Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 The three of us in circus, astonished and in rapture.

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 10, 2011 4:08 am

    O an, yapmaktan en çok hoşlandığı şeyi yapıyordu. Yürümek. Neredeyse her gün, yağmur güneş demeden; sıcak, soğuk demeden kentte dolaşmak için evden çıkıyordu. Belli bir hedefi yoktu, ayakları onu nereye götürürse oraya giderdi. New York gezmekle bitecek bir kent değildi, sonu gelmez bir dolambaçtı. Ne kadar uzaklara giderse gitsin, kentin semtlerini ve sokaklarını ne kadar iyi tanırsa tanısın, kaybolmuş olma duygusundan kurtulamıyordu. Yalnızca kentte değil, kendi içinde de kayboluyordu. Ne zaman yürüyüşe çıksa kendisini geride bırakıyormuş gibi hissediyordu. Kendini sokaklardaki harekete teslim etmekle, gören bir göze indirgemekle, düşünmekten kurtuluyordu ve bu da ona öncelikle bir nebze huzur veriyor, içinde sağlıklı bir boşluk yaratıyordu. Dünya onun dışındaydı, çevresindeydi, önündeydi ve dünyanın değişme hızı, herhangi bir şey üzerinde uzun boylu oyalanmasına engel oluyordu. Önemli olan hareket etmekti, bir ayağını ötekinin önüne koymak ve kendini bedeninin gidişine teslim etmekti. Amaçsızca dolaşınca her yer birbirinden farksız oluyor, nerede bulunduğunun önemi kalmıyordu. Hiçbir yerde olmadığını hissettiği yürüyüşleri, en iyi yürüyüşleriydi. Ve bu da onun çevresinden istediği tek şeydi aslında: hiçbiryerde olmamak. New York artık onun kendi çevresinde ördüğü hiçbiryerdi. Kendi ülkesini ne kadar severse sevsin, oraya bir daha dönebileceğini sanmıyordu. İçindeki bu vicdan azabı ve kalbine yüklenen bu yükle, imkansızdı. Kolundaki plastik yeşil saat bileğinde dönmüştü. Ekranını görebilmek için çevirdi hafifçe ve saati kontrol etti. Adımları istemsizce onu eve götürecek sokaklara saparken bu geceyi düşündü. Lucian ile öğle yemeği yerlerken adam ailesinin geri kalan fertleriyle, en azından erkek kardeşinin oluşturduğu bir kısmıyla tanışmasını istemiş hatta bunun için bir akşam yemeği ayarlamış ve bu teklifini kabul etmesini rica etmişti. Kendisi şoka uğramış bir ifadeyle ona bakarken kasıntı bir aile yemeği olmayacağına ve kimsenin onu zora sokmayacağına söz vermiş, böyle bir şey olursa siyah pelerinini kuşanıp kendisini oradan kaçıracağına söz vermişti gülerek. Adamın rahat ve olağan tavrı kendisinin bir nebze rahatlamasına sebep olunca teklifi kabul etmişti, onu yemeyeceklerdi elbet, yani genç kız öyle umuyordu. Ama yine de, evinin yolunu tutmuşken bu teklifi nasıl kabul ettiğine şaşıyordu. Lucian’ın ailesi onu sevmeyecekti, bundan suyun normal şartlar altında 100 santigrat derecede kaynadığından emin olduğu kadar emindi. Bir kere Lucian Jasmine’den daha yeni boşanmıştı neredeyse, ve ailesi adamın Jasmine ile olan evliliğini desteklemişti zamanında. Hatta çıkarları uğruna devam ettirmişlerdi bunu, Lucian’ın ona kitap vermeye gittiği gece anlattıklarına bakılırsa. Bu durumda aileye herhangi bir çıkar getirmeyecek ve Lucian’dan oldukça genç olan sevgilisine sempati beslemeyeceklerdi. Hoş, onların sempatisini istemiyordu, insanların onayına ihtiyacı yoktu. Yine de birbirinden haz etmeyen insanların beraber bir masaya oturup akşam yemeği yemesi fikri can sıkıcıydı. Bununla beraber, Luther ile en son yaptığı kısa internet görüşmesini kafasından atamıyordu. Konuşmaya dair her cümle beyninin bir bölgesinde pusuya yatıyor, uygun herhangi bir vakit bulduğu zaman ön tarafa doğru saldırıya geçiyordu. Çocuk hakkında ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Daha doğrusu biliyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Luther kendisi için değerliydi, belki şu an hayatındaki bütün insanlardan daha fazla. O konuşabilmeden anlayabilmişti kendisini. Anlatmadan beyin kıvrımlarına girebilmiş, kalbinin damarlarından geçebilmişti. Alakasız bir gecede ikisinin de kafası uçmuşken hiçliğin ortasında bulmuşlardı birbirlerini. Ruh ikizi kavramı gerçekten var olsaydı eğer, böyle bir şeye inansaydı, onun Luther olduğunu söyleyebilirdi rahatlıkla. Lakin daha sonra aynen Luther gibi aniden hayatına Lucian girivermiş ve hayatındaki her şey Rubik küpü gibi bir hal almıştı. Neye uğradığını şaşırmış, başına ne geldiğini anlayamamıştı. Adamın oluşturduğu ani girdabın içine çekilmiş, buna itiraz etmeyi dahi aklına getirmemişti. Onunla olmak isteğini geçin, onun adını duymak bile omurgasından aşağı bir gıdıklanma hissi geçmesine sebep oluyordu. Lucian için olan duygularının daha güçlü olduğunun bilincindeydi. Ona aşıktı, Luther’ı ise seviyordu. Lucian ona her dokunduğunda hücreleri infilak ediyormuş gibi hissediyordu. Vücudunun içi tamamen kıraç toprakla kaplıymış da birden tohumlar patlıyor, etrafa saçılıyor ve birkaç saniye içinde yüz yıllık gür bir orman oluşturuyorlarmış gibi. Adamın ağzı bir kara delikmiş de onun içine düşüp çok yıldızlı çok mükemmel bir evrene kayıyormuş, yıldızlar içine akıyormuş gibi hissediyordu onunla öpüşünce. Luther ile arkadaş olabilirdi örneğin, ama Lucian ile sadece arkadaş olma düşüncesi bile beynini zonklatıyordu. Lakin bu durumu Luther’a nasıl anlatabileceğini bilmiyordu. Son birkaç haftadır ondan özellikle uzak durmaya, onunla görüşmemeye çalışmıştı belki uzaklaşırlar diye. Ama aralarında onlarınki gibi bir bağ bulunan iki insanın o şekilde kopması mümkün değildi. O zorlayıcı konuşmayı Luther ile yapması gerekiyordu, yine de bu gece değil. Bu gece zorlayıcı bir yemeği atlatması gerekiyordu. Apartmanın kapısı açıktı. Kapıyı omzuyla hafifçe ittirerek içeri girdi.

    Kemiklerine işleyen soğuk suyun altından çıkıp saçlarını beyaz bir havluya sardı, daha sonra bornozunu üstüne geçirdi. Islak saçın sularının vücuduna ve etrafa akmasından nefret ediyordu, her banyodan çıkışında önce saçlarını kurulaması bu yüzdendi. Bornozun kumaşı üstündeki bütün su damlalarını emdiğinde dolabından bir elbise çıkardı. Normal kıyafetlerine neredeyse taban tabana zıt bir elbiseydi. Siyah, dar, yumuşak ve vücudu saran bir kumaştan, kısa, arkasında mini bir yırtmacı olan bir elbiseydi. Uzun kolları bileklerinin hemen üzerinde sona eriyordu. Omuzlarında üzerinde altın rengi şifon farbelaların olduğu vatkalardan aşağı inen dikdörtgenimsi sırt dekoltesi kürek kemikleri de dahil kalçasının üstüne kadar olan kısmı açıkta bırakıyordu. Ön yakası köprücük kemiklerini açıkta bırakmayacak şekilde düz bir çizgi olarak ilerliyordu. Elbiseyi vücuduna geçirip banyoya, aynanın karşısına geçtiğinde gittikçe gerildiğini hissetti. Saçlarını geriye doğru taradı, balık sırtı olarak örmeye başladı saçını. Örmeyi bitirdiğinde sıkı olmayan örgüyü, ensesinde saçlarının bittiği yerden aşağı düşen kısmından yukarı doğru katlayarak tutturdu. Ensesini açıkta bırakabilmişti bu şekilde. Böyle bir elbisenin içindeyken, dağınık saça katlanabilmesi gibi bir ihtimal yoktu. Saçının kesimi yüzünden yüzünü çevreleyen saç tutamları örgüye yetişememiş, o kısımlardaki saçlar kısa kalmıştı. Onları geriye doğru tararken cam rafın üzerinden aldığı saç spreyiyle arkaya yatırdı onları hafifçe, kafasına tamamen yapıştırmadan. Siyah eyeliner ve farla göz kapağının üstünü ve göz altlarının dış kısmını çerçeveleyip göz pınarlarına kıvrımlı bir şekilde altın rengi bir far sürdü. İkisi arasında kalan minik bölgeyi ise acı bir kahverengiyle kapladıktan sonra rimelini sürdü. Ruj kullanmaktan veya dudağına bir şeyler sürmekten nefret ettiği için, dudakları olağan hafif pembeliğinde kalmış, bu sebeple gözleri iyice ortaya çıkmıştı. İri inci küpelerini taktığında, işi bitmişti. Tam o anda zilin donuk iniltisi evi doldurdu. Hızlıca odasına geçip siyah, sade, kapalı topuklu ayakkabılarını ayaklarına geçirdi ve anahtarlarını alarak kapıyı çekti. Adamı bekletmemek için aceleci adımlarla merdivenlerden indi ve apartmanın kapısını açtığında ılık hava ciğerlerine doldu. Elinde siyah bir kaskla kendisine bakan adama gülümseyerek yaklaştı ve ağzını hafifçe araladı kendi ağzıyla. Öpüşürlerken yine içinde bir şeylerin yeşerdiğini hissetti.

    “ Seni özledim. ”


sanagelsinberkişteelbise:
budamakyaj:

budasaç:

sonolarak:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimePerş. Ağus. 11, 2011 1:09 pm

“ Well, work it on out, honey. (work it on out)
You know you look so good. (look so good)
You know you got me goin, now, (got me goin)
Just like I knew you would. (like I knew you would, oooh!) “


The Beatles söyleyerek çıktı duştan, beline siyah bir havlu sardı, aynaya döndü ve ılık suyla birlikte koyulaşan saçlarını sağa sola sallarken yansımasına göz kırptı ve formundasın demek istercesine baş parmaklarını yukarı kaldırdı. Saçlarından uçan damlalar aynıyı lekeledi, aklına nereden geldiği belli olmayan bir imge girdiğinde hafifçe gülümsedi, küçük bir çocukken de bu şekilde lekelerdi aynaları ve dadısı bu davranışından dolayı çoğu zaman azarlardı küçük Lucian’ı. Dadısını da annesi yerinde gördüğü için kadının dediklerine önem verir, uyarıdan sonra bir hafta kadar dikkatli davranır, ardından yeni bir uyarı ve azarlamaya dek yapmasından hoşlanılmayan şeyleri yapardı. Aynaların önünde ıslak saçla kafa sallamak, çamurlu ayakkabılarla eve dalıp annesinin biricik halılarını lekelemek, evin içinde topla oynamak bunlardan yalnızca bir kaçıydı. Hafifçe gülümsedi, yaramaz bir çocuktu ve onu gerçekten etkileyen tek şey fazlasıyla otoriter babasının uyarılarıydı. Artık 30’lu yaşlarında, kendine ait bir işi, bir arabası olan, annesi ve babasıyla pek sık görüşmeyen bir adamdı ve istediği her şeyi yapabilirdi. Başını tekrar, bu kez daha hızlı ve kuvvetli bir biçimde, salladı ve su damlalarıyla lekelenen yansımasına son bir kez bakarak krem rengi üzerine açık mavi objelerle süslenmiş banyosundan çıkıp, dikkatle sınıflandırılmış giysi odasına girdi. Kumaşa, renge, markaya göre sınıflandırılması belki çok manyakçaydı, ne de olsa eski karısının işiydi bu, yine de Lucian’ın işine yarıyordu çoğu zaman. Örneğin aradığı pantolon, gömlek, ceket, yelek, kemer ve kravatı hızla bulabilmişti bu sayede.

Öğle yemeğinde giydiği gömleği ne kadar uğurlu gömleği olarak görüyor olsa da, akşam da aynı şeyi giyemezdi, üstelik yanında sevgilisini de götürerek bir aile yemeğine gideceği hesaba katılırsa, o uğurlu gömleğe kesinlikle ihtiyacı vardı. İnsanların hakkında ne düşüneceğini önemsemeyi bırakalı çok olmamış mıydı Lucian? diye sordu kendine. Cevabı biliyor olmasına rağmen onun tedirgin olma sebebi ailesinin ne düşüneceği değildi kesinlikle, önemsediği şey Froydis’in aileyi nasıl bulacağı, onlarla tanıştığında Lucian’dan korkup kaçma olasılığının olup olmadığıydı. Yine de genç kızın kendisini sevdiğini biliyordu, yani ailesi ne kadar saçmalarsa saçmalasın, Lucian’ı terk etmezdi. Değil mi? Orta yaşlı bir adamda bulunması gereken sakinliği kaybedişine kahkahalarla gülmemek için zor tutuyordu kendini, ilk sevgilisini ailesiyle tanıştıran bir ergen gibi elleri birazdan titremeye başlar, yüzünden soğuk terler boşanırsa, kesinlikle kahkahalara boğulacaktı.

Kravatını bağlarken baştan aşağı süzdü aynadaki yansımasını son bir kez. Pantalonu kot görünümlü ve fazlasıyla rahattı, ceketi, pantalondan bir ton daha açıktı ve geniş omuzlarını ön plana çıkaran bir kesime sahipti. Gri renkli yeleğinin son iki düğmesi açıktı ve bu da takımı ne çok ciddi ne de çok günlük olacak bir şekilde dengeliyordu. Gömleği morumsu lacivert üzerine beyaz kareliydi. Hazırdı, şimdi yapması gereken tek şey parfümünü, creed – green irish tweed, sıktı birkaç kez, saçlarını elleriyle düzeltti son bir kez ve sonra motorunun anahtarını alıp garaja indi.

Genç kızın evine vardığında bir sigara yaktı, kıza hazırlanmak için fırsat yaratmak içindi bu ardından sırtını dayamış olduğu motorundan uzaklaştı ve sevgilisinin zilini çaldı. Genç kız apartmanın kapasını itip dışarı çıktığında, elinde tuttuğu kaskı bir kenara bıraktı ve yüzünde bir gülümseme oluştu. Elbisesi siyah, uzun kollu ve vatkalıydı, göğüslerinin hemen üzerinde bir çizgi açıklık vardı, kulaklarında altın küpeler ve gözlerindeki siyah, hafif altın rengi makyajla kusursuz görünüyordu. Dudakları buluştuğunda kızı kendine çekmek için beline doladı sol elini ve o zaman elbisenin derin sırt dekoltesini fark etmiş oldu. Eli, kızın sırtında gezindi hafifçe.

“ Seni özledim. ” Bu söz üzerine gülümsemesi genişledi, daha birkaç saat önce beraberlerdi ancak birbirlerini özlemişlerdi. Lucian kızı bir kez daha kendine çekti ve dudakları tekrar dans etmeye başladı, öpüşü biraz derinleştirmek için sol elini kızın beline bastırdı, diğeriyle de kızın ensesini kavradı yumuşak bir şekilde. Nefesleri hızlanırken geri çekildi ve burnunu kızınkine sürttü hafifçe. “ Ben de seni özledim, sevgilim. ” Elini kızın pürüzsüz yanağında gezdirdi ve elinden tutarak motora bindirmeden önce onu son bir kez öptü. “ Eğer buna bir son vermezsek, yemeğe gitmeyebilir ve evine çıkabiliriz. Ancak bizi bekliyorlar ve ben de bunun hızlı olmasını istemiyorum. Bu arada çok güzel olduğunu söylemiş miydim? ”

Restorana ulaştıklarında Froydis’e uzattı sağ kolunu ve Eva ile Heinrich’in kendilerini beklemekte oldukları masaya doğru ilerledi yavaş adımlarla. Eva, abisini andıracak bir kadındı. Fransızların soğuk zarafetini ilk bakışta belli eden, ancak gülümsediğinde dünya üzerinde onun gibi bir kadının daha olamayacağını düşündürten bir yüze sahipti. Kocası Heinrich ise karısının tamamlayan, Lucian’ın da pek sevdiği bir adamdı. Froydis’i bu çiftle tanıştırmak iyi bir fikir gibi görünüyordu Lucian’a, ne de olsa sürekli olarak New York’ta bulunan sadece o ikisi ve oğullarıydı. Bu arada, yeğeni neredeydi tanrı aşkına? Bu yemeğin kendisi için önemli olduğunu belirttiğini sanıyordu, genelde o önemli dediğinde, işler hızla hallolur, herkes tam söylenen saatte yapması gerekeni yapardı. Elbette Frederic bunu neredeyse çoğu zaman yapmazdı. Aile içi istisnaydı. Yine de severdi ufaklığı. Bu sırada, abisini gördüğünde Eva’nın yüzünde hoş bir gülümseme belirdi ve hafifçe elini salladı buradayız demek istercesine. Lucian, genç kıza döndü hafifçe ve ona güven vermek, onu rahatlatmak istermiş gibi elini hafifçe sıktı. Elbette bu temas, kolundan tüm bedenine yayılan bir elektrik hissi gönderince derin bir nefes alarak sevgilinin gözlerine baktı. “ Seni seviyorum. ” diye mırıldandı. Yavaş adımlarla yürümeye devam ediyorlardı bu sırada.

Masaya geldiklerinde Eva ayağa kalktı ve Lucian’a sarıldı hafifçe. “ Tu me manques. ” diye mırıldandı o kusursuz Fransızcasıyla. Lucian kadının yanağına bir öpücük kondurduktan sonra Heinrich’le tokalaştı. Kardeşinin hafif bir soğuklukla Froydis’i süzmekte olduğunu gördüğünde hızla takdim aşamasına geçti.

“ Froydis, kız kardeşim Eva ve eşi Heinrich, ” duraksadı, “ Eva ve Heinrich, yanımdaki bu güzel hanım da sevgilim, Froydis. “ Etki muazzamdı. Tam da Lucian’ın beklediği gibi. Eva, öksürme ihtiyacı duymuş, Heinrich ise genç kızı birkaç baştan aşağıya süzmüştü. Aslında kapıdan girdikleri anda, Lucian’ın ne diyeceğini biliyorlardı ancak kelimeleri duymak, bu düşüncenin gerçekleştiğini anlamak ikisini de şoka sokmuştu. Oğullarının yaşında bir kızla çıkmakta olan Lucian, ikisini de gafil avlamıştı bir bakıma. Yine de hızla bu hisleri yüzlerinden silip genç kızın ellerini sıktılar ve tanıştığımıza memnun oldum gibi geleneksel sözler söylendi. Tanışma faslı biter bitmez sağında kalan sandalyeyi çekti Froydis için ve sandalyeyi ileri iterken, kızın ince omzunu hafifçe okşadı ve sadece genç kızın duyabileceği bir şekilde konuştu. “ Bunu yaptığın için sana minnettarım. “ İkisi de bahsettikleri şeyin Froydis’in bu yemeği kabul etmesi olduğunu biliyordu. Kızın gözlerine baktı gülümseyerek.



Twist&Shout söyleyen Lucian:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimePaz Ağus. 14, 2011 7:13 am

Aile yemeği? Kalktığı andan itibaren kafasının bir köşesini meşgul ediyordu bu sorun. Her zaman sıkıcı bulmuştu bu aile yemeklerini özellikle evde yapılanları. Hayır, gereksiz insanlar buraya geldiklerinde oturacak bir eve geçmek yerine kendisini rahatsız ederken son derece kalabalık olduğu söylenebilecek aile yemeklerine ise sadece 3 katlı bir evde hazırlanıyordu. Bu dahi Luther’ın ailesinden nefret etme sebebi olabilirdi. Bu sebepsiz aile yemeğinin aciliyetini sorduğunda –her yıl zaten mutlaka bir aile buluşması yapılırdı- bunun dayısı Lucian ile ilgili olduğunu söylemişti. Takım elbisesini giyerken –tabii ya daima resmi olmak zorundaydı- aynı zamanda düşünüyordu, gelecek olan misafirlerine karşı ailesini seviyormuş gibi davranmakta büyük olasılıkla ummadığı kadar zorluk çekecekti. Aynanın karşısına geçip ceketini düzeltmeye çalıştığındaysa gecenin pcp’siz geçip geçmeyeceğine dair şüpheliydi. Yalnızca hareketleri ve duyuları dengesiz hale geçeceğinden ailesinin bunu fark etmesinden dolayı bir korku yaşıyordu. Ya da farkında olmadığı bir şeyler yaparsa, ceketinin cebine attığı hapı gece içinde yalnızca çok ihtiyaç duyarsa kullanacaktı, aynı sigarası gibi. Dudaklarının arasına bir tane yerleştirirken odasının dışında bir ses işitti, anahtar sesi gibi, ama gitmiş olmaları gerekiyordu. Odasından dışarı fırladığında girişte giydiği bordo elbise ile bekleyen annesini gördü ve sırıttı. “Mrs.Adler,” kadına yaklaşıp elini tuttu ve onu kendi çevresinde döndürdü. “bugün fazlasıyla şıksınız. Konuğumuzun bu kadar özel olmasının sebebi ne?” Güzel kadın oğlunun bu tepkisi üzerine gülümsemişti. Her daim iyi anlaştıkları söylenemezdi, bu onların bağrışmalar olmadan gerçekleştirdikleri nadir konuşmalardan biriydi. Son derece zarifti orta yaşlı kadın, kızıl saçlarını ensesinin hemen üzerinde bir topuzla toplamış ve şakaklarından yüzüne inecek şekilde iki tutamı sarkıtmıştı saçlarından. Elbisesi kırk dört yaşına göre iyi bir fiziğe sahip bu bayana yakışacak kadar güzeldi. Burnunu kesinlikle annesinden aldığını söyleyebilirdi ancak gözleri ve bakışları babasından daha çok kimseye benzeyemezdi. Banyonun kapısını hafifçe ittirdi ve aynanın karşısına geçti, musluktan akan soğuk suyu hafifçe yüzüne çarptığında eli istemsizce yarasına değmişti. Eskiyi düşünmemeliydi, zaten bu günün her saati her dakikası her saniyesini rahat bırakmayan işkenceyi arttırmak istemiyordu kendince. Hapı almayı çok istediyse de tek yapabileceği banyodan çıkmak olmuştu, ardından bakan ailesine rağmen evden dışarı fırladı ve yürümeye başladı. Onlara pekâlâ yetişebilirdi, yalnızca tek başına kalmak istediğini hissedebiliyordu. Çok değil, belki bir saat. Daha fazlası zaten işkence gibi olurdu, yapacak tek bir şeyi dahi olmadan yürümeye başladığı toprak yolda bu defasında beyninin her bir kıvrımını meşgul eden tek bir şey vardı bu sefer, Froy… Onun aklına gelmesinin sebebi belki de attı e-mail olmalıydı ya da çok daha farklı bir şey. Daha çok da konuşmalarının bu durumda bir rol oynadığını düşünüyordu. Genç kız kaçıyordu, Luther’dan belki ya da düşüncelerinden. Aşık olmaktan falan korkuyor olamazdı. Belki de kendisiyle ilgisi yoktu düşüncelerinin. Yalnızca kızın yaşadığı ikilemin hemen bitmesini istiyordu, belki bu sayede yaşanacak ve yaşanmış her şey gözünde daha iyi bir hal alabilirdi. Sadece düşünmek değil, düşündüklerini eyleme geçirmek istiyordu bu noktada. Bedeninin ve benliğinin her bir parçası kızı istiyordu, rüyalarını dahi rahatsız ediyordu kızın düşüncesi. Rahatsızlıktan çok bir arzu belki de. Yemeği atlatır atlatmaz arayabilirdi onu ya da evine bile gidebilirdi. Bu düşüncenin verdiği bir şevk ile evine yöneldi yeniden, kapıyı çaldıktan hemen sonra uzun bir süre beklemesine rağmen açılmadığında ailesinin buluşacakları restorana çoktan gitmiş olduklarını anlamıştı. Geçmekte olan bir taksiyi durdurup bindi ve yol boyunca yalnızca genç kızı düşünerek restorana vardı.

Kapıyı hafifçe ittirdiğinde girişe arkasını dönmüş dayısı ve yanındaki bayanı fark etmesi uzun sürmemişti. Annesinin elini hafifçe sallamasıyla masaya yaklaştı, ikisinin de yüzünde o tanıdık ifade vardı. Bir şeyden dolayı tatmin olmadıklarında edindikleri ifade... Masadaki herkesin yüzünü görebilecek hale geldiğinde sanki DVD oynatıcının yavaşlatma moduna alınmış gibiydi her şey, kare kare ilerliyordu. İlk olarak annesi Froy.un aile tablosundaki yerini açıklamıştı. Dayısının yanındaki genç kadın Froy.du… Her zamankinden daha mutlu ve özenli bir şekilde hem de. Froy.un elini aldı ve eğilerek ufak bir öpücük kondurdu. Tam göz göze geldiklerindeyse “Ailemize katılacağın için çok mutluyum… Yenge.” demişti. Kızın gözlerinde aradığı o sefil olmuş, o mahcup ifadeyi görmek için bilhassa bir süre o pozisyonda kalmıştı. Doğrulduğundaysa masanın başında, kendisine ayrılmış olan yere geçti ve ellerini çenesinin altına yerleştirdikten sonra “Dayı, zevkine hayranım. Baksanıza iyi ki bu hafta sonu için New York’a gelmişsiniz. Böylece dayımın güzel sevgilisiyle tanışmış olduk…” dedi. Davranışları yapmacık olmamalıydı hayır, aralarında geçenleri kimseye söyleyecek değildi de. Yalnızca kızın o an için çekebildiği kadar acı çekmesini istiyordu. Gözlerine hücum eden bir şeyler vardı, daha önce kimse için dökmediği gözyaşları. Hayır, şu anda kıza verdiği değerden zerre eser yoktu, yalnızca aldatılmanın o buruk tadını ilk defa hissettiğinden dolayı acı çekiyordu. Ona güvenmişti, onu sevmişti. Düşünme yeteneğini kaybediyordu kızla yaşadığı o gece her aklına geldiğinde. Bu defasında ona karşı hissettiği tutkudan dolayı değildi bu. Açıklamasını dinlemesine gerek dahi yoktu. Önündeki şarap kadehini ittirdi ve pcp’yi ağzına attı, fark edilmediğini umarak. Yavaş yavaş duyularını kaybedecekti, belki de bu sayede kendisine işkence çektiren bu manzarayı göremezdi. “İzninizle ben lavaboya gidiyorum.” dedikten sonra kalktı. En azından pcp etki edene kadar bir beş dakika orada kalabilirdi, yüzünü yeniden yıkadı ve rutin bir şekilde gözü yeniden karşıdaki aynaya takıldı, bu defasında gözündeki yaşı engelleyemiyordu. Süzülmesine izin verdiğinde duyduğu ani sesle ürktü, kapı tıklanıyordu, dışarı çıktığında orada kendisini bekleyen Froy.u görmüştü. Hala gelebiliyordu, belki de açıklama yapmak için. Neyin açıklamasıydı ki bu, neyin bu tarz bir açıklaması olabilirdi. Amcasıyla… Hayır, yattığını düşünmek dahi hissetmiyordu. Kız konuşmaya hazırlanıyormuş gibi duruyordu, içindeki ses onu dinlemesini söylüyorken beyninin her bir hücresi bu duruma isyan ediyordu. Bu kez sessizliği acı ve keskin bir şekilde yaran kendisiydi. “Kafanın karışmasının nedeni anlaşıldı. Aile boyu f*hişeliğe mi başladın Froy?” bunu söylediğinde sanki içindeki nefreti kustuğundan ötürü daha rahat hissediyordu. Arkasını dönen kızı bileğinden tutup kendisine doğru çevirdi ve yüzünü kızınkine yaklaştırdı. “Söyle bana onunla yattın mı ha, dayımla? Sandığım gibi değilmişsin. Sen Manhattan sürtüklerinden bile acizsin!” Bağırdığı anda içinde tuttuğu tüm duygular resmi olarak yok olmuştu. Kızın bileğini sanki tutulamayacak kadar kirliymiş gibi bıraktı. Gözlerinden ikinci defa süzülen yaşlara engel olmaya dahi çalışmadı kızın karşısında. Kalbi hiç olmadığı kadar kırılmıştı. Son bir bakış atmasının ardından yemek masasının yanına bile yaklaşmadan döndü, kapıdan çıkarken Eva Adler çığlık çığlığa nereye gittiğini soruyordu kendisine. Yürüdü, sadece yürüdü ve bekledi. Sanki burada harcayacağı zaman kendisini iyileştirecekmiş gibi… Ardında bıraktığı kızın aynı acıyı çekmesi için lanet ediyordu bu sırada. Kıza karşı duyduğu her bir güzel duygu onları özenle sakladığı küçük kutunun içinden çıkmış ve yerini tam tersi duygulara bırakmıştı sanki. Aşık olduğunu hissetmeye başladığı anda bu kadar hayal kırıklığı yaşayacağını asla tahmin etmezdi. Gözleri kararana kadar çimenliğin tam ortasında dikildi, o güne dair tek hatırladığının bunlar olacağından emin olana kadar bekledi orada, ne geceyi tam anlamıyla tamamlayan soğuk ne de arabaların sesiydi rahatsız olduğu, yalnızca kırılan kalbinin acısını hissediyordu o anda.



rpout: Çok da güzel olmadı ve beklediniz genşler biliyorum umarım anlayış gösterirsiniz. Görüşürüüz. aljfdk
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimePaz Ağus. 14, 2011 9:45 am

    ‘“ Ben de seni özledim, sevgilim. Eğer buna bir son vermezsek, yemeğe gitmeyebilir ve evine çıkabiliriz. Ancak bizi bekliyorlar ve ben de bunun hızlı olmasını istemiyorum. Bu arada çok güzel olduğunu söylemiş miydim? ”

    Adam haklıydı. Bir öpücük daha, ve bir kere daha ve bir daha derken bunun sonunun olmayacağını gayet biliyordu- yani, orada sonunun olmayacağını. Adamın motosikletine binerken otuzlu yaşlarının başındaki bir işadamının garajında duran spor arabalarından birisi yerine buna binmeyi tercih etmesi yüzünde minik bir gülümseme oluşturdu.

    Kendilerine doğru hafifçe el sallayan kızıl saçlı kadının onlara doğru yürüdükçe belirginleşen surat ifadesinden bir şeyler okumayı başaramıyordu. Vücudu aşırı gerilmiş bir keman teli gibiydi, bu gerginliğinin en başta Lucian’ın sonra da kimsenin suratına patlamamasını diliyordu sadece, kontrollü biriydi, zıvanadan çıkacağını sanmıyordu. Yine de midesinde beliren kramp ona bu yemekte olmanın, yemeği zihninde canlandırmaktan daha acı ve zorlu olduğunu belirtiyordu. Midesindeki sancıyla boğuşurken koluna girdiği adamın elinin kendisinin elinin üzerine hafif bir baskı yaptığını hissetti ve belli belirsiz o mırıltıyı duydu.

    ‘“ Seni seviyorum. ”

    Masaya ve çiftin yanına vardıklarında, suratlarındaki ifadeden bir şey seçemiyordu hala. Ama gözlerinden ne düşündüklerini anlayabiliyordu. Gözler ruhun pencereleriydi, düşünceler oradan dünyaya kaçardı. Ne kadar saklamak isteseniz de, bazen çok bazen az ama yine de bir tutam dışarıya saçarlardı içinizdekileri. Karşısındaki çiftin de gözlerinden okunuyordu memnuniyetsizlikleri. Lucian’ın ağzından kelimeler dökülmeden önce bile, biliyorlardı neler olduğunu. Elbette kolunda bir aile yemeğine getirdiği genç kadın, asistanı olamazdı. Asistanlar patronlarının koluna girmezlerdi ve aile yemeklerinde işleri olmazdı. Bunu içten içe ummuş olabilirlerdi belki de ama hem kadın hem de erkek buna inanacak kadar dünyadan bihaber değildiler.

    ‘“ Froydis, kız kardeşim Eva ve eşi Heinrich, Eva ve Heinrich, yanımdaki bu güzel hanım da sevgilim, Froydis. “

    Herkesin farkında olduğu durum sözlere dökülünce kadın hafifçe öne eğilerek birkaç köre öksürüğe tutulmuş gibi yaparken, kocası kaç kere olduğunu bilmediği defa baştan aşağı süzdü kendisini. Midesindeki kramp daha da güçlendi ve koşarak kaçmak istedi oradan, hiç de rahat bir yemek olmayacaktı, biliyordu. Yapay kibarlıkların, yapay gülümsemelerin, yapay iltifatların, yapay sözlerin doldurduğu tamamen yapay bir yemek olacaktı. Nefret ediyordu bu tür durumlardan, ve bugün kotayı aşacak yapaylıktan. İlk şoku atlatıp kendilerini oturmaya buyur ettiklerinde, oturacağı sandalyenin arkasına geçip hafifçe ittirdi genç kadını Lucian, masaya doğru. Omzunu hafifçe okşadı.

    ‘“ Bunu yaptığın için sana minnettarım. “

    Yemeğin devamı tahmin ettiğinden biraz daha hafif geçmişti, ama yine de vasat olarak değerlendirebilirdi ancak, asla iyi değildi. Yemeklere geçilmeden önce hayatında çekilmediği – Norveç’teki olayı saymazsak – bir sorguya çekilmişti. Gerçek anlamda bir sorgu, yalnızca aradaki fark Norveç’teki adamlar daha kabaydı elbette, doğaları ve peşinde oldukları şey gereği. Hatta kendisini hırpalamışlardı bile. O ve- hayır o anıların beynini işgal etmesini engellemek zorundaydı. Burada olmaz, şimdi, Lucian’ın ailesiyle yemekteyken olmaz. ‘ Nerede okuyorsun? ‘, ‘ Kaç yaşındasın? ‘, ‘ Aksanın çok belirgin, New York’a yeni mi geldin? ‘, ‘ Tam olarak nerelisin? ‘, ‘ Norveç’teki yaşam nasıl? ‘, ‘ Buraya uyum sağlayabildin mi? ‘, ‘ Kendi ülkene geri dönmek istiyor musun? ‘, ‘ Tanışma hikayenizi anlatsanıza. ‘, ‘ Ne kadar oluyor tanışalı? ‘, ‘ Sinemaya mı daha düşkünsün tiyatroya mı? ‘, ‘ Ah sinema öyle mi, en çok takdir ettiğin yönetmenler kimler? ‘, ‘ Hangi yazarları seversin? ‘, ‘ Ailen neden burada değil? ‘. Git gide boğulduğunu hissediyordu. Kadının bir sorusunu adamın bir sorusu izliyor, sonra tekrar kadın bir soru soruyordu ve sonra tekrar adam. Arada Lucian soruların sırasını komik veya işle ilgili bir şey anlatarak bozuyordu, ama sonra tekrar devam ediyordu tabi ki bombardıman. Garson menüleri getirdiğinde oluşan sessizliğe öylesine minnet duydu ki, garsona manidar bir şekilde gülümsemeden edemedi. Yine de yemeğin kötü kısmını atlattığını düşünüyordu. Garson gittikten sonra masa biraz daha rahatlamış, sorular bitmiş ve onların yerini birbirlerine anlattıkları aile anıları ve çok da sulu olmayan şakalar almıştı. Kendisi çoğunlukla susuyordu ve halinden memnundu. Zor kısım bitmişti, evet- karşısında gördüğü insan o kadar ani belirivermişti ki, üçüncü sınıf bir Brezilya dizisi dışında başka bir yerde olması olasılığı yoktu bunun. Damarlarındaki bütün kanın çekildiğini ve ciğerlerine oksijen gitmediğini hissetti, nefes alamadı. Luther’in birden ortama dahil olan, ve öylesine de değil -aile yemeğinin bir ferdi olarak- bedeninin gözünün önünden silinmesini ve hayal görüyor olmasını diledi, DMT almamasına rağmen. Yine de gözlerini açıp kapattığında yok olmamış, kadının takdimini dinlemiş ve hafifçe kendisine doğru eğilip eline mini kbir öpücük kondurmuştu. Vücudundaki bütün sinirlerin inflak ettiğini sandı o anda. Ve bu durumda, yanındaki sevgilisine bir şeyler çaktırmamak için insan üstü bir çaba harcıyordu.

    ‘“Ailemize katılacağın için çok mutluyum… Yenge.”

    O an tam orada ölebileceğini düşündü. Ve bunu o kadar içten istedi ki, koşa koşa restoranın mutfağına gitmek ve kendini dondurucuya kitlemek istedi. Ya da daha hızlı bir ölüm olarak kafasını oradaki fırınlardan birinin içine sokmak, belki de restorandan dışarı fırlayıp kendisini yola bakmadan bir arabanın önüne atabilir ve öleceğini umabilirdi.

    “Dayı, zevkine hayranım. Baksanıza iyi ki bu hafta sonu için New York’a gelmişsiniz. Böylece dayımın güzel sevgilisiyle tanışmış olduk…”

    Canını acıtmak istiyordu bu sözleriyle ve başarıyordu da. Her sözüyle vücuduna kesici metal parçaları batırılıyormuş gibiydi. En acısı da masada ikisinin dışında kimsenin durumun farkında olmamasıydı. Sağ elini siyah elbisesinin açıkta bıraktığı bacağının üstüne koymuş ve neşeli bir şekilde bir şeyler anlatan Lucian’ın değil gözlerine, yüzüne bile bakamıyordu. Yine hiçbir şeyin farkında olmadan onu dinleyen Eve ve Heinrick de farkında değildi olayın, çok iyi oynuyorlardı rollerini demek ki. Gözlerini Luther’a sabitlemişti sadece, sanki sürekli ona bakarsa bu olay yok olup gidermiş gibi. Hayat, kader, olmayan tanrı, artık ne haltsa, birileri ona çok kötü bir oyun oynuyordu. Kendisini anasınıfında okul bahçesinde yumurta yağmuruna tutulan bir çocuk gibi aciz ve küçük düşürülmüş hissediyordu. Bir şey yapmadan, bir suçu olmadan bir şeyler onunla dalga geçercesine oyun oynuyorlardı. Bir şey yapmamış mıydı gerçekten? Yapmıştı evet, bunu inkar edemezdi. İki insanı aynı anda sevmişti, daha doğrusu birbiriyle kesişen zamanlarda, birini biraz önce, birini biraz daha sonra. Bu muydu suçu? Bu kadar iğrenç bir konumda bulunmayı mı hak ettiriyordu bu? Luther’la konuşacaktı, yarın. Planladığı zaman yarındı, o e-mail konuşmasından sonra bu akşamki yemeği atlatıp ertesi gün Luther ile konuşmayı planlamıştı ama lanet olası evrendeki bir şeyler onu bu konumun içine sokmayı ve ölecek kadar acı çekmesini istemişti. Bir kukla şovundaki kuklalar gibiydiler, ağlamamak için kendisini o kadar sıkması gerekiyordu ki, ayaklarının uyuştuğunu fark etti. Luther’ın bir şeyler söyleyip masadan kalktığını fark etti fakat ne söylediğini duyamayacak kadar kopmuştu o an oradan. Sarhoş olması gerektiğini düşündü, belki yeteri kadar içerse bu acizlikten kurtulabilirdi. Yanına DMT almış olmayı diledi ama almamıştı elbet. Şarap kadehini kavramak için elini uzattığında, denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. Elleri o kadar titriyordu ki, Parkinson hastalığına yakalanmış bir insan gibi, şarap bardağını devirdi ve dökülen içki masa örtüsünün kavuniçi kumaşına yayıldı. Ona hafif bir şaşkınlıkla bakan aile bireylerine ağzının içinde birkaç cümle yuvarladı.

    “ Özür dilerim. Müsaadenizle. “

    Luther’ın izlediği yoldan giderek lavaboların olduğu koridora çıktı. Bir bataklıkta gibiydi. Ne yaparsan yapsın o sürekli olan batma eylemini geri döndüremeyecekti o an. Ruhunun ezildiğini, bir huniden geçirilircesine daraldığını hissediyordu. İçinde garip bir titreme vardı. Bütün kanı çekilmişti sanki damarlarından, yüzünün rengi atmış, bembeyaz olmuştu. Trafa bakındı ama Luther’I göremedi. Çareyi erkekler tuvaletinin kapısını tıklatmakta buldu. Ona nasıl bir açıklama yapabileceğini bilmiyordu, neler söyleyeceğini bilmiyordu. İlk defa beyninde bir sis bulutu yoktu, düşünceleri yoktu. Kafası vücudundan koparılmış gibi hissediyor, sadece acı çeken bir ruha sahipmiş gibi geliyordu. Kapı açılıp çocuk kendisine deli bir pırıltıyla parlayan gözlerine baktığında gözlerini dolduran sıvının aşağı süzülmemesi için kocaman bir savaş verdi göz kapakları ve bütün sinirleriyle. O ağlamazdı.

    “Kafanın karışmasının nedeni anlaşıldı. Aile boyu f*hişeliğe mi başladın Froy?”

    İçindeki bir şeylerin parçalandığını hissetti. Sanki içinde kocaman bir cam varmış, bütün iç organları ve vücudu camdan oluşuyormuş ve birisi hunharca bir taş atıp o camların hepsini yere indirmiş gibi. İçindeki bir şey o kadar acıyordu ki her türlü fiziksel acıdan kötüydü bu. O an bir giyotinin altında canlı yatıyor olmayı yeğlediğini fark etti, can acısı konuşmasına dahi izin vermiyordu. Ağzından tek bir kelime dahi çıkaramadı. Binlerce yırtıcı martı çocuğun bu sözleriyle içine salınmıştı ve yüreğinden birer parça koparıp uzaklara uçuyorlardı. Yapabileceği, diyebileceği hiçbir şey yoktu. Salt acıdan oluşuyordu o an bütün bedeni. Somut bir varlık değildi artık, acısı bütün hücrelerini imha etmiş geride sadece acıyla tüten bir buhar iskeleti bırakmıştı. Gitmek için arkasını döndüğünde çocuğun bileğini kavrayan elini hissetti ve çocuğa doğru çevrildi. Yüzleri birbirine o kadar yakındı ki nefesleri birbirine karışıyordu.

    “Söyle bana onunla yattın mı ha, dayımla? Sandığım gibi değilmişsin. Sen Manhattan sürtüklerinden bile acizsin!”

    Çocuğun sesi kulaklarında, sözleri ise yüzünde patladı. Vucüduna koca koca siyah cisimler iniyordu sanki, birisi balyozla bütün kemiklerini kırıyordu. Boşluğa düştüğünü hissetti. Karnı bir balıkçı oltasına takılmış ve geri geri çekiliyormuş gibiydi. Bu sözleri ondan duymak yerine sağır olmayı tercih ederdi, o an orada ölmek istedi. Çocuğun sinirden ve acıdan gözünün dönüp yaşamına orada son vermesini ve bu acıyla kendisini orada bırakmamasını. Bileğini bırakır ve kendisinden uzaklaşrrken çocuğun bedeni artık ona sadece bir silüet olarak görünüyordu. Tutmak için o kadar çaba sarf ettiği göz yaşlarını bıraktı, yanaklarından aşağı bir sel oluşturdular. Damarlarında kan yerine minik minik cam kırıkları vardı sanki. Damarlarının içinde yuvarlanırken onları çiziyor, vücudunda tarif edilemez bir acıya sebep oluyorlardı. İşittiği sözlerle ruhunun içine sürüklendiği gazap, herhalde inananların cehenneminin gazabı yanında hiç sayılırdı. O derece acıyordu ki canı, kendisini canlı canlı hayvanlar tarafından yemeye mahkum edilmiş bir eski zaman insanı gibi hissediyordu. Vücudu hıçkırıklarıyla istemsizce sarsılırken ateşe kapılmıştı. Tek tek cümle cümle yaşıyordu acıyı, çocuğun çekinmeden ve acımadan yüzüne çarptığı cümlelerde. Yaşadığı acının büyüklüğü belirlemezdi, şuraya dizdiğim cümlelerle. Acı damarlarındaki cam kırıklarıydı, parmak uçlarına kadar bütün vucüdunu geziyordu. 'Sen Manhattan sürtüklerinden bile acizsin!'


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimePtsi Ağus. 15, 2011 10:54 am

Eva’nın kızı sorguya çekeceğini pek tabii tahmin ediyordu. Ancak bunun bu derece aralıksız ve uzun süreceğini hiç düşünmemişti. Belki bir umut Frederic geldiğinde Eva susardı. Tabii gelip gelmeyeceği meçhuldü. Garson gelene dek, Lucian’ın tüm araya girme çabaları boşa çıkmış olsa da, menüler ellerine oluşunca doğan o sessizlik, masanın rahatlamasına yetmişti. Siparişler verildikten sonra, Eva’nın konuşmasına izin vermeden iş ile ilgili birkaç soru sordu art arda, sonra nasıl olduğunu pek anlamasa da konu gençliklerinde yaşanan olaylara geldi. Lucian’ın normalde şikâyetçi olacağı bu durum, sorgunun bitmesini sağladığı için şu an, fazlasıyla memnun ediyordu adamı.

Eva’nın yüzünde beliren bir gülümseme ve elini hafifçe sallaması, oğlunun geldiğine dair açık bir işaretti. Lucian hafifçe o tarafa döndü, genç adam geldiğinde elini sıktı, nasıl olduğunu sordu kısaca, sıra Froydis’e geldiğinde ise, gözleri kadının yüzünde dolandı. Sessizce otururken yüzünü kaplayan o hafif huzurlu bakışlar gitmiş, yerini neredeyse hiçbir duyguyu sızdırmamak üzere eğitilmiş derin mavilikler almıştı. Dudakları bir şeyden memnun olmadığında gerildiği için, kızın memnun olmadığı bir şeyler olduğunu hızla anladı, ancak önemli bir şey olsaydı Lucian’a söylerdi. Gitmek istediği anda adamın bunu kabul edeceğini biliyordu genç kız. Bu sebeple pek kafa yormadı kızın ani değişimine. Bu sırada Frederic -herkes ona Luther dese de Lucian Frederic ismini daha çok sever ve her daim bu şekilde seslenirdi genç adama- genç kızın eline minik bir öpücük kondurmuş, ailelerine katılacaklarından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve kısa bir süre sonrada kendisine ayrılan yere oturmuş, ellerini çenesinin altında birleştirerek konuşmaya başlamıştı. “Dayı, zevkine hayranım. Baksanıza iyi ki bu hafta sonu için New York’a gelmişsiniz. Böylece dayımın güzel sevgilisiyle tanışmış olduk…” Genç adamın bu sözleri üzerine Lucian kocaman bir gülümseme ile baktı yanındaki sarışın kıza. Kız bakışlarını adamınkilerden kaçırdığında sıkıldığını düşündü onun. Elini kızın bacağına koydu, bir yandan da Eva ve Heinrich’le konuşmaya devam etti. Arada sırada Froydis’e dönüyor, baktığınızda içine dalıp gideceğiniz ve ruhunuzu bir daha zar zor bir araya getirebileceğiniz o mavi gözleri görmek istiyordu, ancak Lucian dışında her yere bakması bu işi delicesine zorlaştırıyordu. Adam, ona ne olduğu konusunda endişeliydi, ancak bunu belli etmek istemiyordu da. Daha önce de dediği gibi, önemli bir şey olsa Froydis ona söylerdi.

“İzninizle ben lavaboya gidiyorum.” Luther masadan uzaklaştığında bir sessizlik hâkim oldu masaya. Sessizliği yaran şeyse masaya düşen şarap kadehi oldu. Lucian bu ana tanık olmuştu. Kadehe uzanan ancak onu kavrayamayacak kadar titreyen ellerin bardağa çarpışına tanık olmuştu. İçinden bir küfür savurdu. Bir şeyler kesinlikle yanlıştı. “ Özür dilerim. Müsaadenizle. “ Kelimeleri tam olarak anlaması için birkaç saniyenin geçmesi gerekti, Froydis’in bunları zorlukla söylediğini anlamak oldukça kolaydı. Kız masadan bile zorlanarak kalkmıştı. Bir şey oldu. Kesinlikle bir şey olmuştu. Kız gittikten sonra normalde gelmesi gereken sürenin geçmesini bekledi, ardından “ Hemen geleceğim. ” diyerek kalktı masadan.

Adımları ne çok yavaş ne de çok hızlıydı ancak bakışlarındaki endişe, yüzünü gören birinin Lucian’ın acele ettiğini düşünmesini sağlayabilirdi. Aslında acele ediyordu da. Koridora girdi, hızlı adımlarla ilerledi gereksiz uzun yerde ve kulağına Frederic’in söylediği “Froy.” kelimesi çalındığında hızla durdu, normalde ışıklandırılan bir girintiye saklandı ve konuşmalarını kesmemek adına hiçbir ses çıkarmamayı denedi. Sonrasında duydukları, pişman olması için oldukça yeterliydi. “Söyle bana onunla yattın mı ha, dayımla? Sandığım gibi değilmişsin. Sen Manhattan sürtüklerinden bile acizsin!” Beyni hızla Frederic ve Froydis’in tanıştıklarını, hatta bir ilişkileri olduğunu fısıldadı kalbine. İlişkileri olmalıydı, yoksa Froydis’e bu kadar sinirli bir sesle konuşması, Lucian’la yatıp yatmadığını sorması son derece anlamsız olurdu. Olduğu yere yaklaşan adımları duyduğunda, arkasını döndü, Frederic yanından geçip gittiğinde duvara yasladı bedenini. Froydis ve yeğeni. Tanrı aşkına. Aklı almıyordu. Aslında eninde sonunda böyle bir şey olacağını biliyordun. Onun, yaşıtı biriyle ilişkisinin olması seni neden bu kadar şaşırttı ki? Beynindeki sesi susturdu. Olacağını biliyordu. Mutlaka olacaktı. Ancak bu kadar erken değil, bu kadar erken olamaz. Yeğeniyle üstelik. Tanrı aşkına yeğeniyle… Canı bu kadar yanmamalıydı olacağını bildiği bir şey için. Ama yanıyordu işte. Neden? Neden nefes almak zor geliyordu? Neden ölecekmiş gibi hissediyordu? Kalbi yerinde değildi sanki…

Onu sevmişti.
Onu seviyordu.
-Kızın koridorda yankılanan hıçkırıklarını duydu. Beyninden vurulmuşa döndü bu ses üzerine.-
Onu, ne yaparsa yapsın sevecekti.

Birkaç dakika sonra olduğu yerden çıktı. Gözleri birbirine değdiğinde tek kelime etmedi. Eve dönene dek hiçbir şey duymamış gibi yapacaktı. Üç maymun oynamak dolayısıyla poker yüzünü kullanmak. İkisi de oldukça kolaydı onun için. O kadar yıl üzerinde çalışmıştı ne de olsa. Yüzünü ifadesiz tutmak için insanüstü bir güç sarf ederken kızın yanına yaklaştı, yüzünü düşen saçları kenara çekti, yanaklarındaki ıslak izleri sildi yavaşça ve kıza sarıldı. Sarışın baş, adamın çenesinin hemen adlına yerleşti, Lucian dudaklarını kızın saçlarına bastırdı hafifçe. Bunu Frederic de yaptı mı acaba? Aklında oluşan görüntüleri engelleyemiyordu. Lanet olsun bunları düşünmeyi kes. Sana ihtiyacı var. Sana. İhtiyacı. Var. Tek bir kelime etmedi. Konuşmaya başlarsa, Frederic’le neler yaşadığını sormadan durmazdı. Kendini iyi tanıyordu. Kızın incecik omuzları ve bedeni hıçkırıklarla sarsılıyordu, ancak çok az bir süre sonra ağlamayı bıraktı. Lucian Eva’ya gitmek zorunda olduklarına dair bir mesaj attı ve masada onları bekleyen çiftin görüş açısına girmeyecek bir yol izleyerek restorandan dışarı çıkardı sarışın kızı.

Eve gelene dek tek kelime etmedi. Demir kapı açılıp içeri girdiğindeyse kapıcıya hizmetçileri evden göndermesine dair bir şeyler söyledi. Adam onayladığında evin kapısına ilerlemekte olan Froydis’i takip etti ve kız çalışma odasına yönelirken onu sağ bileğinden yakalayıp üst kata çıkardı. Cebinden bir sigara çıkardı, hızla yaktı, derin bir nefes çekti. Yatak odasının kapısını açtı ve genç kız girdikten sonra kapattı. Yatak örtülerinde gezindi gözleri, sonra odanın bir ucundaki duvara yaslı sehpa üzerinde duran kırmızı şarap ve kadehlere baktı. Ardından tekrar Froydis'e döndü. Ne söyleyecekti ona? Onu kırmak istemiyordu. Ama bir yanı delicesine acı çekmesini istiyordu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini düşünmeden araladı dudaklarını ve üç kelime, sigaranın dumanıyla birlikte terk etti dudaklarını. “ Luther’la yattın mı? “ Açık ve net bir soruydu. Üstelik koridorda olan konuşmayı duyduğunu belirtmek için de oldukça kusursuz bir yoldu. Kızın bakışlarını gördüğünde gözlerini ondan kaçırdı ve zaten bildiği yanıtı ondan da duymak için bekledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeSalı Ağus. 16, 2011 5:30 am

    Kendini koyvermemesi gerektiğini biliyordu, içerideki yemekte onu bekleyen insanlar olmasından dolayı, ama bu kendisi gibi soğukkanlı birinin bile o an yapamayacağı bir şeydi. Bir dakika içinde çocuğun ona söylediklerinin üstesinden gelemez ve yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam edemez, yüzünde bir gülümsemeyle Lucian’ın yanına oturamazdı. Adamın yüzündeki olaydan bihaber ifadeye her baktığında zaten yerle bir olmuş yüreğinin o bakışları kaldırabileceğini sanmıyordu. Gözlerinin çatlayacağından korktu, kendisini bir enkaz gibi hissediyordu. Bir deprem, gelip bütün mutluluğunu ve kendisini yerle bir etmişti. Bir tsunami gelip tonlarca tuzlu suyu hiç acımadan cam kesikleriyle dolu içine boca etmiş, onu dayanılması müthiş zor bir acının pençelerine itmişti. Bir volkan patlamış ve lavların ortasında kalmış, onların yavaş yavaş bütün bedenini kaplamasına tanıklık etmişti. Acı eşiğinin ne kadar olduğu test ediliyordu, acaba bir insan hissettiği iç yıkımdan dolayı ölebilir mi? Bir heyelan olmuş ve canlı olarak ama bir ölüden farkı olmaksızın kat kat toprağın altına gömülmüştü. Kendisini sırf Lucian için toplaması ve ne kadar zor gelirse gelsin o masaya gitmesi gerektiğini düşünürken başını kaldırdığında gördü onu. Göz göze geldiler.

    Duyup duymadığını bilmiyordu. Yüzü ifadesizdi ancak, çelik gibi bakışlarında kendisinin içine bir şeyler saplayan bir şey vardı. Adam kendisine yaklaştı ve hiçbir şey söylemeden sarıldı, yanaklarındaki yaşların hayalet izlerini sildi ve saçlarına bir öpücük kondurdu kendi başını onun geniş omzuna yaslamasını sağlarken. Adamın bu şefkatli hareketleri zor bastırdığı göz yaşlarının tekrar akmasına sebep oldu, tutamadı onları. Çok ağlayan bir insan olmayı geçin, normalde neredeyse hiç ağlamazdı. Hayatında toplanda ağladığı zamanların sayısı, bir elin parmaklarını geçmezdi. Ağlama eylemini aciz bulurdu ancak, o anda da aciz bir durumdaydı zaten. Yine de birkaç dakika içinde hıçkırıklarını yuttu, kendisini kontrol altına almayı başardı. Luther’ın hala kafasının içinde yankılanan sözlerini kovmaya çalıştıysa da, yapamadı. Lucian duymuş muydu, bilmiyordu. İfadesini çözümleyemediği adam cebinden telefonunu çıkardı ve bir dakika oyalandı, sonra masaya uğramadan restorandan çıktılar. Bu hareketi için adama her ne kadar minnet duyduysa da, konuşamadı. Dudakları kitlenmiş, ses telleri ondan alınmış ve dili yok olmuş gibiydi. Adamla konuşursa konuşmanın gideceği yönden, kendisine söyleyeceklerinden korkuyordu; eğer duyduysa. Ya da duymadıysa ne olduğunu sormasından. Bunun yerine bütün yol boyunca dudaklarının içini kemirdi ve ağzının içine o tanıdık metalik tadın yayılmasına izin verdi, gözlerini yol şeritlerine sabitledi. Her türlü düşünceyi kafasından atmak için onları saymaya başladı ama olaylar loopa alınmış gibi dönüyordu kafatasının içinde. Luther’ın bakışları. Can acısı hiçbir şekilde hafiflemiyordu. “Sen Manhattan sürtüklerinden bile daha acizsin.”

    Yatak odasına geldiklerinde, kendisi sol duvara yaslı kitaplığın önünde ve adam da yatağın ayak ucunda dururken, eninde sonunda adamla konuşacaklarını biliyordu. Tek kelime etmeden, sessizliğin içinde asılı olarak eve gelmiş, içeri girmişlerdi. Kendisi çalışma odasına yöneldiğinde Lucian onu bileğinden tutmuş ve üst kata çıkarmıştı. Şimdiyse beyninin ortadan ikiye yarılıyormuş gibi hissetmesine sebep olan o soru karşısında şaşkınlıkla açılan mavi gözlerinden kaçırmıştı adam gözlerini, sigarasının dumanını üflemişti sadece.

    ‘“ Luther’la yattın mı? “

    “ Bunu bana nasıl sorarsın? “

    ‘“ Bunu evet olarak alıyorum. “

    Tam göğüs kemiğine bir şeyin saplandığını hissetti. Bir ok, tam göğüslerinin arasına, göğüs tahtasına saplanmıştı. Duymuştu adam, elbette, bundan daha açık belli edemezdi. Duymuştu ama önemli olan duymuş olması değildi. Ona bu soruyu sormuştu. Ona bu iğrenç soruyu sormuştu. O kadar acıyordu ki kafasının, kafatası giderek küçülüyor ve beynini sıkmaya başlıyormuş gibiydi. Kalbinin acısından delireceğini ve aşırı kan pompalamasından damarlarının patlayabileceğini düşündü, vücudunun her santiminin inflak edeceğini. Ne diyecekti adama? Bu soruya değil, asla bu küçük düşürücü ve iğrenç soruya değil, konuyla ilgili. Nasıl açıklayacaktı ki adama?

    “ Her şeyi biliyorsun değil mi? Her şeyi bildiğini sanıyorsun, ama aslında hiçbir şey bilmiyorsun. Evet, vardı bizim bir ilişkimiz, ama seninle tanışmadan önce başlamıştı.”

    Derin bir nefes aldı, kitaplığa dayadığı ellerini çekti, tırnaklarını avuç içlerine batırdı.
    " “Seninle tanışmadan önceydi ve seninle tanıştıktan sonra onunla bir daha görüşmedim. Onu ne kadar sevsem de- onu sevdiğimi inkar edemem ama onu sadece seviyorum. Lanet olsun onu sadece seviyorum, onunla arkadaş olabilirim ama sana aşığım.

    Sesinin titremeye başlaması en çok korktuğu şeydi, ve bunun için büyük bir çaba sarf etti, ama nasıl olduysa bunu başarıyordu.

    “ Onunla konuşacaktım ben. Yarın sabah, onunla konuşacaktım ve anlatacaktım her şeyi. Seni.

    Dudaklarının acıyla gerildiğini hissetti. Arabada dişlediği yerler, içerden tekrar kanamaya başladı.

    “ Ve lanet olsun ki sizin akraba olduğunuzu bilmiyordum. İğrenç bir şey bana oyun oynuyor. Al işte hepsi bu. Hepsi. Bu.

    Kafasını yukarda tutmak için kullandığı bütün kaslarının bir anda boşaldığını hissetti, birkaç saniyeliğine başını önüne eğip gözlerine hücum eden yaşların akmasını engelledikten sonra kafasını kaldırdı.

    Bana nasıl sorarsın onunla yatıp yatmadığımı? Duymadın mı bana sarf ettiği cümleleri Lucian? Yetmiyor mu bir gecede bu kadar aşağılanmam? “

    Sesi değil ama dudakları titredi yeni kelimeler ağzından dökülürken, kocaman bir devin kalbini sıktığını hissetti.

    “ Yatmadım. Çok merak ediyorsan, rahatlatacaksa bu seni eğer, yatmadım onunla. “

    Avuçlarına bastırdığı tırnaklarını gevşetti, içlerindeki hafif keskin acıyı hissetti. Kanatmıştı büyük ihtimalle, ama önemli değildi. Ruhsal acısını bedensel acıya dönüştürebilmesine yardımcı olacak her şeyi yapabilirdi o an. Gözleri çıplak bileklerine kaydı. Onun yanındayken saat takmak hoşuna gitmiyordu. Hayır, yan yanayken zaman kavramının yok olmasını istemesinden veya beraber geçirecekleri yaşamın bir saniyesi daha uçtu diye üzülmekten değil. Bunlar da vardı elbet, ama aslında, sadece bileğinden tutmasını istiyordu. Saat varken, acıtıyordu. Adam kendisine doğru birkaç adım attı ve aralarındaki mesafeyi kapattı, kitaplığa yapıştırdı bedenini kendi bedeniyle. Sırtına çarpan raflar canını acıttı ama hiçbir şey söylemedi. Adamın gözlerine baktı sadece.

    ‘“ Ben sadece beni sevmeni istiyorum lanet olsun, seni hiçbir şekilde, hiç kimseyle paylaşmak istemiyorum, her an benimle olmanı istiyorum, bana ait olduğunu; bilmeni istiyorum. “

    Adamın dudakları kendi dudaklarını araladığında önce şaşırdı, bir-iki saniye süren şaşkınlığından kurtulduğunda, adama karşılık verdi refleks olarak, ama istekli bir biçimde değildi öpüşü. Ona o soruyu sormuştu. Ona o lanet olası soruyu sormuştu. Adam bir süre sonra kendisini geri çekti, mavi gözlerini genç kadınınkilere dikti. Genç kadının normalde açık mavi olan gözleri koyulaşmış, okyanus lacivertine dönüşmüştü. Çok üzüldüğünde veya sinirlendiğinde, duygularını uçlarda yaşadığı zaman olan bir şeydi bu. Lucian kendisinden iyice uzaklaştı, biraz önceki yerine döndü, yatak ucu.

    ‘“ Her şekilde, ikimizi de aldatmış sayılıyorsun, bu hiçbir şekilde değişmez. Kimi seçersen seç bunu unutmaz. Luther'a umut verirken benimleydin, bana beni sevdiğini söylüyordun, ve kim bilir ona da neler söyledin. Şimdi bana aşık olduğunu söylüyorsun. Sana nasıl inanmamı beklersin?”

    Kalakalmak kelimesinin anlamını öğrenmişti. Öylece, hiçbir şey yapamadan, put gibi. Gözleri yere düşecekmiş gibi, düşüp kırılacakmış. İnanmıyordu. Karşısında duran adam, ona inanmıyordu. Beş yüz tonluk bir tankerin altında kaldığını hissetti. Bir uçaktan boşluğa bırakılmış, aşağı düşerken değişen basınçla damarlı patlamış, suya çakıldığındaysa bütün bedeni parça parça olmuş, batarken okyanusun bütün ağırlığını üzerinde hissediyormuş gibiydi. Nefes alamadı. Adamın ona inanmamasını aklı almıyordu. Bu kadar mıydı güveni ona? Aşık olan insan, aşık olduğu insanın ruh halini anlamaz mıydı? Yüreğini gözü dönmüş maymunların ortasına atan sorular soruyordu bu gece adam, ve genç kadın buna dayanamıyordu. Bunu ona yaptığına inanamıyordu.

    Nasıl inanmanı mı? Lanet olsun. Senin bana bakman bile omurgamdan aşağı bir elektrik akımı geçmesine sebep oluyor. Bana yaklaştığında kanımdaki demir atomları- demir atomları içeriden derime yapışıyor, hissediyorum. Benim için bir mıknatısın. Tüm özelliklerine. Sahipsin. Salıncakta sallanmak gibi yanında olmak. Gözlerimi karartıyorsun, mutluluktan gülümseyemiyorum bile. Yavaş çekimde, şeffaf noktalar var her yerde. “

    İçinde vahşi bir şeyler bütün dokularını tırmalıyordu, hissedebiliyordu bunu. Konuşmaya devam etmek için kendini zorladı.

    " Sırf senin gülümsediğini görebilmek için jiletler yutarım. "

    Adamın gözlerine baktığında, onlardaki ifade o kadar canını yaktı ki, artık kendini tutamayacağını düşündü.

    “ Bana inanmıyorsun. “

    Onun önünde ağlamayacaktı. Hayır, onun önünde bir daha ağlamayacaktı. Göz yaşlarıyla dolmuş ve iyice koyulaşmış gözlerini kırpmamaya çalışırken bir damla, sadece bir damla sağ gözünden ayrıldı ve yanağını izledi. Arkasını döndü ve kapıya yöneldi. Lucian’ı daha fazla görmek istemiyordu o an. Bir gecede, bütün hayatı yerle bir olmuştu, yeniden.

    Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeSalı Ağus. 16, 2011 12:46 pm

“ Bunu bana nasıl sorarsın? “

“ Bunu evet olarak alıyorum. “

Hızla sorulan bir soru ve hızla verilen bir cevap. Kızın gözlerinde beliren o şok içindeki ve kırgın, acılı bakışı yakalamıştı. Cevabını bekliyordu. Aslında önemli olan onunla yatmış olup olmaması değildi, onu sevip sevmediğiydi. Onunla sevişmesini anlardı, Luther gençti, kıza tam istediği gibi davranıyordu belki, Luther’layken daha rahattı belki Froydis. Bunları anlayabilirdi. Çünkü ten uyumu, bazen her şeyden çok daha zordu. Hayır yapamazdı yine de. Teorik olarak anlayabilmesi gerekirdi, ancak Lucian bunu yapamazdı. Froydis sadece onun olmalıydı. Yalnızca onun. Lucian hariç herkese yasak olmalıydı genç kadın. Ona dokunmuş olan ve dokunacak olan herkesin cellâdı olurdu. Kim olduğunu önemsemeden, Froydis’in de onlara dokunmuş olduğu gerçeğini önemsemez, onunla olmayı düşünen herkesi katledebilirdi. Sadece bedensel değildi bu olay pek tabii, onun ruhuna dokunanlar da dâhildi bu işin içine. Luther’ı sevmesini anlamlandıramazdı. Yapamazdı bunu, bu kadar kolay değil. “ Kalbinde iki kişi varsa, ikinciyi seç. İlkini sevseydin, ikinciye yer olmazdı. “ Birinden duymuştu bunu, kim olduğunu hatırlamıyordu, hatırlamak istediğini de söyleyemezdi açıkçası. Mantıklı bir sözdü. Bir yere kadar. Eğer birinin kalbindeki ilk kişi değilseniz oldukça mantıklıydı hem de. Ama adam, hangisi olduğunu bilmiyordu, ilk miydi o, ikinci mi? Tanrı aşkına bu neyi değiştirir ki? Beyni karma karışıktı, düşünceleri, hisleri, düşleri bile… Ona kızmalı mıydı, nefret mi etmeliydi ve onu uzak mı tutmalıydı kendinden. Bilmiyordu. Onu hala seviyor olması, onu delicesine istiyor olması mantıklı mıydı? Muhtemelen hayır. Yine de engelleyemiyordu kendini. Onu şu yatağa itmek ve sabaha dek hiç durmadan onunla sevişmek istiyordu. Bunu gerçekleştirmemesinin tek sebebi ise beyninde yankılanan aldatıldın sesleriydi. Aslında bu durumda hem Luther hem de Lucian aldatılmıştı. Birbirlerinden haberleri yoktu, ikisi de aynı kadını düşleyerek uyumuştu belki, onun teninin yumuşaklığını, sesinin pürüzsüzlüğünü, bakışlarının derinliğini… Artık bir önemi yoktu bunların. Lucian aldatılmıştı. Sevdiği kadın tarafından, âşık olduğu kadın tarafından, taptığı kadın tarafından… Ve bunun geri dönüşü yoktu. Ne sevgisinin ne de öfkeyle karışık hissettiği baştan çıkmışlığın dönüşü yoktu.

“ Her şeyi biliyorsun değil mi? Her şeyi bildiğini sanıyorsun, ama aslında hiçbir şey bilmiyorsun. Evet, vardı bizim bir ilişkimiz, ama seninle tanışmadan önce başlamıştı. Seninle tanışmadan önceydi ve seninle tanıştıktan sonra onunla bir daha görüşmedim. Onu ne kadar sevsem de- onu sevdiğimi inkâr edemem ama onu sadece seviyorum. Lanet olsun onu sadece seviyorum, onunla arkadaş olabilirim ama sana aşığım.

Sana aşığım. Beyninde bu kez bu iki kelime yankılanmaya başladı. Normalde bunları söylese genç kız, Lucian kocaman gülümserdi, kalbi hızla atardı, bir genç gibi ayakları yerden kesilirdi. Bu gün değil. Şu an neye inanacağına şaşırmışken değil. Kalbi ona inanmayı delicesine istiyordu. Beyni hayır diyordu.

“ Ve lanet olsun ki sizin akraba olduğunuzu bilmiyordum. İğrenç bir şey bana oyun oynuyor. Al işte hepsi bu. Hepsi. Bu. Bana nasıl sorarsın onunla yatıp yatmadığımı? Duymadın mı bana sarf ettiği cümleleri Lucian? Yetmiyor mu bir gecede bu kadar aşağılanmam? Yatmadım. Çok merak ediyorsan, rahatlatacaksa bu seni eğer, yatmadım onunla. “

Onunla yatmamıştı. Bu normal birini belki rahatlatırdı ama Lucian’ı değil. Froydis sevmişti onu. Ve onu sevmiş olduğu gerçeği, bedenini ona verse hissedeceği acıdan çok daha fazlasını çekmesine neden oluyordu. Bir bedenden izleri silmek, kalp ve ruhtan izleri silmekten daha kolaydı. Tartışmasız öyleydi. Çünkü öyle olmasa, sevmenin, gerçekten sevmenin bir anlamı olmazdı. Kolaylıkla unutabildiğiniz birini, yeterince sevmemişsinizdir, ruhunuzda, onunla ilgili en küçük şey bile aklınıza gelse, tuz basmışsınız gibi acıyan bir yara, bir yarık açamayacak kadar az sevmişsinizdir. Belki acı çekmekten korkmaktan dolayıdır bu, yine de gerçekten sevmek cesaret ister. Bir de onu başkasıyla paylaşma fikri beyninki tüm hücreleri yiyip bitiriyordu. Kızı başkasıyla paylaşmak fazlasıyla garip bir düşünceydi, kabullenilemezdi. Froydis yalnızca onundu. Yalnızca onun. Kızın titreyen dudaklarını kendininkilerle örtme isteği yükseldi içinde. Başından aşağı kaydı bakışları, kitaplığı kavrayan parmaklarından süzülen bir damla kan dikkatini çekti. Bedeni hareket etmeye başladı ona doğru. Ona çekiliyordu ve buna karşı koyamıyordu. Bu gerçek, adamı deli ediyordu. Elini başının hemen yanındaki rafa dayadı. Nefesinin sıcaklığını dudaklarında hissetti. Bu sıcaklık, onu yakıp bitiriyordu. Onu istiyordu. Verebileceği her şeye sahip olmalıydı. Bedenine, ruhuna, kalbine, beynine, hücrelerinin her bir atomuna. Doğru olan buydu. Bunun dışında hiçbir şeyin önemi yoktu.

“ Ben sadece beni sevmeni istiyorum lanet olsun, seni hiçbir şekilde, hiç kimseyle paylaşmak istemiyorum, her an benimle olmanı istiyorum, bana ait olduğunu; bilmeni istiyorum. “ Dudakları, sanki kendi bilinçleri varmışçasına kızınkilerle buluştu. Hiçbir şey düşünmüyordu o an. Yalnızca istekleri vardı, mantığının sesini, düşünebilen her bir hücresini kapatmıştı. Bedeni gittikçe kızınkine yapışmaya başladı. Dudakları birlikte hareket ediyordu ancak eskisi gibi değil. Anlaşılan bu kez tutku değildi bedenini yönlendiren. Kendini kıza kanıtlamak istiyordu, kıza sahip olduğunu göstermek istiyordu. Ve bu çok yanlış geliyordu kalbine. Bu yüzden öpmemeliydi onu. Bu nedenle bakmamalıydı gözlerine. Bunları düşünmeye başladığında Luther geldi aklına. Froydis’in onu sevmiş olduğu geldi ve hızla uzaklaştı. Yatağın ucuna dek geriledi. Nefesleri düzene girene dek bekledi. Ardından beynindeki her şeyi, düşünce süzgecinden geçirmeden dışarı döktü.

“ Her şekilde, ikimizi de aldatmış sayılıyorsun, bu hiçbir şekilde değişmez. Kimi seçersen seç bunu unutmaz. Luther'a umut verirken benimleydin, bana beni sevdiğini söylüyordun, ve kim bilir ona da neler söyledin. Şimdi bana âşık olduğunu söylüyorsun. Sana nasıl inanmamı beklersin?”

Gözlerini kapattı. Kızın vereceği tepkiyi görmek istemiyordu. Hızla içeri çekilen bir nefesin sesini duydu, acı yansıyordu adamın beynine. Kıza acı vermekten nefret ediyordu ama kendine hakim olamıyordu işte. Yapamıyordu. Lanet olsun ki onu seviyordu, çok seviyordu, aşıktı ona ancak ve ona acı veriyordu. Mantıksızdı. Ancak buydu hissettikleri. Ona acı vermekten nefret etse de, ondan özür dilemek istese de yapamadı. Sabit bir şekilde durdu ve gözlerini açtı. Kızın laciverte yakın bir renk almış gözlerindeki hisler, adamın kalbini yerinden söküyordu.

Nasıl inanmanı mı? Lanet olsun. Senin bana bakman bile omurgamdan aşağı bir elektrik akımı geçmesine sebep oluyor. Bana yaklaştığında kanımdaki demir atomları- demir atomları içeriden derime yapışıyor, hissediyorum. Benim için bir mıknatısın. Tüm özelliklerine. Sahipsin. Salıncakta sallanmak gibi yanında olmak. Gözlerimi karartıyorsun, mutluluktan gülümseyemiyorum bile. Yavaş çekimde, şeffaf noktalar var her yerde. Sırf senin gülümsediğini görebilmek için jiletler yutarım.Âşık sana, bunu anlamak istemeyecek kadar aptalsın diye haykırdı kalbi. Beyni o güçlü olduğu kadar inanılmadığı sürece anlamsız kalan sesi susturdu hızla. Gözleri çok kısa bir an için birbirine dokundu. Lacivert ve gittikçe soğuyan, hislerini dışarı vurmamak için debelenen bir mavi. Benzer oldukları kadar birbirine oldukça zıt görünen iki renk. “ Bana inanmıyorsun. “ Lucian, Froydis’in yüzünde beliren ifade nedeniyle, gözlerinden ne okunduğunu merak etti. Sesi, adamı şu ana dek söylenmiş her kelimeden daha çok etkiledi. Ondan duymayı beklemeyeceği kadar güçsüz ve soğuk. O kadar soğuk ki, Lucian onu şöminenin önüne yatırıp, o sıcaktan şikâyet edene dek ona sarılmak istiyordu. Kız arkasını dönmeden hemen önce gözlerindeki o sulu parlaklığı yakalamıştı.

“ Lanet olsun. “ diye mırıldandı ve hızla kızın kolunu yakalayıp bedenlerini birbirine yasladı. Sertçe kapının yanındaki duvara yasladı onu. Dudakları titriyordu. Engellenemez ve inkar edilemez bir biçimde. Bir an kıza baktı, sonra dudaklarını onunkilere bastırdı. Diliyle dudaklarını aralamaya zorlarken onu, bedeni deliye dönmüştü. Lucian, Froydis’in karşılık vermediği her bir saniye daha da zorlayıcı oluyordu, öfkeyle kavruluyordu bedeni. Kızın ellerini göğsünde ve omuzlarında hissetti. Adamı geri itmek için sonuç alamayacağını bile bile direniyordu. Lucian öfkeyle dudaklarını kızınkilerden çekti. “ Onunla da böyle mi öpüşüyordun? “ Öfkeden ne dediğinin farkında bile değildi. Olması da beklenemezdi zaten. Ancak etin ete hızla çarpmasıyla çıkan o delici ses, boş evde yankılandığında gözleri Froydis’inkileri buldu. Sağ eliyle yanağına dokundu hafifçe. Ardından hızlı bir hareketle kızın iki el bileğini de sol eli içince birleştirdi ve başının hemen üstündeki boş duvara sertçe yasladı narin bilekleri. Kızın gözlerindeki yansımasına baktı düşünmeden. Gözleri hissettiği öfkeyle katılaşmış, dudakları oldukça sert bir biçimde kapanmış, çenesi fazlasıyla gergin ve alnına düşen birkaç minik terli saç tutamını adamı neredeyse başkası gibi gösterebilirdi. Kaşlarını çattı. Kızın hala çırpınmakta olan bedenini, bedeniyle ezdi ve tutuştan kurtulmaya çalışan bileklerini sabitlemek için, sağ elini kemerin tokasına götürdü. Fazla hızlı hareketlerle çıkardı kemeri. Gözlerini bir an bile kızınkilerden ayırmadan, üstelik. Kemeri tuttuğu eliyle kızın belini kavradı ve yüzünü duvara yasladı. Kızın sabit durmasını engellemek için kalçalarına baskı uygaladı, bileklerini aşağıya indirdi ve kemeri ince bileklerin etrafına sardı. Çok sıkı değildi belki, ancak Froydis’in kendi kendine açamayacağı kadar sıkıydı, önemli olan da buydu.

Bu kez iki elini de kullanarak kızı yüzüne bakacak şekilde çevirdi, kızı sımsıkı tutuyordu, onu kaybetmekten korkarmış gibi. Dudakları hızla onunkilerin üzerine kapandı. Dudakları ve dili bir süre yalnız hareket etse de pes etmedi, eninde sonunda, adamın içinde yanan bu zapt edilemez tutku, kıza da geçecekti ve o andan sonra, ona sahip olduğunu gösterecekti. Hiç şüpheye düşmeden ve gerekirse zorla.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 17, 2011 6:19 am

    Kapının bronz koluna uzandığı anda hissetti güçlü elin kolunu kavrayışını. Yüzünü kendininkine bakacak şekilde çevirdi adam ince bedenini ve vücudu, duvarla adamın bedeni arasında kaldı. Adam dudaklarını kendisinin titreyen dudaklarına bastırdığında, geri çekilmeye çalıştı ama arkasında geri çekilmesine olanak verecek bir boşluk yoktu, sadece duvar. Dudaklarını aralamamak için birbirine bastırdığı her saniye adam daha da zorlayıcı oluyordu. Umarsıza adamı ittirmeye çalıştı ama kendinden uzaklaştıramadı elbette, onun güçlü bedeninin altında kendisi bir kedi yavrusu gibi kalıyordu. Adamla öpüşmek istemiyordu o an. O kadar garip bir duygu selinin içinde boğulmuştu ki, bunu yapmak istemiyordu. Sünger gibi çekmişti bütün hüzünleri o gece, sanki şu dünyada bir tane bile sünger kalmamış gibi, kendisi çekmişti. Deliklerin böyle durumlarda işe yaraması gerekiyordu tam da. Dolmuştu dolmuştu da, bir türlü fışkırmıyordu o hüzünler deliklerden.

    ‘ “ Onunla da böyle mi öpüşüyordun? “

    Kan beynine sıçradı bir anda, bütün beyni ve beyniyle beraber görüş alanı, kıpkırmızı kesilmiş gibiydi. Öyle hızlı bir şekilde acı çeken bir ruh halinden öfkeli bir ruh haline, buna hayret etmeye bile zamanı olmadı. Zapt edilmesi zor bir sinir bulutunun – bordo – içine çekildiğini hissederken sağ eli şiddeti bir tokat indirdi adamın yanağına. Ona böyle bir şey söylemesini aklı almıyordu, çıldıracakmış gibi hissetti kendini. Karşısındaki adam bu gece öyle sorular soruyordu ki, onu tanıyamıyordu bile. Ne olursa olsun, bu sonuncusu, çok fazlaydı. Büyük ihtimalle adamın aklından kendisinin ve Luther’ın öpüşürken veya sevişirken oluşturacağı görüntüler gitmiyordu. Kendisine inanmıyordu bile adam, inanmıyordu yani büyük ihtimalle, Luther ile yatmadığına ve bunun sonucunda da gözünün önünde beliren görüntüleri silemiyordu belli ki. Bakışları o kadar katılaşmıştı ki, karşısındaki adam Lucian’ın ikiz kardeşi gibi duruyordu. Aynı görünüşe sahip ama daha katı, daha sinirlerine hakim olamayan, daha otoriter. Adam kendisinin iki bileğini de tek eliyle kavrayıp başının üstünde birleştirdiğinde kurtulmak için debelenmesi sadece adamın vücudunu kendisine daha da yapıştırmasına sebep oldu. Kendisine sabitlenmiş gözlerindeki şeyi anlamlandıramıyordu genç kadın, içinde milyonlarca şeyi barındıran bir parlaklıktı bu, çözemiyordu. Adamın sol elinin hareket ettiğini fark ettiyse de gözlerini onunkilerden ayıramadı. Ne olduğunu ancak, Lucian onu belinden kavrayıp arkasını döndürdüğünde bileklerinin etrafına sarılan deri şeritten anladı – kemer. Duvar boyası yanağında yapışkan bir his oluşturuyordu ve elleri bağlı olduğu için, artık adamı kendisinden uzaklaştırabileceğine dair bir umut kırıntısı bile kalmamıştı adam kendisini tekrar çevirdiğinde. Elleri fazlasıyla sıkıyordu ince kollarını, adamın parmak uçlarının baskısını kemiklerinde hissediyordu. Yarın sabaha moraracağını adı gibi biliyordu oraların, yine de ağzını açmadı. Öyle bir duygu karmaşası içindeydi ki konuşamıyordu bile. Hislerinin onu nereye çektiğini bilmiyordu, ama nereye çekiliyorsa oraya gidiyordu artık, direnmiyordu. Vücudunu git gide kaplayan öfkenin esiri olmamayı bile dilemedi. Adamın dudakları kendisininkilerle tekrar buluştuğunda, bu sefer onu itebilecek ellere sahip değildi. Adamın öpüşü daha önceden öpüştükleri zamanlardakine hiç benzemiyordu. Her zaman nazik ve yumuşak, bazen de tatlı-sert olan öpüşlerinde şimdi duygusallığa dair hiçbir şey hissedemiyordu kız. Bu yüzden direndi. Kendisini daha önce hiç böyle öpmemişti ama demek ki bu şekilde de öpüşebiliyordu adam. Başkalarıyla öpüşmüştü bu şekilde belki. O anda beyninde bir şimşek çaktı. İntikam alıyordu Lucian kendisinden. Luther ile olan konuşmalarını duyduğu anda ikisinin beraber olduğu kareler gözünün önüne hücum etmişti ve yok olmuyordu; bu yüzden kendisine aynı şeyi yapıyordu. Parçaları birleştirdi. “ Onunla da mı böyle öpüşüyordun? ” sorusu ve sonrasından gelen öpüş değişikliği adamın. Canı yandı, ama o akşam daha öncelerinde olan bir can acısı değil. Hüzünlü veya cam kırıklı bir acı değildi bu. Daha çok okyanusun tabanında deprem olmuş, kocaman bir yarık oluşmuş gibiydi. Can acısı ve hemen ardından içinde meydana gelen bir şeylerin kabarması. Başkasını düşünüyor olması. Adamın kendisini öperken başkasını düşünüyor olması ve bu yüzden öpüşünün farklı olması, köpürmenin git gide büyümesine sebep oluyordu. Adamın kendisinden bu şekilde intikam alıyor olması onu delicesine bir kıskançlıkla karışık öfkenin pençesine sürükledi. Adama sonunda karşılık vermeye başladığında, kendi dilinin hareketleri de oldukça sertti. Hafif bir şekilde dilini ısırdı adamın, içindeki öfke dalgası git gide kabarıyordu. Biraz sonra, ona bu kadar bile nazik davranamayacağını biliyordu. İkisi de nefes almaya ihtiyaç duyduğunda, adamın alt dudağını hafifçe ısırarak aşağı çekti. Sonra geri çekildi. Konuştuğunda sesi, birazdan öfkesine yenik düşeceğini belli eden bir tonda, buğuluydu.

    “ Çöz beni. “

    Adamın mavi gözlerinde bir an bir kararsızlık ifadesi belirdi. Elini yanağına koydu, oradan boynunu, gerdanını, sağ göğsünü, belini ve kalçasını izleyen kıvrımlı bir doğrultuda kaydırdı. Vücudunun git gide artan sıcaklığını hissediyordu genç kadın, ve henüz adam kendisine elbisesinin üstünden dokunuyordu. Bu durum, sadece öfkesinin daha da kabarmasına yol açtı. Bedeni ona ihanet ediyordu. Karşısında duran adama duyduğu öfkeye rağmen, bedeni, hala ne söylendiğini bir türlü anlayamayan bir zihinsel hasta gibi direniyordu kendisine. Bedeni hala onu arzulayabiliyordu ve ruhu bu durum karşısında iyice kontrolünü kaybediyordu. Hadi ama, kendini topla. Adam bileklerini birbirine yapıştırmış kemeri çözdüğünde kapalı kalan kısımların havalanmasına haber verdi bir an. Sonra adamı kendisine çekerken, parmaklarıyla omuzlarını sıkıca kavradı. Nereden alıyordu bu güveni adam? Kim olduğunu sanıyordu? Kendisini bu kadar kırabilme ve öfkelendirme hakkını nasıl bulabiliyordu kendisinde? İçindeki deprem dalgasının zaman geçtikçe daha da kabardığını fark ediyordu, tsunami gibi. Adamın ceketini omuzlarından sıyırıp yere düşmesini sağladıktan sonra, ense kökündeki saçlarından aşağı kayarken sağ eli, tırnaklarını adamın derisine geçirdi. O an adama bir daha tek kelime dahi etmeden o odadan çıkıp gitmek istiyordu ancak, bedeni ona haince ihanet ediyordu ve, başka bir kadını düşünerek ona dokunmasının intikamını almadan oradan çıkamaycağını biliyordu. Tam kafasının önüne kocaman bir fil gibi gelmiş ve oturmuş bu fikir bütün algılarını kör ediyordu. Önüne ne çıkarsa kasıp kavuran ve yerli yerinde hiçbir şey bırakmayan bir fırtına gibi, başka düşüncelerin ve hislerin hepsini yutuyor, geride hiçbir şey bırakmıyordu. Salt öfke. Öpüşmeleri hala devam ederken adamı ittirerek bedeninin duvardan ayrılmasını sağladı, sırtı hava aldığında, büyük bir rahatlama hissetti. Odanın içinde körlemesine ilerlerken öpüşmelerini keserek hızlıca ittirdi adamı. Lucian tam arkasındaki kitaplığa çarptığında adamın canının yandığını gözlerinden okuyabildi, birkaç tane kitap yere düştü. Bedeni hala adamı istiyordu ve kendi bedeninin kendisini dinlememesi, onu daha da deliye çeviriyordu. Adama doğru birkaç adım attığında bu sefer, kendi ince bedeni adamın bedenini kitaplığa mıhlıyordu. Elleri adamın pantolonunun bel kısmına gitti, gömleğinin eteklerini serbest bıraktı ve yeleğinin ilikli olan birkaç düğmesini koparırcasına açtı. Dudakları adamın dudaklarından ayrılıp boynunun sol tarafına kaydı ve temas ettiği yeri ısırdı, ardından da kulak memesini. Oyuncu ısırıklar değildi bunlar, tamamiyle gerçek ve içten gelen. İçindeki dalga her şeyin önüne geçmiş, bir sel gibi akıyordu. Gittikçe kendisini daha içine çeken set çekilemez bir duygu fırtınasıydı. Yavaş yavaş yitirdiğinin farkındaydı öz-denetimini. Tek tek zincirlerini çözen sabırsız ve kuduz bir hayvan vardı içinde. Başkasını düşünerek benimle öpüştü, beni cezalandırmak için. Bu fikir onu çılgına çeviriyor, görüş alanındaki her türlü şeyi siliyordu önünden. Beynini tarifi zor bir bordoluğa boyuyordu. Adam elini saçlarının arasına geçirip kafasını geriye doğru çekti, ıslak dudaklarını boynuna bastırdı. Dudaklarından dökülen boğuk inlemeye engel olamadı genç kadın. Kitaplıktan uzaklaşırlarken bu sefer adam kendisini ittirdi belirsiz bir yöne, sertçe. Sırtı duvara çarptığında büyük bir acı yayıldı arkasından bütün bedenine, dudaklarından bir inilti koptu. Lakin bu acı o an onun destek alabildiği şey olduğu için manyakçasına tatmin etti o acı hissi bedenini. O derece şiddetli hissediyordu ki o an öfkesini, düşünme, kendini ifade edebilme mekanizması iptal olmuştu. Adamın bedeni tekrar kendisininkine yapıştığında, körlemesine yatağa yöneldiklerini görebildi bu sefer. Dizinin altını minik bir sehpaya çarptığında sızladı orası, sehpa yerinden hafifçe savrulurken üzerinde duran kristal vazo sallandı, sallandı ve yere düştü. Parçaları dört bir yana saçılırken içindeki renkli kristaller de halıya dağıldı. Adam kendisini ters çevirdiğinde, yatağa doğru ilerledikleri tahminin doğru olduğunu gördü. Adamın hızlı hızlı nefes alışverişlerini sırtında hissettiği inip kalkan göğüs kafesinden anlayabiliyordu. Bir elini ince beline dolayıp tam karnının üstüne koymuş, bedenini kendisininkine bastırmıştı iyice. Dudaklarının üzerinde dolaşan diğer eli, genç kadının ağzının açılmasına sebep olmuştu. Burnuyla içine çekebildiği oksijen yetmiyordu ona, nefessiz kaldığını hissediyordu. Adam sol üst kolunun arkasına bir ısırık attığında öne doğru eğdiği ince boynu arkaya doğru gerildi bu sefer.

    Sesli nefes alışverişleri birbirine izlerken ayaklarının yerden kesildiğini hissetti ve bir an sonra, yatakla adamın bedeni arasında ezilmişti. Boğazı yanıyordu ve midesinde tarif edilemeyen bir duygu vardı ancak, öfkesini kontrol altına alabilme sınırını çoktan geçmişti. O an kafasında olan tek düşünce adamdan intikam almaktı. Ona o soruları sorduğu için. Başta o iğrenç soruyu ve ardından diğerini. Ve başka bir kadını düşleyerek kendisini öpmesi. Bu sonuncu her şeyin önüne geçiyor, manyakça bir şekilde içindeki en küçük mantık ve şefkat tohumunu dahi yakıyordu. Hatta sevgiyi bile. Düşünen hayvandan düşünmeyen hayvana geçiş noktasıydı bu ve o gişeleri çoktan geçmişti. Bedeninin ince olmasının verdiği avantajla adamın bedeninin altından sıyrıldı ve yana doğru, onun bedeninin üstüne yuvarlandı. Elleriyle adamın bileklerini kavradı ve kulaklarının iki yanından yatağa yapıştırdı, dizlerinden destek alarak doğruldu. Adamın morumsu gömleğinin düğmelerine hiç özen göstermedi bu sefer, iki yakasını iki yana ayırırken, kopan düğmeler etrafa saçıldı. Adamın bileklerini tekrar tuttu, gözlerinin rengi iyice koyulaşmıştı. Adamın kendisinin hissetmesine sebep olduğu bütün duyguların karışıp koyu kıvamlı bir zehir oluşturduğunu ve bunun damarlarında yayıldığını hissedebiliyordu. Gözleri adamın başının ilerisinden, yatağın sağ tarafındaki komodinin üzerinde duran şarap kovasıyla buluştuğunda yüzünde neredeyse hiç belirmeyen şeytani bir gülümseme belirdi. Adamın bileklerini bırakarak hafifçe ileri eğildi yerinden, kovanın sapını kavradı sağ elinin parmaklarıyla. O sırada Lucian’ın sağ elinin parmaklarını sağ bacağına bastırdığını ve elbisesinin sıyrılarak açıkta bıraktığı teninin vakumlandığını hissetti adamın dudakları arasında. Elindeki kovayı düşürmemek için sapını iyice kavradı ve komodinin üzerinden yatağa doğru çekti. İki yanındaki bardaklar bordo halıya düştüyse de umrunda olmadı. Eski pozisyonuna döndüğünde kovayı yatak örtüsünün üzerinde, yastıkların yanına, sağ tarafına bıraktı. Zaten gevşetilmiş olan şişenin mantarını kolayca açabildi. Sol eliyle kavradığı şişeyi göz hizasına getirdi, bir an görebildiği tek şey yarı saydam siyah camdı, sonra aşağı indirdi şişeyi, burun hizasına. Camın üzerinden yansıyan bir ışık lacivertlermiş gözlerinde parladı bir an adama bakarken sonra, şişeyi eğdi boynunu hafifçe geriye eğerken. Ağzını açmıştı hafifle çok arası bir şekilde. İnsanın gözlerine oturan, damarlarında dolaşan, yaralarından akan kan kırmızısı renk dudaklarına dökülerek ağzının içine dolarken, dudaklarından aşağı, çenesine ve oradan da boynuna akarken damarlar halinde ve iki köprücük kemiğinin arasından akarken gözlerini bir an bile ayırmadı adamınkilerden. Onu çektirebildiği kadar acı çektirmek, kendini arzulatabildiği kadar arzulatmak ama bu sırada ona dokunmasına izin vermemek, onu acı denizinde boğmak istiyordu. İçindeki canavar tümüyle zincinlerinden kurtulmuştu. Öfkeyle gözü dönmüş o canavarı engelleyebilmek için artık yapabileceği bir şey yoktu. Yutkundu, şarabın ekşimtırak tadı, boğazından midesine akarken, şişeyi doğrulttu. Adamın gözlerindeki parıltı içindeki vahşinin kocaman bir nara atmasına sebep oldu. Bir elinde şişeyle, adamın üstüne doğru eğildi. Boşta olan sağ eliyle adamın hala kulak hizasında duran bileğini kavradı yine, diğer elindeki şarap şişesiniyse adamın dudak hizasına getirdi. Adamın gözlerine baktı. Kendi gözlerinde o içindeki hayvanın hayaletimsi parıltısını görüp görmediği merak etti sonra şişeyi dudaklarına doğru eğdi. Bu sefer adamın dudaklarına dökülürken kırmızı, adamın dudaklarını yaladı genç kadın. Şarap yavaş yavaş dudaklarına ve oradan yanaklarının yanına dökülürken adamın dudaklarının üstünde delirtici bir baştan çıkarıcılık ve yavaşlıkta dolaştı dili. Adam dudaklarını aralayıp kendisini öpmeye çalıştığında hafifçe kaldırdı başını.

    Adımı söyle.

    Adam dediğini yapmayınca işeyi biraz daha kaydırıp çene çukurunun üstüne getirdi bu sefer şarap şişesini. Şarap adamın çene çukuruna dolarken orayı emdiğinde adamın sakallarının dilinde bıraktığı his, içini gıdıkladı. Kalçalarını geriye doğru kaydırdı hafifçe, kendisi de geriledi biraz. Şarap şişeden dökülmeye devam ederken şişeyi boynunun hizasına, oradan da göğsüne kaydırdı. Dilini şarabın aktığı yerlerde, oluşturduğu damarların üzerinde gezdirdi yer er daireler çizerek, yer yer yalayarak ve yer yer emerek. Adamın dudaklarından dökülen inlemeler, içindeki şeyin egosunu maksimuma çıkarıyordu. Adamın göbek deliğine geldiğinde, bitmişti şarap. Bütün bunlar olurken bir kere bile ayırmamıştı gözlerini adamınkilerden. Hafifçe doğrularak boş şişeyi kovanın içine bırakırken, gördüğü ve o anda aklına gelen şeyle gözleri tekrar parladı delicesine. Şarap kovasındaki onlarca buz parçasından birini aldı parmaklarının arasına. Erimesini istemiyordu. Başka bir kadını düşünerek beni öptü. Ona ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Tekrar adamın üzerine eğilerek iyice geriledi, dudaklarını adamın göbek deliğinin hizasına getirdi tekrar, ve göbek deliğinin tam üstüne bıraktı buz küpünü. Adamın ani soğuktan hızla içine çektiği nefesin sesini işittiğinde, tekrar şeytani bir gülümseme belirdi yüzünde. Buz küpü hafifçe eriyip kayganlaştığında, aşağı doğru kaymaya başladı, pantolonunun beline. Diliyle yavaş yavaş ilerleyen o ıslak çizgiyi takip edip emerken adamın dudaklarından bir inleme döküldü ve doğrulmaya yeltenir gibi oldu ama genç kadın, adamın bu hareketini engelledi kolayca. O an bunu engelleyebileceği kadar boşalmıştı adamın kasları. Adımı söyle. Başka bir kadını düşünemezsin. Kapıdaki gibi. Olmaz.

    “ Şşşt şşt şşt… ”

    En sonunda adamın pantolonun beline gelmiş olan buz kalıbının etrafında daireler çizdi diliyle.

    Adımı…

    Ve buz kalıbını ağzına aldı.

    Söyleyecek…

    Biraz önce onun bulunduğu yeri emdi. Adamın dudaklarından tekrar bir inleme döküldü.

    Misin?

    Ağzındaki buzun dişlerine verdiği soğukluk mükemmeldi. Dişlerinin arasında parçaladı onu. Sırf adamın kendi adını söylediğini duymak için adamın canını yakmak istiyordu. Kontrolünü tamamen kaybetmişti çoktan.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeSalı Eyl. 27, 2011 10:33 am



    Froydis nihayet cevap verdiğinde, daha önce hiç yüzeye vurmadığı bir kişiyle ilk karşılaşması oldu bu Lucian’ın. Hareketleri en az Lucian’ınkiler kadar sertti bu yeni Froydis’in. Ne istediğini biliyordu, bunu istemediğini biliyor ancak adamdan kurtulmasının tek yolunun onu kabul etmek olduğunu anlamış gibi davranıyordu. Adam bu şekilde değerlendiriyordu en azından. Kızı o kadar kolay bırakmayacağından adı gibi emindi. Froydis sadece Lucian’ındı ve kadın, bunu öğrenmek zorundaydı. Dilinin ısırılmasından dolayı duyduğu acı, beynini çok az oyaladı. Sarışının bu kadar sert davranmasının tek sorumlusu sözleriydi ve bunun cezasını çekmeye de fazlasıyla hazırdı. Gözleri kızın gittikçe koyulaşan gözleriyle buluştu ve sonra alt dudağının aşağıya doğru çekildiğini hissetti. İstediğini yapsın, diye düşündü, ne de olsa bu hareketler onu da baştan çıkaracaktı. Kızın sıcak nefesi, boynunu, çenesini ve dudaklarını yaladığında hafifçe geriye çekildi kızın yaptığı hareketi tekrarlayarak.

    “ Çöz beni. “

    Sesi, daha önce anda gördüğü hiçbir hissi yansıtmıyordu. Yeni ve çok daha farklıydı, çok daha güçlüydü. Kelimelerini tartmak için duraksadı. Onu salarsa, tekrar kaçıp gitmeye çalışabilirdi ama onu salmazsa, kızın bir şekilde o kemerden kurtulacağı ve çözülmek istediğinde bunun yapılmamış olması onu delirtecekti. Bunu okuyordu gittikçe koyulaşan gözlerde. Onu çözecekti. Eğer kaçıp giderse de onu bir korkak ilan edecekti. Buydu kararı. Kaçarsa bir daha geriye dönüp bakmayacağını fısıldıyordu beynindeki bir ses, ona bir daha dokunamayacağını, onu sevemeyeceğini. Susturdu. Öpüşündeki sertliğe fazlasıyla zıt dokunuşlarla kızın yanağından boynuna doğru inen bir çizgi izledi. Çizgi, genç kadının sağ göğsünü avucuyla kapattı, ardından dokunuşu göğsünün kenarına kaydı, oradan elbisenin siyah kumaşına rağmen hissettiği sıcak tene daha da yaklaşmasını sağlayacak şekilde kızın beline ve kalçalarına indi. Yanıyorlardı. Alev alev. İnkâr etmeye gerek yoktu. İçinde bulundukları bu durum, ikisini de körüklüyordu. Öfkeleri ve ondan çok daha güçlü olan başka duygular bir araya gelmiş, bedenlerini tutkudan daha sıcak bir şeyle sarıyor, birbirlerine bağlıyordu iki sevgiliyi. Sağ eliyle izlediği yolu sol eliyle de tekrar etti ve ellerini kızın kalçalarında birleştirdi. Narin bilekleri saran derinin dokusunu hissettiğinde yavaş ve hızlı arası bir şekilde açtı düğümü.

    Kızın elleri bir an duvara yaslıydı, diğer ansa adamın omuzlarını sıkıca sardı, ceketinin omuzlarından kayıp düştüğünü hissetti, oralı olmadı başta, ancak ellerinden biri, ensesindeki tutamı sertçe çekip tırnaklarını hassas deriye batırdığında acıyla inledi hafifçe. İnlemesi kız için duyulabilir değildi, bunun tek sebebiyse iki çift dudak arasında yok olup gitmesiydi. Kızın kendisini ittirdiğini fark ettiğinde bu kez onu sıkıştırmadı, bunun yerine ona ayak uydurmayı denedi, onun lider olmasına izin verdi ve adımlarını, bir dansın ilk adımlarıymış gibi izledi hiç kuşku duymadan. Her bir hücresi onun adını sayıklıyordu, ancak adam ağzını açmadı. Adımları ve dudakları aynı hızla gidiyordu ve bedenlerinin bir birine değdiği her nokta sızlıyordu, onun içinde olmak istiyordu, onun içinde olmaya ihtiyacı vardı. Beyni onu şimdi yatağa itmesinin mi yoksa yerde sevişmelerinin mi daha çok hoşuna gideceğini sorgulamaya başlarken kızın yokluğunu hissetti bir an, ardından narin eller göğsünde kapandı ve ani itişle birlikte birkaç adım geriledi. İtiş o kadar sert ve beklenmedikti ki adamın sırtını kitaplığa hızla çarptığını anlaması için yere düşen birkaç kitabın sesini duyması ve sırtında gittikçe yayılan bir acıya ihtiyaç duydu. Acıyla inlememek için dudağını ısırdı. Bunu neden yapmıştı tanrı aşkına? Adamın acı çekeceğini tahmin ediyor olmalıydı. İşte bu, acı çekmemi istiyor, ona verdiğim acıyı bana da yansıtmak istiyor. Kızın hızla inip kalkan göğüslerini göğsünde hissettiğinde hiçbir tepki vermedi, kızın elleri pantolonun bel çizgisinde gezindiğinde, bir dahaki adımının ne olacağını merak etti. Gömleğinin ince kumaşının yukarı doğru çekildiğini ve yeleğinin düğmelerinin hızla açıldığını hissettiği anda bedeni, beyninde olan kontrolü ele geçirdi. Dudaklarından ayrılan dudaklar, boynuna indi hızla ve ıslak teni ısırdı. B,u iz bıracak. Dudaklar kulağına çıktığında ve kulak memesini dişleriyle sıktığında acıyla inledi Lucian. Acı çekmesini istediği için Froydis’e de aynı acıyı vermek istedi, o kadar acımasızca davranamazdı belki, ancak deneyebilirdi. Sol eli, kızın çıplak sırtında sarı saçlarına çıktı ve eline gelen tutamı sert ve yavaş bir şekilde çekerek, kızın dudaklarını teninden ayırdı. Tamamen savunmasız kalan boynunu dudakları arasına aldı ve omzuyla boynunu birleştiren noktaya inene dek emdi ve yaladı. Kızın inlemesini duyduğunda yüzünde bir gülümseme belirdi ve kayboldu, kızı duvara doğru ittirmeye başladı, sırtı gerçekten acıyordu, aslında acı hoşuna gitmeye başlamıştı ancak onun bedeni tarafından sıkıştırılırken kontrol adamda değil, genç kadındaydı ve Lucian bu düşünceden hoşlanmamıştı.

    Kızın sırtı duvara çarptığında ve dudakları bir inlemeyle açıldığında Lucian hızla kendininkilerle örttü onları ve artık bu oyunun bitmesi gerektiği düşüncesi sızdı beynine. Kızı tekrar ittirmeye başladı, yatağa doğru ilerletirken kızı, önlerindeki sehpayı pek umursamaması sonucunda kızın bacağı sehpaya çarptı ve üzerinde duran kristal vazo hacı yatmaz gibi sallandıktan sonra bir süre, yere yapıştı. Çevreye yayılan camların görüntüsü bir an için paramparça olmuş bir hayatın resmi gibi geldi ona. Aklında hızla Froydis’le şimdi sevişecekleri ancak sabah ne olacağını bilmediği düşüncesi belirdi. Bu gece onundu, sabah kız istediğini yapacaktı. Belki başkasına gidecekti, belki Luther’a gidecekti. Bu düşünce öfkesini arttırırken öpüşü sertleşti. Kızı tam şu an yere yatırıp içine girmek istiyordu, öfkeyle karışık tutkusu her bir saniye mantığının minik bir parçasını yok ediyordu, adam deli olacakmış gibi hissediyordu. Öpüşmeleri kesilmezse, mantıklı düşünemeyecekti. Bu nedenle kızın sırtını kendine çevirdi ve kızı bedenine yasladı. Sol elini kızın karnında bıraktı ve sağ eliyle göğsünden karnına çıkan bir çizgi çekti. Parmakları varla yok arası dokunuşlarla kızın dudaklarını okşuyordu yavaşça. Başını kızın koluna doğru eğdi, kızın ısırıklarının karşılığı olarak kolunu ısırdı sertçe, Froydis’in bedeni bu hareket üzerine gerildi ve adama biraz daha yaslandı. Lucian kızı kaldırdı ve yatağa yatırdı hızla. Bedenini kendi bedeniyle kapatırken, kızın aldığı hızlı nefesler nedeniyle inip kalkan göğsü ve adamınki birbirine değiyordu baştan çıkarıcı bir şekilde. Altından kayarak çıktı Froydis ve yaptığı hızlı bir hareketle Lucian’ı altına aldı. Adam kızın dudaklarına ulaşabilmek için onu kendine çekmeye çalıştı ancak kızın elleri, bileklerinin etrafını sarıp, onları yatağa yapıştırdı. Lucian tutuştan kurtulmayı denemedi, istese rahatlıkla kurtulabilecek olduğunu bilmesinin payı da fazlasıyla büyüktü bu konuda. Kızın elleri gömleği iki yana çekti ve düğmeler, birbirlerinden koparılmadan önce son kez ellerini tutan sevgililer gibi koptu hızla. Bileklerini yeniden saran ince ellerin hissi adamı delirtiyordu. Hele de gözlerindeki, daha önce görmediği ve bir daha çok zor görebileceğini düşüncüğü hayalet adamı iyiden iyiye baştan çıkarıyordu.

    Froydis yatağın kenarına bakıp gülümsediğinde, orada ne olduğunu anımsamakta güçlük çektiğini fark etti adam. Kız, kendini yukarı doğru çekip, adamın üzerinden komodine uzandığında ne yapmaya çalıştığını görmek için oraya dönmeyi düşündü bir an sonra kızı engellemek istedi ve eliyle bacağını yakalayıp onu kendine doğru çekti. Bu hareketi kızın dikkatini çekmediğinde, dudaklarını bacağa yapıştırdı ve emmeye başladı yavaşça. Halıya düşen bardakların çıkardığı yumuşak sesi duyduğunda kızın şaraba uzanmış olduğunu anladı. Zaten bunu doğrulamak istercesine kız eski pozisyonuna döndü hızla ve şarabı açtı. Kız, yarı aralık dudakları arasına boşalttığında, Lucian görüntü karşısında dona kalmıştı. Karşısında bu kadar seksi hareketler yapan genç kadın, dokunmasına izin vermiyordu ve sadece izleyebiliyordu onu. Bu, en büyük işkencelerdendi. Şarap ve dizleri üzerinde doğrulmuş kadın, uğruna pek çok şeyi feda edebileceği iki şeydi ve birliktelikleri mükemmeldi. Şarabın yakut ve kana benzeyen kırmızısı, Froydis’in dudaklarında ve boynunda izler bırakırken Lucian gözlerini ondan ayıramıyordu.

    Genç kadın, tek elindeki şarap şişesiyle üzerinde doğru eğildiğinde onu yakalayıp altına almak istedi. Ancak yapmasına izin vermiyordu Froydis. Benimle oynuyor. Gözleri kızınkilerden bir saniye bile ayrılmadı, fırtınalı bir günde denizin aldığı o koyu lacivert renk şimdi kızın gözlerindeydi ve Lucian ondan başka bir yere bakmasının yasak olduğunu hissediyordu. Lider olmak istemişti her zamanki gibi ancak şimdi pasifti. Bu fazlasıyla komik geliyordu ona. Dudaklarına dökülen şarabın ekşimsi tadı ve sarışının dilinin tatlığı adamı delirtiyordu. Hele de dilin bu kadar yavaş hareket etmesi, tanrı aşkına, az önce sertçe ve hızlı olan hareketleri şmdi bu kadar yavaşlamıştı, eski öpüşünü istiyordu Lucian. Kızı öpmeye yeltendi ancak bir kedi kıvraklığında geri çekildi narin beden.

    Adımı söyle.

    Ona itaat etmeyecekti. Ona yalvarmayacaktı. Şişe biraz daha aşağıya kaydı ve onu takip eden dil ile dudaklarda öyle. Çene çukurunu emen dudakların hissiyle gözlerini kapattı. Dayanamıyordu ve genç kadın bunu biliyordu. Kız, kalçalarını aşağıya doğru kaydırdığında erkekliğine de sürtünmüştü ve bu kez boğazında yükselen inlemeyi boğmaya çalışmadı Lucian. Boğuk, zevkle kısılmış bir inleme daha çıktı sonra dudaklarından, bu kez sebebi boynundan göğsüne doğru inen ağzın gittikçe tahrik edici olan hareketleriydi. Froydis onu izliyordu. Lucian bu bakışları karşılık verdi ve göbek deliğine değdiğinde kızın dudakları az öncekilere kıyasla daha yüksek bir inlemeyle cevap verdi ona. Boş şarap şişesini kovaya bırakmak için doğrulduğunda genç kadın, Lucian artık oyunun bittiğini düşündü, bu kez oyun oynama sırası ondaydı, nihayet. Ancak hiçte umduğu gibi değildi takip eden olaylar. Kız dudaklarını göbek deliği hizasına indirdikten hemen sonra hissettiği soğukluk delicesine canını yaktı bir an. Sıcak tenine zıt düşe buzun soğukluğu, hem zevk veriyordu bedenine hem de yavaş yavaş hissizleştiriyordu. Aslında, ardında suyun izlerini bırakarak pantolonun beline dek inmesinden bu kadar etkileneceğini düşünmüyordu sadece kızın da bu çizgiyi dudaklarıyla takip etmesi adamı delirtiyordu. Dirseklerinin üzerinde doğrulup onu kendine çekmeye çalıştı ancak omuzlarına uygulanan baskıyla yatağa geri düştü. Kasları, emirlerine cevap vermemeye programlanmış gibiydi. “ Şşşt şşt şşt… ” Buz kalıbının soğuğuna karşılık, kızın sıcacık dili adamın teninde geziniyordu. “ Adımı… Söyleyecek… Misin? Kelimelerinin arasında buz kalıbını ağzına almıştı ve soğuktan dolayı hissizleşmiş hassas teni emmeye başlamıştı. İnledi. Froydis’in hoşuna gittiğini gördü gözlerinde. Gözleri kızınkilere takılı kaldı, yüzleri birbirinden uzak olsa da gözleri ayrılmıyordu. Lucian doğruldu dirseklerine yaslanarak ve yüzünü kızınkine yaklaştırdı, sağ eliyle kızın dudakları üzerinden geçti ve sol elini kızın beline sardı. Ani bir hareketle kızı altına aldı ve dudaklarını konuşurken birbirlerine değecek kadar yaklaştırdı. Nefesleri yüzlerine çağırıp geri yansıyordu. Dudaklarına eğlenen bir gülümseme yayıldı. Eğlence sırası ona gelmişti ve kız yalvarmadan durmayacaktı. Sorusuna cevap vermek için araladı dudaklarını ve onu kusursuz gösteren gülümseyişiyle baktı kıza. “ Hayır.

    Kızın vücudunun üzerinden aşağıya kaydırırken bedenini, sağ eli yordamıyla elbisenin fermuarını buldu ve yavaş yavaş açmaya başladı. Arada Froydis’in gözlerine bakıyor ve kendi gözlerinin de onunkiler gibi koyulaşıp koyulaşmadığını merak ediyordu. Normalde çok sık olan bir şey değildi ancak şimdi, birçok kuvvetli duyguyu bir arada yaşadığı bu anda, gözleri koyulaşmış olmalıydı. Hissettiği tutkunun, gözlerinden yansıyıp yansımadığını düşündü sonra, kızın sadece gözlerine bakıp düşündüğü her şeyi anlayıp anlayamayacağını düşündü… Kızın kokusunu içine çekerken gülümsedi hafifçe. Kokusu, hem rahatlatıyordu adamı, hem de içindeki tutkuyu iyice arttırıyordu. Fermuar tamamen açıldığında kızın kalçaları üzerine oturdu önce ardından dizleri üzerinde doğruldu ve elbisenin kollarını kızın kollarından çekti, elbiseyi kızın bedeninden çekmeye devam ederken yatağın üzerinde geriledi ve ucuna geldiğinde ayağa kalkıp elbiseyi yatağın kenarına attı. Kızın yalnızca ince bir külotla örtülen bedenini izledi bir süre. Tutkusu gittikçe artarken erkekliği delicesine sızlıyordu. Onunla oynamaktan vazgeçebilirdi o anda, ancak adama çektirdiklerinin aynısını yaşamasını istiyordu. Tekrar yatağa çıktı bu düşünceyle. Dizlerini kızın kalçalarının iki yanına koydu ve sıkıştırdı onu. Göğüslerinin üzerine eğildi. Gözlerini kızınkilerle birleştirdi önce, ardından göğüs uçlarını iki başparmağıyla hafifçe okşadı. Dokunuşa karşılık vererek sertleştiklerinde yüzüne şeytani bir gülümseme yayıldı. Parmaklarının dokunuşlarından daha da hafif dokunuşlarla hafifçe öptü ikisini de, ardından diliyle üzerlerinde gezindi, kızın inlemesini duyduğunda göğüslerinden uzaklaştı ve öpüşlerini kızın göğüs kafesinden külotunun çizgisine dek yayarak aşağıya kaydı. Kadınlığına yaklaştığında öpüşleri yerini minik ısırıklara bıraktı. Kızın hareket etmesini engellemek için onun her kalkmaya yeltenişinde ağzını çıplak bedeninden uzaklaştırıyordu. Öpücüklerle indiği yerlerden yuları yalayarak çıktı. Kızın boynuna eriştiğindeyse hafifçe ısırdı önce, ardından kulağına doğru minik öpücükler attı ve kulak memesine geldiğinde hafifçe ısırdı. Kızın hızlanan nefesleri onu tatmin ediyordu bir yandan.

    Aniden yataktan kalktı, dolayısıyla kızın bedeninden uzaklaştı ve onun kalkmasına karşı söylediği sözleri duymazdan geldi. Gözlerine sinsi bir şekilde baktı ve gözlerini bağlayabileceği bir şey aradı. Gözü, yatağın kenarında düşecekmiş gibi duran kravatına gitti. Bunun ne zaman ve nasıl çıktığını hatırlamasa da işine yarayabileceği bir şey bulmanın zevkiyle döndü eski yerine. Kızın üzerine oturdu tekrar, dudaklarına kısa bir öpücük kondurduktan sonra kravatı gözlerini kapatacak şekilde ayarladı ve kızı yüzüstü çevirdi. Kravatın iki ucunu tutup kızın açamayacağı bir düğüm attı. Ensesine düşen saç tutamını kaldırdı ve ensesine minik öpücükler ve ardından hafif ısırıklar atmaya başladı. Kızın pürüzsüz sırtında gezdirdi ellerini baştan çıkarıcı bir biçimde, bedenin dokunuşa verdiği tepkiler adamın canını yakıyordu. Kızı tekrar sırtüstü çevirdi, bacaklarını ayırdı yavaşça, aralarına girdi ve pantolonun sert kumaşına rağmen kızın rahatlıkla hissedeceğine emin olduğu erkekliğini birkaç kez sürttü yavaşça. İnlemeleri birbirine karışırken kızın kulağına eğildi ve hafifçe mırıldandı. “ Daha değil. ” Bedenini sarıp adamı kendine yapıştıran elleri, sırtından kopardı ve bacaklarının arasından istemeyerek de olsa uzaklaştı. Onun yalvarışlarını duymayı istiyordu. Bunu beklemek Lucian’ın canını ne kadar yakarsa yaksın, Froydis bunu istediğini söyleyene kadar içine girmemeye kararlıydı.

    Yine de bu kararı, ona dokunmamasını gerektirmiyordu, öyle değil mi? Yüzüne hafif bir tebessümün yansıması yayıldı. Gözleri kızın dağılmış sarı saçlarında, tutkuyla ve adamın sert öpüşleriyle kızarmış dudaklarında, diliyle gezindiği ıslak çizgilerde ve uzun bacaklarında gezindi. Ondan uzak kalamıyordu, o pürüzsüz, sıcak ve yumuşak teninden uzak kaldığı her bir saniye tükendiğini hissediyordu. Lanet olsun, acı çekiyordu adam. Gözleri tekrar kızınkilere çıktı. Bakışlarını onun yüzünden tek bir an için ayırmadan göbek deliğinin hemen altındaki teni dudaklarının arasına hapsetti, yavaşça kumaşa doğru kaydırdı sonra dilini, ince kumaşın altındaki sıcaklığı net olarak hissettiğinde boğazından çıkan sese engel olamadı. Kızın zevkle açılan dudaklarına baktı, vücudunun üzerinde yukarı doğru çıktı ve dudaklarını birbirine yapıştırdı. Öpüşlerinin içinde hala o öfkeyi tadabiliyordu. Öfkeyle harmanlanan tutku ve sevgiyi, tüm bu duyguların üzerine çıkmak isteyen ama bir türlü beceremeyen nefreti ve bir de keskin acıyı. Sırtını kitaplığa çarptığı nokta deli gibi acıyordu ve bu acı, tüm beyin fonksiyonlarını yavaş yavaş uyuşturuyordu. Düşünmüyordu artık Lucian, sadece içgüdülerin dışa vuruyor ve arzuluyordu. Kontrolünü kaybetmek üzereydi ve en son ne zaman böyle hissettiğini bilmiyordu. Belki de genç kadının kitabı geri vermek için döndüğü o gün. Zira kadın arkasını geri döner dönmez avına saldıran vahşi bir hayvanın atikliği kolundan tutup kendine çekmiş ve onu çıplak göğsü ile kapının arasına sıkıştırıp öpmeye başlamıştı aniden. O anla ilgili Froydis’in ne düşündüğünü halen gerçekten bilemiyordu, bilebildiği tek şey, adamdan bu kabalığı yüzünden soğumayacak kadar gerçekte kim olduğunu görebilen yegâne insan olduğuydu. Onu tüm kusurlarıyla, kabalığıyla, aniden patlayan ve o hızla sönen öfkesiyle, kontrol manyağı oluşuyla ve yaptığı akılsızca ve sorumsuzca tüm hatalarla sevmişti. Onu gerçekten sevmişti. Lucian böyle düşünmeyi çok seviyordu en azından.

    İşaret parmağı ve orta parmağını birleştirerek kızın teninde dolaştırdı. Dudakları kızın dudaklarındaydı hala ve öpüşmeleri her geçen saniye daha da derinleşiyordu. Alev almış gibi hissediyordu Lucian. Fazlasıyla sıcaktı teni. Kalbin yanıyordu, beyni, erkekliği… Parmakları kızın külotunun çizgisine ulaştı ve bacaklarının arasına yavaşça indirdi. Külotun ince kumaşının yaptığı tüm hareketleri ve en minik dokunuşlarını bile net olarak ileteceğini bilmenin etkisiyle, dudakları sinsi ve baştan çıkmış bir şekilde yukarıyla doğru kıvrıldı. Aynı anda kızın boğuk inlemesi dudakları arasında yitip gitti. Alt dudağını ısırdı hafifçe ve öpüşmelerini kesti. “ Bunu hissetmeni istiyorum. Sana nasıl dokunduğu hissetmeni istiyorum. Ve beni içinde istediğinde, bunu bana söylemen yetecek aşkım. “ Parmaklarını önce yavaşça, sonra gittikçe hızlanarak kadınlığına sürtmeye başladı. Dudakları kızınkilerden sadece birkaç santim uzaktaydı, hızlanan sıcak efesi yüzüne çarpıyordu ve Lucian gittikçe kontrolünü kaybetmekte olduğunun da farkındaydı. Ah lütfen, bunu istediğini söyle ve şu tatlı eziyetten kurtar ikimizi. Bu kelimeler dudaklarından çıkmayı bekliyordu. Bir yandan da onun aldığı zevki arttırmak için dudaklarını kızın boynundan göğüslerine kaydırdı ve sol ucuyla oynamaya başladı hafifçe. Kalbini hızlanan atışlarını elinin altında hissedebiliyordu. Dudaklarını kalbinin üzerine koydu ve kızın duyamayacağı bir şekilde fısıldadı. “ Benim için atmanı istiyorum. “ Benim için atmanı istiyorum. " Yapar mıydı peki bunu? Yolu yarılamış bu adam için atar mıydı genç kalbi? Onunla atar mıydı? Son nefesinde yanında olur muydu gözleri deli bir ışıltıyla parlayan adamın? Peki ya bir anlaşma yapsalar, mümkün müydü bu? ' Yaşamımı sana adarım, sen de bana kendininkini adarsan' gibi bir anlaşma mesela... Kız bunu reddedebilirdi, pek tabii yapabilirdi bunu, zaten kabul etse de etmese de, adam bunun henüz farkına varmamış olsa da yaşamını daha tanıştıkları ilk gün sarışın kadına adamıştı.

    Kızın gözlerini kapatan kravatı çözdü ve yatağın kenarına fırlattı. Kızın dudaklarının bir inlemeyle açıldığını duyduğunda gülümsedi, bakışlarını yukarı kaldırdı, kızın koyulaşmış gözlerine kilitlendi ve burnunu onunkine sürttü. Parmaklarının temasını kesti, hafif baskılarla genç kadının belinde gezindi. Ve sonra onu duydu. Kelimelerindeki reddedişi hissetmek fazlasıyla kolaydı. Oysa Lucian emindi. Froydis söyleyecekti o kelimeleri ve serbest bırakacaktı adamı. Yapmamıştı. Daha sıkı zincirlerle bağlamıştı onu.

    " Tamam, söylüyorum: Senin istediğin şeyi söylemeyeceğim, sevgilim. "

    Hareket edemedi adam. Öylece baktı kızın gözlerine. Ciddi olduğundan emin olmak istedi. Ve öyleydi. Gözlerindeki arzulu parıltı, terbiye edilmeye çalışılmıştı ancak yakıcı alevlerin hayaletini zor da olsa görebiliyordu adam. İhtiyacı olduğunu emindi. Lanet olsun, en az Lucian kadar ihtiyacı vardı buna oysa sadece inadından reddediyordu adamın varlığını. Lucian gözlerini kapattı. Gözlerini kapatıp açarsa belki az önce duyduklarının gerçek olmadığını, sadece beyninin saçma sapan hayallerinden olduğunu görecekti. Bedenini kadınınkine sürttü hafifçe ardından gözlerini açtı. Gözleri ve dudaklarındaki sert kıvrım Lucian'a olanların gerçeğin ta kendisi olduğunu kanıtlıyordu. Öfke damarlarında gezinmeye başladı yeniden. Adamı içten içe yok edecek kadar sıcak ve ani. Aklına görüntüler geldi Froydis ve Luther ve başka erkekler... Gözlerini kapatıp açarsa belki az önce duyduklarının gerçek olmadığını, sadece beyninin saçma sapan hayallerinden olduğunu görecekti. Bedenini kadınınkine sürttü hafifçe ardından gözlerini açtı. Gözleri ve dudaklarındaki sert kıvrım Lucian'a olanların gerçeğin ta kendisi olduğunu kanıtlıyordu. Öfke damarlarında gezinmeye başladı yeniden. Adamı içten içe yok edecek kadar sıcak ve ani. Aklına görüntüler geldi Froydis ve Luther ve başka erkekler... Kor gibi yanan bedenini, zar zor da olsa genç kadının beyaz teninden ayırdı ve yanına sırtüstü uzandı. Sağ kolunu gözlerinin önünde beliren resimleri görmesini engelleyebilirmişçesine yüzüne kapattı ve başını yatak başlığına yasladı. Bir şeyler düşünmemesi gerektiğini biliyordu. Çünkü düşünürse öfkesi tüm benliğine sahip olacak ve sırf kendinden daha genç adamlar kadar iyi olduğunu kanıtlamak için Froydis'e zorla sahip olacaktı. Artık sahip olmadığı birini geri kazanmak için yapılabilecek en iyi hareket değildi bu, üstelik. Kızın yataktan kalkmasıyla çıkan ses üzerine kolunu yüzünden çekti ve onun yarı çıplak bedeninin yavaş, kararsız, sarsak ve büyüleyici hareketlerini gözleriyle takip etti. Birini sevmek neden bu kadar zordu tanrı aşkına? Birine istediğin halde, onun da seni istemediğini bildiğin halde, neden hala ona yeniden sahip olma yolları arıyordu ki? Parmaklarındaki ıslaklığı hissederek yumruk yaptı becerikli elini. Kadının dizlerine kadar çektiği elbise gözüne çarptı ve ne yaptığının farkında bile olmayarak yataktan kalktı ve hızlı adımlarla kadına yanaştı. Bu sırada Froydis de arkasına dönmüş, elbisenin düşmesine izin vermiş ve adama doğru adımlar atmıştı. Yumruklarını açtı Lucian ve kadının ince beline doladı kollarını, aynı anda ağızları içgüdüsel bir biçimde ve alışkanlığın verdiği rahatlıkla birbirini buldu. Ne Lucian kızın adını söyledi, ne Froydis adamı istediğini dile getirdi. Kararlılıklarını koruyabilecek durumda değildi ikisi de, akıllarına bile gelmemişti büyük ihtimalle öne sürdükleri koşulları. Lucian sol elini genç kadının sırtından kalçalarına indi ve elini külotunun sınırında bıraktı ardından ani bir hareketle yırttı ince kumaşı. Pantolonun kemerini açmaya çalışan elleri hissettiğinde hafifçe inledi ve yatağa gerilemeye başladı. Kemer açıldıktan, pantolonun fermuarı aşağıya çekildikten ve pantolon adamın bacaklarından kaydıktan sonra kızı yatağa itti ve üzerine çıktı. Dudakları bir an bile ayrılmadı. Lucian bu kez daha da yakıcı öpücüklerle kızın bedeninde gezindi ve dizinin ardındaki hassas tene ulaştığında yavaşça emmeye başladı, bir yandan da kızın topuklularını çıkarıyordu. Yüksek topukluları yataktan attıktan sonra kızın dudaklarına döndü ve boxerını çıkarmaya çalışan kadına minik bir öpücük verdi. Takip eden bir kaç saniye içinde boxer çıkmıştı ve Lucian, sevgilisinin içindeydi. Sırtına saplanan tırnakların acısını veya dudağını kanatacak kadar sertçe ısıran kadının açtığı yarayı umursamadan hareketlerini hızlandırdı. Dudaklarını kızınkilerden ayırdı ve boynuna gömdü. Yumuşak teni ısırırken bedeninin gevşediğini ve sırtındaki elin omzundan kaydığını hissetti. Dudaklarından, duyulması fazlasıyla zor bir isim çıktı " Froydis " Kızı ezmemek için kollarıyla yataktan destek almaya çalıştı ancak kasları ona itaat etmediğinden, ince bedenin üzerine yığıldı. Beline dolanan elleri hissettiğinde yüzünü kaldırdı hafifçe, kızın yüzünü kaplayan sarı tutamları çekti ve hemen ardından dudaklarını kızın boynunda oluşmaya başlayan morluğa bastırdı. " Bu iz, bana ait olduğunu gösterecek herkese. " Kızın hafifçe titrediğini hissettiğinde, başını göğüslerinin arasına yasladı. Nefeslerinin düzene girmesi ve kalp atışlarının toparlanması için bekledi bir süre, ardından kızı üstüne çekerek sırtüstü yatağa uzandı. Elleri kızın bedeninde geziniyor, kemiklerinde oyalanıyor ve boynuna çıkıyordu. Köprücük kemikleri arasındaki boşluğa getirdi elini en son ve hafifçe okşamaya başladı. Hareketine devam ederken Froydis’in koyulaşmış gözlerine baktı. Boğuk bir sesle konuşmaya başladı.

    “ Bu yeri seviyorum… Bir adı var mı? “
    “ Bilmiyorum. ”
    Langeais boğazı olsun buranın adı. Langeais boğazı. “

    İçindeki tüm o yakıcı hisler yol olmuştu, yapmak istediği tek şey gülmek ve sevgilisinin kollarında uyuyabilmekti. Güldü. Göğsünde yatan kadının sarsacak kadar kuvvetli bir gülüştü bu ancak sırtındaki gerilen kasları takiben hissettiği acıyla hafifçe bağırdı. Froydis’in kocaman gözlerle kendisine baktığını görünce zoraki bir gülümseme yayıldı yüzüne ve iyi olduğunu kanıtlamak istercesine gülmeye devam etmeye çabaladı. Ancak acı, bıçak gibiydi. Neden canının yandığını düşündü, kitaplığın acısı kesinlikle geçmişti. Tırnaklar. Yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.

    “ Canımı yakmaktan zevk alıyorsun değil mi, sevgilim?” Kızı yanına kaydırdı ve yüzüstü döndü. Froydis’in yutkunduğunu duydu sonra sıcak dudakları yaraların üzerinde gezinirken hissetti. Derin bir nefes aldı. Bedeni acıyı azaltmak için endorfin salgılıyordu ama endorfinden daha çok salgılanan başka bir hormon daha vardı: testosteron. Sarışın kızın dudakları adamı deli ediyordu. Tırnaklarının açtığı yaralarda gezinen dudakların hissi adamı bütün hissettiriyordu. Sırtüstü döndü, kızı göğsüne yasladı ve kulağına fısıldadı hafifçe. " Ve adam, sevgilinin kollarında uyurken, her şeye sahipti. " Kızın saçlarının arasına minik bir öpücük kondurdu. Saçlarını ve sırtını okşadı ardından yorganın bir ucunu tutup bedenlerinin çevresine sardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

The three of us in circus, astonished and in rapture. Empty
MesajKonu: Geri: The three of us in circus, astonished and in rapture.   The three of us in circus, astonished and in rapture. Icon_minitimeSalı Eyl. 27, 2011 10:35 am


- SON -
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
The three of us in circus, astonished and in rapture.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan-
Buraya geçin: