bacağını kendisine doğru çekip Alex'e doğru çevirdi bedenini."Aslına bakarsan, ölmeyebilirdin. Ne de olsa, mezun olduğuma göre artık söyleyebilirim sanırım, ben de bir doktorum." Dişlerini göstererek sırıtdı gercek gülümsemesinin ardından suni bir halde. Aynı neşeli ancak sözleri yogun ritim ve kalitesiz ses yüzünden anlaşılmayan şarkılar gibi, verdiği his iyiydi ancak yalnızca ilk kez dinledildiginde. İzin vermedi yüzündeki o saçma ifadenin varlığını sürdürmesine. "Ama büyük ihtimalle ölürdün, çünkü bu konuda bir hemşireden daha az şey biliyorum." Evet, tıp bu kadar kafa karıştırıcıydı. Ünlem parantez icine alınmadan açıklama yapalım, dalların birbirlerine ayrılış biçimine asla anlam verememişti. Her şey izlediği filmler yüzünden. Ve Freud. Ve Nietzsche. Aslında okuduğu kitap yüzünden. Lou Salome'unu arama nedeni de buydu herhalde.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 8:31 pm

    Her şeyi başa almalı. Yaptığı hatalar, geçirdiği son ay silinmesin ama. Ah, paragrafa başlayan cümleyi silin aklınızdan. Silinmesin hiçbir anı, yalnızca geri dönsün Chris. Ah- Bu konudan sıyrılmanız için size 30 saniye veriyorum, bir rahatlayın. Bir düşünün. 30 saniye, minimum. İsteyen gitsin bir duş falan alsın, bence olur. Ferah ferah. Ya da, migrene iyi geliyormuş elmanın kokusu. Elma yiyin. Elma kokmaz mı? Isırdığın yere burnunu sok, olacak orada kokusu. Burun değmeli ama, o burun değsin.

    30 saniye, tamam?

    Regina Spektor tarzında şarkılar yazamayacağını fark edeli yollar olmuştu oysa ve hala düşünmeden konuşuyordu bir sonraki kelimesini. Aynı yazarken olduğu gibi, ancak bu defa kalemle karalayamıyor ya da 30 saniye geriye dönemiyordu silgisiyle. Ölümü iptal etmek gibi. Kağıtta bunu yapardı, birkaç hortkuluk ile iş tamam. Ama burada öyle değil. Regina yapardı gerçi. Ama Regina değildi, değil mi?

    Yalnız kaldığındaki düşlerini unutmasa keske, hepsi bir anıymış gibi yerleşse hafızasına. Bir pencereyi açar, sonra başka bir pencere daha. Nefes almak için, yasamak için. Biliyor zaten hayatının kısa süreceğini, istediği çoğu yapamayacağını. Renk değiştiren gökyüzünden başka hiçbir şey yok elinde. Saat kaç? Akşama dek hazırlanmalı, gitmesi gereken bir yer var ilk defa. Kendisine verdigi, unutmayı yegledigi bir söz. Hermione'ninki gibi olmasa dahi pelerini olacak, Black Swan ile ne ilgisi var? Var var. Aksama dek bekle ama, bekleyeceğini sanmıyorum gerçi. Evet, çok zekice. "Aslına bakarsan, ölmeyebilirdin. Ne de olsa, mezun olduğuma göre artık söyleyebilirim sanırım, ben de bir doktorum." Ve bir arkadaşı daha henüz edinmeden önce kaybettik. Zaten Heath oturuşunu değiştirdiğinde anlamıştı bunu. Onunkinin aksi taraftaki bacağını kıvırdı Alex de, diğer bacağını da kendisine doğru çekti ve kolunu sardı bankın ardına. Arkaya yaslanmamalıydı, bugün yeterince macera atlatmıştı ve bir de kafa üstü yere düşmek pek de iyi bir sonuc saglamazdı kendisine. Gerçi belki engelli oluşu Harvard'tan bir burs- ŞAKA ŞAKA. O kadar da değil. Emin degildi hem o burs olayının olup olmadıgından, emin olsa deneyebilirdi. Ama kolay olacakmış gibi gelecek sene, yalnızca ortalamasını yükseltse- Bence Harvard olur olur. Sınavlara girmesi önemli olan. Önemli olan okula gitmeyin sokak aralarında sigara içmemesi. Sigara icmiyor artık zaten, sorun yok. Evet, git gide alışacak nefes almaya.

    "En fazla 25 olabileceğini düşünmüştüm, ve doktor." Yüzünü ekşiterek iki yana salladı başını. "Daha resmi davranmalıyım." Ensesindeki saçlar etrafındaki kaşıntıyı fark etti sonra, bacaklarını indirirmen tırnaklarını gezdirdi teninde. "Ama büyük ihtimalle ölürdün, çünkü bu konuda bir hemşireden daha az şey biliyorum." Tamam, o kadar resmi olmaya gerek yok. İğne yapmayı bilmiyorsan Alex ile olağan bir iliski kurabilirsin Heath, buna izin var. İğne yok, tamam? ( Arkadaş Seçme Sınavı'nda ""Canını yakacağım." dediğinizde mecazi anlamda mı yoksa cidden mi bunu söylersiniz?" gibi bir soru olduguna göre henüz şüpheli konumundaydı.)

    "O zaman sayılmaz." Gülümsemesi gelmedi yerine. "Ben yalnızca liseyi bitirmek için bir sene daha kaybederken, sen doktorsun ve bir hemşirenin aksine iğne yapmayı bilmiyor musun yani? Ve ben dahi bunu çok iyi yaparım, ciddiyim." Ciddiydi. Kollarını birbirlerine kenetledi hafızasındaki o görüntünün silinmedigini fark edince, intihar etseydi ve bundan bahsetseydi bileklerini saklardı. Gibi.

    "Aslında aklımdaki doktorların aile babaları olması gerekiyormuş tabusunu ben de yıkmak istiyorum ama- Doktor olduğunu asla düşünmezdim." Elleriyle bedenini gösterdi giysilerine dikkat çekmeye çalışarak. "Beyaz önlüğün sana yakışacağıyla da hemfikirim gerçi, ama çok genç gözüküyorsun. Kızların pesinde koşturman gereken bir yasta olmalısın. Bir doktor değil.

    "Saatin var mı?" Evet, var. Görebiliyordu. Bileğinde bir şey olmasa bile 21. yüzyıldayız ve neredeyse yürümeyi yeni öğrenmiş çocukların bile telefonu var. Ya da iPod Touch falan. Nintendo? PSP? Her neyse. "Ama önce lütfen açıklamanı yap, çünkü saati duyar duymaz eve doğru koşmaya başlayabilirim." Ev yerine otel dese kulağa saçma gelirdi. "Tamam, gitmem gereken yere geceye doğru gitmem gerekiyor ama olsun." Tuzak ve tekrarlarla dolu olsa dahi bir anda dökülmüştü dudaklarından kelime, hızlı konuşma huyu ilkokulda kalmamış mıydı?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Heath Harrison
Nörolog
 Nörolog
Heath Harrison


Mesaj Sayısı : 72
Kayıt tarihi : 30/08/10

strawberry fields. Empty
MesajKonu: Geri: strawberry fields.   strawberry fields. Icon_minitimePerş. Ağus. 04, 2011 7:33 am

Sene sonunda eğer ders seciminde dikkatli olmuşsa mezun olacağını söylediğinde evi aramıştı. İnanmamıştı annesi, zaten oğlunun varlığına da inanmak istemediği için pek de garipsenecek bir şey degildi bu. Babası telefonu alıp tebrik etmiş, kız kardeşi ise yazın artık eve dönmesi gerektiğini söylemişti. Görüşmeyeli yaklaşık 3 yıl oluyordu, yaz mevsimiyle birlikte Münih'e gitmiş ve orada bir yasam kuracağını düşünmüştü. Ama olmadı. Para yüzünden. Laboratuvarda çalışarak kazandığı parayı da maalesef ödemelerin aksaması yüzünden neredeyse hiç etmişti. Elinde yaklaşık- Azdı iste parası, kazanmak için gece gündüz çalısmasına neden olacak kadar az. Gerçi hastanede bir is bulmasa, üniversitede devam ederse daha çok zevk alırdı isten. Bir rehabilitasyon merkezi aramıştı gecen gün, uyku sorunları olan hastalar için. Dalga mı geciyorlardı? Aslında vakti olsa yapardı ancak isten geriye kalan vaktini de dinlenerek geçiriyordu, bugünün aksine alışveriş yapmıyordu yani. Alışveriş her hafta yapılır mıydı ki? Her hafta için yeni bir pantolon ve yani bir gömlek. Hayır, kravat takmıyordu. Tek yaptıgı da asistanların yaptıgı isleri izlemekti şimdilik. Bir kez yanında çalıştığı profesörle birlikte konferansa gitmislerdi ama- Sıkıcıydı şimdilik işi. Beklediği şey araştırma ya da tedavi sürecinde etkin bir görev üstlenmekti. Ancak dekanın söylediği gibi, önce güvenlerini kazanması gerekliydi. İyi.

Şimdiye kadar hiçbir zaman güven testine tutulmamıştı, tek yaptıkları önüne bir tomar kağıt koyup kalemini vermek ve sorular çözmesini istemek olmuştu. Üniversitede matematik dersleri yoğun olmasa dahi, yoktu hatta, lise ve öncesinde hayat sevinci adeta matematikti. Matematik. Tabii ki işine yaramamıştı şimdiye dek ancak seviyordu çözdüğü her problemi. Sonucu olduğunu bilmek kendisini sinirlendirmiyor, umut veriyordu. Anketlerde yalnızca sevdiği dersler kısmına değil de hobiler bölümüne de matematiği yazmış olabilirdi. Bu kadar aptal mıydı bilmiyordu, ama olabilir. Yıllıklarının kapak içlerinde her zaman matematikler ilgili seyler yazmıştı arkadaşları. Gerçi o kadar arkadaşı olmadı, okuldan okula kısa sürelerde geçtiği için çok yakın bir dost edinemedi kendisine. "O zaman sayılmaz." Nasıl sayılmaz? Hayır, sayılır. Onlarca yılını bunun için mı harcamıştı? "O zaman sayılmaz?" ha? İyi. 

"Ben yalnızca liseyi bitirmek için bir sene daha kaybederken, sen doktorsun ve bir hemşirenin aksine iğne yapmayı bilmiyor musun yani? Ve ben dahi bunu çok iyi yaparım, ciddiyim." Belki biraz haklı olabilir, belki ve biraz. Ama fazlası yok, yalnızca sakinlestirici falan yapabiliyordu. Onda da adrenalin iğnesi gibi bir yeteneğe ihtiyac yoktu. Diyabet hastaları gibi, yalnızca iğneyi sapla. Zor degildi. Gözlerini kaçırdı düşünceleri arasında kaybolurken, bir kac görüntü canlandı gözünde. Alex. Sonra tekrar ona çevirdi bakışlarını. "Aslında aklımdaki doktorların aile babaları olması gerekiyormuş tabusunu ben de yıkmak istiyorum ama- Doktor olduğunu asla düşünmezdim." İŞTE BU. Memnun kalmasını sağlayacak en güzel cümleler birbirleri ardına sıralanmış gibi. Gencti. Tabii. Onun gösterdiği gibi üzerine baktı, giysilerine. Evet, 40'larında üzerindekileri giymeye kimse devam etmezdi. Beyaz önlüğün sana yakışacağıyla da hemfikirim gerçi, ama çok genç gözüküyorsun. Kızların pesinde koşturman gereken bir yasta olmalısın. Bir doktor değil. Zaten. İkinci kısma katılmıyordu, gercek askını aramak için buradaydı zaten. Yani mecazen, şu banktaki konumu ya da New York'ta olmasından bahsetmiyorum. Aldığı her nefes, yasamı. Ama beyaz önlük icinde olmak zorunda degildi, çıplak da olsun demiyorum ama beyaz önlük olmasın yani.

"Yalnızca 23 yaşındayım. Süper bir hızda eğitimimi bitirmiş olduğumdan kimsenin pesinden koşmaya vaktim kalmadı sanırım." Dudaklarını buruşturdu. SAAT MI KAÇ? Cidden. Bileğine gitti parmakları. HAYIR. O kadar olamaz.  "Tamam, gitmem gereken yere geceye doğru gitmem gerekiyor ama olsun." Geceye dek vakti olmasını dilerdi Heath de. 6 için yaptırmıştı rezarvasyonu, tamam büyük bir şey olmasa dahi gitmeliydim gene de. Güven kazanmak içindi, değil mi? Aynı aldığı yeni takım gibi.

İnlemesiyle birlikte doğrultu basını. "Sanırım benim de koşmam gerekecek, Alex. Tanıştığıma öyle memnun oldum ki, cidden. Herhalde benim için bir ilksin bu sehirde. Ve- Eğer bir nöroloğa ihtiyacın falan olursa..." Yüzünü ekşitip iki yana salladı başını. Elini çantasına daldırdı ve adının ve numarasının yazdığı kartı uzattı Alex'e. "4.15 henüz. Teşekkürler bu kısa sohbet için. Bir dahamı sefere umarım daha kolay olur." Sonra onun dudaklarından dökülen son cümleleri dinledi. Uzaklaştı kaldırımdaki geniş adımlarıyla. Bir daha görüşeceklerini sanmasa dahi iyi bir histi. Arkadaş. Arkadaşı olmasa dahi kısa da olsa sohbet ettigi birisi. Çok aceleci davranmıştı ikisi de, bir daha karşılaşırsa onunla kardeşine olan benzerliğinden bahsedecekti. Arkasına baktığında coktan kaybolmuştu görüntüden.

Son.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
strawberry fields.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Central Park-
Buraya geçin: