Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Celestine Trussoni
Cornell | I. Sınıf
 Cornell | I. Sınıf
Celestine Trussoni


Mesaj Sayısı : 97
Kayıt tarihi : 30/08/10

My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Empty
MesajKonu: My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you   My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimePaz Ağus. 14, 2011 6:22 am

Bu gece Tanrı’nın adı kim bilir kaçıncı kez ağzına alma isteğiyle doluyordu buna rağmen karşısında oturan, sanki güneşin tüm parlaklığıyla kutsanmış gibi herkesin dikkatini üzerine çeken genç adam bunun farkında olmasına rağmen, tek bir harekette bile bulunmuyordu. Celestine belki de bininci kez sıkıntıyla, aldığı o derin nefesi geri verdi. Sevdiği adamın dikkatini çekmeye yetmedi bu çocuksu hareketi, gözlerini menüyle fazlasıyla meşgul görünen yüzünde, omuzlarında ve menünün deri kabını sıkıca kavramış, ince, uzun ve becerikli parmaklarında gezdirdi. Bazen her konuda bu kadar kusursuz olmasından çok rahatsız oluyordu genç kız. Hem bir âşık, hem bir piyanist olarak bu kadar bağımlılık yapması mantıkdışıydı. Ona dair her şey mantıkdışıydı. Yani onu hem bu kadar sevmesi, hem de ondan bazen hiç haber almak istememesi… Yine de ona ne kadar kızsa da, ne kadar onu sevmemek için uğraşsa da, yaptığı her şey Achille’e daha çok bağlanmasını sağlıyordu. Aslında sevgilisinden değil, bu düşünceden rahatsız oluyordu. Ona bağlanmış olması fazlasıyla komik ve garipti. Bununla yarışabilecek tek şey, araları bu derece bozukken onunla lüks bir restoranda yemeğe çıkmış olmasıydı.

Elindeki menüyü kapattı. Sol elini, dizinin beş-altı üzerinde bitmekte olan siyah elbisenin eteğine koydu, öbür elini ise masaya koyarak, Achille kendisine bakana dek, tırnaklarını masaya vurarak sabah dinlediği bir şarkının melodisini çaldı. Nihayet genç adamın dikkatini çektiğinde tırnaklarını vurmayı kesti ve mavi gözlerine, onunki gibi sert ve aynı zamanda meraklı bir şekilde cevap verdi. Sarışın adamın gözlerinde gördüğü bir şey inatla tekrar masaya vurmaya başlamasına sebep olunca yakınlarında oturan birkaç kişi bu genç çifte döndü. Achille bakışlarıyla onları gösterdiğinde ise çıplak omuzlarını silkmekle yetindi, onların bize bakması umurumda değil demek için araladı dudaklarını ancak kelimeler dudaklarını terk edemeden garson kız yanlarına ulaştı. Kadının, sevgilisine nasıl baktığını gördüğünde elinde olmadan kıskançlık ve öfke karışımı gözlerle yapay kızılın koyu kahve gözlerine ve Achille’e doğru eğilmiş bedenine baktı. Gömleğinin açık olan birkaç düğmesi oldukça cömert bir şekilde göğüslerini gözler önüne seriyordu bulunduğu şu pozisyonda. Ve Celestine emindi ki, bu düğmeler birkaç dakika önce bu kadar açık değildi. Kadın güzel olabilirdi ama tamamıyla yapaydı, en azından genç kız böyle düşünmüştü. Anlaşılan o ki, sevgilisi onunla aynı fikirde değildi. Kadınla açık açık flört ediyordu. Karşısında oturan sarışının şokla açılmış gözleri ve dudaklarına aldırmadan. Kadına bakışı, yanlışlıkla olmuş gibi dokunması, sesinin tonu ve tanrı aşkına, gülümsemesi, her biri baştan çıkarıcıydı.

Celestine yapacağı şeyin yakışık alıp almayacağını umursamadan, masanın kenarından duran siyah portföyünü aldı, zarif bir biçimde yerinde doğruldu, önüne düşen saçları kulağının arkasına tıktı ve tek bir kelime etmeden masadan kalktı. Adımları kendinden emin ve sakindi. Oysa öfkeden deliye dönmek üzereydi. Bu şekilde mi aramız daha iyi olacak, yaptığı şeyin beni sinirlendireceğini nasıl düşünmez diye konuşuyordu iç sesiyle. Son zamanlarda edindiği can sıkıcı birkaç alışkanlıktan biriydi. Ve iç sesini her daim mantıklı cevaplar vermesi onu iyice deli ediyordu. Arkasından gelen adım seslerini ve hafifçe söylenmiş adını duymamazlıktan geldi, adımlarını hızlandırdı, cam kapıdan çıktı ve kaldırımın kenarına bir taksi bulma umuduyla ilerlemeye başladı ancak kolunu sıkıca yakalayan sıcak el bunu engelledi. Achille’e dönüp bakmadan konuşmaya başladı. Sesi duygusuz ve öfkeli arasında bir yerlerdeydi. “ Ah hadi ama sanki gitmem umurundaymış gibi davranma. İçeri dön ve minik garsonunla flört etmeye devam et. “ Çocukça ve oldukça aptalca davranıyordu ve bunu engelleyemiyordu. Ondan uzun süre uzak kalamayacağını da biliyordu gene de elinden geldiğince uzun bir süre onunla konuşmamayı planlıyordu. Zaten araları kötüydü, uzun zamandır da ilk kez bir şeyler yapmaya umutlanmışlardı ancak genç adamın lanet olası erkekliği buna bile izin vermemişti. Ne gereği vardı ki o kadınla flört etmesinin? Daha doğrusu ne gereği vardı ki o kadınla, sevgilisi de yanındayken flört etmesinin? Celestine yokken istediğini yapardı, istediği kadınla yatardı, bunu engellemek gibi bir şansı yoktu ve zaten onu boğmak istemiyordu, ayrıca bazen başkalarıyla olmayı Celestine de çok istiyordu yine de o, birlikte bir şeyler yapmaya yeltendiklerinde en yakınındaki adamla flört etmiyordu. Kolundaki tutuş gevşediğinde ileriye doğru birkaç minik adım attı, genç adamın sözlerini duyduğunda ise hızla arkasına döndü. “ Ben sana sürpriz yapmak için İtalya’ya iki uçak bileti alıyorum, sense benimle kavga etmeye çabalıyorsun. “ Hareketinin hızıyla önüne düşen altın sarısı tutamları elleriyle zapt etmeye çalışırken bir taraftan da Achille’in sözlerini değerlendiriyordu. “ İtalya’ya iki uçak bileti öyle mi? “ Sesi fikri tartar gibiydi, aslında yüzünün sevinçle parladığına emindi, yine de elinden geldiğince sakin olmaya çalışıyordu bir de daha az önce trip atmaya yeltenirken şimdi boynuna sarılıp onu öpmesi komik kaçabilirdi. Yine de yüzü kocaman bir gülümsemeyle renklenirken kendine hâkim olamadı. Achille’e yaklaştı yavaşça, parfümünün kokusunu içine çekti. “ Öyle. Ancak sanırım gelmek istemiyorsun. En iyisi her şeyi iptal ettirmek olacak. “ Genç kız durdu. Derin bir nefes aldı. “ Gidelim. Lütfen, Achille. Lütfen, lütfen, lütfen. “ Adamın boynuna sarıldı hızla ve her lütfen diyişinde minik bir öpücük kondurdu dudaklarına. Gözlerini yalvarmak istercesine gözlerine kilitledi ve burnunu adamın çene çizgisinde gezdirdi. Dudakları adamın kulağına ulaştığındaysa yarı duyulur bir şekilde tekrar etti. “ Lütfen. “

Sonuçta işe yaramıştı. Achille’le birlikte geçirdikleri uçak yolculuğu boyunca İtalya’da ne yapacaklarını, nerede kalacaklarını sormuştu, ağzından laf almak için her yolu denemişti ama hiçbiri işe yaramamıştı. Meraktan çatlamak üzereydi. İstediği şey sadece birbirlerine vakit ayıracakları, istedikleri her şeyi yapabilecekleri fazlasıyla rahat ve özgür bir tatildi. Sevgili piyanisti ise onun kurduğu lüks bir otel odasında geçirecekleri saatler konulu hayallere dudaklarını kaplayan bir gülümsemeyle cevap verip durmuştu. Bu bir onaylama değildi ancak bunların gerçekleşmeyeceğini de söylemiyordu, bu yüzden umutluydu. İlk öpüşmelerinde olduğu gibi… Achille tepkisiz olursa bir konuda, bunu genelde olumlu bir cevaba yormayı tercih ediyordu. Sonuç olarak yaklaşık yedi saatlik yolculukları Celestine’in pes edene dek Achille’e sürekli sorular sorması ardından da başını adamın omzuna yaslayıp uyumaya çalışmasıyla geçmişti. Uçaktan inip bavullarını aldıklarında – ki Celestine üç dört bavul hazırlamış olmasına rağmen Achille’in bunların çoğuna ihtiyacın olmayacak demesi üzerine her şeyi tek bir bavula sığdırmaya çalışmıştı, evde bıraktığı ayakkabıları ve giysileri nedeniyle hala vicdan azabı çekiyordu – ve kendilerini havaalanından dışarı attıklarında Celestine uzun zamandır hissetmediği kadar mutlu hissetmeye başlamıştı kendini. Dışarıda onların bekleyen bir araba beklentisiyle çevreye göz attı ancak Achille onu otobüslerin olduğu bir tarafa çekmeye başladığında gözleri pörtledi. Şaka yapıyor olmalıydı. Otobüse binecekti ve bavulunu kendisi taşıyacaktı öyle mi? Celestine bunu yapamazdı. Tamam, otobüse binmeye bir derece katlanabilirdi ama bu ağır bavulla oradan oraya sürüklenme fikri kızın şoka girmesine yetmiş de artmıştı bile. İstemeye istemeye sarışın adamı takip etti, bir yandan da onun eğlenen bakışlarına kızgınlıkla cevap vermeyi deniyordu elbette başaramadı bunu. Otobüse bindiklerinde bu işkencenin sonunda kendini içine atacağı sıcak bir jakuzi, bedenini saracağı yumuşak havluların düşüncesiyle kendini avutmaya çalıştı en azından bu düşünce işine yarayabilirdi fazlasıyla.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Achille S. D'Artagnan
Piyanist
 Piyanist
Achille S. D'Artagnan


Mesaj Sayısı : 68
Kayıt tarihi : 29/01/11

My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Empty
MesajKonu: Geri: My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you   My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you Icon_minitimePerş. Ağus. 18, 2011 10:09 am

    Genç adamı tanıyan herkes onun adının çevresinde bir gizem halesi yaratırdı. Hepsi en gözde olduğunu ileri süren sevgililere benzerdi. Doğruydu, biraz öyleydi. Adam kesinlikle sevilmek, karşısındakinin hoşuna gitmek isterdi. Gayet cömertti; zamanını, parasını paylaşır, herkese içki ısmarlardı. Çok içtiği söylenebilirdi. En iyi şaraplar, sigara, puro, pipo. Ağzında mutlaka bir şey olması gerekiyordu sahne dışındayken. En büyük özelliklerinden birisi hayatın sıradan işlerine karşı müthiş beceriksiz olmasıydı. Hakikatten nefret ederdi. Tuhaf bir biçimde davranır, gelen mektupların hiçbirini açmaz, kötü haberler, ödenecek faturalar ya da vergi bildirgelerini kendisi görmekten ödü kopardı. Bu tür şeyleri direkt menejerine yollatıyordu. Otomobil kullanabiliyordu, ehliyeti vardı ancak, artık yeni edindiği Vespa’yla dolaşmayı seviyordu. Düşüncelerden söz ederdi. Akşamları çıkardı; akşam yemeği normal biçimde başlardı, derken düşünceler zihninde belirmeye başlayınca, sabahın beşine dek konuştuğu olurdu. Sonra eve dönünce çalakalem bunları not ederdi küçük defterine. İnsanları dinler, onları incelerdi. Kendisinin besteleri de, yazılar gibiydi.İştahlı da sayılabilirdi, iyi şeyleri, nitelikli yiyecekleri severdi. Şimdi içinde bulundukları mekan da bunu kanıtlıyordu. Yumuşak ve her şeyi olduğundan daha kaygan gösteren ışıklandırması, şık çatal bıçak takımları ve porselenleriyle –Ah! Ve tabi bir de oldukça ilgili ve güzel garsonlarıyla. O an kendisine doğru eğilmiş olan kızıl saçlı kadından yola çıkarak en azından, hizmet konusunda oldukça başarılı olduklarını söyleyebilirdi. Kadının gülümsemesi, ses tonu, bakışları, ellerinin hareketlerinin altında müşteriye ilginin dışında bir şeyler yattığı çok belliydi. Kadın kendisine yanlışlıkla dokunmuş gibi yaparken onun bu küçük oyununa karşılık verip siparişlerinden birinin adından yola çıkarak kısık sesli bir espri yaptığında ikisi de hafifçe güldü. İşte o sırada karşısında itilen sandalyenin gürültüsünü duydu, kafasını kaldırdı. Gördüğü manzara karşısında hayrete düşmedi lakin, bunun olacağını biliyordu. Celestine. Genç kadının bunu yapacağını biliyordu içten içe, hiç de şaşırtıcı değildi, öğrenmişti artık sarışını. Kızıl saçlı garsona hafifçe gülümseyerek yavaşça ve kesinlikle Celestine’in şovundan daha sessiz bir biçimde sandalyesinden doğruldu ve yavaş, emin adımlarla gitti kadının ardından. Dikkat çekmeyecek bir şekilde adını söylediyse de bütün inatçılığıyla arkasına dönüp bakmadı genç kadın, ancak restorandan dışarı çıktıklarında usulca hareket etmesi gerekmiyordu adamın ve kolundan yakaladı onu.

    ‘“ Ah hadi ama sanki gitmem umurundaymış gibi davranma. İçeri dön ve minik garsonunla flört etmeye devam et. “

    “ Ben sana sürpriz yapmak için İtalya’ya iki uçak bileti alıyorum, sense benimle kavga etmeye çabalıyorsun. "

    ‘“ İtalya’ya iki uçak bileti öyle mi? “

    “ Öyle. Ancak sanırım gelmek istemiyorsun. En iyisi her şeyi iptal ettirmek olacak. “

    ‘“ Gidelim. Lütfen, Achille. Lütfen, lütfen, lütfen Lütfen. “

    xxx

    Ve böylece JFK’den havalanan uçaklarına gününde ve saatinde binmiş, Celestine’in nerede kalacakları, ne yapacakları gibi tatil planıyla ilgili olan sorulara sadece bir gülümsemeyle cevapsız bırakmış ve uzun bir uçuşun sonunca varabilmişlerdi İtalya’ya. Avrupa’nın havasını solumak bile mest etmişti adamı, çoğu Avrupalı gibi. New York’un pis ve boğucu havasından eser yoktu, valizlerini alıp havaalanından dışarı çıktıklarında. Güneş kocaman bir madeni para şeklinde masmavi gökyüzünde parıldıyordu. Bu ülkede bir gezginin seveceği her şey vardı: güzel yemek, iyi alışveriş, köklü ve etkileyici tarih, sıcak güler yüzlü insanlar, macera, moda, güzel sahiller ve tabi ki sanat… Yanındaki genç kadının arayan gözlerle etrafı süzdüğünü görünce güldü içten içe, gidecekleri yere gittiklerinde delireceğine emindi genç kadının. Adı gibi emindi bundan ve, bu hoşuna gidiyordu. Başta aklını kaçıracak gibi olsa da, onu içine soktuğu oyunun onun da hoşuna gideceğini biliyordu. Gülümseyerek sarışının boştaki elini tuttu ve bavullarını peşi sıra sürükleyerek, otobüslerin yanına gittiler. Yanındaki kadına çaktırmadan gözleri otobüslerin üzerinde yazan isimleri taradı, onların gidecekleri yeri bulduğunda tuttuğu elin sahibini o tarafa doğru çekiştirdi. Valizlerini bagaja teslim edip otobüsün ortalarında boş buldukları bir yere yerleştiler. Tekerlekler dönmeye başlayınca başını cama yasladı genç adam. Güneş sarı saçlarını parlaklaştırır ve gözlerini kısmasına sebep olurken, şehrin içinden geçmelerini, arabaları, insanları, apartmanları, trafik lambalarını; daha sonra da şehir dışına çıktıklarında seyrekleşen arabaları, yer yer rengi solmuş otların kapladığı yol kenarlarını ve gökyüzünü izledi. En sonunda yanındaki bedenin eli kendisini dürttüğünde soluna döndü. Mavi gözler kocaman açılmış, neler oluyor der gibi kendisine bakıyordu. Genç piyanist gülerek çıplak sol kolunu genç kadının omuzlarına dolayıp kendisine çekti onu. Dudakları ve dilleri birkaç dakika dans ettikten sonra, dudaklarını çekip genç kızın saçlarına yasladı adam.

    “ Kendini bir garsonla bir tuttuğuna, inanamıyorum. “

    İthamda bulunduğu günü elbette anlamıştı genç kadın, bir cevap vermedi. Otobüs kırsalda yoluna devam ederken, arkadan bir bebek ağlamaya başladı. Sanki birisi ona çok kötü bir şey yapıyormuş gibi çığlıklar atıyor, nefesi bir an kesiliyor, sonra öncekinden de güçlü ses tellerini titretiyordu. Büyük ihtimalle onu sakinleştirmeye çalışan annesinin yumuşak sesiyle İtalyanca bir şeyler söylediğini de işitebiliyordu arada. Çocuğun ağlamasını duymamaya çalışarak gözlerini tekrar yola çevirdi. Bu tatilin ikisine de yarayacağını umuyordu, ve, bir çıkmaza girmiş ilişkilerine yeni bir soluk getirebileceğini en azından. Son zamanlarda çok fazla kavga ediyor, bağrışıyor, birbirlerini anlamıyor, sevişiyor ve eh, yine çok fazla kavga ediyorlardı. Piyanist Hannah ile fazla zaman geçirmeye başlamıştı, ve bunun Celestine’e karşı onu soğutmasından korkmuştu. Bir gece konserden sonra Hannah’nın kendisine yemek teklifinden sonra onu sık sık ziyaret etmeye başlamıştı. Saçını bir tek taraklı toka takarak toplamaya çalışır, ikide bir kalın kaşlarının üzerinden dökülen saçlarını yüzünden geriye iterdi. İri dudaklı, küstah ifadeli, fakat şefkatli, gülen, güven veren bir yüzü vardı. Günlük, rasgele olaylardan konuşmuşlardı bir süre. Zaman geçtikçe onu, gerçek Hannah’yı – cana yakın, frapan renkli, kokular süren bu kızı- konuşmalarının ardından tanıyabilmeyi öğrenmişti. Hannah ile olan ilişkileri bu konuşmalarından öte değildi en başlarda. Açıkça erkeklerle beraber olmaktan hoşlandığını söylüyordu, ama tabii kendisinin ilgi duyduğu erkeklerle. Genç piyanist ilgilendiriyordu onu. Birbirlerine karşı dostça davranıyorlar, sürekli gülümsüyorlardı. Dostluğun ve gülümsemelerin nedeni iki yönlüydü: niyet ve kontrol. Gülümsemeler onları kontrol ediyordu ve genç adam gülümsemeyi sürdürdü. Taa ki bir hafta kadar önce yağışlı ve oldukça soğuk bir gece, genç kadını yatağında rom ve çay içerken bulduğu güne kadar. Yağmura yakalanmış ve üşütmüştü. Yatağının kenarına oturup kenarı ruj ile lekelenmiş viski bardağı elinde, onun başında beklemişti. Ruj, Hannah’nın özel işareti gibiydi. Havlular, yastık kılıfları, kaşıklar, peçeteler, çatallar ve her şeyin üzerinde bu özel işareti vardı. Oda her zamanki dağınık haliyle – bronz yapraklı lamba, ayakkabı kutuları, çerçevelenmiş Venedik tablosu, radyatör borularından birinin dirseğine kurumak üzere asılmış külot – nedense artık her zamanki rahat sığınağı gibi görünmemişti gözüne. Gülümsemiyordu, içeri girdiğinden beri gülümsememişti. Hannah, yükseltilmiş yastıkların çukurluğuna gömülmüş başını hafifçe kaldırmış, içkisini yudumlamıştı. Bardağı ağzından çektiğinde yeryüzünün en güzel resmedilmiş çenesi geceliğinin dantel yakasının altından görünmüştü. Birden bire aklına kadının bedenini tamamen yatağa yatırarak ona sahip olma gibi düşüneler geçmişti adamın kafasından. Hannah konuşurken taşkın bir görüntü seli içindeydi, ne dediğini duymamıştı. “ Ne? “ diye sormuştu tekrar etmesi için. “ Sırılsıklamsın. Ver tişörtünü de asayım. “ Tişörtünü onun külotunun yanına asmıştı, Hannah elinde bir havluyla geldiğinde. “ Hadi kurulan. Zatürree mi olmak istiyorsun? “. Genç adam sandalyeye oturduğunda, genç kadın başının üzerinden uzanıp lambanın kordonunu gürültüyle çekmişti. Karanlıkta fişin lambaya çarptığını duymuştu. Sesin durulmasını beklemiş ve ayağa kalkmıştı. Kadın ince parmaklarını parmaklarına geçirmişti aniden. “ Sadece geciktirmiş olacaktık Ach. “. Kadının parmakları pantolonunun düğmesine kaymış, fermuarını süratle çekerek pantolonunu aşağı indirmişti adamın. Karanlıkta el yordamıyla dolaşırlarken sonunda yatağı bulabilmişlerdi. Lakin bu ilişkileri Hannah’nın Celestine’i terk etmesi konusundaki dolaylı konuşmalarına kadar. Celestine’in kendisine gerektiği gibi davranmadığını ve birbirlerine uygun bir çift olmadıklarını öne sürmüştü. Adam bu kadar özgür ruhluyken, genç kadının onu dengeleyebilecek bir özgürlük hissine sahip olmadığını düşünüyordu. Böyle düşünmesini gerektirecek hiçbir davranışı olmamıştı adamın, Hannah bunu söylüyordu ancak, genç adam o anda anlamıştı. Kendisini izliyordu kadın. Dğer insanlarla görüşmelerini. O andan sonra o evden güler yüzlü bir biçimde çıktığında bir daha görüşmemişti onunla. Bu tatilin de, kadının peşini bırakmasına yarayacağını umuyordu. Belki evine gittiğinde uzun bir süre genç adamı bulamazsa, zili çalmaktan vazgeçerdi.

    Otobüs durduğunda ve yanındaki sarışın onu dürttüğünde, belleğinin dosyalarının arasından kafasını kaldırdı. Koltuklarından kalkıp aşağı indiklerinde ve valizlerini aldıklarında etrafa göz gezdirebilmeye başladı. Riomaggiore, Cinque Tere. Burası Unesco’nun koruması altında olan bir bölgeydi. Düzensiz evleri, yanlarından geçen güler yüzlü insanları ile küçük şirin bir balıkçı kasabası. Masallar böyle bir yerde geçiyor olmalı. Öylesi güzel bir manzara, rengarenk evler, limon kokusu, pırıl pırıl güneş, Akdeniz'in o bambaşka havası... İnsanın içini açan, huzur veren, romantik modlara sokan bir yerdi. Valizlerini sürükleyerek yürümeye başladılar, ikisi de kasabanın büyüsüne kapılmış gibiydiler. Genç adam bordo Oxfordslarının ve açık mavi, paçaları bileklerinin üstünde kıvrılmış pantolonunun üstüne geçirdiği oldukça bol, beyaz askılı tişörtünün göğsünde sallanan kamerayı açtı.

    “ Kayıt. “

    Genç kadına çevirdi kamerayı. Sarışın kendisine el sallayıp öpücük gönderdi. Kamera bir an manzaraya, sonra tekrar kadına, sonra tekrar manzaraya dönüyordu. Yanlarından geçtikleri bir manavı incelerken taze çilek görünce kalakaldı adam. Sarışına beklemesini söyleyerek gidip bir plastik kutu çilek aldı ve kadının yanına döndü. Kutuyu kadına verip onun valizini de boştaki eline aldı, kamerayı kapattı. Genç kadın kutuyu elinde tutuyor, hem kendisi yiyordu çileklerden hem de genç adamın iki elinde de valiz olduğu için ona yediriyordu. Elbette yürüdükleri için her seferinde, en azından ilk deneyişte adamın açık ağzına denk getiremeyebiliyor, dudaklarının hafif pembe bir çilek suyuna bulanmasına sebep oluyordu ikisi de bu olayın sonuçlarına gülerken. Bir ara genç adam durdu ve çilekli dudaklarını kızın boynuna bastırdı. Kız yapışkanlığın verdiği gıdıklanma hissiyle önce büktü boynunu. Adam güldü, genç kadın da ona katıldı. Piyanist, elindeki valizlerin saplarını bıraktı ve bir elinin uzun parmaklarını kadının güneş rengi saçlarının arasına, diğeriniyse beline doladı ve hafifçe havaya kaldırdı onu kendisine çekerken. Dudakları buluştu, dilleri birbirinin üzerinden yavaşça kaymaya başladı. Genç kadının bir elinde hala plastik çilek kutusu vardı, yarı yarıya doluydu içi ve onu düşürmemek için sıkıca kavramıştı alttan. Diğer kolunuysa, eli çilekli olduğundan, elini adama değdirmeden boynuna doladı.Dudakları ayrıldığında, alnını genç kadınınkine dayadı genç adam. Dudaklarından bir şarkı dökülerek karıştı havanın saydamlığına. Genç kadının ayaklarının tekrar yere değmesini sağladı. Hafifçe dans ettirmeye başladı onu.

    " All those souvenirs in my memories
    Got me going down in strike
    All those souvenirs in my memories
    Got me ruining my soul...
    "

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
My Love, I knew when you found me I'd rock myself all around you
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Oh yeah, robot rock.
» Elenya Rock Wealtor
» Elenya Rock Wealtor
» No regrets, just love.
» New York I love you but you're freaking me out

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Diğer Yerler :: İtalya-
Buraya geçin: