Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Kağıt Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Kağıt Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Kağıt Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Kağıt Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Kağıt Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Kağıt

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Summer Warner
NY Halkı
 NY Halkı
Summer Warner


Mesaj Sayısı : 233
Kayıt tarihi : 30/08/10
Nerden : Manhattan

Kağıt Empty
MesajKonu: Kağıt   Kağıt Icon_minitimeC.tesi Ocak 29, 2011 5:09 pm

Güneş’in ufuk çizgisiyle bütünleştiği zaman, Brooklyn sokaklarında yavaş adımlarla yürüyordum. Kulağımda rahatlatıcı bir klasik müzik, ellerimde soğuktan korumaya yetip de artan, hatta ellerimi kilitleyen kalın eldivenlerim hayatta güvendiğim ikinci insanın yolunu tutmuştum. Bonnie beni burada görse çığlığı basar, arkadaşlıktan reddederdi her halde. Ona göre klasik müzik sıkıcı, Brooklyn ise ürkütücüydü. O yüzden gözüme taktığım güneş gözlüklerime doğru kalın atkımı çekiştirdim. Caddenin köşesinden dar bir sokağa döndüm ve ikinci evin önünde durdum. Sanki biri kapıda bekliyormuşçasına zili çaldıktan iki saniye sonra kapı açıldı. Etrafımı bir kez daha kontrol ederek içeri girdim.


Marco ile İtalya’dan geldiğinden beri sıkı dostuz. Kendisi zekâsıyla hemen ilgimi çekmeyi başarmış sayılı erkeklerden biridir. Evet, şu günlerde aklı yerinde birilerini bulmak gerçekten zor. O çekici İtalyan aksanıyla etrafında binlerce küçük süslü püslü gezegen bulundursa da, beni de eksik etmez yanında. Etrafındaki her gezegene tek tek ilgi göstermesi beni deli etse de, o şirin gözleriyle bir bakışı yeter bile onu affetmeye. Esprilerine girmek bile istemiyorum, yaşamadan bilemezsiniz. İşte Marco, Dylan benle adam gibi ilgilenmezken sığınabileceğim tek adamdı. O nedenle bugün, burada, Brooklyn’de, Bonnie’nin deyimiyle “Sürünüyorum.”


“Oo, kimleri görüyorum?” Yüzünde kocaman bir gülümseme, kollarını açarak söylemişti bunu. Büyük bir neşeyle sarıldım Marco’ya. Daha iki gün önce okulda görüşmüştük ama iki dakika ayrı kalsan bile kendini özletecek tek kişiydi Marc. "Yine giyinmişiz en kalınından giysileri. Bunu havaya mı borçluyuz, yoksa Brooklyn'e mi?" Hadi ya o kadar belli oluyor mu dercesine bi bakış attım. Sadece gülümseyip geçmek istedim cevabını vermeye korktuğum bu soruya. Kapıyı açar açmaz burnuma gelen lezzetli kokulardan anlamıştım Marco’nun birkaç saattir mutfaktan çıkmadığını. İçeri geçip paltomu asarken yine aklıma Bonnie geldi. Ona gitmediğimi duyarsa kızar mıydı acaba? Buraya geldiğimi öğrense köpürürdü evet ama… Verdiğim karardan memnundum. Zaten şu dakikadan sonra kapıyı çekip çıkacak halim de yok. Çantamı koluma asarak mutfağa doğru ilerledim. “Burnuma pek hoş kokular geliyor, bu sefer nereden sipariş ettiniz yemekleri beyefendi?” Sert ama gözlerinin içi gülen bir bakış atarak ıslak ellerini kuruladı Marc. Yıkanmış havuçlardan birini kaparak salondaki koltuğa attım kendimi. Tam oratada duran, kiremit rengi sehpanın üstündeki dergilerden birini kaptım ve karıştırmaya başladım. Klasik playboy dergilerinden biri diye düşünürken içinde bulduğum kağıt, kapaktaki açık saçık kızdan daha çok ilgimi çekti.Havuç boğazıma takılıp kaldı ve öksürmeye başladım. Marc duyduğu sesle arkasını döndü ve boğulmakta olan beni görebildi çok şükür. Bir bardak suyu kaptığı gibi yanımda bitiverdi. Suyu içtikten sonra birkaç kez daha öksürdüm. Sırtıma vurmakta ısrarcı olan Marc’a gülerek “Yeter!” dedim. “Kurtuldum tamam daha fazla vurmana gerek yok.” Yavaşça yanıma çöktü. “Havucumu kapıp kaçarsan böyle olur. Yemekler henüz hazır değildi.” Marc’a doğru alaycı bir tavırla dil çıkardım ve kâğıdı sayfanın arasından aldım. Havada sallayarak Marc’a yönelttim. “Evet, bana açıklaman gereken bir şeyler var sanırım aşçı bey?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marco Clyde Richetti
NYU | I. Sınıf
 NYU | I. Sınıf
Marco Clyde Richetti


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 24/01/11
Nerden : İtalya

Kağıt Empty
MesajKonu: Geri: Kağıt   Kağıt Icon_minitimePaz Ocak 30, 2011 7:03 am

    Brooklyn'den hoşlanıyorum, bazen Roma'yı özlemiyor değilim ama Brooklyn'in kalabalık insan kokusunu içime çekmek de hoşuma gidiyor. O bilindik taştan yapılma binaların içerisindeki dairelerden birinde, ucuz bir dairede, kendi dairemde küçüklüğümden gelen bir yeteneğimi geliştirmek için çabalamaktayım. Aslında yemeklerimin güzel olduğunu herkes bilir. Önümde, küçük küçük parçalanmış sebzelerin renk cümbüşü fakat aklımda tek bir soru, ne eksik? Domates, patates, biber çeşitleri, kabak da var. Tek bir şey eksik ki, onu çok severim fakat burada değil. Üzerinde bir sürü gereksiz magnetin ve küçük notun bulunduğu buzdolabı kapağını açıp, sebzeler bölümüne bakıyorum. Buzdolabım, mutfak işlerini çok sevdiğimden aşırı düzenlidir. Kahvaltılık malzemeler en üstte, kapakta baharatlar ve hazır konserveler, ikinci katta yemeklik hazır şeyler, üçüncü katta içecekler ve en aşağıdaki iki bölmenin birinde sebzeler, diğerinde meyveler. Diğer her türlü gerekli ve gereksiz mutfak malzemesi de Marco'nun Yemek Dolabı'nda. Evet, onun adı Marco'nun Yemek Dolabı. 5 yaşında küçük bir çocukken, annem bana yemek yapmasını öğrettiğinde, elime verdiği her yemek malzemesini gidip evde hiç kullanmadığımız boş bir dolaba tıkardım. Bu nedenle o dolabın adını bu şekilde koymuştuk. Büyüdükçe o dolapta, soslardır, konserve şeylerdir, onların hepsini saklamaya devam ettim. Şimdi Brooklyn'de olduğum süreç boyunca, bir Marco'nun Yemek Dolabı'na sahip olmasaydım hayatımda büyük bir eksiklik hissedecektim.

    Sebzeler bölümünde birkaç gereksiz tek kullanımlık sebzeyi aştıktan sonra üçü bir arada turuncu bir topluluk gözüme çarpıyor ve seviniyorum. Havuç işte, favori sebzemdir kendileri. Havuç topluluğunu alıp bankoya koyuyorum, sağdan kafasını bacağıma sürtmeye çalışan köpeğim Bold'un kafasını okşuyorum ve ellerime biraz su tutarak, önümdeki üzerinde "I'm the sexiest chef" yazan önlüğe hızlıca siliyorum. Gri saplı bıçağı alıp, havuçlardan birini tam ortadan ikiye bölecekken kapıdan gelen bir tıklatma bütün dikkatimi bir anda yok ediyor. Gelen Summer olmalı, bugün görüşeceğimize dair söz vermiştim. Kilo almasıyla ilgili beni deli etmesi üzerine ona pizza yapacağımı söyledim, önce itiraz etti fakat sonra en minimum derecede yağ içeren, sebzeli müthiş bir pizza olduğunu belirttikten sonra tatmin olmuş bir şekilde kabul etmişti. Neyse, kapı mutfağa yakın olduğundan, bir yandan el alışkanlığıdır, yine ellerimi önümdeki önlüğe siliyorum ve kapıyı açarak, o tanıdık, istemsiz bir şekilde yüzümde beliren kocaman gülümsememle onu karşılıyorum. “Oo, kimleri görüyorum?” diyorum sevinçle, Summer adı gibi içimde mutluluk uyandırıyor. Karşılar diye kollarımı açıyorum, o da karşılığını verip sıkıca sarılıyor bana. Sevilmeyi seviyorum, değer versinler bana. Egomu şişirmekten çok, sevildiğimi bilmek istiyorum. İnsanlar sevsin beni, hayat öyle güzel.

    "Yine giyinmişiz en kalınından giysileri. Bunu havaya mı borçluyuz, yoksa Brooklyn'e mi?" diyorum, kışın bu gününde taktığı güneş gözlüğü ve burnuna kadar çektiği atkının yarattığı çelişkiden ötürü. Bonnie diye bir arkadaşı var bunun, hiç sevmiyorum Bonnie'yi. Klasik New York sürtüklerinden hiçbirini sevmem. Summer öyle değil, saf ve temiz. Arkadaş canlısı, lider ruhlu biri o. Masum kızlar daha çok hoşuma gidiyor, arkadaş olarak. Summer'a hiçbir zaman yan gözle bakmadım zaten. Dylan denen biriyle çıkıyor, okulun en saf salak çifti bunlar. Bir araya gelince, cidden, ikisiyle de dalga geçmek en büyük eğlencelerimden biri. Summer çantasını koluna atarak, kesmeden bıraktığım havucun bulunduğu mutfağa doğru ilerliyor. “Burnuma pek hoş kokular geliyor, bu sefer nereden sipariş ettiniz yemekleri beyefendi?” Küçük çelişkili sorusu hoşuma gidiyor ve gülüyorum. Ben ve yemek sipariş etmek? Hadi oradan. Fast food yemeklerden nefret ederim, bunu bilir. Yemek yemek bir sanattır ve iki saniyede yapılan, emeksiz hiçbir şey sanat değildir. Beni kimse KFC ya da McDonald's'a götüremez, kimse. Burnuna gelen hoş kokunun kaynağı nedir diye düşünürken, küçük bir tencerede kaynamakta olan domates sosunu hatırlıyorum ve hızlı iki adımla ocağın altığını söndürüyorum. Baharatlı ve çeşnili, muhteşem bir domates sosu. Kendi yaptıklarımı yemek de ayrı bir eğlencemdir. Kesilmeyi bekleyen umutsuz havucu kapan bir el dikkatimi dağıtıyor. Summer onu benden almakla kalmayıp vahşice ısırıyor, içim burkuluyor birden.

    Eski ev arkadaşımdan kalma bir Playboy dergilerinden birini karıştırmaya başlıyor, kendisini kahverengi deri yumuşak koltuğa attıktan sonra. Yutmaya çalıştığı ilk havuç parçası boğazına takılıyor sanırım, birden öksürmeye başlıyor. En yakın arkadaşım bir havuç tarafından yabani bir şekilde katledilemez. Mutfak bankosunun yanından bir hışımla fırlayıp, tam ona uzanacakken geri dönüyorum ve sürahiden bulduğum ilk bardağa su doldurup aynı hızla Summer'ın yanında bitiyorum. O saniye sırtına vurmaya başlıyorum, boğazını tutup suyu içmeye çalışırken bile vuruyorum sırtına. Çaresizliği hoşuma gidiyor bazen, ne yapabilirim? Eğlenceli işte. Gülerek "Yeter!" diye bağırıyor. "Kurtuldum tamam daha fazla vurmana gerek yok." Hınzır bir şekilde yamuk bir gülüş atıyorum ona. “Havucumu kapıp kaçarsan böyle olur. Yemekler henüz hazır değildi.” diyorum, ne de olsa o benim havucumdu ve o havucun her parçası muhteşem bir sanat eserinin bir bölümü olacaktı. Elinde tuttuğu derginin arasındaki beyaz bir kağıt dikkatimi çekiyor. Gözümün içine sokarak sallamaya başladığı kağıdın üzerindekileri anlamaya çalışırken, “Evet, bana açıklaman gereken bir şeyler var sanırım aşçı bey?” diyor.

    Ne açıklamam gerektiği hakkında en küçük bir fikrim olmaması bir yana, o dergiler benim olmadığı için büyük ihtimalle benimle alakalı bir şey de değil. Peki o zaman neden Summer bana soruyor, demek ki içinde ben de varım. Kenarı bir yerden koparılmışçasına yırtılmış, katlanmış ve yıpranmış bu kağıt parçasını sallanmaktan alıkoyarak, Summer'ın elinden hızlıca alıyorum. Üzerinde okuduklarım bittikten sonra kocaman bir kahkaha atıyorum, çok fazla sansasyonel bir durum. İnanmıyorum, gerçekten, inanılması güç. "Eski ev arkadaşım Daniel'ın gay olduğunu bu şekilde öğrenmem gerçek anlamda ironik." Kağıdın üzerinde bir el yazısı, Danny'nin, yani eski ev arkadaşımın. Geçen sene beraber kalırdık bu barınak misali yerde. Çok erkeksi birine benziyordu açıkçası, her gece eve bir kız atardı bense salonda ya yemek yapar ve Discovery izler ya da deri kanepeye kurulup Playstation oynardım. Kağıt ise Danny'nin günlüğünden bir parça. Onun, Danny'nin Playboy dergileri arasında ne işi olduğu hakkında en küçük bir fikrim bile yok. Günlükte benimle ilgili hoş olmayan düşünceleri yazıyor, kağıdın her yanında Marco ve kalpçikler var. Bu şekilde öğrenmem gerçekten çok ilginç, acayip ya da her ne denirse. Bir sene boyunca evimi paylaştığım, çapkın sandığım Danny bana aşıkmış. O da iyi, hayat iyi be. Kendimce bir kez daha gülüyorum Summer sayfayı tekrar okumayı bitirdikten sonra. "Hadi ama, o kadar komik mi?" diyorum biraz utanarak. Bunu tüm bir sene boyunca fark etmemem benim salaklığımdan başka bir şey değil çünkü veya Danny'nin oyunculuğu benim zekamdan çok daha iyi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Summer Warner
NY Halkı
 NY Halkı
Summer Warner


Mesaj Sayısı : 233
Kayıt tarihi : 30/08/10
Nerden : Manhattan

Kağıt Empty
MesajKonu: Geri: Kağıt   Kağıt Icon_minitimePaz Şub. 20, 2011 12:21 pm

Altıma yapana kadar gülebilirdim, gerçekten. O son derece seksi bakışlara sahip, mükemmel bir ikna kabiliyeti olan Danny’nin; bizim şirin, küçük, kıvırcık Marc’a yanık olduğunu kim tahmin edebilirdi ki? Hayır, akşamları aynı yemek masasına oturduğu, aynı kıyafet dolabını kullandığı ve sabahları elinde mısır gevreği ile aynı koltuğu paylaştığı bir insanın gay olduğunu anlamak o kadar zor olmasa gerek? Marc’ın zekâsından bir dakika bile şüphe duymam, ama şu günlerde biraz beyin pratiği yapması gerek anlaşılan. “Hadi ama o kadar komik mi?” diyor yanaklarında hafif bir pembelikle. Biraz daha üstüne gitsem mi diye düşünüyorum ama sonra vazgeçiyorum. Gülümsüyor ve yanağını sıkarak “Sence de komik değil mi ha? Söyle hadi söyle?” diyorum. “Vay be, ben de önümüzdeki günlerde Danny’e açılmayı düşünüyordum, iyi ki kararımdan vazgeçmişim, görüyor musun bak, rezil olacaktım!” Ukala bir gülümseme yayılıyor yüzüne. Sonra bir anda duruyor “Senin Dylan adında bir sevgilin yok muydu aten? Ben mi yanlış hatırlıyorum?” diyor düşünceli bir tavır ve kısık bakışlarla. Gülen gözlerim bir anda parıltısını kaybediyor ve başımı önüme eğiyorum. Son günlerde anlamsız bir şekilde gençlerde moda olan ve sadece ilginç olduğunu düşündüğüm için satın aldığım yırtık kot pantolonumun bacağındaki söküklerden biriyle uğraşmaya başlıyorum. Önce sökük iplerden birini parmağıma doluyorum sonra kıvırmaya başlıyorum. Kıvırıyorum, kıvırıyorum, kıvırıyorum… Parmağım morarana kadar kıvırıyorum. Canım o kadar çok yanmıyor nedense, sonra o söküğü bırakıp aynı işlemi başka bir ipte yapmak için diğer söküğe geçiyorum. Marc’ın meraklı bakışlarını üzerimde hissedebiliyorum ama asla kafamı kaldırıp ona açıklama yapacak cesareti bulamıyorum kendimde.



Birkaç dakika garip bir gerginlik ve sessizlikle oturuyoruz öylece. Ben tam dördüncü parmağımı morartmaya girişmişken Marc birden ayaklanıyor ve mutfağa doğru yol alıyor. İşte anca o dakika kafamı kaldırıp derin bir nefes alma fırsatı bulabiliyorum. Başımı ne kadar süredir eğik tutuyorum bilmiyorum ama boynumda keskin ve çok feci can yakan bir acı var. Gözlerimi kapayarak derin bir nefes alıyorum. Su içmek için daha demin getirdiği sehpanın üstünde duran bardağı arıyorum ama bulamıyorum. Sahi ben o suyu bitirmiş miydim acaba? Elimle boynumu ovalarken elinde bir bardak su ile içeri giriyor Marc. Yanıma oturup bana suyu uzatıyor. Tam suya uzanacakken ani bir hareketle elini geri çekiyor. “Hadi ama ver şu suyu!” Yine ukala bakışlarla bana bakıyor ve eğer ağzımdaki baklayı çıkarmazsam bana o suyu vermeyeceğini çok iyi bildiğimi biliyor. Boğazımı temizleyip bacaklarımı kendime çekiyorum. Dizlerimin üstüne kafamı koyup masum bakışlarla bir kez daha suyu vermesini rica ediyorum. Birkaç saniyeliğine direniyor ama sonra pes ediyor ve bardağı bana doğru uzatıyor. Bardağı bir dikişte bitirdikten sonra yavaşça sehpaya bırakıyorum. Gözlerini gözlerime dikmiş, “Anlat hadi, suyunu da verdim bak!” Dercesine bakıyor Marc. Pes ediyor ve Dylan ile olanları anlatmaya koyuluyorum.


Aslında ortada fazla anlatacak bir şey yok. Evirip çevirip aynı kelimeleri tekrarlıyorum sürekli. Marc hala tatmin olmamış bakışlarla bakıyor bana. “Açıkçası Dylan ile ne yaşadığımı ben de bilmiyorum ve kafamda milyonlarca soru işareti var. O yüzden sana neyi, ne kadarını anlatabileceğimi hala çözebilmiş değilim.” Demeyi başarabiliyorum sonunda düzgün bir cümle olarak. Sonra durup tekrar düşünüyorum. Söylediklerimi yanlış anlayabileceğinden korkarak bir an için kuşkuya kapılıyorum. Ona her şeyi rahatlıkla anlatabilirim elbette ama ne anlatacağımı bu sefer gerçekten ben de bilmiyorum. “Dylan ile çıkmaya başladığımızdan beri ki bu yaklaşık 3 ay oluyor, okul dışında iki kere görüştük. Etrafımdaki çakma olsun, gerçek olsun tüm ilişkilere baktığımda sanki biraz azmış, yetersizmiş gibi geliyor bu.” Cevap vermeden boş boş bakıyor sadece Marc. Şu anki halinden ve tavırlarından ne düşündüğünü anlamak o kadar zor ki! “ Biliyorum, senin kafanı daha karmaşık matematik problemlerine yorman gerek, kafanı bunlarla karıştırmamalıydım, özür dilerim. ” Gerçekten hata yaptığımın farkına vararak koltuktan kalkmaya yelteniyorum ama eliyle beni durduruyor. Fakat hala tek kelime edebilmiş değil. O koca, zeka küpü kafasının içinde ne döndüğünü bilmiyorum ama cevap vermemesi beni gerçekten korkutuyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kağıt
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Brooklyn-
Buraya geçin: