Matt Scott Sir Stafford | II. Sınıf
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 13/08/11
| Konu: Matt Scott C.tesi Ağus. 13, 2011 6:48 pm | |
| Ad-Soyad: Matt Scott Kişisel Özellikler: Yardım severdir ve insanları aydınlatmak için elinden geleni yapar. Kafasının içinde karmakarışık bir dünya vardır. Olur olmadık şeyler üzerine kafa yorar. İmkansızı bile imkanlı hale getirecek fikirleri üretmekte ustalaşmıştır. Ciddileştiğinde kimseyi tanımaz en iyi arkadaşını yada okul müdürünü bile diğerlerinden ayrı tutmaz. En küçük hatada hatayı yapanı hayatından siler Sonuçta onla iyi geçinmek gerekir. Çünkü iyi geçindiğiniz de yararını görür, kötü davranıp küçük düşürmeye çalıştığınızda siz küçük düşersiniz. Fakat Sigara içmek gibi bir kötü alışkanlığı vardır.Kırmızı kısım sınıfına göre değişebilir. Birinci sınıftaki birisinin sigara içmesi komik olur. Aile Bilgileri: Annesi, Babası ve kendisinden oluşan bir çekirdek ailesi vardır. Durumlarını değerlendirecek olursak orta gelirli bir aile diyebiliriz. Peter Scot babası, Anne Scott ise annesidir. Harlemin varoş mahallelerine yakın yerlerde oturmaktadır. Fakat oradakilere karşı bir sempati oluşturduğundan ve oradakilerle büyüdüğünden sorun çıkmaz. Ayrıca Felix Adında bir siyam kedisi vardır. Örnek RPG; (Rol değil de hikayemsi birşey yazdım. Gece geç saatlere kalınca tabii sıkılıyor insan. Roleplay tadında hikaye oldu. Değerlendirmenizi bundan da yapabileceğinizi düşünüyorum. Nede olsa ikiside yazı ve şu an yaptığımda role playdaki gibi kendimi karakterin yerine koymak. Herneyse iyi okumalar...) - Spoiler:
Marketten henüz aldığım sigara paketinin jelatinini yırtıp Marlboro Light pakedinin kapağını baş parmağının üstü ile ittirerek açtım. İçinden bir dal sigara alıp ağzıma koydum. Sıra bu şeyi yakmaktaydı. Sol elimi cebime atıp çakmağımı çıkardım ve yaktım. Sonra sigarayı ağzımdan alıp aldığım nefesi bıraktım. Karşıdan esen rüzgar dumanlarla beraber suratımı yalayarak geçti. Yutkunduktan sonra yürümeye başladım. Bu gün hava biraz serindi ve yağmur yağmıştı. Ayrıca serin havada sigara içmek gibi bir işkence yoktu. Sağ elim ve suratım donmuştu. Kulaklarımın kızardığını tahmin edebiliyorum. Çünkü zonkluyorlar. Elimi yeniden ağzıma götürüp sigaramdan bir "fırt" daha çektim. Tadı gerçekten kötüydü. Bu işkenceye neden katlandığımı anlamıyorum. Bu sigaranın tek bir istisna dışında bana bir yararı yok. Ve o istisna yüzünden de katlandığımı düşünmüyorum. Yani karizma için.
Cephesindeki boya ve sıvadan eser kalmamış apartmanımızın önüne geldiğimde sigaram neredeyse bitmek üzereydi. Son kez "fırt" çekip sigaramı yakınımdaki bir su birikintisine fırlattım. Fakat herhangi bir ses çıkmadığından biraz hayal kırıklığına uğradım. "Cıss.." yada "Coss..." gibi bir ses çıksaydı belki şu yarardan biraz olsa yararlanabilirdim.
Apartman kapısının buz gibi parmaklıklarından birini tutup ittirdim. Her zaman açık bırakırdım ama daha önce kapatıldığını nedense hatırlamıyorum. Püfür püfür esen (!) apartman merdivenlerinde eve sağ salim ulaşabileceğimden şüpheliydim. Ceketime biraz daha sarıldım. Zaten sokakta boğazıma kadar çekmiştim fermuarını. Şimdi yakalarını da yukarı doğru kıvırmıştım. Sonunda oturduğum kata ulaştığımda anahtarlarımı hemen pantolonun cebinden çıkarttım. Fakat biraz hızlı çekmiş olacağım ki elimden uçup kapıya oradan sekip kir yuvası paspasımıza düşmüştü. Hemen halkasından tutup kaldırdım ve ev anahtarını kapı kilidine aceleyle soktum. Fakat bir yandan da kapıyı kendime çekmem gerekliydi. Malum on beş senelik ahşap kapı. Yanlış hatırlamıyorsam kilidi bile artık antika olmalı. Evimize giren hırsız sağolsun az daha kapıyı değiştirmek zorunda kalacaktık. Nihayet kapıyı açıp kendimi içeri attım. Tabi biraz heyecanla girdiğimden sert kapatmıştım kapıyı. şikayet olmasından korkuyorum ama buradaki kimse bu soğukta kapısını açıp küfredecek durumda değildir.
Anahtarı lobideki aynanın üzerinde duran kasenin içine bıraktıktan sonra doğal gazla ısıtılmış ve ılık havası olan evimizin mutfağına yürümeye başladım. Kettle'ı alıp içine musluktan biraz sıcak su doldurdum. Çabucak ısınmasını istiyordum. Çünkü içimi hemen ısıtamazsam sonsuza dek donacağım gibi... Düğmesine basıp çalıştırdığımda o yanıltıcı ses bu sefer erken gelmişti. Suyu kaynattığını söyleyip beni kandıracak aklınca. Bir kupa alıp kettle'ın yanına bıraktım. İçine iki kaşık Jacob's toz kahvesinden koyup kavonozunu rafa geri bıraktım. Su gerçekten kaynadığında hemen düğmesine basıp elime aldım ve kupaya boşalttım. Nedense beklemek hiç hoşuma gitmiyor.
İçine biraz şeker koyup direkt LG marka külüstür Laptop'umun başına geçmiştim. Pad'i külüstür olmasından dolayı adam gibi çalışmadığından bir mouse kullanmak zorundaydım. Nihayet sistem başladığında şifremi girip oturum açtım. Kendi koyduğum bir giriş müziği vardı. Bunu Harry Potter'ın bir oyunundaki giriş efektini çalıp yapmıştım. Favori tarayıcımı açıp kahvemden bir yudum aldım. Sonra cebimi yoklayıp sigaralarımı aradım. Malesef ceketimin cebindeydi. Kucağımdaki bilgisayarı kahve sehpasına bırakıp ceketimden sigara pakedini aldım. Sonra geri dönüp yerime tekrar oturdum. Saat geç olmuştu. Annem ve babam yarım saate gelirlerdi. Tarayıcının adres çubuğuna "facebook.com" yazıp enter'a bastım. Sayfa yüklenirken sigaramı yakmak için çakmağımı çıkardım. Sonra sehpanın üzerindeki kültablasına uzanmaya çalıştım.
Birden otuz yaşındaki bekar ve baba parası yiyen insanlar gibi hissetmiştim. Ama iyi ki onlardan birisi değilim. Hem otuz yaşında olmadığımdan da problem yok gibi. Arkama yaslanıp sayfamı yeniledim. Birden arkadaş isteklerinde bir şey gördüm. Yeni sekmede açıp kim olduğuna baktım. Bir kızdı. Güzel bir kızdı ve tanıdık bir ismi vardı. Hem opsiyonel olarak aktif edilebilen parantez içinde genelde insanların içine takma isimlerini yada başka şeylerini yazdıkları yerde eski sevgilimin yazdığı sözcük vardı. Onun en iyi arkadaşı olduğunu anlamıştım. Ama merak şey ettiğim neden oraya kızlık soyadlarını yazmaları gerekirken böyle yaptıklarıydı. Ama biraz düşününce her zamanki gibi yine sebebini buldum. Belli ki kızlar her şekilde süslenmeyi seviyorlar. Baksana, yaptıkları şeyden belli oluyor. İsteğini kabul edip ne istediğini sormak istedim. Hem belki eski sevgilim üzerinden kur yapardım.
Kur yapma işini bir sanat gibi görüyorum. Ve az sonra bu sanatta nasıl usta olduğumu kanıtlayacağım galiba kendime. Ve gururlu gururlu içeceğim sigaramı ve kahvemi. Sigaramdan bir nefes daha çekip klavye başına döndüm. Kız ilk hamleyi benden bekliyordu. Online'dı. Büyük ihtimalle sen kimsin diye sormamı bekliyordu. Oda "Seni ilgilendirmez arkadaşımı terketmişsin" falan filan patlayacaktı. "Merhaba" yazdım ve cevabı bekledim. Beklediği cevap hızlı geldi. Ayrıca içerik çok benziyordu "Boş ver merhabayı. Kibarlık taslama bana! Arkadaşımdan ne istedin? Ne?" Gülümseyip sigaramdan bir "fırt" çekip ağzımdan almadan yazmaya başladım. Ağzım dolu olduğundan burnumdan çıkardım dumanı. Tabii sonra elimle dağıtmam gerekti. "Ondan hiç birşey istemedim. Hatta onu çok seviyordum. Taaki..." yazıp Enter'a hızlıca basıp devam ettim. "Seni görünceye ve seninle tanışana kadar." Kız bu yazdıklarıma bir soru işareti ile cevap verdi. Tabii ben devam etmekteydim.
"Senle tanışınca bir aşk doğdu içimde. Sana hep yakın olmak istedim. Ama arkadaşını bir araç gibi kullanmak istemedim. Çünkü onun bir suçu yok." Ah liseli aklı ah! Ne kolay çeliniyorsun sen... "Ayrıca aşk iki kişi arasında olur. Karşılıklı veya karşılıksız. Ama üçüncü kişiye yer yoktur. " Diye de özel vuruşu yaptım. Sigaradan gülümseyerek bir nefes alıp devam ettim. "Ona herşeyi ben açıklarım. Yeter ki beni kabul et." Misyon tamamdı.
Kapının çalmasıyla "Teklifimi iyi düşün." diye yazıp kapattım sohbet penceresini. Sonra elimde sigarayla kapıyı açıp içeri geçtim. Annem ve babam kalın giysilerle çıkmışlardı. Fakat babam yine hasta gibiydi. İçeri geçip oturdu yanıma. "Naber oğlum?" diye sordu. "İyidir baba. Evde oturdum bu gün. Hava güzel olsaydı belki arkadaşlarla gezerdim. Ama elimizden birşey gelmez." dedim masum bir tavırla. Sonra soğumuş -ılık- kahvemi alıp biraz içtim. Sonra bir daha yudum almamak üzere sehpanın üzerine bıraktım.
Annemle babam sohbet ederken Rahatsız olmamak için Laptop'umu ve kültablasını üzerindeki sigarayla beraber alıp kendi odama yol aldım. Sonra yatağıma geçip üzerine oturdum ve duvara yaslanıp facebook gezime devam ettim.
Nihayet uykum geldiğinde Laptop'umu yatağın altına bıraktım ve kültablasını da üstüne bıraktım. Sonra gözlerimi yumup elimi yastığın altına koyup uyumaya çalıştım. Yarın erken uyanmam gerekiyordu.
Uyandığımda kafamı on dakika önce yastığa koymuş gibi hissediyordum. Uzun saçlarım kuş yuvasına dönmüştü. Tabii o sırada bunu anlayamıyorsunuz. Biraz daha yatakta kıvranıp uyumaya çalıştım. Fakat aklıma gelmesiyle doğrulup kadere razı olmak zorunda kaldım. İlk işim tuvalete girmek oldu. Dünden kalanları boşaltmalıydım. Sonra annemlerin evde olmadıklarını anladım. Doğru ya ikisi birden bir yere gideceklerdi. Salona girip sehpanın üzerindeki paketimi aldım. Ama babam muhtemelen kendininkini bitirince benimkine saldırmıştı. Mecbur dışarı çıkmam gerekliydi. Üzerime ince ceketimi alıp dışarı fırladım. Tabii yanımda anahtarlarımla. Çıkmadan önce saate baktım. Saat beşti. Bir an saatin yanlış olduğunu düşündüm. Halbuki dün erken yatmıştım. Yada saatlerce bilgisayarın başında vakit geçirmiştim. Hızlıca merdivenleri indikten sonra yağmur yağmış olduğunu farkettim. Havada serindi ama katlanılmayacak gibi değildi.
Bakkala girip bir Marlboro Light istedim. Adam bana sigarayı verdi. Bende tezgaha 10 lira koyup para üstünü aldıktan sonra kapının önüne çıktım. Sonra hemen pakedi açıp bir dal aldım ve ağzıma koydum. Sonra ucunu tutuşturup bir "fırt" çektim. Kahretsin. Hava çok soğuktu. Kulaklarımın kızardığını hissedebiliyorum hatta...
Anime RPG Sitesinden Bir örnek... Biraz dalgacı yazmışım. Zaten rpleri zevkle yazınca böyle oluyor. Ama karakterin kişiliğine bürünme olayında bayağı başarılıyımdır
O sabah birşeylerin kötüye gideceğini biliyordum. Biliyordum çünkü garip ve kasvetli bir hisle uyanmıştım. Boynum ağrıyordu ve yorganım üzerimde değildi. Doğrulup çapaklı gözlerimle etrafı süzüp garip bir inilti çıkardım. Sonra sağ bacağımı yatağın üzerinden kaldırıp ayağa kalkmak üzere yorganın üzerine koydum. Sol bacağımı sürükleyüp çarşafı bozarak oturur pozisyona gelmiştim. Bu arada tabiiki boğazımı ellerimle yoklayıp şiş bağdemciklerimi arıyordum. Bulduğumda elimi bastırıp onları sıcak tutarak rahatlatmaya çalıştım. Çünkü onlar rahatladığında bende rahatlayacaktım. Üzerimdeki tişörtü hızla çıkarıp yatağın üzerine bıraktım ve dolabımın kapısının kolunda asılı siyah tişörtü aldım ve giydim. Altımda bir kapri vardı ve gece onla yattıydım. Çıkarma gereği duymadım çünkü pijama değildi ve sokağa çıkılabilecek haldeydi. Hem arkadaşlarım da beni terslemezdi. Ninja ekipmanlarımı alıp hazırlanmaya koyuldum. Sonra alın banıdımı alıp bu sefer alnıma bağlamayıp koluma bağladım. Tişört yüzünden pek güzel durmamıştı ama güzel alnımı ortaya çıkarmıştı. Fakat sonra üzerime bir ceket alacağımdan onu oradan çıkardım. Belki ceketin üzerinde daha güzel gözükürdü. Birden içerden bir ses geldiğini duydum. Bu üvey annemin sesiydi. Kafamı kapıdan çıkarıp sese kulak verdim. "Keigo-kuun! Sana mesaj var!" Sevinçle koşup mesajı almaya gittim. Fakat mesajı alacağım kişiden pek hoşlanmadığımdan soğuk davranmalıydım. Mesajı sertçe elinden alıp arkamı döndüm ve içindekileri okumadan önce sertçe bir bakış atıp "Sağol Haruhi..." dedim ve yine mesaja döndüm. Ardından kafamı mesajdan kaldırıp koku dolu gözlerle mesajı gönderenin ismini tekrarladım. "Hayashi Itsuki" kafamda birkaç defa yankılandı bu isim. Senseimiz bunu bize yapamazdı! Hem ben daha önce bu işi yapmıştım neden yeniden gireyim ki? Suzaku'nun ve Akiaya'nın peşinden gitmemişken neden bunu yeniden yapayım? Mesajı Haruki'ye verip sinirle ceketimi giydim. Bu gün gezme planlarım bozulmuştu. Ve kehanetim gerçekleşmişti. Bir an ağlamak istedim. Çünkü o eve iyne girmem gerekliydi. Alın bandını koluma bağladıktan sonra sıkmak için dişlerimle bir ucunu ısırıp diğerini elimle çekip kolumu sıkıştırdım. Biraz sıkı olduğundan gevşetip devam ettim. Ninja sandaletlerimi giyip kapıyı çarparak kendimi sokağa attım. Gitmem gereken bir yer ve halletmem gereken bir iş vardı.
Evime fazla uzak olmadığından ve geçen seferden yerini bildiğimden ayrıca kafamda kalıcık bir anı olarak yer edindiğinden çok kolay bulmuş, hızlıca varmıştım. Fakat yine geç kalmıştım. Orada tanımadığım bir çocuk ve tanıdığım bir kız sohbet etmekteydiler yada sohbeti başlatıyorlardı. O çocuğun kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu ve Suzaku'yu bayağıdır görmemiştim. Aklıma yeni takım arkadaşımız olabileceği geldi. Kahretsin! Tek sabit eleman ben miyim bu takımda? Bahçeye etkileyici bir giriş yapmam gerekliydi. Haylazca bir gülümsemeyle chakramı gizleyip beni göremeyecekleri şekilde bir yerde shunshin ile aralarına girebileceğim bir rota aradım. Bulduğumdaysa el mührünü yapıp ortalarına doğru uçuşa geçtim. Eğer kuul bir biçimde aralarına girersem artist bir bakışla "Naber çocuklar." diyeceğim!
Normal olarak yaptığım rplerden rastgele birisi
yine aynı siteden Tabii bu karakter makara kukara yaşadığından birinci kişiden yazınca onun gibi olmak gerek. (bu RPde NPC kontrol izni verilmiştir)
Keigo yepyeni bir güne uyanmıştı. Hemde yep yeni bir güne ve horoz sesiyle! Akşam alacağı parasını düşünerek ayağa kalktı. Zaten burda başka ne düşünebilirdi ki. Zaten benim gibi insanlar para kazanmak için doğmuştur değil mi Keigo-san? Kung fu kalkışı yaparak kalktım yatağımdan. Yeni güne enerjik kalktım ki bütün gün enerjik olayım. Hemen hazırlanmaya başladım. Zaten uyurken çıkarttığım ekipmanları geçen günki gibi saklayıp odadan çıktım. Kunaim yine cebimdeydi. Aşağıya hızlı ama ses çıkartmadan indim. Müşterileri rahatsız etmek istemezdim. Hızla cebimdeki kahve poşetini çıkarıp mutfağa daldım. Ama bir dakika... Kahve poşeti almayı unutmuştum. Yaptığım sakarlığı telafi etmek için hemen biraz su koydum ocağa. Bir de önlük takıp kollarımı sıvadım ve derin bir nefes aldım. Ardından rüzgar gibi sessizce estim üst kata. Çantamın içinden paketlerden birini çıkarıp indim aşağıya. Sonra tezgahın arkasına oturup beklemeye koyuldum. İçeriye bir gurup insan girdi. Yerli olduklarını düşünüyordum onların. Çünkü şikayet edip duruyorlardı. Hele içlerinden bir tanesi elinde sigarası tip tip bakıyordu bana. Kaşlarımı çatıp bende karşılık vermek isterdim ama yapamam. Çünkü onlar müşteri. Biraz sigara içtikten sonra beni çağırıp içeçek birşeyler sipariş ettiler. Bir tanesi garip bir şey istemişti. Tezgahın arkasına geçip şişeleri karıştırmaya başladım. Sonra rastgele bardaklara doldurup götürdüm yanlarına. Onlarda sessiz sedasız içmeye başladılar. "Su kaynadı mı acaba?" diyerek arka tarafa geçtim ve suya baktım. Cezvenin içinde fokur fokur kaynıyordu. Sonra bir fincan alıp suyu boşalttım. Sonra da kahveyi. Bir kaşıkla karıştırıp tozu iyice çözdüm. Sonra bir tepsinin üzerine koyup yanında şekerle patrona götürdüm. Patron gazetesi elinde beni bekliyordu. Kahvesini sehpanın üzerine bırakıp yeniden tezgahın arkasında beklemeye koyuldum...
Yarım saat falan geçtikten sonra patron gelip yanımda yerini aldı. Sonra birden yarım saat önce içkilerini koyduğum gruptakilerden birine seslendi "Hey sen! iki katını alırım! Ona göre..." dedi. Kaşılığı da şöyle oldu "Zaten ikinci bardağı alacaktım!" Adamların buraya hep takılan sarhoşlar olduğunu düşünmüştüm. Çünkü heriflerle böyle konuşması, Patronun onları bilmesinden kaynaklandığını düşünüyordum. Bir de hafızamı yoklayınca geçen gün onlara içecek götürdüğümü hatırladım. Ayrıca yanlış bir şey yapmış gibi hissettim. Patrona dönüp "Yanlış birşey mi yaptım?" diye sordum. Masanın üzerine bir bardak bırakıp "Tekila denilen şey bu bardaklara azar azar koyulur. Hem hangi şişeden verdin sen?" diye sordu. Oysaki benim hiçbir fikrim yoktu. Adam bana kurtllu tekila istediğini söylemiş bende istediğini vermiştim. Ben ne bileyim kurtlusunu kurtsuzunu? "Şuradaki..." diyerek bir tekila şişesi gösterdim. "Adam kurtlusundan istedi yani?" diye sordu. Başımı sallayarak evet dedim. "Aferim Keigo-san'a!" dedi ve elini omzuma koyup sarstı beni. Bende gülerek karşılık verdim. Ama o şişeden koymamıştım...
Öğlene doğru şaftım kaymıştı. Dünkü antrenmanı biraz fazla kaçırmış olmalıydım. Hem dizimden aşağısı ve parmak eklemlerim fena acıyordu. Ayrıca uykum gelmişti ve gözlerim sulanmıştı. Uyanık kalmak için birşeylerle meşgul olmaya çalıştım. Gidip bir süpürge aldım ve masaların arasındaki izmaritleri falan temizlemeye koyuldum. Uyanık kalmazsam paramı alamayabilirdim. Şöyle bi gezinip süpürdükten sonra pislikleri dükkanın önüne doğru çektim. Sonra sokağa doğru dağıttım pisliği. Ama dışarısı da güzel durmalıydı. Çenemi sıvazlayarak kimseyi rahatsız etmeden nasıl pisliği başka yerlere fırlatacağımı düşünmeye koyuldum. Sonra başladım süpürmeye...
İçeri doğru baktığımda patronun beni izlediğini farkettim. Gülümsedim ve devam ettim.
Öğlenleyin biraz toparlamıştım. Artık pek rahatsızlık hissetmiyordum. Hem çok dinçtim. Tezgahın arkasında bacak bacak üstüne atmış ellerimi ensemde kavuşturmuş arkama da yaslamış keyif çatıyordum. Ki her handa olduğu gibi müşteriler gelip çattı. Bir çekirdek aile gelmişti. Benim yaşlarımda bir kızları vardı. İster istemez bir tebessüm oluştu yüzümde. Babamdan geçen çapkınlık genleri ağır basmıştı. Neler oluyordu bana? Neden böyle yapıyordum? Toparlanıp ayağa kalktım ve dirseğimi tezgaha dayayıp beklemeye başladım. Tabii çaktırmadan kızıda bir süzdüm. Güzel narin bir çiçek gibiydi. Dur bir dakika! Ben bir kıza çiçek demiştim. Ve... Ve babama gerçekten benzemeye başlamıştım. Zaten tipimde ona çekmişti. Biraz anneme çektiysem de daha çok tipoloji ve saçlarım babama benziyordu. Birden kızın ben bunlarla cebelleşirken beni farkettiğini ve kızardığını gördüm. Kafamı seri ve artistik bir hareketle sağa sallayarak saçlarımı sağa doğru attım. Sonra toparlanıp patrona baktım. "Dört numara. Yatak yoksa numara sekizde yatak var." dedi ve ben valizlerin hepsini yüklenip hızla yukarı çıkmaya başladım. Seri adımlarla uzun aydınlık koridorda yürüyüp Dört numaranın önünde dikilip kapıyı açtım ve "Burası. Buyrun..." diyerek içeri davet ettim. İçeri göz atıp yatakları kontrol ettim. Yeteri kadar vardı. Anahtarı verdim ve kapıya yöneldim. İki parmağımla asker selamının farklı bir versiyonunu yaparak "Bir ihtiyacınız olursa ben aşağıdayım dedim ve kıza bir bakış atıp kapıyı kapattım, çıktım. Kız bana göz kırpmıştı. Kapıyı kapattığımda dünyam değişmişti. Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma bakındım ve aşağıya indim...
Sıkıcı olan öğlenden akşama doğru olan zamandı. Bu zaman aralığını pek sevmezdim. çok canlı olurdu ve nedense sabahtan farklı kokardı. Gerçi sabahların eşsiz kokusu temizliği ve ferah serinliği hiç bir yerde değişmezdi ama neyse artık farklı olduğu değişmezdi...
İki müşterinin anahtarlarını emanet alıp beklemeye koyulduk. Arada sohbet açıp köyümü soruyordu bana patron. Bense sistemimizi vesaire anlatıp vakit geçiriyordum. Mutlu gözüküyordu ve bende mutluydum. Ayrıca kalacak yerim ve asılacak kızların olduğu her yer bana güzel gelmeye başlamıştı. Evet yanlış duymadınız kızlar. Herneyse... Artık akşama yaklaşmıştık ve karnım acıkmıştı. Akşam yemeği yapan patron beni de çağırıp birlikte yapmak istemişti. Birlikte yemeği paylaşıp -kokokola tadında- bir akşam yemeği yedik. Ardından da mesaim bitti ve patronla birlikte kasaya yöneldik...
Lise Öğrencisi olarak değerlendirin lütfen...
En son Matt Scott tarafından C.tesi Ağus. 13, 2011 6:53 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi (Sebep : Lise Öğrencisi olacak) | |
|
Bonnie Hadwyn NY Halkı
Mesaj Sayısı : 775 Kayıt tarihi : 29/08/10 Gerçek Yaşı : 28 Nerden : NY
| Konu: Geri: Matt Scott Ptsi Ağus. 15, 2011 2:04 am | |
| | |
|