Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 With jealous hearts that start with blossom curls.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimePerş. Tem. 07, 2011 12:07 pm

Durumunun farkındaydı. Bitmek bilmeyen boşluk duygusu onu sonunda yok edecekti. Düşünmeden edemiyordu. Neden, niçin? Her şey niye? İnsanlar dünyanın anlamsızlığını anlayamıyordu, o ise insanları. Beklemekten başka bir çare yoktu. Sallantıda, boşlukta, ruhsal çöküntüyle boğularak beklemek. Giderek çürüdüğü gözle görülür bir hal almıştı. Tanrı vergisi kendini insanlardan soyutlama yeteneği ve duyarsızlığına karşın acılarını biriktiriyordu. Yine de zaman zaman bunu perde arkası olarak düşünüyordu. Ama daha ötesi vardı. Kendine yaptığı zararın bilincine varana kadar yok olmuş olacaktı. Çevresi hareketlendikçe daha da ağırlaştığını fark etmeye başladı ve yalnızlığının, çevresinin gürültüsü patırtısıyla çılgınlığına karşı aynı oranda arttığını. Böyle bir durgunluk, dışarıdakiler anlayamıyordu. Sigara almaya bile çıkmak güç geliyordu, oysa pekala bir sigara içmeyi, hatta bir paket içmeyi, canı çekiyordu. Yerinden kalkmayı bile deneyemeyecek haldeydi. Öylesine gerçekti ki bu, tüm vücuduyla duyuyordu. Evet, yerinden kalkabilirdi ve odanın içinde dolaşabişirdi. Hatta sigara almaya bile gidebilirdi, fakat bu çabayı göstermek kendisini büsbütün rahatsız edecekti. Aldırmazsa geçecekti aslında. Her zaman bu tür kuruntular yiyip bitirmişti içini. Kışın ortasında soğuk güneşin vurduğu bir duvara bakarak, çevresini saran buzlara rağmen kendini, şubat değil de temmuz ayında yaşadığına inandırdığını bilirdi. Aynı şekilde yaz mevsiminde içini titretecek kadar kendisini etkilediği olmuştu. Ve yine aynı şekilde günün herhangi bir saatini kendine göre değiştirdiği olmuştu. Bilinen, alışılagelmiş bir oyundu bu, sanırsa. Öylesine geliştirilebilirdi ki, belki de gerçeği yok edecek düzeye varabilirdi. O zaman belki şu anda gözleini kapatıp sigara içtiğini düşünebilir, kendi gerçekliğini yaratabilirdi. Ama hayır. Dışarı çıkıp kitap alması gerekiyordu. En son okuduğu kitabı da bitirmişti ve okumayı çok istediği ama bir türlü bir yerlerde bulamadığı bir kitap vardı ve onu bulmayı umuyordu. Bunun için dışarı çıkınca böylece bu duygudan da kurtulacaktı.

Her gün odasından çıkmak için bir neden bulmak konusunda çok istekliydi ama sadece bir istek olarak kalıyordu. Bu bir kural halindeydi. Tekrar içeri girdiğinde bir neden aramaya koyuluyordu. Dışarı çıktığında ise çok uzağa gitmiyordu genelde. Ortalama olarak üç blok kadar bir çember içinde dolaşıp dönüyordu. Sürekli olarak da tanıdık biriyle karşılaşacağından ve şaşkınlıkla kendisine sorular yönelteceğinden korkuyordu. " Nerelerdesin? Kayboldun. " " Şuraya gidelim mi? Buraya gidelim mi?" . Manhattan'a inmekten kaçınıyordu. İnmek zorunda kaldığında da belli caddelerden özellikle geçmiyordu. Okul günlerinden kalma bir duyguyla günün ortasında boş ve tembel tembel sokaklarda gezinmek aykırı geliyordu ona. Rahatsız edici. Gündüzleri sevmiyordu. Uykudan sonra yeniden doğarak tekrar yaşama döndüğünde çıplak bedeni giyinerek, zihni de aynı çıplaklığını kirleterek bambaşka bir dünyada buluyordu kendini. Şu an içinde bulunduğu vakit de o vakitti. Yataktan kalktı, pencereyi kaldırarak havayı yokladı. Gazeteleri açarak dünyaya göz attı. Şimdi yaşamın içindeydi. İyice uyanmıştı. Hemen hemen öğle oluyordu, yemek zamanı. Evin sessizliğinde bir kapının kapanışı, musluktan damlayan su sesleri, radyatörden gelen buhar fokurtusu ve uzaktan uzağa bir dikiş makinasının gürültüleri duyuluyordu. Henüz yapılmamış yeni kitaplığa, artık kitapları sığmıyordu, ve odanın duvarlarına doğru gün ışığı vuruyordu. Temizlikçi kadın kapıyı vurarak açtı. Ağzında bir sigara duruyordu. Önünde sigara içme cesaretini gösterdiği tek kişi kendisiydi galiba, önemsiz biri olduğunu fark etmişti. Evden çıkıp kitapçıya kadar yürümek oldukça güç geldi. Yine de kitapçıdan içeri girip o sayfa kokusunu duyumsadığında o kadar da kötü olmadığını düşündü. Üstüne oldukça geniş yakalı- kendisi kesmişti aslında yakayı-, önündeki ' be your own pet' yazısını da kendisi yapmıştı aslında, ense kısmındaysa 'i see dumb people' yazan siyah bir tişört; açık renk kısa bir kot şort giymiş ayağına da kırmızı kedslerini geçirmişti.

" Emile Zola'nın Meyhane'si var mı acaba? "

Kasiyer tezgahının önünde duruyordu siyah kıvırcık saçlı kasiyer kendisine bakarken. Kasiyerinin yüzünde görevini yapabilecek olmanın verdiği parıltı belirmişti ki, " Asıl yerini duymadın. " diye geçirdi içinden.

" 1974 basım olan. "

Kasiyerin yüzü düştü.

" Hayır maalesef. Onu aramayın zaten, bence."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimePtsi Tem. 11, 2011 7:35 am

Bedenini sokaklarda koşuşturan insanların arasına bıraktığında, gün içinde yaşadığı tüm sıkıntılarını unutuyordu. Lucian, sanki yaşamları pahasına koşuyormuş gibi panikle bir yerlere yetişmeye çalışan insanları ve bir de yaşamın güzelliğinin en minik şeylerde olduğunu anlamış olan, yolda yavaşça yürürken fazlasıyla huzurlu ve bugüne dek istedikleri her şeye sahip olabilmiş insanları yeşil bir banka oturmuş izlerken, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle ikinci üçüncü sigarasını yaktı. Bugün evine döndüğünde –aslında şöyle bir düşününce eve dönme fikri hiç de cazip gelmiyordu-, düzeltiyorum, bugün en lüks otellerden birinde gecesini geçirirken ne işini ne de eşini düşünecekti. Onun için evliliği -kâğıt üzerinde hala sürüyor olsa da, ki kısa süre içinde kağıt üzerinde bile bitecekti- bitmişti ve gün boyunca girdiği onca stresli toplantının yükünü bu düşünce sayesinde atıyordu omuzlarından. Bu geceden sonra evine istediği kadını atabilirdi, ona karışacak kimse olmayacaktı. Ve işkolik, sadık, saygıdeğer imajını da korumak değildi artık. Boşanmanın stresini bahane ederek kendini salabilirdi. Bu fikir fazlasıyla baştan çıkarıcıydı. Evet, bunu yapacaktı. Bir süre içecek, gezecek, sevişecek ve yine içecekti. Onun resmini çeken paparazzilerin atacağı başlıkları düşündü ve kıkırdamasına engel olamadı. Lucian gençliğindeki çapkın adam olacaktı yeniden. Hem de formundan tek bir gram bile kaybetmemiş olarak. Ve bu kez sırf bir kadını hamile bıraktı diye onunla evlenmeyecekti. Kürtaj boşuna mı vardı? Gülümsemesi genişledi ve sigarasını yere atıp ayağıyla ezdi. Tam karşısında duran Starbuck’s Coffee’ye girdi, bir americano aldı ve bankına geri döndü. Belki yeniden kitap okumaya başlayabilirdi. Çok uzun zamandır şömine karşısındaki deri koltuğuna oturup kaliteli bir kitap okuyamamıştı. Şirketin yeni ortakları, Avrupa’da bir başka şube… derken kendine zaman ayıramamıştı. Kahveden bir yudum aldı ve yüzünü ekşitti. Güzel değildi ve insanlar bunu bu kadar çok seviyordu ha? Saçmalık. Sadece herkesin içtiği bir yerden içmiş olmak için alınan kalitesiz bir kahve. Topluma onlardan biri olduğunu kanıtlama çabası. Kullanışsız ama yine de en çok tüketilen şeylerden. Spor arabalar gibi. Statü belirtisi olsa da kesinlikle kullanışsızlar. Yani kim sadece iki kişinin binebildiği bir arabayı gerçekten ister ki? Tamam, Lucian’da da bunlardan birkaç tane vardı. Ama dediği gibi, statü belirtmek için kullanılan bir mesaj.

Kahvesini eline alarak sokaklarda yürümeye karar verdi. Yüzünü buruşturdu ve boynunu sıkan kravatı çıkarıp ceket cebine sıkıştırdı. Gömleğinin düğmelerini açtı ve ayağa kalktı. Kendini severdi. Orta yaşlı olmasına rağmen hala kadınları baştan çıkarabilen fiziği ya da yakışıklı yüzünden dolay değil, çevresine yaydığı kendine güvenli, erkeksi ve duyarlı enerji için severdi kendisini. Bu da kadınların onu sevmesini sağlardı. Vücudunun çekici olması başta herkesin avantajı olurdu, ama karizmatik olmayan biri, kazandıklarını elinde tutamazdı.

Köşe başındaki eski görünen kitapçıya daldı. İçeri girdiğinde o kitapların yeni basılmış kokusunu içine çekti ve sakinleştiğini hissetti. Kitaplarla böyle bir ilişkisi vardı işte. Lucian’ı daha ilk koklamada sakinleştirebilirlerdi. Adam, ne arayacağını pek bilmiyordu. Dediği gibi, uzun zamandır uzaktı kitaplardan. Bir öneri almak için kasiyere yaklaşırken hızla önüne geçen bir kız gördü. Tanrım, fazla… minikti ve umursamaz? Başkalarının sırasını kapmayı umursamayan bir kızdı ve… güzeldi. Mavi gözleri, bembeyaz teni ve beyazımsı saçlarıyla bir periyi andırıyordu. Kızı, bedenini altında sıkışmış bir şekilde düşündü. Bu düşünceyi beyninden atmak için başını iki yana salladı. On sekizden büyük durmuyordu. Eğer bir çocuğum olsaydı bu kızla yaşıt olacaktı. Kızın çıplak bedenini hayal etmeyi kesmek için kızın konuşmasına odaklandı. " Emile Zola'nın Meyhane'si var mı acaba? " Gözleri şokla açıldı. Lucian’ın en sevdiği kitaptı bu. Okumaya doyamadığı nadir eserlerden biri ve kütüphanesinde en fazla olan kitaptı da. Farklı dönemlerde ve farklı dillerde basılmış onlarca kopyasına sahipti. " 1974 basım olan. " Lucian gülümsedi. Kasiyerin cevabını dinlemeye tenezzül etmeden genç kızın omzuna dokundu hafifçe ve yüzünde minik bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

“ Size yardımcı olmayı isterim. Bende ne yazık ki 1974 basımı yok sanırım… ” Duraksadı ve kendini beğenmiş bir gülümsemeyle devam etti. “ Ancak ilk basımı var. 1877 tarihli. Yazarın kendi imzasıyla birlikte. ” Karşısında duran iki kadının şaşkınlıkla açılmış gözlerine zevkle baktı. Ailesinin çok uzun yıllardır kitap koleksiyonu yaptığını söylemeye gerek duymadı. “ Dedem ve Zola arkadaşlarmış. ” Sanki hiç önemli değilmiş gibi omuz silkti. Çünkü gerçekten ama gerçekten Lucian’ın pek de üzerinde durduğu bir ayrıntı değildi. “ Eğer okumak isterseniz size ödünç verebilirim. ”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimePtsi Tem. 11, 2011 8:54 am

“ Size yardımcı olmayı isterim. Bende ne yazık ki 1974 basımı yok sanırım… Ancak ilk basımı var. 1877 tarihli. Yazarın kendi imzasıyla birlikte. Dedem ve Zola arkadaşlarmış. Eğer okumak isterseniz size ödünç verebilirim. ”

Gözlerinin şaşkınlıkla büyümesine engel olamadı. Zola ve dedesi arkadaşmış. Ah bir de bunu o kadar önemsiz bir şeymiş gibi söylüyordu ki karşısındaki adam, kendisini gülmemek için tutması gerekti. Onun yerine gözlerini karşısındaki adamın yüz hatlarında gezdirdi. Çok parlak olmayan ama garip bir şekilde insanı baktığı anda kendine lehimleyen mavi gözleri, kızılımsı sakalı ve bıyığı, mükemmel çene yapısı. Yaşını tahmin etmeye çalıştı. 30? 31? Emin olamıyordu ama otuzlarının başında olduğundan neredeyse emindi. Parmaklarını hafifçe çukur olan yanaklarına bastırmanın nasıl olacağını düşündü tam... Tam ne? Bu etkiden kurtulmak için biraz irade sarf etmesi gerekti ama başardı. Kafasındaki dağılmak bilmez sis yeniden beyninin ön taraflarına gelmeye başlamıştı.

" Şaka yapıyorsunuz! Bu harikulade. "

Teşekkür etmek için genç kasiyere döndüğünde kızın ilgisinin çoktan orada dikilen iki insanın üzerinden dağıldığını fark etti. Ahşap çekmeceyi açmış, bir aile fotografına bakıyordu. Dört yaşında saçının uzunluğu konusunda annesiyle teyzesinin arasında çıkan tartışmayı anımsıyordu. Diana teyzesi annesini eleştirerek buklelerinin keilmesi için geç bile kaldığını söylemişti. Annesi onun sözlerine kulak ardı ediyordu. Diana teyzesi dünyayı umursamazdı. Bir gün kendisini alıp kuaföre götürmüştü, ve o günlerin modası olan bir şekilde saçını kestirmişti. Uzun buklelerini de bir zarfın içine koyarak annesine getirmişti ve kadıncağız hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Bu olaya sadece o yaşta görünüşünün gözünde nasıl bir etki olarak oluşturulduğunun kanıtıydı. Lanet görünüşler. Burada, New York'ta, Ah, hele Manhattan'da daha da beterdi. Her şey dış görünüşler üzerineydi. Ambalajların ne kadar parlak, renkli, değişik ve albenili olduğuyla ilgiliydi. Halbuki o şatafatlı paketlerin hepsinin içi boştu, hava basılıp kapatılmışlardı sadece. Taso çıkacağını sandığınız ama içinden asla taso çıkmayan o cips paketleri gibi. Halbuki önemsenmesi gereken şey tasoydu. İnsana güç veren o tasoydu. Oyunlarda mesela, rakiplerinize karşı size avantaj sağlayan şey taso ve niteliğiydi, asla onu hangi cipsin hangi paketinden aldığınız değil. Biraz önce adamın dış görünüşüne o kadar kapıldığı için içten içe kendisini payladı genç kız, böyle düşünüyordu işte. Dış görünüşlere kapılmaktan ve kapılanlardan nefret ediyordu. Onların da oturma odasındaki masalarının gözlerinden birinde aile resimleri dururdu. Ve çok küçüklüğünden beri tutkun olduğu bir fotograf vardı içlerinde. Dedesinin, yani annesinin babasının ölmeden kısa bir süre önce yapılmış bir tablosuydu. Buruşmuş yumruğunu yanağına sıkıca yaslamış, uzun sakalları sararmış; fakat canlı, sıcacık gözleri sabit, üzerindeki giysiler kefen gibi. O resimi o çekmeceden almış ve en sevdiği defterinin arasına koymuş onunla büyümüştü. O resmin bilgeliğin bir kanıtı olduğu inancı belirmişti küçük kızda. Bir inançtan da fazla kesinlik kazanmış bir gerçek olmuştu onun için. Dedesi bir rock starı gibi ya da bir model gibi görünmüyordu, bu şehirde yüzüne bakmazdı çoğu kişi, eğer yaşıyor olsaydı. Halbuki ermişlik, içindeki taso, çok nadir bulunanlardandı. Gözlerini adamınkilere çevirmişti çoktan, onun gözlerine bakarken bunları düşündüğünü fark etmemişti.

" Peki ne zaman alabilirim sizden? Kusura bakmayın, biraz pişkince oldu, fakat kendimi tutamadım. Senelerdir arıyorum. Ve ilk baskısını okuyabilmek, bu bambaşka bir şey."

Son cümlelerini kurarken heyecanından dolayı istemsizce gülümsemiş ve sağ elini saçlarının arasına daldırmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeSalı Tem. 12, 2011 2:40 am

Gözleri buluştuğunda, Lucian en meraklı bakışıyla izledi genç kızı. Yüzünün hatlarında bir şeyler vardı. Kıyıdan bakınca karşınızdaki ve çok uzaktaki ufku görürsünüz, karanın, sağlam toprağa basacağınız yerin oranın ilerisinde olduğunuzu bilirsiniz ama oraya nasıl, ne zaman ve ne sebeple varacağınıza asla emin olamadan yaşarsınız. İşte bu belirsizliği andıran bir şeyler gizliydi kızın yüz hatları ve özgürlük mavisi gözlerinde. Gözlerine baktığınızda ruhunun derinliklerine kadar görebiliyor ama gerçek 'o'nun nerede başlayıp bittiğini anlayamıyordunuz. Bu gizem Lucian gibi biri için fazlasıyla ilgi çekiciydi.

" Peki ne zaman alabilirim sizden? Kusura bakmayın, biraz pişkince oldu, fakat kendimi tutamadım. Senelerdir arıyorum. Ve ilk baskısını okuyabilmek, bu bambaşka bir şey."

Gülümsedi genç kız ve eliyle saçlarında gezindi. Heyecanlı olmalı diye düşündü Luc. Ne de olsa pek çok insan heyecanına yenik düştüğünde saçlarıyla uğraşırdı. Lucian bu hareketi değildi çenesini ovuşturmayı seçenlerdendi. Heyecanlanınca –ki bu çok nadirdi uzun bir süredir-, tereddüte düşünce, düşünürken her zaman çenesiyle uğraşırdı. Şimdi de elini istemsiz bir şekilde çenesine götürdü. Sebebini bilmiyordu. Yüzünde kendinden emin bir gülümseme oluştu.

“ Eğer isterseniz bugün ödünç verebilirim elbette. Kütüphanemin başköşesindedir. Evime kadar bana eşlik edersiniz, belki uzun süredir aradığınız başka kitapları da bulabilirsiniz diye umuyorum. ” Sağ kolunu genç kıza uzattı. Kız daveti hızla kabul etti ve sessizce mağazadan ayrıldılar. Kapıdan çıkar çıkmaz cebinden sigarasını yaktı ve kıza da isteyip istemediğini sordu. Bu sırada kıza adını sormamış olduğunu fark etti. “Ne kadar da kabayım! Ne isminizi sordum ne de kendiminkini söyledim.” Duraksadı, kızın sigarayı dudakları arasına sıkıştırdığını fark ettiğinde kıza onu öpebilecek kadar yaklaştı ve sigarasını yaktıktan sonra aralarında beş santim kalacak kadar geri çekildi. “ Lucian Langeais. ” diye mırıldandı ve kızın cevabını bekledi. “ Froydis.” dedi sadece. Luc gülümsemesi genişlemiş bir biçimde yürümeye devam etti. Bu kez kızın kolunda değildi. Yan yana neredeyse hiç konuşmadan yürüdüler. Güneş tam olarak batmıştı bu sırada.
Adam, evini gördüğünde hafifçe gülümsedi ve “ İşte geldik. ” diyerek daha hızlı adımlar atmaya başladı. Demir kapıdan hızla çıkan bir siluet gördüğündeyse yerinde kalakaldı ve siluetin kendisini fark etmemesi için Froydis’e döndü. “ Seni çok yürüttüğümün farkındayım. Beni affetmen için evime çıkmayı ve sana kaliteli bir kahve yapmayı teklif ediyorum. ” Bu sırada hıçkırarak ve birine söverek yanlarından geçip gitti siluet. Lucian derin bir nefes aldı, rahatlamıştı. Peki, ama Jasmine, o neden ağlayarak evden çıkıp gitmişti? Onun evde ne işi vardı ki? Ve sanki Lucian’a kırılmış gibiydi. Oh evet, boşanmak için açılan davanın kâğıtları eline ulaşmış olmalıydı. Ama on sekiz yıldır birlikte yaşadığı kadını tanıyordu. Boşanacakları için ağlayacak kadar zayıf biri olmamıştı hiç, ne zayıf olmuştu ne de bunu yapacak kadar çok sevmişti Lucian’ı. Ya da Luc öyle sanıyordu. Yanıldığını umdu. Jasmine onu hiç sevmemişti, açık açık aldatmıştı kocasını ve Lucian onu aldattığındaysa hiçbir şey söylememişti. Şimdi boşanıyorlardı ve buna mı ağlıyordu yani? Bu sırada Froydis’in olumlu cevap verdiğini duyunca evin demir kapısını itti, bekçiye selam verdi. Bekçi, sarışın kıza garip garip baktı ama Lucian bunu önemsemedi. Evin kilidine soktu anahtarı ve dışarı taşan kahve , kitap ve parfüm kokusunu içine çekti. Froydis’e içeri girmesini işaret etti ve kapıyı kapattı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeSalı Tem. 12, 2011 4:04 am

“ Eğer isterseniz bugün ödünç verebilirim elbette. Kütüphanemin başköşesindedir. Evime kadar bana eşlik edersiniz, belki uzun süredir aradığınız başka kitapları da bulabilirsiniz diye umuyorum. ”

Sağ kolunu ona eşlik etmesi için kendisine uzattı. Genç kız bir şey söylemeden adamın koluna girdi daveti kabul ettiğinin bir göstergesi olarak. Kitapçının camlı ahşap kapısı kapanırken kapının hemen üzerinde tavana asılmış rüzgar çanının yumuşak şıngırtısı duyuldu. O sırada yanındaki adam ceketinin cebinden sigarasını çıkardı ve kendisine de bir tane ikram etti.

“Ne kadar da kabayım! Ne isminizi sordum ne de kendiminkini söyledim. Lucian Langeais. ”

“ Froydis.”

Kızın sigarasını yakmak için kendisine yaklaştığında, tehlikeli bir mesafe bıraktığında aralarında, adını söylemişti ona. Çekim alanından kurtulup adam kendisinden biraz uzaklaştığında içinden tekrar etti. Lucian Langeais. Kendine has bir gülümsemeyi vardı. Cheeky smiley dediklerinden. Bıraksa bütün dişleri gözükecekti. Pahalı görünen, tabi ki pahalı görünecekti ne bekliyordu sanki, siyah takım elbisesinin kesimi de oldukça hoştu. İş adamıydı büyük ihtimalle. Otuzlu yaşlarının başlarında, hırslı ve bu hırsı sayesinde büyük bir şirket kurmuş ve şimdi milyarder olan bir adam. Ve büyük ihtimalle üzerinden en az bir evlilik geçmişti, bu konuda çok emindi. Bu tür adamların geçmişinde hep böyle şeyler olurdu. Birinci evlilik, ikinci evlilik, üçüncü, dördüncü... Ve sonra evlilik hayatına son.

“ Seni çok yürüttüğümün farkındayım. Beni affetmen için evime çıkmayı ve sana kaliteli bir kahve yapmayı teklif ediyorum. ”

" Elbette. "

Evin kocaman demir kapısını ittiğinde, bunun otomatik bir şey olduğunu anladı. Tek başına bir adamın, ne kadar kaslı olursa olsun, o büyüklükte mızraklı demir bir kapıyı tek koluyla ittirerek açmasına imkan yoktu. Ne kadar kaslı olursa olsun. Evin kapısına giden kısa giri taş yoldan geçerken bahçeyi süzdü. Bakımlı bir bahçeydi, görünürde ön bahçede hiç ağaç yoktu. Sadece birkaç tane süs çalısı ve çiçekler. Güzel bir kokuyu burnuna çekti ama bu çiçek kokusu değildi, biliyordu bunu. Adını şu an aklına getiremediği bir ağaçın çiçekleri yeni açılırken etrafa saldığı hafif keskin koku. Arka bahçede bu ağaçtan vardı demek ki. Bahçevanı zevkinden dolayı tebrik etmek istedi, o sırada burnuna keskinliğini yitirmiş bir kahve kokusu doldu. Gözlerini yanına çevirdiğinde adam yoktu. Kapıyı açmış ve çoktan içeri girmiş, kendisine de içeri girmesi için işaret etmişti. İçeri doğru birkaç adım attı kapı arkasından kapanırken. Oldukça geniş bir antrede duruyordu. Geniş koridorun sağ tarafına yönelmiş adamın arkasından ilerlerken duvarlardaki tablolara baktı. Saçma. Aklına gelen ilk şey buydu. Ressamlar ve resimleri için değildi belirlediği bu sıfat, duvarlardaki kompozisyon içindi. Sürreal bir tabloyu realist bir tablo izliyordu ve tekrar sürrealist bir tablo ve sonra tekrar realist. Böyle gidiyordu ve saçmaydı, tek bir kişinin birbirinden bu kadar bağımsız iki zevki olması bir konuda, imkansız gibi gelmişti kendisine. Kahverengilerle dolu bir salona gelmişlerdi. Kahverengi, siyah ve bej. Ruhunun darlandığını, bir huniden geçirilirmiş gibi daraldığını hissetti. O kadar fazla eşya vardı salonda ve o kadar abartıydı ki. Yani kendisi için. Onun güzellik anlayışı minimal olduğu için oymalı kakmalı ahşaplar, deriler, şamdanlar, kocaman avizelerle bezenmiş bu salon ona çok yorucu gelmişti. Eşyaların bu kadar yer kaplamaması gerektiğine inanırdı. En azından altın yerine gümüş kullanılmıştı. Adam başka bir koridora devam ederken arkasını dönüp başıyla beklemesini işaret etti kendisine, gülümsedi ve tekrar arkasını dönerek koridorda kayboldu. Gözlerini tavana kaydırdı, resimli bir tavandı. Gökyüzü motifi önünde altın sarısı ve tonlarında ağırlık boynmış ve birbirine geçmiş bir sürü insan ve canavar motifi vardı.

Tam resmi incelerken hafiften bir çıtırtı sesi geldi ve çıtırtının geldiği yere çevirdi başını. Şöminede kavrularak siyah bir hal alan odunlardan geliyordu bu ses. Yine, oldukça ihtişamlı bir şömineydi. Asıl şömine siyah taşlardan yapılmıştı, ama çevresinde üzerinde çeşitli yontular ve çıkıntıların olduğu koyu ahşaptan bir çerçeve vardı. Önüneyse küllerin etrafa saçılmaması için orta büyüklükte bir şömine yelpazesi yerleştirilmişti siyah demirden. Şömineye doğru çekildiğini hissetti. Önüne gelince eğildi ve gözlerini ateşe dikti. Bir yükselip bir alçalan alevler, yer yer akkor olmuş kömürlerle dans ediyordu. Ateşin büyüleyiciliğine kapıldığını hissetti. Bilmek gibiydi. Sanki, bilmek için kendini öldürmenin gerekliliğini fısıldıyordu. İnsanın içindeki asıl kimlik, insanın içindeki taso, sessizlik içinde otururdu. Sonsuzluğa dek kalacaktı orada, doyulmaz, erişilmezdi. Yalnızca bunlar arasından sayısı çok az olan, cüretli kişiler, benliğin özünü merak edenler bulabilecekt onu. Ona ulaşabilmek için de yavaş yavaş kendini yakmak, sonunda yok etmek gerekiyordu. Ancak yok olduğunda kendini anlayabilirdi çünkü insan, ancak yok olduğunda bilebilirdi. Ruhunu aramaya başlayan insan, bir kıvılcım çaktırırdı içinde ve böyle, aynen böyle, yavaş yavaş yakardı kendini. Tamamen akkor olup, sonunda sönene dek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeSalı Tem. 12, 2011 12:11 pm

Froydis, Langeais’lerin uzun yıllardır pek fazla değişiklik yapmadıkları kalabalık odayı izlerken, Lucian kitabı almak için arka odaya doğru geçti. Çok zaman kaybetmeden de karton ciltli ve deri kaplı eski kitabı buldu. Kitabı tutuşu sanki her an paramparça olabilecek bir kadını kolları arasında tutarmış gibiydi. Dokunuşları fazla nazikti. Pek Lucian’ın tarzı değildi bu derece nazik dokunuşlar. O genel de daha… vahşi olurdu. Ama bu kitap, bu kitap fazlasıyla önemliydi adam için. Saçmaladığının farkındaydı. Bir kitabı kadını benzetmek kesinlikle saçmaydı ne de olsa. Ölümcül bir hataydı hatta daha da ileri giderseniz. Kitaplar sabitti, hiç değişmezdi ve onları her zaman ilk günkü gibi sevebilirdiniz. Ama kadınlar… Onlar değişirdi, gelişirdi, onları her zaman ilk günkü kadar sevebilmek hem riskli hem de zordu. Neredeyse mümkün değildi. Çünkü onları tanıdıkça, ya sevginiz azalırdı ya da çok nadiren çoğalırdı. Çoğunun dışları fazlasıyla güzelken içleri boştu, daha fazlasının dışı dikkat çekmezken içi tam aranan gibiydi ve çok zor bulunan bir kaçının da hem dışı hem içi sizi kendine bağlardı. Kitaplarla tek benzer yanları buydu kadınların. Kapaklarına aldanmamak gerekirdi ve onları gerçekten tanıyana dek, gerekenden fazla yaklaşmamak alınabilecek tek önlemdi.

Odaya geri döndüğünde tavandaki resimleri inceleyen genç kızı izlemeye başladı. Kapının eşiğine dayandı Lucian ve çıtını bile çıkarmadı. Ne kadar onun yalnızca sırtını görebiliyor olsa da kızın büyülendiğini tahmin ediyordu. Tavandaki resimler gerçekten insanüstü bir varlık tarafından yapılmışçasına etkileyiciydi ne de olsa. Çocukken, bu salonun ortasına yatar ve uyuyakalana dek bu resimleri incelerdi. Bu kadar mükemmel resimler çizebilmeyi umardı. Ama birçok isteği gibi bunu da gerçekleştirememişti. Çok genç yaşında, daha üniversiteye bile başlamamışken evlenmek zorunda bırakılmıştı, ardından üniversitenin ikinci yılında babası trajik bir biçimde ölmüştü – Lucian öldürüldüğüne inanmaktaydı -, ailenin tek varisi olan genç adam da şirketin tüm yükünü omuzlarında taşımaya başlamıştı. Tek bir gün şikâyet etmemişti yaşamından. Delilercesine çalışmıştı. Para kazanmak için değil, ailesini adını en saygı duyulan aileler arasında daha yükseklere taşımak için. Ve başarmıştı. Şimdi 33 yaşında, dünyanın en büyük şirketlerinden birinin sahibi ve en güçlü adamlarından biriydi. Ona ve ailesine duyulan saygı kat be kat artarken, Lucian belki mutlu olmalıydı. Ama yapamıyordu bunu. Tüm hayallerinden vazgeçmişti. Ressam olmaktan, âşık olmaktan ve… Son kaybettiği şeyi düşünmeyecekti.

Kız, şömineye yaklaştı ve bir süre izledi, Lucian bu sırada sessiz adımlarla kıza yaklaştı. Şöminenin hemen önünde duran deri koltuk dikkatini çekti bu sırada. Her zamanki yerinde değildi ve koltuğun yanında dünyanın en kaliteli kırmızı şaraplarından biri durmaktaydı. Şişenin ardından duran iki kristal bardaktan birinin dibinde azıcık şarap olduğunu gördü. Bu şişeyi açmadığına adı gibi emindi. Jasmine’le boşanacakları gün bu şişeyi içeceğine dair yemin etmişti kendine. Karısının evden çıkışı geldi aklına ve noktaları birleştirdi. Lucian’ın gelmesini bu koltukta şarap içerek beklemişti ve kocası gelmeyince evden çıkıp gitmişti. Kim bilir hangi sevgilisinin koynundaydı şimdi.

Kristal kadehleri kaldırdı ve birbirine değdirdi. Froydis’in şaşkınlıkla ona döndüğünde sırıttı ve kitabı uzattı. Bir yandan da şarabı göstermekteydi. “ Ne zaman açtığımı anımsamadığım bir şarabım var, ve iki kadehim. Bu şaraba yazık olmasını pek istemem, o yüzden en kısa zamanda içeceğim. İçerken yalnız olmayı da pek istemiyorum… ” Gülümsemesi genişledi. Bu kızı daha yakından tanımayı kesinlikle istiyordu. “ Bu sebeple eğer bana eşlik edersen gerçekten mutlu olurum. ” Bu sırada şarabı kadehlere doldurmuş ve birini Froydis’e uzatmıştı bile.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeÇarş. Tem. 13, 2011 2:00 am

“ Ne zaman açtığımı anımsamadığım bir şarabım var, ve iki kadehim. Bu şaraba yazık olmasını pek istemem, o yüzden en kısa zamanda içeceğim. İçerken yalnız olmayı da pek istemiyorum… Bu sebeple eğer bana eşlik edersen gerçekten mutlu olurum. ”

İnce bir bardak şıngırtısı duyduğunda şaşırmış ve arkasına dönmüştü. Adam, bir elinde o çok beklediği kitabı diğerindeyse iki tane kristal bardak tutuyordu, kitabı kendisine doğru uzatmıştı. Kız kitabı aldığındaysa boşta kalan diğer eliyle kadehleri doldurmuş ve teklifini bitirdiğinde birini kıza uzatmıştı. Kendisine bir saniye düşünme payı bıraktı, sonra kristal bardağa beyaz, kemikli elini uzattı. Kadehler şerefe manasına gelen bir şıngırtıyla tekrar birbirlerine değip, ayrıldılar. Elindeki kitabı üstü boş, minik bir masanın üstüne bırakarak soldaki şömineye yakın pencereye doğru ilerledi. Kalın kumaştan, ağır ve dökümlü sarı perdeler pencereyi çevrelemişti. Görülen manzara biraz önce tahmin etmeye çalıştığı arka bahçeydi. Tonlarca ağaç vardı, küçük bir koru oluşturacak kadar. Üstlerinde artık kararmaya başlamış gökyüzü uzanıyordu. Ağaçların hemen tepelerinde başlayan şeftali tonu daha sonra giderek laciverte, sonra da ilginç bir şekilde parlak bir yeşile dönüşüyordu. Göğün dondurucu rengi sanki ışıl ışıl yanıyordu.

Kendi kendinizi diğerlerinden aşağı görmek için büyük bir baskı yüklenmeniz gerekiyordu. Öte yandan, uygarlık insana her bir insanın değeri tahmin edilemeyen fertler olduğunu öğretirdi. O halde şu iki hazırlık gerekliydi: biri yaşam, diğeri ölüm için. Bu nedenle kendinize bir değer biçer, sonra da kendinize bir değer biçmekten utanç duyardınız, yoğrulur, katılaşırdınız. Sonra sessizlik öğretilirdi sizlere ve arada bir içinizden biri ölçüyü kaçıracak olsa, öylesine soğukkanlılıkla yapardı ki bunu, sanki iç dünyasını, ruhunu değil de tırnaklarını ineliyormuşçasına, kusurlarını bir pisliğe bakıyormuşçasına küçümserdi. Ama hiç kuşkusuz her türlü yanlışlığın üzerinizde etkili olmasını kabullenmek öğretilmişti sizlere. Güneşin alnında sıraya dizilip beklemeniz, çakıllı sahillerde koşturmanız, asker olmanız, izci olmanız, öğrenci olmanız, işçi olmanız, güzel olmanız, kilitli kapıların ardında kalmanız, önemsiz olmanız ve ölmeniz. Buradaki önemsizliği çoğu kişi anlayamıyordu. Önemli olmak statü sahibi olmak, marka olmak, ünlü olmak değildi. Ama böyle olmanız beklenirdi. Sonuç kendi kendinize karşı duyarsızlaşmanız, meraksız olmanızdır. Karşısında bir maden ocağı işçisi gibi ezilmek için kim kendi kendine bekçilik etmeye heveslidir? Hatta bir maden ocağı işçisi kadar bile belirgin bir yeriniz olmaksızın bir nehre çekilmiş çite doğru yüzen balık sürüleri içinde sadece bir balık olmak için?

Asimile balıklar. İğrenç dünya. Dünyaya duyduğu tiksinti bir kere daha içini kaplarken kristal bardak dudağıyla buluşmuş ve içindeki kırmızı ipek boğazından aşağı akmıştı.

" Sence, yaşamak için, ölmek mi gerekir? "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeÇarş. Tem. 13, 2011 4:52 am

Kızın sorusuyla birlikte aklından geçen tüm düşünceler aniden kesilmişti. " Sence, yaşamak için, ölmek mi gerekir? " Gözleri kızın üzerinde dolandı, bunu neden sorduğunu anlamak istiyordu. Ve cevap verebilmek de istiyordu, elbette. Düşüncelerini beyninde toparlamak için sustu. Şarabından büyük bir yudum aldı ilk olarak. Buruk tat ağzında kalırken, şaraptan gelen kokuları içine çekti.

Yaşamak ve ölmek? Kime göre yaşıyorduk ki biz? Yani, bunun ölüm olmadığını kim bilebilirdi ki? Kim bize her şeyin böyle olması gerektiğini söyleyebilirdi… Bazıları buna yaşam dendiğini ve toprağa karıştığımız olaya da ölüm dendiğini öne sürmüştü ve bizler, bunu tereddütsüz kabul etmiştik. Oysa… Konuyu saptırıyordu. Soruyu düşündü tekrar. Eğer bir gün bu dünyadan bedensel bir şekilde var olamayacağımızı bilirsek, bir bedene sahipken, onunla yapabileceğimiz her şeyi yapmak isterdik. Tüm bedensel zevkleri tatmak, her şeye sahip olmak… Bu şekilde cevap vermek istemedi. Ve bu yüzden, ne söyleyeceğini düşünmeden kıza yaklaştı, elini avucunun içine alırken konuştu. Ne dediğinin farkında olmadan konuştu.

“ Yaşamak. Neyi yaşamak? Gerçekten yaşadığını nereden bilebilirsin? Gerçek nedir? " Sağ elini kızın beline koydu, sol eliyle de kızın sağ elini sahiplenircesine tutup yavaşça kendisine çevirdi ve bedenlerini birbirine yapıştırdı. Adamın bedeninin her bir santimin kızla temas halindeydi ve kızın nefes alıp verirken inip kalkan göğüsleri Luc’a değdikçe, adamın gözleri parlıyordu. Kızın mavi gözleri ve Lucian’ın yeşil gözlerindeyken tek bir itiraz görmedi adam ve yüzünü kıza yaklaştırdı. Bu sırada hafif adımlarla dans ettirdi kızı. Aklında çalan tek bir şarkı vardı, kıza söylenebilecek tek bir şarkı vardı. Ve dans adımları, bu şarkının melodisine uygundu. Eli, kızın belinden kalçalarına indi varla yok arası dokunuşlarla, sonra sırtına çıktı ve orada bıraktı. Ona tam şu anda sahip olmak istiyordu. Kızı yere yatırmak ve sabah olana kadar ona tekrar tekrar sahip olmak. Yapabilirdi de bunu. Eskiden olsa yapardı da. Ama bu kıza değil. Froydis’e değil.

Genç kız da dansa katılmaya başladığında Lucian gülümsedi. " Şu an biz dans ediyoruz. Bir müzikle beraber. Ben müziğin olduğuna inanıyorum, onu duyumsuyorum. Eğer sen de inanıyorsan, duyumsuyorsan, bu müzik var demektir. Ama müziği duyuyor muyuz? " Bu sırada ani bir hareketle kızın kollarından çıktı ve arkasındaki deri koltuğa attı bedenini. Kız ayakta bir heykel gibi dururken Lucian ceketini çıkardı ve beyaz gömleğin kollarını dirseğine dek kıvırdı. Kız birkaç adım yaklaştı. Lucian yüzünde meleksi bir bakışla kıza gülümsedi tekrar. “ Buraya gel. “ diyerek kızı kollarından çekti hafifçe ve yanına oturttu. Uzun zamandır kendini bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu.



Şarkı:

Buraya gel:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeÇarş. Tem. 13, 2011 6:04 am

İçindeki şarabı bir dikişte bitirdiği kadehini pencerenin açık renk tahta pervazına bırakmıştı yavaşça. Adam henüz evap vermemişti, düşünüyordu belli ki. Üstünde düşünülecek bir soruydu elbette ki, bıraktı düşünsün. İnsanların bu tür şeyleri nasıl daha önce hiç düşünmediğine hayret etmeyi bırakmıştı çoktan, ama yine de kafasını kurcalıyordu. Nasıl düşünmezlerdi? Hayat sadece en güzel kıyafetleri giymek, en güzel yerlerde yemek yemek, har vurup harman savurmak, her gece ayrı bir yerde dağıtmak, zil zurna sarhoş olup eğlenmek veya parayı çok tutumlu harcamak, mütevazı davranmak, iyilik meleği olmak, şeytan olmak, kazanmak, kaybetmek; bunlardan mı ibaretti? Böyle mi düşünüyorlardı? Sevgili balıklar. Adamın güçlü elinin sol elini sert olmayan bir şekilde kavradığını hissetti.

“ Yaşamak. Neyi yaşamak? Gerçekten yaşadığını nereden bilebilirsin? Gerçek nedir? "

Elini sert olmayan ama tutarlı bir şekilde kavramış, diğer eliniyse beline dolamıştı kendine çevirirken kızı. Bedenleri arasındaki tek mesafe kızın tişörtü ve şortu; adamın gömleği, pantolonu ve ceketinin yakalarıydı. Kendisinin burnu adamın dudak hizasına denk geliyordu. Hafifçe kaldırdı başını, adamın gözlerine bakabilmek için. Yaptığı şeye bir itirazı yoktu, o sadece adamın gözlerine baktı. Onların ötesini görebilmek, ruhuna açılan bir pecere bulabilmek için. Aslında ne olduğunu, kim olduğunu bilebilmek için. Yüzünü kendisininkine yaklaştırdı. Adamın bu hareketiyle nefesinin kesildiğini hissetti genç kız. Dudaklarını adamınkilerle birleştirmeyi, adamın kızılımsı sakal ve bıyığının yüzüne tatlı sert bir biçimde değmesini istedi; ama yapmadı. Çünkü insanların yakınlığında gizemli bir çizgi vardı. Bu çizgiyi aşamazdı tutku ve ölesiye sevmek. Korkunç bir ıssızlıkta varsın birleşsindi ağızlar ve çatlasındı, parça parça dağılsındı yürek. Böyle bir seçenek vardı elbet, ama başka bir ruhu anlamanın yerine geçemezdi o. Bir ruha dokunmanın yerine geçemezdi. Çoğu insan onun yapmadığı tercih ediyordu ama o yapmayacaktı işte tam da bu sebepten. Hafif adımlarla dans ediyordu adam. Güçlü elleri kızın belinden kalçasına doğru hareket etti, sonra tekrar yukarı çıkıp yerini buldu. Kendisini adamın güçlü kollarına bıraktı, ruhunu da onunkine. Bıraktı ki onun adımlarına uyum sağlayabilsin, düşüncelerini hissedebilsin. Adam, o çarpık gülümsemesiyle gülümsedi.

" Şu an biz dans ediyoruz. Bir müzikle beraber. Ben müziğin olduğuna inanıyorum, onu duyumsuyorum. Eğer sen de inanıyorsan, duyumsuyorsan, bu müzik var demektir. Ama müziği duyuyor muyuz? "

Biliyordu bunu evet. Eğer uçtuğuma inanıyorsam, eğer sen de inanıyorsan, uçuyorumdur. Yüzü kendisininkinden uzaklaştı, ve bedeni de. Kendisininkine değen bedeni şimdi deri koltuğun kaplamasıyla buluşmuştu tekrar. Ceketini çıkardı. Gömleğinin kollarını kıvırdı dirsek hizasına doğru. Kendisiyse o şekilde adamı izledi, hareketlerinden kişiliği hakkında çıkarımlarda bulunuyordu. Aynı durumda uzun bir süre kalamayan bir insan olduğunu tahmin etti, hayatında sürekli bir değişim sürekli bir hareketlilik istiyor olduğunu düşündü. Bir dakika önce kendisiyle dans ediyordu; üstünde ceketi vardı ve şimdi bir dakika sonra koltukta oturuyordu ve üstünde ceketi yoktu. Adama doğru birkaç adım yaklaştığında konuşmaya niyetliydi ama adam kollarını kavradı nazikçe.

“ Buraya gel. “

Kanepeye doğru çekilmişti, fakat bir direnç göstermedi. Adamın yanına oturdu. Yüzünde bir gülümseme belirmişti tekrar, ama biraz öncekinden daha farklı. Yere doğru, ayaklarına eğildi. Beyaz bağcıklarının düğümlerini çözdü yavaşça ve gevşetti, daha sonraysa ayağından çıkardı onları. Daha sonra dikkatini adamın tarafında bulunan yüksek sehpadaki şarap şişesine yöneltti. Adamın bacaklarının üzerinden eğilerek sol eliyle şişeyi kavradı. Geri çekilirken biraz önce burnuna çalınmış hafif parfüm kokusunu duyumsadı, adamın vücudundan atmosfere doğra yol alan. Çıplak kalmış ayaklarının yerle teması kesildi ve onları yukarı doğru çekti, bağdaş kurdu. Yan oturmuştu, adama doğru dönük. Adamsa şömineye dönük oturuyordu ve şöminenin ateşi kendine yakın mesafedeki varlıkların yüzeyini boyuyordu. Her yerde minik minik mumlar yanıyordu, yeni fark etmişti bunu. Hava kararmaya başladığından olsa gerek. Salona ilk girdiğinde aydınlık olduğundan fark etmemişti demek ki. Şişeyi dudaklarıyla buluşturduğunda gözlerini kapadı. Açtığında kaç yudum aldığını bilmiyordu. Başını deri koltuğun yumuşak arkalığına yasladı. Gözlerini adamın yüzünde gezdirdi. Şöminenin ve minik mumların ışığı adamın yüzünü iç gıdıklayıcı yumuşaklıktaki tonlara boyuyorlardı. Sağ elini adamın yüzüne yaklaştırdı, adamın dibindeydi zaten, kıpırdamasına gerek kalmamıştı. Parmaklarını değmeyen, bir dokunuş olarak nitelendiremeyecek bir şekilde adamın alnına, burnuna, sol gözüne ve yanağına, bıyıklarına ve sakallarına yaklaştırdı. Sonra geri çekti.

" Stabil duramayan bir insansın. Sen hangi gerçekliği yaşamak isterdin? "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucian Langeais
İş Adamı
 İş Adamı
Lucian Langeais


Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 06/07/11

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimePerş. Tem. 14, 2011 2:34 am

Konuşmak zorunda hissetmiyordu kendini. Uzun zamandır birinin yanında susabilmekten ve kendini düşüncelerine dalabilmekten mahrumdu. Oysa şimdi, yanında ayakkabılarının bağcıklarını çözmekle uğraşan kız, varlığıyla adamın içini huzur dolduruyordu. Gözlerini alevlere dikti. Kızılımsı sarı dillerin sedir ağacından odunun üzerindeki dansı o kadar karmaşıktı ki, insan gözüne kusursuz bir ahenk gibi geliyordu neredeyse. Şömineden yayılan sıcaklık ve hafif koku, bir de içmekte olduğu şarap başını döndürüyor, adamı rahatlatıyordu. Zihinsel bir rahatlamaydı bu. Sanki yaşamı boyunca mecburiyetten yaptığı tüm işleri bu alevlere atmış, onların yanmasını izliyordu. Kızın üzerine doğru eğildiğini gördü, elini uzattı ve oymalarla süslü tahta üzerinde alevlerin oyunuyla parıldayan şişeyi kavrayarak geri çekildi. Arkasında narin ve hızla kaybolan bir koku çizgisi bırakmıştı. Başka bir zaman olsa, onu bu denli etkileyen kokunun ne olduğunu çözmek için uğraşırdı. Yapmadı. Bu şekilde otururken kendini o kadar rahat hissediyordu ki, bozmak istemedi hiçbir şeyi. Froydis’in kendisini izlemekte olduğunu fark etmişti. Ona bakmıyordu ama kızın bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordu.

Kızın sağ elinin kendisine yaklaştığını gördüğünde yüzünü yavaşça ona çevirdi. Kızın başı deri koltuğa yaslıydı ve bedenleri birbirine oldukça yakındı. Hatta kızdan yayılan sıcaklığı hissedebileceği kadar yakındı. Kızın parmakları sanki dokununca parçalanacak bir şeymiş gibi dolandı adamın yüz hatlarında. Lucian varla yok arası dokunuşlar adamın yüzünde varla yok arası bir gülümseme olarak aldılar cevaplarını.

" Stabil duramayan bir insansın. Sen hangi gerçekliği yaşamak isterdin? "

“ Bu gerçeklik… Senin yanında olduğum gerçekliği yaşamak isterdim. Hatta bu anı sonsuza dek yaşamayı… Yalnızca bizim duyabildiğimiz bir şarkıda yorulmaksızın dans edebilmeyi, bu koltukta uyuyakalana dek konuşmayı, içmeyi ve belki sadece sessizce birbirimizi izleyebilmeyi… ” Ne zamandır düşünmeden konuşmak konusunda bu kadar rahattı? Hislerini bu kadar kolay açıklamak konusunda? Froydis’in etkisi diye düşündü, yeni tanıştığım birinin bu kadar etkileyebilmesi ise… Bunun bir anlamı olmalı. Ama yoktu. Nasıl bu kadar çabuk etkilendiğini açıklamanın bir yolu yoktu. Kızı kollarının arasına çekti ve sarışın başı göğsü ile çenesi arasına yerleştirdi. Kız, kollarını ürkekçe adamın beline sardı. Lucian kızın saçlarını öptü.

xxx

Sonrası çok hızlıydı. Gece ilerledikçe ve şarap şişeleri bittikçe, adam başka bir şişe getiriyordu. İçiyorlar, konuşuyorlar ve birbirlerini tanıyorlardı. Ama ne iş yaparsın, nerelisin gibi değil, birbirlerinin hayallerini, hayata bakış açılarını öğrenmek için çaba gösteriyordu. Bazen deli gibi gülüyor, bazen iki âşık gibi birbirlerini izliyorlardı. Geçen saatler ve içilen şarap etkisini iyiden iyiye gösterdiğinde birbirlerine sarılmış bir biçimde uyuyakaldılar. Lucian arada sırada, kızın yanında olduğundan emin olmak için uyandı ve kızın uyumasını izledi, saçlarını okşadı. Kendini dünyanın en mutlu ve istediği her şeye sahip adamı gibi hissediyordu. Bu kızı kaybetmenin kendisine ne kadar acı vereceğini biliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 2:54 am

“ Bu gerçeklik… Senin yanında olduğum gerçekliği yaşamak isterdim. Hatta bu anı sonsuza dek yaşamayı… Yalnızca bizim duyabildiğimiz bir şarkıda yorulmaksızın dans edebilmeyi, bu koltukta uyuyakalana dek konuşmayı, içmeyi ve belki sadece sessizce birbirimizi izleyebilmeyi… ”

Adamın sözlerine karşılık vermedi, karşılık vermesi gereken sözler değildiler zaten. Yine de, öyle olsalardı bile, bunu yapabileceğinden emin değildi. Adamın sözlerindeki bir eksiğe takılmıştı aklı. Sevişmeyi? Elbette ki adam bunu pişkin pişkin yüzüne söyleyecek değildi; fakat böyle bir şey isteyen insan beden diliyle, tonlamasıyla alttan alttan bunu hissettirirdi. Adamda bunların hiçbirini algılamamıştı ve bu çok- garipti. Orta yaşlı ve kariyer sahibi adamların hepsinin beynini kendilerinden çok daha genç kadınlar gördüklerinde bu düşünce işgal ederdi. Hayatlarının klasikleşmiş ritminden kurtulmak, yeni tatlara yelken açmak, biraz heyecan yaşamak için. Lucian da kendine hakim olamayarak bu düşünceyi aklından geçirmişti, adı gibi emindi. Ama düşüncelerine hakim olamaması kendine hakim olamayacağı anlamına gelmemişti demek ki. Ya da beynine. Bu düşünceler beyninde dönerken adamın güçlü kollarının bedenini kendine doğru çekmesiyle gerçekliğe dönüş yaptı. Başı adamın çenesinin altına yerleşirken tereddütte kalarak kollarını adamın beline sardı. Adamın üzerinde yaratmaya başladığı etkiyi anlamaya çalışmaktan vazgeçmişti, neredeyse. Adam, saçlarını öptü. Tamamen.

Olmayan yelkovan ve akrep sürekli dönüp durur ve zaman olduğu gibi belirsizlikle akarken kaç şişe şarap bittiğini fark etmemişti. Güya, iki kadeh içmek için kaldığı bu salonda içtiği kadehlerin sayısını saymayı bırakmıştı. Yoğunlaştığı şey adamın kişiliğiydi. Nasıl birisi olduğu, hayatı nasıl algıladığı, düşünceleri. İkinci sınıf bir komedi filmi izliyormuş gibi güldükleri anlar da oldu, fakat bunlar sanki bu katı bir kuralmış gibi sustukları anlardan çok daha azdı. Sustukları, birbirlerini konuşmadan algılamaya çalışmanın pratiklerini yaptıkları anlar. Kendisinin en son hatırladığı, var olmanın anlamı üzerine bir şeyler konuşurken büyük salondaki mumların çoğunun sönmüş olduğu aşırı loş bir ortama baktığıydı. Krallıktan gidişinin hüznü vardı üzerinde, taze ve nane kokuyordu elbisesi. Neden düştüğünü hatırlayamazdı bir şekilde, tüm geçmişinden uzaklaştırılmıştı. Yalnızlığına anlam vermeye çalışıyordu. Hatıraları kendisini bir yere kadar aydınlatıyor ve sonrasında yerini engin karanlığa bırakıyordu. Engin, dingin değildi. Kendi kendisine düşünürken gördü kendini caddenin karşısında. Bütün dünya yer değiştirdi. Düşünmek için bütün uğraşları boşa çıkıyordu bu konuyu. Kötü bir alışkanlığı vardı artık kendisinin. Tıpkı diğerleri gibi, onlar gibiydi. Devrik cümleler kurup duruyordu. Işıklardan köşeyi döndü. Önüne bakarak yürüyordu. Önünde yuvarlanarak ilerleyen metal bir cisme çarptı. Özür diledi ama çok kabaydı kendisi. Hiç duymamış gibi geçti ve gitti kendi yoluna. Sanırsa acelesi vardı. Yukarıdaki adamın işi olmalı bu, diye düşündü. En son hatırladığı şeyi düşünüyordu. “Bir görev vereceğim sana, çok önemli bir görev. İyi dinle.” demişti. Caddenin yeri değişip duruyordu. Bu köşeyi daha önce dönmemiş miydi kendisi?

Uyandı. Salonun konumundan dolayı olsa gerek, güneş ışığı direkt olarak pencerelerden içeri girmiyordu, ama hava aydınlanmıştı. Dışarıda parlak yaz güneşi ve mavi gökyüzü yüzyıllardır süren arkadaşlıklarını devam ettiriyorlardı. Kıpırdanmamaya özen göstererek başını yukarı kaldırdı biraz, adamın yüzünü görebilmek için, yine. Adamın bir eli kızın sırtını sarmıştı, diğeriyse saçlarının arasındaydı, çok önemli biri tarafından hediy edilmiş ışıltılı bir tarak gibi, parmakları çeşitli bölmeler yaratmıştı. Uyuyan adamın yüzünü seyretti bir süre. Güzeldi. Uyuyan insanların hepsi güzeldir. Yavaş nefes alış verişleri ve yüzü, huzurluydu. Kim bilir bilinçaltının kıvrımlarında neler oluyordu şimdi. Tahmin etmeye çalışmanın boşuna olduğunu biliyordu. Tam o an, adam bu huzurlu halindeyken bir şeyler yapabilmek, onu sonsuza kadar o huzurlu bilinçaltında bırakmak ve kendisinin nefret duyduğu bu dünyaya uyanmamasını istedi. Bir süre sonra adam uyandığında, başını sağa çevirdi hafifçe. Genç kız başını omzuna yaslamış, kendisine bakıyordu bir tapınağı gezen insanların bakışlarıyla. Hayran, ama biraz ürkek. ve temkinli. O sabah ışığında, her şey çok- çok tam gözüktü kendsine. Olması gerektiği gibi. Yüzü adamınkine yaklaştı biraz. Adamınki de ona.

" Kanatlarım olsa da sırtımda,
Sonum, sanırım,
İkarus gibi olur, bertaraf.
Denizin üstünde eğer, aklımday- "

Ağır kapının kilidinin dönme sesi, ardından dışarıdan içeri kaçan bir havlama sesi ve kapının kapanması. Anahtarlık kasesine atılan anahtarlar. İkisi de donup kalmıştı. Kim? Temizlikçi mi? Temizlikçi neden sabahın köründe gelsindi ki? Ardından ahşabı ehlilleştirmeye çalışan topuklu ayakkabının takırtıları. Başını iyice geriye çekti. Soran gözlerle karşısındaki adamın gözlerine bakıyordu ısrarcı bakışlarla, bir şeyler söylemesi için. Devrilen bir sehpanın sabah sessizliğinde kulak patlatan gürültüsü. Adamın kollarından sıyrılırken onun kendisini daha da sıkı kavradığını hissetti. Kapıya çevrilmiş başı tekrar adama döndü. N- Yüksek sesle edilmiş, tiz sesli bir kadına ait bir küfür, çok yakınından koridorun. Ayakkabılarını alabilmek için yere eğilmeye çalıştığında adam kollarını biraz gevşetti ama bırakmadı kendisini, kendisiyle beraber eğildi.

" Luc? "

Tiz ses salonun içini doldurmuştu. Temkinliydi ama kontrolünü kaybetmeye yaklaşmış birinin ses tonuydu. Sanki eritilmiş ve tam kurumaya yaklamış demir bir kalıpmış gibi kapıya çevirirken başını, zorla doğruldu. Elinde ayakkabıları. Kapıda, tam salonun girişinde diz altı sade siyah bir elbise giymiş, elbisesiyle aynı renk saçları yukarıdan kabarık bir topuz yapılmış bir kadın duruyordu. Her nasılsa makyajı uçmamıştı.

" Luc. Bu kız kim? "

" Ben- "

Büyüyen gözlerini kapıda kendisine teritorisini işgal etmiş bir hayvan gibi bakan kadından adama çevirdi.

" Luc! Lanet olsun sana. Sebebi bu mu? "

Kadın kendilerine doğru yürüdü. Adamın kolları çözüldü. Hızlıca ayağa kaltı kız, yanlarında duran kitaba doğru davrandı. Tam kitabı aldığı sırada sağ bileğini kavradı kadının eli. Öyle bir sıkıyordu ki, damarlarının daraldığını hissetti.

" Sebebi bu mu! Ah, sen- Sana yapabileceklerimi dahi bilmiyorsun. Seni- "

Oturduğu yerden fırlayan adam siyah saçlı kadının bileğini kavradı ve geriye doğru uzaklaştırdı onu. Olayın ortasında algıları birbirine karışmış bir halde duruyordu genç kız, beyni sinyal algılamayı da göndermeyi de bırakmıştı sanki. Adam dönüp kendisine baktı, bir yandan da karısının önünde kendisine siper olurken.

" Özür dilerim. "

Bir elinde ayakkabıları, bir elinde kitapları koşar adım terk ederken odayı ve koşarak koridoru aşarken salondan gelen bağırış çağırışlar evde yankılanıyordu. Ağır kapıyı açıp bahçeye çıktığında bekçinin klübesinden eğilmiş eve ve kendisine merakla baktığını fark etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

With jealous hearts that start with blossom curls. Empty
MesajKonu: Geri: With jealous hearts that start with blossom curls.   With jealous hearts that start with blossom curls. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 3:09 am

- SON -
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
With jealous hearts that start with blossom curls.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Somethings will start (+18)
» When your devil complains and tears you up, to start again.
» You guys need to stop being such asses and start being badasses.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Diğer Yerler & Mekanlar-
Buraya geçin: