Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
shut up i'm dreaming. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
shut up i'm dreaming. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
shut up i'm dreaming. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
shut up i'm dreaming. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
shut up i'm dreaming. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 shut up i'm dreaming.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimePerş. Ağus. 04, 2011 6:36 pm


    Koltukta oturup televizyon izliyordu, sonra telefonu çıldırmış gibi çalmaya başladığında uyuşmuş bacaklarına hâkimiyet kurmaya çalışarak kalktı ayağa. Sehpadan aldığı destekle kurdu dengesini, yalnızca bir kısa mesaj. "Tanıdığım en iyi insansın. Yasamak istediğim başka kimse yok. Yasamak istediğim bir yer yok senin olmadığın. Çünkü tanıdığım en iyi insansın. Evet, bu doğru. Keşke senin yanında olsam hep. Kimse yok senin kadar sevdiğim. Çünkü tanıdığım en iyi insansın. En iyi zamanlarım seninle birlikte. Çünkü tanıdığım en iyi insan sensin. Kimseyi sevmiyorum seni sevmediğim kadar. Çünkü tanıdığım en iyi insan sensin." gibi bir şey yoktu, zaten bunlar şarkı sözleri! Kim ona şarkı sözlerini bir mesaj olarak atar ki?! Yalnızca Nick. Teyzesinin doğum yaptığını söylüyor. Adını Summer koyacaklar, yaz ya. Çok zekice, "Bebeğe Ağustos adını vermeye ne dersiniz?" Tabii ki iç sesi ses bulsa dudaklarında alacağı yanıt koca bir hayırdı. Tüm gününü dününü düşünerek geçirmişti, son günlerde hep son günlerini düşünerek geçiriyordu. "Ağlıyorum, seni bir daha göremeyeceğimi bildiğim için. Çünkü sen kendi seçimlerini yaptın. Bir daha seni görmeyeceğim. Eğer bir hakkım olsaydı, üç taneye gerek yok. Geleceği belirlemeyi dilerdim, seni bir kez daha görmeyi. Ve benim arkadaşım olmazdın. Bu sayede-" ve nice cümlelerin olduğu bir şarkıyı dinleyerek ve gözyaşlarıyla son bulacak bir yaz degildi bu defa. İlk basta telaşla geçirdiği Haziran ve ardında hızla gecen Temmuz. Ağustos ise tek çaresiydi iyi bir vakit gecirmek için. Tatil yapamamıştı. Hayır, Ontario'daki adalar sayılmaz. "Bana senin doğru kisi olduğunu söyleme. Bana benim olduğunu söyleme. Buralarda oldugumu biliyordun ve şimdi sorma neden diye." Bu kısımda ses tonu değişiyor, oldukça feminen ve soprano bir ses. Gerçi bir kız cocuğuna da ait olabilir. "Senin tek oldugun düşüncesine gelince, biraz etrafına bakın. Yalniz olmaya hazır degilsin. Öyleymis gibi düşünmeyi kes." Hayır, yazının şarkısı bu da degildi. Aylık bir ask macerası ya da çocukluk askı yoktu etrafında. Çocukluk askının mezarını ziyaret edebilirdi gerçi şimdiye dek hiç yapmadığının aksine. Hayır, şimdi olmaz. Telefonu bıraktığında duvarda gezinti gözleri, boyanın kalitesiz olduğu güneşin geldigi kısımdaki yıpranmış halden anlaşılıyordu. Saatten ayırmadı gözlerini; evet, gidecekti. Banyoya gecti ve saclarındaki lülelerle birlikte ayrıldı iki saat içinde odadan. Arka kapıya çağırdığı taksiye bindiğinde kendisini hiç olmadığı kadar rahat hissediyordu. Kolundaki bileziğin içine sakladığı 50'liği pelerinin içine sokup parmaklarini buldu ve şoföre uzatıp gideceği yeri söyledi. Adamın gülmesine fırsat vermeyecek kadar yogundu trafik, gerçi üzerindeki giysileri görmesi- Sanki Bob Dylan çalarken taksicinin yalnızca kafiyeli olan yerlere eşlik etmesi gibi bir şeydi. Ya da nakaratın 2 cümlelik tekrarlardan olustugunu sanıp şarkıya eşlik etmeyi denemesi gibi. Ancak ikinci tekrarda yanıldığını anlardı. Gerçi radyoda bir şey çalmıyordu. Aklındaki şarkıyı kirletmesini istemezdi zaten. Bitmek bilmeyen gitar sololarından daha çirkin olurdu başka bir parça. Coeur de Pirate bu. Başka hiçbir şey değil. "Aslında istediğin bu degildi ama, gözlüğünün camlarındaydı suretim. Tek duydugum pişmanlıkla yüzlestiğim gün ve sen beni artık istemiyordun." Neyse ki kimse Bob Dylan çalmıyordu. Fransızcasının iyi olmasını hep o ikinci anadiline, gercek anadiline, bağlamıştı. Dudaklarını ısırdı heyecanlı olduğunu fark ettiginde. Her küçük seyde olduğu gibi sığmıyordu içi içine. Gözlerini camdan ayırmadı. Yani, dışarıdaki görüntüden değil. Camdan, camın tozla kaplı kısmının üstündeki siyah harflerden. Anlam veremese dahi üretim tarihi haricinde hiçbir seye, ayırmadı gözlerini üzerinden. Ağzından güneş yüzünden olusan yansıma baloncukların çıktığını düşündü sonra albüm kapağını hatırladığında da. Müzik konusunda tek yeteneği olmasa dahi, duşta söylediği doğaçlama şarkılar sayılırmazsa tabii, kulaklıklarıyla yaşadığı haftalar olmuştu. Ezber konusunda iyiydi aslında, yani biraz. Across the Universe mesela, filmdeki tüm şarkılara eşlik edebilirdi. Ya da, Yes Man'de her defasında duyulmadan önce mırıldadığı birkaç replik. Siyahi adamın söylediği, hani Carl'ı yakaladıklarında: "His name was Mark." Ama sonrası yok, Zooey Deschanel gibi bir histeriğe katlanmak kolay degildi. Hem ne kadar Marc Webb'i sevse dahi, Marc Webb bir George Lucas degildi. George Lucas gibi bir insan daha varolsa- Aklından gecirmek dahi hos, değil mi? Nice Anakin'ler, falan. Gerçi Leia'nın bikinisi hariç diğer giysileri güzel olsa onun gibi görünürdü şimdi. Ancak şanslı olan Natalie Portman'dı, çağa daha yakın olan. Yeter, film muhabbeti yok daha fazla. Gerçi dikkatini ancak bununla dağıtabiliyordu, neredeyse 20 dakika süren yolculuğu bitene dek de devam etti. Amnesia. Pelerini giymektense elinde tutmak daha iyi bir his veriyordu kendisine, kaşmir kadar iyi bir kumaş yoktu herhalde; ancak vestiyerdeki genç çocuğu içeri girmesiyle yüzünde yayılan gülümsemeyi gördüğünde onun ellerine bıraktı. Karşılık verdi bir de, sanki buraya yalnızca bir şeyler içmek için gelmemiş gibi. Padme kadar masum olamayacaktı, üzgünüz.

    Kendisine uzatılan kadehteki her ne ise düşündüğünden daha acı, yüzünü buruşturmadan önce balkabaklarıyla karşılaşıyor. Gülünç. Hele ona "Benim küçük balkabağım" diye seslenen kişi geldiginde aklına. Boğazındaki hissin tadını çıkarıyor. Bütün gecesi böyle geçecek. Korku filmleri izlemeyen kız Padme kılığına girmiş, omuzlarına dökülen bukleleri çocukluğundaymış gibi hissetiriyor kendisini. Saçlarındaki toka da, çocukken takmaktan bir anda vazgeçeceği türden. Etraftan fırlayacak olan bilumum kukladan korkuyor, korkmaktan kukladan. Etrafındaki her suretin sahibini tanımıyor olmak da ayrı bir korku ürünü, geçen seneden dahi yeni yüzler. Döneminden dahi kimseyi tanımadığın lisede neden sınıfta kalırsın ki? Bakışlarını herkesten kaçırarak bara doğru yürüyor, içerisi o kadar da kalabalık değil. (Tabii ya! Saat henüz erken, sanki yarım saat sonra gözleri kapanmayacakmış gibi.) Gözüne en sade -Mona'nın partisinde en gösterişsiz şey ne olabilir ki?- gelen tabureye geçiyor, ayakkabılarının topuklarını yaslıyor metal ayaklara. Soyadının aksine, bira içmemesi kadar komik. Asıl Miller komik.

    "Viski ve Angostura Bitter. Belki Maker's olabilir." Omuz silkti, telaffuzu da İspanyolca ile karışmıştı telaşından. Önündeki saatini geçirecek bir bardak olacaktı ne de olsa.



En son Alex Miller tarafından Cuma Ağus. 12, 2011 1:57 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: Geri: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimePaz Ağus. 07, 2011 5:44 am

Juliet’in masasından uzaklaşırken gözleri karardığından dolayı önündeki nesneleri net görme becerisini kaybetmişti. Karşıdan gelen kıza çarptığında, ah evet kız küfrediyordu… Fena halde küfrediyordu, muhtemelen kan kırmızı olan içkiyi o zamana kadar içmemek gibi bir salaklık göstermişti, çarptığı içinse Luther’ı suçlayamazdınız. Elbisesi de hangi akla hizmetse bembeyazdı, kan kırmızısı içki –o olduğunu zannediyordu bunun nedeni daha çok görüşünü kaybetmesinden ötürü renklerin olduğundan koyu görünmesiydi- kalıcı bir iz bırakacaktı. Şu reklamlarda gösterdikleri leke çıkarıcılar asla işe yaramazdı, bunca küfür yemişken bunları düşünmesi garipti, biraz toparlandığında küstah bir sırıtmayla kıza döndü. “O bardağı içecek kadar cesur olamadın mı geri zekalı ha?” Kendisi de içememişti kabul, fakat geçerli bir sebebi vardı. Hala saçmalıyordu, kafası oldukça dağılmıştı, kızın tepkisine kulak asmadan devam etti…

Diğerlerinin yanından ayrıldığında pcp tam olarak etki bulmuştu vücudunda, aslında herkes sarhoş olmasa kafayı bulmuş olduğunu belli edebilirdi, aksine bu sefer çok daha rahattı ve rahatlığının nedeni bu değildi. Kimsenin öğrenebileceğini sanmıyordu. Gece boyunca içmese dahi girişteki içki… Bu her şeyi açıklamaya yeterdi, adımlarının artık eskisi kadar sağlam gitmediğinin farkındaydı. Yine de bara doğru gidebiliyordu henüz… Neden gittiğini de bilmiyordu, içki alacak olamazdı ha? Hele karşısında o çocuğun cesedini gördüğü var sayılırsa… Kendisini Hannibal’ın bir üst modeli olarak adlandırabilirdi. Cesetlerin yanaklarından bir ısırık almak için neler vermezdi ki, onların da şekerden yapıldığını düşünürsek. Tabii ki asla şekerden yapılmazlardı. Böyle gıda boyaları var mıydı? Hem zaten olsa dahi o iğrenç boyaların ağzına bulaşacağını düşünürsek, zaten kokuları da gerçek ceset gibi olmalıydı tabii koku duyusunu kaybedeli yaklaşık yarım saat olmasaydı. Bardaki taburelerde oturan belki de tek kişi bir kızdı, evet diğerleri yalnızca istediklerini alana kadar oradaydılar. Kızın yanındaki tabureye oturduğunda mırıldandı. “Padme ha? Keşke buralarda bir Anakin olsaydı, yakışabilirdiniz.” Kızın duyup duymadığı hakkında en ufak bir endişesi dahi yoktu, maskesini yeniden yüzüne geçirdiğindeyse “Keşke Hannibal olsaydım.” dedi, bu bir asılma mıydı? Muhtemelen hayır. Maskesini çıkarıp yeniden barın üzerine koyduğunda omuz silkti, bu defa cebinden uzunca bir “Hattori Hanzo”vari bir kılıcı çıkarmıştı ki bu kılıç plastikti, evet bu son filminde şişko adamı deştiği kılıca benziyordu, şu çirkin Japon kadına laf eden hoş kadının aksanına son derece de bayılmıştı. Anthony Hopkins’in oynadığındaysa, elbette ufak bir çakı getirmiş ya da bir insanın yüzünü andıran bir maske takmış olsaydı… İlk filminde o sahneden etkilenmişti. Hannibal kadar zeki olamazdı.

Elini yeniden cebine götürdü, sakızlardan birini bulması uzun sürmemişti, paketinin içinde yalnızca üç tane kalmıştı ikisini ağzına attıktan sonra diğerini kızın eline uzattı ve konuşmaya devam etti. “Aslına bakarsan sıkıcı bir parti olduğunu söyleyemeyiz, beklentilerimi karşıladı. Tek farkı artık küçükken yaptığımız gibi Trick or Treat oynayamıyoruz.” Gerçi kendisi hiçbir zaman oynayamamıştı. Yalnızca bir iki filmden biliyordu o kadar, şeker yemeyi de sevmezdi gerçi. Çikolatayı her türlü şekere tercih ederdi. Özellikle içinde kahve aroması olanları, bu yüzden havaalanına gitmeye bayıldığı söylenebilirdi, en güzel çikolatalar oradaydı özellikle şu devasa Toblerone’lar.



Spoiler:


En son Luther Frederic Adler tarafından Çarş. Ağus. 10, 2011 9:08 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: Geri: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimePaz Ağus. 07, 2011 12:15 pm


    İnanmak güç ona dokunduğuna, öyle uzun zaman gecmis ki tanıyamıyor suretini. Avuçları arasındaki yüzü olgunlaşmış, dudaklarına karşılık veriyor önce. Geri çekildiğinde ise kolları dolanıyor bedenine, omzuna yaslıyor başını. Gövdeleri arasındaki elleri sonunda sıcak, üşümüyor. "Ellerim üşümüyor," diyor, "Artık." Onların denediklerini yapmalı, ama düşündüğünden daha zor. Her şeyi yerine oturtmak ve hayatını düzene sokmak değil, bunun için çok erken. Ama önceliklerini belirlemeli, önceliklerini öğrenmeli daha dogrusu. Yagmurlu bir gecede gökte yıldız aramak kadar zor, bulutlar sabahın gibi değil ve gözlerini yakıyor damlaları. Kesin değil, aynı digerleri gibi. Hikayeyi bilmek için kitabı sonuna dek okuması gerekiyor, son sayfayı acmak gibi bir şansı da yok. Ama yağmur yağdığında ve güneş doğarsa tekrar, gökkuşağı gelecek. Asırlardır olduğu gibi, her zaman olduğu gibi. Her şey kendisine bağlı, isteyip istemediğine. Zaten her zaman bir seyler yanlış gelir insana, abartmaya gerek yok. Sonrası yok zaten, kimse kendi sonunu göremedi. Hikaye burada bitiyor, her zaman olduğu gibi.

    Zamanın nasıl geçtiğine anlam veremedigi dakikalardan birisiydi, demek isterdim. Ama hayır, parmakları arasındaki soğuk bardaktan aldığı ilk yudum tatmin etmemişti kendisini. Devam etti, uzun aralıklarla. Yarının bas agrılarıyla geçmesini istemiyordu, yalnızca bu bardak. Başka hiçbir şey yok, sonra giderdi zaten tanıdığı kimse ile karşılaşmazsa. Büyük ihtimalle de karşılaşmazdı, zaten tanıdık yüzler dahi maskelerin ardındayken daha da zorlaşıyordu işi. Kostümlerin kreş ile birlikte hayatlarından silinmesi gerekmez miydi? Salak, eğlenmelisin işte.

    Son dönemde tek eğlencesi internet ve kitaplar olduğundan pek de farkında degildi tabii, bir de dergiler! Girdiği ilk dükkanda üzerinde yazan isimleri tanıdığı tüm dergileri almıştı. Evet, bu sayede Justin'in Someday'inin nasıl koktuğunu artık biliyor. Sonra şo Royal Wedding'li şeyler, Cate'i daha da kıskanmasını sağlamışlardı. Beatles'lı Rolling Stone bir de, ama onun poşetini acmaya kıyamamıştı. Hard Rock Cafe'deki imzalı eşyalarından daha değerli sanki. Hard Rock Cafe'dekileri görmen bedava hem, salak. NEYSE. Uzaklaşmak istiyordu, gitmek. Tabii tek sorun önce mezun olmak lazım, evet. Süper. Olacak ama, NYU'dan daha büyük hedefleri var. Ya. Var. Sonunda.

    Alışkanlıklarından vazgeçmek sevmekten sıkılmanın aksine öyle kolay ki. Yalnızlıktan hep, her seyin nedeni yalnızlık. İsteyerek secse tamam, gerçi isteyerek secmiş de sayılabilirdi yalnız kalmayı. Bir de şey, son birkaç haftasında yalnız olduğunu söyleyemezdi aslında. Her defasında en iyi halde oldurmayı sağlasa belki vasat olan çıkardı karşısına, ancak denemiyordu bile. Bu defa belki gerceklesirdi dileği. "Hogwarts olmuyorsa..." Üniversite sağlandığında uzakta kalacaktı sehirden ve ilk defa sehirde kalmak istemesini sağlayan bir şey vardı hayatında. İsmine alışık olsa dahi dudakları- "İç (çarpı sonsuz, yani çok çok iç) sesim ne diyor len?" demeden Alex bence susayım. Müzik gelsin. "Kimseyi sevmiyorum. Kimse beni sevmiyor. Özlüyorum, özlüyorum ve biraz daha. Kimseyi istemiyorum. Kimse beni istemiyor. Ben hiçbir fikre ve onlar da bana sahip değiller." Ne kadar çirkin gözükse dahi şimdi, he he, bu şarkı çok güzel.

    Peki ne zaman sıra ona gelecek diye merak etmiyor ki sorsun tanıştığı en bilge kisiye, büyürken yoruldu. Çocukların eklemlerindeki ağrılar, dizlerindeki yara izleri gibi. Asla tam olarak sahip olamadı ama, yalnızca her gece yatmadan önce okunan masallar gibi sonraki gününü etkiledi. Günlüğünde yazacaksa bunlar, karakterler yıldızlar değil. Ama bak, Hannibal var. Tanıdığını sansa dahi hiç mi hiç tanıdık değil sureti, düşüncelerini daha da kurcalamadan önce bakışlarını ondan ayırıp tekrar önüne çeviriyor başını. Bakışları parmaklarında, parmakları birbirlerine kennetlenmiş halde bardağı tutuyor. “Padme ha? Keşke buralarda bir Anakin olsaydı, yakışabilirdiniz.” Ona çevrildiğinde gözleri maskesini geçirdi yüzüne, cidden böyle rahatsız olmuyor mu? İnsan terler, yüzü. Gerçi karakterin bu maskenin ardındayken umursayacağı şeyin terlemek olacağını sanmıyordu, üzerindeki o ince şeye gelince- Hopkins ile ilgisi yoktu. İkinci filmi de izlememişti korkacağını düşünüp, şimdi pek de ürkütücü bir havası yoktu hani. Tamam, belki gölgelerin ardına saklansa- “Keşke Hannibal olsaydım.” Ve evet, bu kılıç ile tamam. Plastik gibi gözükmüyor ama büyük ihtimalle öyle, tamam. İstediğiniz gibi olabilir, zaten bir Luke bir Leia sonra ölecek. Sorun yok. Anakin de yok, ah, çok üzücü. Dudakları kımıldandı, "Julian olsa olsa herhalde saçma sapan -ve tabii ki 'ölümsüz'- bir süper kahraman, ya da C-3PO olabilirdi." Kendisi dahi duymamıştı kelimeleri, gülümsedi ve doğrulttu bedenini. AMA DUR, bir dakika- Hannibal mı olsaydın? Kahkahasını önleyemedi, omzuna attı elini. Isırmaz değil mi? İlk başta "Keşke Anakin olsaydım." demek istediğini sanmıştım, sarhoşsun ve yanlış konuşuyorsun diye düşündüm." Geri çekti elini ve kollarını birbirlerine dolayıp dirseğini bara yasladı. "Ama," Omzunu silktiğini gördüğünde -kendi sözlerine karşı bir hareketti bu, Alex'in dilinden dökülenler için olduğunu sanmıyordu- yüzünü ekşitti. Sonra tebessümü yerini aldı yüzünde. "Hannibal olmanı ben de isterdim, gerçi buna pek de gerek yok. Yeterince zekisin, değil mi? En azından bu suni gürültünün ardında bir gerçeklik varolurdu. Partiye gelen herkes bir şekilde göz önüne çıkmak için buradaydı, sanki kendisi ne için gelmişse- Yalnızca kafa dağıtmak, evde geçireceği vakite yeğleyeceği bir gece. Gözlerini buldu maskenin üzerinden, tekrar gülümsedi. Evet, sınıf tekrarı şok eğlenceli; herkes senden bir yaş küçük falan ya, mükemmel bir his. Sakız? Sakız çiğnemekten nefret ediyordu, annesinin yanında sigara içemediği dönemdeki tatsız nikotin sakızları yüzünden. Parmakları arasına bıraktığı gibi kalacaktı öylece masanın üzerinde. Acemi bir halde hala maske takılıyken yüzüne elindeki sakızları ağzına attı, sakın patlatma Hannibal. Sakın. Maskene kan bulaşmalı, sakız değil. “Aslına bakarsan sıkıcı bir parti olduğunu söyleyemeyiz, beklentilerimi karşıladı. Tek farkı artık küçükken yaptığımız gibi Trick or Treat oynayamıyoruz.” Çünkü burası Los Angeles değil. Herhalde Halloween ile olan tek iyi anısı çikolatalar. Duty Free'den bile iyi. WONKA! HERSHEY'S! Hayır, m&m's sevmez. Şekerlere gelince, belki Wonka'nınsa. Gerçi çikolata yemeyeli oldukça uzun zaman oluyor. Yutkunuyor farkında olmadan. Charlie and the Chocolate Factory'yi izlerkenki kadar değil, vizyondayken iki defa sinemada gitmiş ve 190 gramlık tabletlerden yemişti. Görüyo' musun ne kadar uzun zaman olmuş... "Bunu söylemen gerekmezdi, acıkdım." Dudaklarını buruşturup iki yana salladı basını. Johnny Depp'ten bahsetmiyorum, çikolatalar gibi bir gerçek daha var. Sanki hiç Johnny Depp'i görmedik... "Maskeyi taktığını varsayarsak," Parmaklarını üzerine kenetlemişti, gerçekten metal miydi? Hayır! "Maskenin ardında kim olduğunu sorabilirim değil mi? Büyük ihtimalle beni tanımıyorsun, sınıfta kalan kız- Alex Millağğrr." Gülünç görünen birisi taklit etmeyi denedi, tabii ki ikisi arasında kalmış olabilirdi. Ne komik ne de- Komik değildi, belki Deschanel kızları kadar trajik. Avcunu göğsüne yasladı, adını bilmiyor olsa dahi kendisini ona daha yakın hissediyordu. Yabancılar karşısında istediği kelimeleri seçebildiği sayesindeydi. "Son sınıf olduğunu sanıyorum, ders çalışman gerekmez mi? Yani, beni örnek almanı istemem."Üzerindeki o beyaz tişört'vari şeyin kumaşı neydi öyle? LOTR'dan fırlamış gibi. Ah, sahi... Hannibal!


çokomik:


En son Alex Miller tarafından Cuma Ağus. 12, 2011 2:00 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: Geri: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimeCuma Ağus. 12, 2011 8:06 am

“Acıktın mı?” yutkundu evet, şu cesetlere karşın kendisi de acıkmıştı. “Dilersen bir şeyler yemeye gidebiliriz diyecektim… Ki evet bu vakitte bir yerin açık olacağını olsa dahi yemek yiyebileceğimi zannetmiyorum. Özellikle şu cesetlerden sonra…” Kız komik bir aksanla adını söyledikten sonra yeniden takmış olduğu maskesinin ardında sırıttı Luther. Alex Miller, hayır bu ad yalnızca tanıdıktı. Son sınıfta olduğunu ve sınıfta kaldığını söylemesi… Maskeyi yeniden çıkardı ve genç kızın eline ufak bir öpücük kondurdu, filmlerde şu kendini takdim eden beyefendiler gibi bir reverans sundu ve “Luther Frederic Adler, emrinizdeyim.” dedi. Saçmalıyor olabilirdi, neyse ki bunu o anda sorun edecek kimse yoktu. “Son sınıfım evet, ama akademik başarıyı taktığımı kim söylemiş, ailemi sorarsan beş para etmezler…” Bu sözünün üzerine boğazına bir şeyin takıldığını hissedebiliyordu. Suçluluk duygusu? Ah elbette pcp olamazdı, sonuçta alalı epey olmuştu. Kızın içkisine baktı, aklına girişteki… Tanrım bugün neden sürekli olarak onu düşünüyordu, girişteki içki? “Sence girişteki içki nasıl bir fikirdi. Mona’nın bizi izlediğine ve kahkahalar içinde olduğuna dair bahse girebilirim. %75 alkol oranı? Biraz daha aklı başında olamaz mıydı?” Klasik lise sonlar gibi olması gerekmiyordu evet, içki severdi, di yani. Artık içki içmeyeli bir seneden fazla olmuşken damağının bu tadı özlemiş olabileceğinin söylemek kimin aklına gelebilirdi ki. Yalnızca alışkanlık duygusunu kaybetmişti, bilirsiniz bundan sonra bir kadeh içse dahi hele de pcp’nin üzerine… Kesinlikle yarın korkunç bir şekilde uyanacağını biliyordu. Saçma sapan böbrek mafyası sahneleri değil hayır, baş ağrısından da söz etmiyorum. Yalnızca suçluluk duygusu... Girişteki şey bile bu kadar aklına takılmışsa demek oluyor ki şu anda almayı düşündüğü yalnızca bir kadeh kesinlikle hücrelerinin infilak etmesine sebep olabilirdi.

Fakat yine de barmenden votka istedi, evet içeceğinden değil belki. Fakat bu şekilde durması… Ne yalan söyleyebilirdi ki, içmek için. Yalnızca bu gece, hem istemese girişteki içkiyi de içmez buradan giderdi, istiyordu fakat istemek dışında şu ana dek ağır basan bir korkusu da vardı. O korkuya aldırmadan bir yudum aldı, içebildiği kadar yavaş içerse bu muhtemelen gece içinde alacağı ilk ve son kadeh olurdu. Daha fazlasına dayanamazdı zaten, uçmuştu. Kızın kendisine dönmesini bekledi ve gülümsedi “Sakız ve votka iyi ikili değil. Ayrıca o kadar uçtum ki bayılırsam beni sen taşımak zorundasın.” Komik olması gerekmiyordu yalnızca az sonra sızacağından son derece emindi. Arabaya yakın olmayı dilerdi ya da özel şoförlere. Arkasını toplayabilecek herhangi bir şey de olurdu. Yalnızca kim olduğunu dahi hatırlamadığı bu yerde, kimi tanımadık insanlarla aynı mekâna tıkılmak istemiyordu, bunun için ayağa kalktı ve barın önünde ufak bir tur attı. Midesi bulanıyordu. Kıza bir kez daha döndüğünde, kızın yüzünü bile net seçemiyordu. “Biraz dışarı çıkmama yardım eder misin?” dedi.



ps. Hoş değil... Beğenmedim.... Her neyse yahu en azından yük kalktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: Geri: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimeSalı Ağus. 16, 2011 8:57 am


    Damaklarındaki uykunun o çirkin tadı artık kendisini yataktan atması gerektiğine günler sonrasında ikna etmişti, battaniye yığınından kurtulduktan sonra eğildi ve yerdeki telefonunu buldu hissizleşen parmakları. Sol gözünü hala açamıyordu ve boşta kalan eliyle gözünü ovuşturdu, uykuları sildi. Telefonunun gözlerini yakan ekranında yığılan isimler ilk basta gözünü korkutsa da yalnızca birkaç mesaj olduğunu gördü, kendisi kadar olmada dahi saçma sapan insanlar. Ve gidip vurdu kendisini. Her zamanki gibi. Tahammül edemediğine göre devam etmeye, karakterler yaratmaktan vazgeçmişti anlaşılan. Yalnızlığı ilk defa saf bir halde hissettiğinde kendisinin de aynı şeyi yapmasından korkuyordu Alex, sanki kısa bir zaman içinde gerçekleşecekmiş gibi verdiği her solukla daha da yaklaşıyordu sonuna. Birkaç yıl değil, bu ayın son günlerinden birisi belki. Korktuğu sayı değildi aslında, yalnızca hayattan alamadığı keyif yüzünden böyle düşünmeye başlamıştı. Silindi gözlerinden o çirkin sabahı.

    Yarını hakkında dahi herhangi bir planı olmayışı gösteriyordu herhalde ne kadar kararsız olduğunu. Her şeyi sonraya erteliyor ve imkanlar kaçtığında ellerinden yalnızca hayıflanmakla kalıyordu. Somurtkan halinin nedeni bu değildi gene de, yalnızca yüzünde beliren en küçük tebessümle dahi çirkinleştiğini düşünüyordu ki güzel olmak için gösterdiği tek çaba yüzündeki ifadeydi. Yani, en azından 162'lik boyu ile topuklu ayakkabılar giymesi gerekirdi değil mi? Biraz olsun uzun görünmeye çalışmayı deneyebilirdi, Padme'nin kendisinden kısa olduğu ile övünmeye çalışıyorsa- Peki, porselen ellerin nerede Alex? Anakin? Kraliçe olduğunu da sanmıyorum son dönemde?

    Gereklilikleri arasında olacak son şey herhalde buradaki durumu ve seçtiği samimiyetsiz kelimeler olurdu. Ancak bu gürültünün içinde aldırış etmedi Hannibal. Yüzündeki tavrı ne kadar ciddi gözükse de ilk bakışta, onun vurdumduymaz birisi olduğundan emindi. Kulaklarına çalınan birkaç kelime ardından üslubu da şekillendi biraz olsun gözünde, adını duyduğunda ilk başta anlam veremedi sözlerine bir önceki şaşırması yüzünden. Elini geri çektikten sonra bir yumruk halinde kucağındaki yerini almasını sağladı, bardağına bir daha dokunmayacaktı. Aldığı birkaç yudum yeterliydi, hiç el sürmemiş gibi kaybolabilirdi bu kalabalık gecede. “Sakız ve votka iyi ikili değil. Ayrıca o kadar uçtum ki bayılırsam beni sen taşımak zorundasın.” Yalnızca sakızla birlikte yapabileceği tek şeyin sigara içmesi olacağını önerebilirdi Luther’a. Ama sonra, ifadesi değiştiğinde artık iyi görünmüyordu. Herhangi bir anlamı olmadan gözlerini devirdiğini düşündü, ancak birkaç saniye geçtiğinde endişeli hali tüm suretine yayılmış gibiydi. Dudakları aralandığında onu daha iyi duyabilmek için kulaklarını açtı ve yüzünü yaklaştırdı ona. “Biraz dışarı çıkmama yardım eder misin?” Sesinin kısılacağı gerçeğiyle dakikalar önce yüzleşmiş olsa da Luther’ın eve döndüğünde baş ağrısının daha az olmasını dileyerek konuşmadı, yalnızca dudaklarını oynattı ve onayladığını belirten bir şekilde başını salladı. İçtiği birkaç bardakla bu hale gelmiş olamazdı değil mi? O kadar hassas görünmüyordu o soluk teninin ardında, başka bir şeyler aldığını sanıyordu Alex. Onun önden ilerlemesi koluna dokundu elinin ardıyla ve attığı sonraki adımlarda izledi onu, kalabalığın arasında ilerlemek kadar nefret ettiği bir şey yoktu herhalde. Bakışları yerden ayrılmazdı yalnız olsa, ancak bazen avucunu sırtına yaslıyordu Luther’ın. Kapıya geldiklerinde vestiyerin önünde duraksadı, verdikleri ceketi -Luther’ın olduğunu varsayıyordu, kokusu Luther’ın üzerinden yayılan parfümünkine benziyordu açıkçası ve biraz sigara- ve ‘pelerin’ini koluna geçirdi ve devam etti onu izlemeye. Sondu herhalde, gecenin sonu. Güvenliği sağlayan koca adamların da burada olduğunu varsayarsa kaybolup gidebilirdi şimdi, Luther’ın bu kadar kolay sızacağını da düşünmüyordu hem. Bekledi ve acemi bir hareketle ceketini omuzlarına attı ve kapının önündeki taksiyi onun almasının daha iyi olacağını düşündü. “Sanırım burada ayrılıyoruz, seninle tanışmak güzeldi. Teşekkürler.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Miller
Harvard | I. Sınıf
 Harvard | I. Sınıf
Alex Miller


Mesaj Sayısı : 81
Kayıt tarihi : 05/02/11

shut up i'm dreaming. Empty
MesajKonu: Geri: shut up i'm dreaming.   shut up i'm dreaming. Icon_minitimeSalı Ağus. 16, 2011 9:00 am

Son.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
shut up i'm dreaming.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Amnesia NYC-
Buraya geçin: