Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Özgürlük Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Özgürlük Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Özgürlük Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Özgürlük Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Özgürlük Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Özgürlük

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Esther Bozorgmehr
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Esther Bozorgmehr


Mesaj Sayısı : 26
Kayıt tarihi : 11/03/11

Özgürlük Empty
MesajKonu: Özgürlük   Özgürlük Icon_minitimeSalı Ağus. 16, 2011 3:00 am

Özgürlük Tumblrlb7xejggt61qzmxza

Gözlerimi açıp bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirmek hiç de öyle kolay gelmiyor. Hıçkırıklarımı bastıramadığım gibi, tüm yüzüme yayılan siyah göz makyajım da muhtemelen hiç hoş bir görüntü oluşturmadığı için beni kimse görsün istemiyorum. Hoş olan ne var ki zaten. Hiç. Islak saçlarımı kulaklarımın arkasına tıkarak sık nefeslerle binadan fırlayan çocuğa bakıyorum. Tişörtünden akan kırmızı sıvının büyük oranda şarap olduğuna bahse girebilirim. Burası böyledir. Burada kurallar böyledir.

“Bir parti var.”

Rüzgar esiyor. Soğuk. Gözlerimi bitter kahve kadar koyu ve sıcak gözlerinden alırken ister istemez esniyorum. Çünkü bu gecenin de mekan dışında diğerlerinden fazla farkı yok. Ürpertici. Uykusuz. Boğucu ve hastalıklı hastane koridorları kadar kötü değil aslında ıslak çimler, çünkü soğuk karnımı ağrıtıyor olmasına rağmen en azından etraf duvarlarla örtülü değil. Her yer beyazdı, fazla cansız, fazla hareketsiz. Aslında çoğu akşam da karanlıkta gri-siyah oluyordu renkler, o yüzden renkli eşyalara hiç ihtiyaç duymayan bir odaydı. Ve ben sadece yanında birilerinin varlığını hissetmesi için oradaydım; sessizlik, beyaz, yalnızlık, duvarlar. Akıl sağlığınızı tek bir gecede yitirmek için yeterince sebebiniz vardı. Çıkmasına izin vermiyorlardı. İç kanama ihtimali.

“KARAN?” İsmini duyduğunda başını kaldırarak bana bakıyor. Acı çektiğini gözlerinden anlayabiliyorum. Sanki farklı bir acı, fizikselden çok. Ama ne o an, ne de daha sonra buna kafa yoruyorum. Aldırmadan başımı çeviremiyorum, bu doğru, çevirebilirim ama. Kaybetmekten korkacak fazla şeyim yok henüz. Sağlığım. Kimliğim. Başka yok. Karan yok. Yalnızsanız, özgürsünüzdür. Sizi başka hiçbir şey özgür yapamaz. Ve ben o an Karan’ı seçerek özgürlüğümü kaybediyorum.

« Ve ayrıca kanında uyuşturucu bulundu. »

Çünkü bir kez de kriz geçirmişti, ya da bu sözleri hiç duymamıştım ama gerçek olduklarını biliyordum. Orada duyduğum çoğu şeyi uydurmuş ya da rüyamda görmüş olabilirdim, fakat kollarımın arasında titrerken içeri dalan hemşire gerçek olmayan bir şeyi bölmüş olamazdı. Korkmuştum. Korkulacak şey değildi. Olmadığını söyledim kendi kendime. O bile korkmamış olmalıydı, beyaz dışında hiçbir renk bulundurmayan odada her şey gibi o da sakin ve heyecansızdı sonrasında. Sakin miydi? Belki sadece refakatçilik etmek için orada olduğum halde herkesten daha tedirgin olduğum için öfkeli. Belki. Öfkeliydi işte; nedenini bilmiyorum, çok zaman çok şeyi bilmiyorum.

"Gitmelisin," diyor beyaz çarşafı dizlerinin arasına sıkıştırırken. "Ailen merak edecektir." Doğru ya, ailem. Bilmediği ne kadar da çok şey var. Gidebileceğim bir ailem olsaydı, hoş olmaz mıydı? Benden küçük bir erkek kardeşim olabilirdi, ya da bilmiyorum, belki supangle yapan bir büyükannem. Oh. Sadece gülümsemekle yetiniyorum çenemi yumruk yaptığım elime dayarken, ona bir cevap vermeyeceğim. Çünkü benim onun yeni hayatı hakkında bildiğim fazla şey yok, tahmin ettiklerimden ibaret sadece. O da bilmek zorunda değil.

« Nerede yaşıyorsun sen, hiç mi ot kullanan arkadaşın yok? »

Sorusu üzerinde düşünüldüğünde sürekli kendini yenileyen depresyon kaynağınız olabilirdi. Evet ot kullanan arkadaşlarım vardı, ot kullanan arkadaş potansiyeli sahibi insanlar, evet, ama hiçbir zaman içlerinden birini arkadaşım olarak göremedim. Bazı insanlar yalnızdır. Hep yalnızdır. Yanında birileri varken de. Yalnız olmasını istememiştim, ya da yalnız olmak istememiştim. Belki bana ihtiyaç duyan birileri olursa, sevgimi verebileceğim birileri, o zaman yalnız hissetmem sanmıştım. Öyle değildi. Bir ara uykusuzluk ve açlıktan ayağa kalktığımda kendimi hissetmiyordum, sarhoşluktan bile daha kötü belki, yürüyememeniz ve cümle kuramamanız. Birini korumak için orada olduğunuzu iddia ederken. Ama her zaman için söylemek istemediğim şeyleri sakladım, her halimle.

Sadece bıçaklanmış, önemsiz bir şey.

Bunu önemli bulduğumu söylemedim.

“İyi de, bu ölü bir kuş.” Ellerimi teninde gezdirirken bunun öyle romantik ya da müstehcen bir şeyler çağrıştırmamasını umuyorum. “Öyle.” diyor sakince. “Çünkü özgürlüğümüz ölüdür. Bir bedenin içinde kapalıyken nasıl özgür olabilirsin ki?” Böyle anlarda ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ellerimi dövmesinin üzerinden çekip sandalyede geri gidiyorum. Özgürlüğünü simgeleyen bir dövmesi olduğunu söylediğinde, gerçekten özgürlükten bahsettiğini sanmıştım, esaretten değil.

Kollarımı sıvazlarken başımı çevirmeden ona bakıyorum, gözlerimi ancak yukarı bakarken açabiliyorum sahiden. “Mona’nın partisi.” Sanki o da Mona’yı tanıyormuş gibi anlatmayı sürdürüyorum. Yapacak başka işim olup olmadığını soran o olduğu halde beni dinlemiyor. Sigarasını yakmaya uğraşıyor, fakat rüzgar izin vermiyor. “Cadılar Bayramı kutlamak için yeterince büyüdüğümüzü düşünüyorum, ya da daha doğrusu bir partiye gitme fikri şu an gözüme yeterince cazip gelmiyor.” Külliyen yalan. “Gürültülü ve kalabalık ortamları fazla sevmiyorum.”

Kafam dağınık.

Oturduğu metal çitlere yaslanıyorum. Hala sigarasını yakmaya uğraşıyor. Yardım edecek oluyorum, bir şeyler beni durduruyor. Kokusunu hoş bulduğum yalan değil, ama nasıl yardımcı olacağım ki zaten? Ben, o yakana kadar çakmağın gazının bitmesini beklerken, o sonunda amacına ulaşıyor. “Yapmasan?” Söylediğimin farkına geç varıyorum. Neyi yapmasa? Kaldırdığı tek kaşına karşılık ben de ilk aklıma geleni söylüyorum. “Sigaran. Pahalı parfümümü öldürüyor.” Çektiği ilk nefesi suratıma üflerken, gülümsüyor. Asıl kesmesini istediğim şey şu suskunluk hali aslında, umursamazlığı. Bir şeyler anlatmasını öyle çok isterdim ki, hakkında bir şeyler daha öğrenmek. Çünkü biliyorum, eminim, eski haline hiç benzemiyor yenisi. Ve ben eskisini bile yarım yamalak tanıyordum. Dumandan rahatsız olarak yüzümü diğer tarafa çeviriyorum. En azından gülümsüyor, diye geçiriyorum içimden. En azından beni kendinden uzaklaştırmaya çalışmadı.


Okuyan varsa:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Karan Alexopoulos
NY Halkı
 NY Halkı
Karan Alexopoulos


Mesaj Sayısı : 8
Kayıt tarihi : 15/08/11
Nerden : Yunanistan kökenli.

Özgürlük Empty
MesajKonu: Geri: Özgürlük   Özgürlük Icon_minitimePerş. Ağus. 18, 2011 11:36 am

    “Beni vazgeçirebileceğini mi sanıyorsun? Sence gerçekten o kadar basit miyim?” Değil. Ama bunu ona söyleyemiyorum. Basit olmadığı için bu durumdayız zaten, o basit değil, aksine, fazla karmaşık. Öyle karmaşık ki, onu kendimden nasıl ayıracağımı bilemiyorum. Sanki uzuvları iç organlarıma dolanmış gibi, ne söylesem işe yaramıyor, uğraştıkça bir bütün olmaya daha fazla yaklaşıyoruz. Bu gereğinden fazla korkunç. Ve beklediğim cümleyi söylüyor: “Gözlerim kapanıyor, biliyor musun?”

    “Bir parti var.”

    Bir parti. Sözlerinin ardından uzun bir sessizlik geliyor. Devam edecekmiş gibi olduğundan bölmüyorum, onu kendi monologuyla baş başa bırakıyorum. Çünkü hep böyle yapıyor, bir şey söylüyor ve ardından dakikalarca bekleyip bir şey olmamış gibi devam ediyor. Gökyüzüne bakıyorum, pek fazla bulut yok ve bu günahkar şehrin hak ettiğinden çok daha fazla yıldız var. Güzel bir gece olduğunu düşünüyorum içten içe, en azından düne göre daha özgürüm. Derin bir iç çekiyorum. Kimi zaman çok boş hissediyorum, bomboş. Uyuduğumu zannettiği bir gecede Esther’ın bana mırıldandığı gibi. Şehrin ışıkları neden sönmüyor? Bir kez olsun.

    “Sen acı çekmiyor musun?” Gözleri hala kapalı. Sayıklıyor. Bunu söylediğinin farkında bile değil. Düşünüyorum, ellerime bakarak. Ben acı çekmiyor muyum? Odadaki rutubet kokusu hoşuma gitmiyor. Odadaki gerginlik hoşuma gitmiyor. Ona resmen saplanıp kalmak hoşuma gitmiyor. Bir bataklığa benzemesi hoşuma gitmiyor; çıkmak için tek çarem hareket etmekken, hareket ettikçe daha da batıyor olmam hoşuma gitmiyor. Kimse ona karşı bir şeyler hissettiğimi inkar etmesin. Acı çekmiyor olamam.

    Böyle zamanları değerlendirmek için bir sigara yakmaktan iyi bir seçenek olmadığını bildiğimden pantolonumun ceplerine gidiyor ellerim; her zamanki gibi çıkıntıyı sol cepte buluyorum, gitarı sağ bacağıma dayayarak pratik yaptığım için alışkanlık haline gelen bir şey bu. Elimi cebime sığdırabilmek için sol bacağımı aşağı indirirken Esther çoktan konuyu unutmuş, başka bir şeyler düşünüyor gibi görünüyor. Tsch. Ne fark eder ki. O saçma sapan partilerden konuşmak zorunda değiliz. Eminim o da öyle düşünmüştür, ne de olsa “Bir parti var.” bile yeterince uzun bir cümle. En sonunda sigara ve çakmağımı çıkarıyorum. Sigara paketi biraz kendini kaybetmiş görünüyor, “Tüh.” diye mırıldanarak içinden bir sigara çıkarıyor ve cebime geri koyuyorum. O sırada, ne söylediğini unutmamış olacak ki Esther da aynı konuda konuşmaya devam ediyor.

    “Canını yaktığımı mı düşünüyorsun? Sana zarar verdiğimi mi düşünüyorsun?” Hastalıklı bir öfkeyle parlayan gözleri, dehşetimle karşılaştığında yumuşar gibi oluyor. Hayır. Sadece yanılıyorum. Alaycı ses tonu kulaklarımda çınlarken o bana daha da yaklaşıyor. O koca oda, bahçedeki alet kulübesinden bile küçük geliyor. Ne söylediğini anlayamıyorum, kulaklarım uğulduyor. Yine aynı şey. Gözlerimin önünde, o, anneme dönüşüyor. Sakin olmaya çalışıyorum. Nefes alıp verişlerim normalin on katı hızlanıyor, yavaşça geri giderken bir şeyin üzerine bastığımı fark ediyorum. Ve her şey o an oluyor. Ne olduğunu görmek için dönüşüm, ve başrolünü canlandırdığım kanlı sahneyi kaçırışım.

    “Mona’nın partisi.”

    Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirip elimle rüzgardan korumaya çalışırken diğer elimle çakmağı yakıyorum. Alevi eğilerek beni engelliyor. Bir süre onu seyrediyorum. Elimi değdirip değdirmemeyi düşünüyorum, nasıl olsa sol elimin tüm parmak uçları nasır tutmuş durumda. Pek acımayacak gibi görünüyor. “Cadılar Bayramı kutlamak için yeterince büyüdüğümüzü düşünüyorum, ya da daha doğrusu bir partiye gitme fikri şu an gözüme yeterince cazip gelmiyor. Gürültülü ve kalabalık ortamları fazla sevmiyorum.” Bana bakıyor. Rüzgardan koruyan elimi çekip çakmağı alevin eğimine göre hareket ettiriyorum. “Yapmasan?” Neden bahsettiğini anlayamıyorum. “Sigaran. Pahalı parfümümü öldürüyor.” Derin bir nefes çekip dumanı ona yolluyorum. Bazen çok komik olabiliyor. “Hah. Tükenecek bir şeye o kadar para vermemelisin.”

    Ne yapmam gerektiği üzerine uzun uzun kafa yoracak zamanım yok. Cep telefonu kullanmıyorum, o hala evdeyken ev telefonundan birilerini aramaksa delilikten başka bir şey değil. Ve bu sebeple kendimi can havliyle dışarı atıyor oluşum, bir sondan çok bir başlangıç. Bundan sonra bu eve dönmeyeceğim. O eve dönmediğim gibi. Bundan sonra dönmemi beklemeyecek de zaten. O da beklememişti. Beklemeye hakları yok. Çünkü artık vicdanım bile bir daha geri dönmememi söylüyor. Elim, kanamayı azaltmak umuduyla bastırdığım karnımda; apartmanın kapısını bırakarak yardım edecek birilerini arıyorum. Ve ilk gördüğüm kişi o oluyor. Esther. Ellerimi karnımdan çekerek hızlı soluklar arasında farkında olmadan bağırıyorum. "911'i ara!" O mantıklı bir şeyler yapmak yerine ismimi söylerken ellerime bakıyorum. Kan. Bıçak. Bu eski bir anıyı hatırlatıyor. Bana zarar vermesine izin vermeden boynunu bile kırabilirdim. Engel olabilirdim. Ama hayır, yine aynı şey. Hareket edemiyorum. Kaçamıyorum. Kurtulamıyorum. Kan. Ve gözlerim kararıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Özgürlük
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yunanistan // Özgürlük ya da Ölüm //

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Central Park-
Buraya geçin: