Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Geçmiş Zaman Eki

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Mclain
Radyo Programı Sunucusu
 Radyo Programı Sunucusu
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePaz Ağus. 28, 2011 12:15 pm

Geçmiş Zaman Eki JLsn7Jy5AbWVv
Geçmiş Zaman Eki JbppM6Gtt84sMk Geçmiş Zaman Eki JbsGXYQEYWj4S

bir de bu var tabii:


En son Alex Mclain tarafından Ptsi Ağus. 29, 2011 2:57 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://lc-rpg.yetkin-forum.com/nternet-siteleri-f158/wwwtilkiblo
Alex Mclain
Radyo Programı Sunucusu
 Radyo Programı Sunucusu
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePaz Ağus. 28, 2011 2:22 pm

‘Güne güzel başlamak… Kahve ve ballı krepler.’ Alex oturduğu yerden kaşıktan üst üste konmuş kreplerin üzerine dökülen altın renkli balı izlerken. İnce bir çizgi halinde aşağı iniyor, yumuşak yüzeye indiğinde yayılıyordu. Kaşıktakileri parmağıyla sıyırıp parmağındakileri yerken sol elindeki kaşıkla krepin üzerindekileri yüzeye yaydı savsak hareketlerle. Sonunda özellikle bir zamanlar ballı olan parmağını saçına sürmemeye dikkat ederek gözünün önüne düşen saçları geriye taradı, bir gün yine buna benzer bir kahvaltı yaparken saçları krepe girmiş ve ballanmıştı. Balı saçından çıkarmaya çalışırkenki hali ona sıkı bir ders olmuştu. Kaşıkla işi bittiğinde onu da yalayıp potaya top atar gibi lavaboya fırlattı. Sonunda ellerini şeytani bir ifadeyle birbirine sürterken aklından geçen tek şey krepleri yeme arzusuyla dolu olduğuydu. O yumuşak, tatlı, leziz krepleri yemek... Elini çatalına götürdü, iştahının kabardığını hissedebiliyordu. Sıcak kreplerin kokusu burnuna geldi ciğerlerini doldurdu. Büyük bir iştahla dilini dudaklarında gezdirdi, diğer eline de bıçağı aldı, tam o beş krepten oluşma yüksek tepeciğe çatalını batıracaktı ki mutfak tezgahından gelen tiz telefon sesi yerinde hoplamasına sebep oldu. Korkuyla seyiren elindeki çatal yere düşüp metalik bir ses çıkardı. Alex ağır bir küfür mırıldanırken telefona kötücül bakışlar atmakla yetindi. Aklı sıra telefonu açmayarak intikam alıyordu. Telefon kısa sürede sustu, böylece yerinden kalkıp yeni bir çatal almak için mutfak lavabosunun yanındaki çekmeceye doğru yürüdü. Daha önce kalkacağında telefon için kalkmış gibi olacağını ve vicdan azabıyla telefonu açacağını biliyordu. Kestane ağacından yapılma çekmeceyi açtı, parıldayan yeni bir gümüş çatal alıp lekeli olup olmadığını kontrol etmek için pencereden gelen ışığın önünde tuttu. Nihayetinde güzel kahvaltısını daha fazla yalnız bırakmamak için arkasına döndü, yüzünde şefkatli bir gülümseme vardı. Gülümsemesi sevdalısı olduğu kreplerin yarısının babası tarafından mideye indirildiğini görünce anında kayboluverdi. Babası sabahlığı içinde bir ağız dolusu lokmayı çiğnemekle meşguldü. Alex gözlerini kocaman açmış, yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu. “O… Benim kahvaltımdı!” Adam gözlüklerini düzeltip lokmayı yuttu. “Artık benim kahvaltım.” Saçları iyice dökülmüş, kafasının üstü kel kalmıştı. Stres demişti doktorlar. Onu kilodan düşüren de buydu göya, stres. O haliyle pek de stresli görünmüyordu. Alex şakaklarını ovdu sinirle, kahvaltı için kurduğu tüm güzel hayaller suya düşmüştü. Yok yok, babasının mide asidine. “Onun ne kadar yağlı olduğunun farkında mısın? Doktorlar dedi ki- -“ Adam çatalı masaya bıraktı. Yerden aldığı çatalı kullanmıştı sahi, yenisini alma zahmetine bile girmeden. “Umurumda değiller. Söylesene, kim aradı?” Başıyla telefonu işaret ettiğini adamın ikinci hareketinde fark eden Alex burnundan nefesi vererek telefonu eline aldı ve ortadaki tuşuna basarak ışığın yanmasını bekledi. “Arayan… Milgreth. Ne saçma isim, kim bu?” Babası düşüncesizce krep tepeciğinden yeni kalın bir dilim kesti ve küçük bir parçasını ağzına attı. “Tanımazsın. Bir… Arkadaş.” Babasının gözlerini kaçırdığını fark eden Alex kaşlarını hızla kaldırıp indirdi, anlamıştı. Tezgah üzerine yaydığı eşyalarını toplarken gülümsüyordu, sırtı babasına dönük olduğundan o bunu görmedi ama sesinden anlayabilirdi. “Biliyorsun, kalbin zayıf. Bu tip ‘aksiyonları’ geride bırakmalısın. Yaşlandın babalık!” Masaya doğru yürürken gülümsemesi yavaş yavaş soldu. Babasının yüzünde o bilindik şımarık çocuk ifadesi vardı, o ifadeyi hiç değiştirmeden Alex’e aktarmışlardı. “Annen yüzünden. Kalbimi çaldı ve geriye uyduruk bir şey bıraktı. Hep onun suçu, hep onun.” Alex babasının oturduğu sandalyeye düşünceli bir ifadeyle bakarken donuk, hüzünlü bir ifadesi vardı. Yutkundu, biraz gülümser gibi olduysa da eski haline geri döndü. Boş sandalyeye oturup önündeki bütün, soğuk ballı krepe baktı bir süre. “Yemiş olmanı dilerdim.” Çatalı batıracakmış gibi tuttuysa da eli tereddüt etti. Çatalı ileriye sürüp yatığı krepleri dolaba geri koydu. Paltosunu, anahtarlarını ve geri kalan her şeyi aldıktan sonra fötr şapkasını başına geçirdi.

Cenazeden beri saçları kısa, sakalları uzundu. Onu görenler sessizce birbirlerine bakıp yakıştığını söylüyordu. Hiçbiri inandırıcı gelmiyordu ama yemiş numarası yapmak daha kolaydı. Babasının ölümüyle şirket ortakları durmadan Alex’i rahatsız ediyordu. Telefona bırakılan telesekreter mesajları hep aynıydı; babanın oğlu ol ve yerine geç. Ya da geçecek birini ata ve onu denetle. Adam öleli bir iki gün olmuştu onlar mesaj yağmuruna başladığında. Ruhsuzluklarına anlam veremiyordu. Babasının ölümünü annesine söylediğinde kadın hiç tepki vermeden konuyu kendi hayatı ve sevgilisiyle olan sorunlarına getirmişti. Arthur onun için hayatın anlamıydı. Eski kocasına vermediği değeri görmek Alex’i üzmüştü. Kısaca merhabalaşıp derhal orayı terk etmişti. Şimdiyse ne yapacağını bilmiyordu. Babası için hissettiği boşluk öyle yıkıcı olmasa da barizdi. Yokluğunu hissetmek kötü bir değişimdi. İnsanlar içine atıp durduğunu söylüyordu, belki de öyleydi. Onun içindekileri çıkarabilecek tek kişi Clem’di ve cenaze işleri yüzünden bir haftadır kendi evinde kaldığından görüşememişlerdi. Şimdi ona ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Oldukça çok. Kendi evlerine gitmektense açık alanda oturmayı tercih etmişlerdi. Kissena Gölü her ne kadar Alex’e saçma bir isim gibi gelse de olur cevabını vermişti. Alana vardığında göle bakan banklarda oturan siyah saçlı kızı gördü. Elleri dolu olduğundan elini omzuna atarak onu şaşırtan bir giriş yapamadı, bunun yerine önüne kadar gelip onun için aldığı külah dondurmayı uzattı. “Al. Bu sefer düşürmemeye çalış ama, yeni bir dondurmacı bulana kadar seksen yaşına gelirsin ve dokuz tane kedin olur.” Kendi kendine hafifçe gülüp durdurmayı eline tutuşturdu ve kendini onun yanına, nemli banka attı. Hava hafiften rüzgarlıydı, sonbahardan olsa gerek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://lc-rpg.yetkin-forum.com/nternet-siteleri-f158/wwwtilkiblo
Clementine Crandal
Film Yıldızı
 Film Yıldızı
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 30
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePaz Ağus. 28, 2011 6:59 pm


Birini çok mutsuz etmek için çok büyük bir şey yapmak gerekmez aslında. Hayatla bağlarını kesebilmek için yani, o bağların yapıldığı şeyi ortadan kaldırmak yeterlidir. Ki şu durumda, Clementine için bu durum Alex'in elinden alınması oluyordu. Ve gurursuzca söyleyebileceği bir şeydir bu, konu Alex olunca fazlaca bencilleşebiliyordu. Bazen sırf Alex'i olduğu gibi görebildiği için özel hissediyordu, ve deli olmadığını düşündüğü için deli olduğunu düşünüyordu. Tuhaf karmaşaları, karmaşa anında boş bakışları olan özlemle dolu bir çocuktu özetle. Yapabileceği bir şey olmasını bekleyerek oturup duruyor, alışkın olduğu nefesin sesini arayarak uyuyamadığı için sızıyordu. Ve hatta sırf bu yüzden bunun hayatta verebileceği en önemli tavsiye olabileceğini düşünüyordu. Sizi terk edecek bedenlerle uyumayın. Sevişmek kişiseldir, uyumak doğaüstü. Alışınca kulağının altındaki kalp atışına uyuyamaz olmuştu, nefesini eşitlemeye çalıştığı nefes sesini duyamayınca yatağından nedensizce nefret etmişti ve sürekli televizyonun önündeki koltukta yatmaktan kemikleri tarafından bolca küfür yiyordu.
Ağrılı bir sabaha, alışkın olduğu kedi dokunuşlarıyla uyanınca, kendine verdiği sözü bozup doğrudan telefonu aldı eline. Eğer o bu durumdaysa Alex daha kötü olmalıydı onsuz. Eğer o uykusuzluktan sızana kadar oturup sonra kabuslara uyanıyorsa, Alex uyumuyor bile olabilirdi. Zordu hem, salak gibi yanında olmuyordu da. En son cenaze dönüşü görmüştü onu. Kolunda eve döndüğü adam eşyalarını toplarken o sessiz bir anlaşmayla kedileri besliyordu. Sonra ne bir şey sordu, ne de durdurdu. Bazı insanların davranışlarını ruhunuzda hissedersiniz, öyle bir durumdu. Döneceğini biliyordu, nereye gittiğini tahmin edebiliyordu. Ve olduğu yere, bulunduğu ve ait olduğu sevgiye kesinlikle inanıyordu. Sormadı. Ve altında bir şey arayarak o yarayı yolmadı. Sevgili oyun arkadaşının yarasının kabuk tutmasını bekleyerek bir haftadan biraz daha fazla bir süredir evden çıkmamış, kendini kedilerine adamıştı. Ama onun gibi birinin de sabrı bir yere kadardı, üstelik Alex'in evdeki kıyafetlerinin üstüne yatan kedi de çok yardımcı olmuyordu. O sabah telefonu eline aldı ve günaydın demeyi düşünmeden "Seni çok özledim Lex, en azından görüşemez miyiz?" diyerek başladı konuşmasına. Sonra çok alakasız, aralarında pek bir önemi olmayan, ancak çok sakin bir yeri kararlaştırdılar. Mantıklı tanım ise Clementine önerdi, Alex kabul etti olabilirdi, çünkü alışkın olduğunun aksine olduksa durgun çıkan ses ne söylerse onaylıyordu istemsizce. Bir ara bunu sınamayı düşündüyse de durumun buna uygun olmadığını bildiği için sesini çıkarmadı ve Alex'in söylediği saatte söylediği yerde olmasını diledi. Özenle kahvaltı etti, hatta görünüşüne bile normalde harcadığından birkaç dakika fazladan zaman ayırdı. Alex'in sağlıksız, bakımsız görmesini istemiyordu kendisini, çünkü adamın yaşadığı şeylerin içinde en ufak sorun Cle'nin beslenme düzeniyle kıyaslandığında çok büyük farklar gözlenebiliyordu aralarında. Kedileri besledi, buz dolabının çikolatalı dondurma stoğunu kontrol etti-sonuçta dönebilirdi, sonra da Kissena Gölü'ne doğru yola çıktı. Alışkın olduğu sokaklardan, ezberlediği yüzlerin arasından geçerken içinde olanlara dair üzüntüler olsa da oldukça memnun atıyordu adımlarını. Birini çok mutlu etmek için çok sevdiği bir şeyi elinden alın, ve sonra geri verin. Tam olarak mutsuz etmek için yaptığınız şeyi tersine çevirin. En boktan durumda, üstü başı pislik içinde olan birini bile bu yolla bir an için bile olsa çok mutlu edebilirsiniz.
Gölün etrafındaki banklardan birine oturdu ve o anda nerede olduğunu, ne yaptığını iyice farkına vararak sıkıntıyla ayağının altındaki kuru yaprakları ezdi. Gerginliği sevmezdi, ölümden bahsetmeyi. Kendini parçalanmış hissettirecek şeyleri konuşmayı hiç sevmezdi, sevdiklerini kaybetme fikri kahve falında çıksa fincanı tuz buz edip tozlarının üstünde tepinebilirdi. Şimdi Alex geldiğinde ilk başta ne söyleyeceğini bilmediğini fark ediyordu ki bu da onun için büyük bir yenilikti. Ona karşı ne söyleyeceğini bilmediği hiç olmazdı, çünkü düşünmek zorunda kalmazdı. Şu an ise elini ayağını nereye koyacağını bile bilemez haldeydi, bir de özlem duygusu vardı. Bir de karşısındaki o çok sevdiği, her şeyi feda edebileceği kişiyi üzgün görme korkusu. Ve bir de- dondurma? "Ah." Önüne uzatılan külahı kavradı parmakları ve gözleri çok özlediği yüzün hatlarında dolaştı. "Dokuz kediye bir itirazım olmazdı ama o süreyi senden uzakta dondurma getirmeni bekleyerek geçirmek istediğimden emin değilim Lex." Öyle bir duygu patlaması yaşıyordu ki, istese o an yanına oturan bedenin etrafına yaydığı ısıyı, enerjiyi, aurayı ya da ne bok demek istiyorsanız işte o şeyi, hissettiğini iddia edebilirdi, ve karşı çıkamazdınız. Parmaklarına doğru akmaya başlayan dondurmayı yaladı ve henüz yeni oluşmuş sessizliği bozdu. "Yakışmış." Kendisine dönen yüzü şefkatle dolu denebilecek bir ifadeyle izledi ve bir anlamda yarım kalan cümlesini tamamladı. "Saçların. Alışkın olduğum Alex değil, ama katlanamayacağım kadar kötü de olabilirdi." Parmaklarını, dondurma bulaşmamış olanları Alex'in saçlarında gezdirdi. Sadece lanetlendiğini hissettiren boşlukta asılı bir haftayı ayrı geçirmişlerdi ve karşısında gördüğü adam neredeyse tamamen farklıydı. Çocuğunun ilk adımını, ilk sözcüğünü kaçıran bir anne gibi hissetti kendini. Onun Alex'i değişiyordu ve görememişti. Yine de özleminin baskın çıktığı anlardan biriydi ve çok sevdiği yüzü inatla, ezberindekiyle aynı olup olmadığını anlamaya çalışırcasına incelemeye devam etti. "Nasıl göründüğüne aldırmıyorum tabii ama, sen yine de bunu sınamaya kalkıp bir dahakine pembe saçla gelme olur mu?" Tek tonlu, alışkın olduğu, kısa gülüşü tekrar duyabilmesi yeterliydi o an için, bir çeşit ödül olarak görebilirdi bunu, öyle de olmuştu. Söylenecek çok şey yoktu da, o da boşluğu doldururken özlem gidermeye çalışıyordu işte. Sonra konuşmama yemini etmiş gibi duran çocukluk arkadaşının mimiklerini izleyerek konuşmaya devam etti. "Nasıl göründüğün önemli değil Lex, benim için değil, biliyorsun. Ama nasıl olduğun önemli. Nasılsın?"


*ve yine kendiliğinden gelişen tipik Kıle rpsi. yok böyle bi şey resmen yarım saatten biraz fazla sürdü yazmam, ne yazdığıma, niye yazdığıma dair çok da bir fikrim yok üstelik. güzel kızım nasıl özlemişse Alexini yardırdı kendince. kavuştuk lan!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Radyo Programı Sunucusu
 Radyo Programı Sunucusu
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePtsi Ağus. 29, 2011 4:03 am

Göl durgun görünüyordu. Aralarındaki mesafeyi kafadan aradaki mesafeyi ölçmeye çalıştı, on adım? On adım olamazdı. Gelir gelmez Clem ile ilgilenmesi gerektiğini biliyordu ama ona baksa gene küçük kızlar gibi ağlayacağını düşünüyordu. Nedense herkeste sorunlarımla baş edebilirim ifadesi yaratabilse de Clem’e aynı ayağı çekemiyordu. Ne kadar inandırıcı yaparsa yapsın inanmayacağını biliyordu çünkü. Clem’in yorumuyla başını çevirip ona baktı. Bütün gün gözlerini kaçırıp duramazdı, zaten bunu istemiyordu da. Clem’e baktığında beklediği ağlama efekti yerine gülümsediğini hissedince şaşırdı. Aslında oldukça…Mutlu hissediyordu. Saçmaladığını hissetti ve kendi içinde kendisi için utandı. Clem’den bir hafta uzak durmuştu çünkü çöküntü halini ve evde geçirdiği uyuşuk saatleri görmesini istemiyordu. Hem bundan utandığından hem de bunu onu etkileyeceğini bildiğinden. Fakat bir sebebi de, aslında asıl sebebiydi bu, tedavisine insanlara numara yaparak bir süre sonra da buna ayak uydurarak kavuşmayı umuyor oluşuydu. Clem’e numara yapamazdı. Sabah kahvaltısında yaptığı krepleri hayali babasına yedirmeyi umduğunu bilmemeliydi. Yanında olursa bilecekti işte. Ama o an Clem’in yüzüne bakarken yanında olması durumunda daha iyi hissedeceğini fark etmişti. Belki o yanında olsaydı her gün babasının takım elbisesini yatağının üstüne sermesine engel olurdu.

Doğrusu bu ölümden etkilenip etkilenmediğine tam da emin olamıyordu. O hariç geri kalan herkes normal bir şeymiş gibi davranıyordu. Ya da hiçbir şey olmamış gibi. Cenazesi büyük ve görkemli olmuştu ama sadece gösteriş icabıydı. Annesinin timsah gözyaşları hariç –kadın oyuncuydu sonuçta, bir nevi bunu yapma ihtiyacı hissetmiş olmalıydı- ağlayan kimse olmamıştı, kendisi bile. İki gün sonra işler yine başlamış, adamın etrafındaki herkes kendi hayatını yaşamaya geri dönmüştü… Alex hariç. Bu boşluk duygusundan kurtulamamıştı. Aynısının kendisine olacağı korkusu içine işliyordu. Paranın yüzeyselleştirdiği insan kırıntıları ortasında yaşıyormuş gibi. Clem’in ya da kedisi Votka’nın ölümüyle çok daha büyük yasa sürükleneceğini biliyordu ama babasının ölümü tam bir uyuşukluk hissi yaratmıştı, başına ağır bir darbe yemiş de beyin sarsıntısı geçiriyormuş gibi. En nihayetinde bir haftadır ilk defa babasıyla beraber soğuk toprak altına gömülmemiş gibi hissediyordu. Clem’in çocuksu yüzünü izledi o konuşurken. Saçlarının pencere kenarına asılmış çarşaflar gibi rüzgarda hafifçe salınmasını. Saçlarına dolanan parmakları hissettiğinde gülümsemesi biraz daha yayıldı. “Bu sözüne güvenebileceğim tek kişi sensin.” Clem’in aksine, o her şey aynıymış gibi hissediyordu. Bir hafta bir asır gibi geçmişti ama şimdi her şey aynıydı. Bıraktığı gibi, aynı. Eve gittiğinde hiçbir şeyin yerini değişmemiş bulacağını hissediyordu. Dolapta hüzünlü zamanlar için ayırdığı kiloluk çikolatalı dondurma biraz azalmış olabilirdi gerçi –Cleo’nun gidişiyle yanında Clem, kafasını ona gömdüğünü hatırlıyordu. Bir süre güzel bir baş ağrısı çekmişti- Geri gelecekti ve geride bıraktığı şeylere dahil olacaktı. Ne tatlı bir beklenti.

Clem’in pembe saçlarla ilgili söylediği şeye hafifçe kahkaha attı. O kadar doğal gelmişti ki üstelik bu hareketi. Yumuşak bir piyano ezgisi gibiydi Clem. Alışılmamış, laubali, cüretkar, şefkatli, sempatik, hepsi. Alex kendini yoğun bir duygu silsilesi içinde yüzüyor gibi hissettiriyordu. Evet Clem’in bir de onu romantik filmlerden etkilenen duygusal kadınlara çevirme gibi bir huyu vardı. Bütün karizmasını emebiliyordu köftehor. Alex gözlerini kısıp kıvrık, şeytani gülümsemesini sergiledi. “Bu ilk aşamaydı. Sen bir de beni yarın gör, yarısı lacivert öteki yarısı fosforlu yeşil olacak saçlarımın.” Görüntüsünü düşününce güldü, öyle bile kendisine uygun birkaç kız bulabileceğini söyleyecekken sustu. Dondurmasını yerken burnuna bulaşmış bölümü sildikten sonra ayaklarını olabildiğince ileri uzatıp oturduğu yerde kaykıldı. Havada matilk bir yağmur kokusu vardı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında karanlık bulutların şehir üzerinde olduğunu gördü. Henüz yakında sayılmazdı, zamanları vardı. Clem’in son cümlesiyle derin bir iç çekti. Bunu bekliyordu ama hala soruya hazırlıklı sayılmazdı. Kedi gibi dondurmasını yalayıp gözlerini Clem’e çevirdi. “Ben… İyiyim. İyiyim sanırım. Pek bilmiyorum. Biraz boş hissediyorum.” Duraklayıp üst dudağını ısırdı. Aslında bütün hafta enkaz gibiydim demek istiyordu. Babamın ölümünden çok insanların duyarsızlığına o kadar kafa yordum ki herkesten nefret ettim. Senden değil tabii, seni uzaklaştırma sebebim de buydu zaten. Arayabilirdim aramadım, çok üzgünüm ama ne düşündüğümü bilmiyorum. Ne hissettiğimi de bilmiyorum. Ama hepimiz bu dünya içindeyiz, bizi paralarımızla seven insanlarla dolu çevremiz. Hayır hayır, yine senden bahsetmiyorum istisnalarımız var. Kendimden de bahsetmiyorum sonuçta ama bu paragöz aç hayvanlar öyle iyi gizlenmiş ki seçemiyorsun. Herkes olabilir, annen, en yakın arkadaşın, iş ortağın, köşe başındaki dilenci bile! Bir şeye sahipsin ve bu seni insanların gözünde hem yüceltiyor hem de düşürüyor. Bir gün öleceğiz ve kim bilir kaç kişi sadece medyada boy göstermek için değil de bizim için üzüldüğü için gelecek? Boş bir evde bir zamanlar varlığına alıştığım bir adamın hayaletiyle yaşadım. Her yerde onu görüyorum. Çoğunlukla iyi anlaşamazdık, beni hep birileriyle tanıştırmaya çalışır, bazı şeylere zorlardı. Düşünüyorum da… Bu her babanın özelliğiydi sanırım. Ona çok haksızlık ettim. Beni sevdiğini biliyorum, bunu söylemese de gösteriyordu, bazen. Bense ona son zamanları hariç hep köpek gibi davrandım. En kötüsü de ne biliyor musun? Son zamanlarda aslında ne kadar sevilebilir bir adam olduğunu görmeye başlamıştım. Komikti, gerçekten öyle komik olabiliyordu ki! Ona yaptığım şey doğru değildi ve şimdi vicdan azabı o kadar kuvvetli ki artık ben bile ne düşündüğümü bilmiyorum Clem.

Gözünü dondurmasına dikip dişlerini acıtan bir ısırık aldı. “Şimdi mutluyuz. Ölüm mutlu insanlar için yanlış bir konuşma konusu. Sana daha mutsuz olduğum bir gün anlatırım.” Sessizce dondurmasını yerken arada göz ucuyla Clem’i anlamaya çalışan bakışlar attı. Alex’in genel huyuydu bu, söylemek istediği çoğu şeyi söylemezdi. Claudia’ya onu sevdiğini söylemek yerine gurur yapması gibi Clem’e de olanları söyleyememişti. Ama o Londra’ya kaçmadığı için muhtemelen iki gece sonra uykulu uykulu hepsini söyleyecekti. Clem’in de bunu bildiğini biliyordu. Aniden aklına gelen şeyle kendini ileri atıp bir ses çıkardı. Dondurmayı paltosundan uzak tutmaya gayret ederek sol eliyle iç ceplerini karıştırdı. Sol eliyle bir şeyler yapmak konusunda hep kötü olmuştu. “Şunu bir tutar mısın?” Dondurmayı Clem’e uzatıp diğer ceplerini karıştırdı. İç cebinden çıkan yeşil sivri biberi banka bıraktı. “Aa yanlış şey, aradığım bu değildi.” Gönderme yaptığı şeyi düşünüp gülerken hala aranıyordu. “Aha, buldum!” İplerinden tutup ceninden dışarı çekti gri maskeyi. Kumaşın içindeki sert madde hafiften bozulduysa da aynı ilk günkü gibi duruyordu. Cleo’nun maskesi. “Bunu hatırladın mı? Hatırlamamış olabilirsin şey bu… Cleo o maskeli balo akşamı onu balkona götürüp ondan hoşlandığımı söylediğim zaman maskesini kafama atmıştı. Aslında aşağı attı da, ben gidip aldım. Güzel bir şey, değil mi?” Maske iplerinden tuttuğu için kendi etrafında dönük duruyordu. “Sen al istedim. Sanırım hoşlandığın kadın başkasıyla evlenince ondan kalan şeyleri saklamak…Ezikçe oluyor.” Clem’in haberi alıp almadığını bilmiyordu ama ona söylemenin en iyi yolu gibi gözükmüştü. Yine de merakına yenip düşüp sordu, kimi zaman bir kedi kadar meraklı oluveriyordu. “Biliyor muydun. Evlendiğini?” Sesinin bu kadar sorgulayıcı çıkmaması için elinden geleni yapmıştı ama sonuç başarısızlıktı. En azından gözlerini kısıp bakmamıştı. Dondurmayı bırakıp sigara yakma istediğine meydan okudu. Zaten içi dondurma dolu külah kalmıştı sadece geriye.


En son Alex Mclain tarafından Perş. Eyl. 01, 2011 8:24 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://lc-rpg.yetkin-forum.com/nternet-siteleri-f158/wwwtilkiblo
Clementine Crandal
Film Yıldızı
 Film Yıldızı
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 30
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePtsi Ağus. 29, 2011 8:42 am


Bu zor oluyordu. Yani Alex'i böyle görmek. Nasıl denirdi ki, kırık? Yaralı. Tuhaftı işte. Canını yakan bir mükemmelliği vardı. Ruhsuz hissetmeyi belki, ama olmayı kesinlikle göze alabileceği bir andı. Bir an için, sadece birkaç saniyeliğine buraya gelmemiş olmayı düşündü. Belki de Alex'i bu şekilde değil de başka şekillerde görmeliydi. Başka kadınlarla fikri aklına gelince bundan vaz geçti. Çok sevdiğiniz şeyleri paylaşmak istemezsiniz istemsizce, öyle bir şeydi. Genel olarak kıskanç bile değildi, sadece Alex'i paylaşamıyordu. Kediyle bile... İtiraf ettiğinde Alex'in kahkaha atmasına neden olan bir şeydi, bir zamanlar. Çirkefçe bu kedi gidecek bu evden tavrına girmiş değildi, en çok sevgi göstermek istediği anda kedinin onu elinden almasına laf çarpan bir şaka yapmıştı, nasıl bir şey olduğunu anlarsınız. Acı çekmekle ilgili değildi sorunu, çok sevdiği birini acı çekerken görmekle ilgiliydi. Ama o acıyı dindirebilme fikri bile pek çok şeye değerdi, sonuç olarak iyi yaptığına karar verebildi.
Doğal, her şeyden, herkesten arınmış tavırlarıyla sadece Alex'in yanında olabildiği halinin ödülü güzel, basit bir kahkahaydı ve o an için, bu ödülü hak edecek kadar iyi bir şey yapmadığını düşünüyordu. Birilerini kaybettiğinde, ya da çok üzücü şeylerde kendini suçlama eğilimi gösterir insanlar, en alakasızı, olayın sadece tek bir anına tanık olmuş yabancısı bile. O durumu yaşıyordu. Neredeyse her şeyi üstüne alacak ve basit filmlerin fedakar kadını edasıyla ona değil bana vur diyecekti. Ama suçlu hissetmek için geçerli nedenleri olduğunu düşünüyordu, aptaldı ve onu bunun tersine inandırmak için yapabileceğiniz çok da bir şey yoktu. Ama en azından Alex'e babasına gitmesi gerektiğini daha sık söyleyebilirdi. Ya da belki- kendini suçlayacak çok şeyi vardı ama sözü kesildi düşüncelerinin.Çok şey anlatan bir iyiyim yalanını duyunca sessizleşti istemeden. Bütün o ' biliyorum, acıyor ancak bir şekilde normal olabiliriz' mesajı veren cümlelerini bırakıp sustu. Ve sonra, hiç düşünmediği detayların beynini ele geçirmeye çalışmasına izin verdi.
Alex'i ne kadar zamandır tanıdığını sorsanız verecek yanıtı vardı, çünkü onunla tanışmasının belli bir dönemi vardı. Ama Alex'i ne kadar zamandır gerçekten tanıdığını sorsanız söyleyecek bir şeyi olmadığını fark etti önce. Belli bir zamanı yoktu, işin tuhafı ne zaman hayatının merkezine oturduğunu da düşünemiyordu. Sanki yemek yemek, uyumak ya da tuvalete gitmek kadar doğal bir var oluş haliyle girmişti hayatına. Birden bire, ve mümkün olabilecek en güzel şekilde. Çocukken de çok severdi, çok sahiplenirdi, ama bir Claudia gibi çocukluğun en yakın arkadaş kavramını paylaşmamışlardı. Claudia her şeyinde elini tutan kızkardeşti o zamanlar. Alex düştüğünde kanattığı dizine tuvalet kağıdı saran suç ortağı. Büyüdükçe farklı kavramlara girdiler Cle için, her biriyle biraz daha sahiplendiğini, ait olduğunu fark edememesi onun aptallığıydı, diyecek bir şeyi yoktu. Y ılların getirdiği aptal acılar, sebebi olmayan kahkahalar, ve 'ağzına sıçarım yeter artık dön geri' ünlemleriyle bitirilen ayrılıkların sonucu olduklarına karar verdi. Ve ayrı geçirdikleri süreleri hatırlamaya çalıştı. Yetinmedi bir de hesaplamaya kalktı. Beynini bin parçaya bölmek zorunda kalsaydı her bir parça Alex'e odaklanmaya devam edebilirdi, şu an ise sadece beşe böldüğünü hissedebiliyordu.
Ezberlediği ses tonunun söyleyeceklerini sanki hep biliyormuş gibi düşünmesine neden olurdu Alex. Bir şarkıyı ilk kez dinlediğinde serbest çağrışım nedeniyle bir sonraki sözcüğü kafanın içinde duymak gibi. Söylemeye kalksanız berbat edersiniz ama kafanızın içinde şarkıyla aynı anda ilerlediğine yemin edebilirsiniz ya, öyle bir şey. Şimdi mutluyuz, çünkü birlikteyiz, ve sen bir yalancısın. Ama burnun uzamıyor, çünkü kötü bir yalancısın. Kötü bir yalancısın, çünkü benim yanımdasın. Ben nasılsa öğrenirim ne hissettiğini, sen daha mutsuz olma, ben de öğrenmeyeyim asıl düşündüklerini. Ortada buluşalım. İnsanların sandığının, ya da görmeyi beklediğinin aksine oldukça düz biriydi. Alex dışında birinin yanında ilgi çekici olduğunu düşünmezdi mesela. En büyük özelliğinin patatesi kahveye batırarak yemek olduğunu düşünürdü. Kedi severdi, bir de Alex'i. Fazlaya değil farklı olana ihtiyaç duyardı ki bu Alex'in söyleyemediklerinden bile mutlu olma nedeniydi. Onun için farklıydı, diğerlerine göre farklı bir alanda duruyordu, farklı biçimde seviliyordu ve hayatının sonuna kadar yanında olacak olan da oydu. Alex'le yaşamaktan daha sıradışı bir şey yaşayamayacağını düşünürdü, çünkü daha tutarsız, daha belirsiz bir hayat yaşamayı zorlasanız da başaramazdınız ona göre. Ağlasaydı o an, göz yaşlarının ortalığı sevgiye bulayacağını iddia edebilirdi, çünkü karşısındaki adama deli gibi bir sevgiyle bakmayı alışkanlık haline getirmişti. Ama ortalığı sevgiye bulamak yerine, Alex'i incelemek için ayırdığı sürede dondurmaya bulamıştı. Bir de çok parlak durumda olmayan parmaklarının arasına tutuşturulan ikinci bir dondurma vardı. "Ne arıyorsun?" Alex'in onu duymamış gibi yapmasına aldırmadan tekrar sordu. Onlar sadece cepti, hadi ama, ne çıkabilirdi ki yani. Biber? "Belki evde- ah." Parmaklarının ucundan sallanan maskeyle birlikte bakışları onun sallanışını takip etti, durana kadar. Sanki gözlerinin her hareketiyle bir başka anıyı canlandırır gibi. O an için cidden en değersiz sorununun dondurma olduğunu yeniden fark etti ve suçlu, huzursuz, yerinde kıpırdandı. Sahi o dondurmaları niye atmamıştı? Dondurmasını Alex'e geri verip sert maskeyi kirletmeyi göze alarak eline aldı. Bir şeylerin kötüye gitmeye başlayışı tam olarak bu maskenin alınış tariyle eşti ve Clementine buna üzülmesi gerekip gerekmediğini kestiremiyordu. Evet bir sürü kötü şeyin başlangıcıydı ama, güzeldi. Pişman olmadığı şeylerdi. Hayatının en boktan, en berbat, en güzel zamanlarının nedeniydi. Acaba Cleo Alex'in durumundan haberdar olup onu aramış mıydı? O an için merak ettiği şey bu olsa da Alex'in daha önemli, Cle için daha da suçlu hissettirici soruları vardı. "Ben- şey" Aniden Alex'in elindeki dondurmayı aldı, yerinden kalktı ve gidip en yakındaki çöp kutusuna attı kendisininkiyle birlikte. Parmaklarını temizledi uzun uzun, utanmasa eğilip ilerideki kediyi çağıracak, onunla ilgilenecekti. Ama geri dönmesi gerektiğinin farkındaydı, ve itiraf etmesi gereken şeyler vardı. "Dondurmayı boşver," dedi en sonunda yanına, eski yerine döndüğünde ve gri maskeyi eline yeniden alabildiğinde. "evde zaten seni bekleyen birkaç kutu var, bir haftadır her gün yenisini alıyorum. Doksanımızı beklemek zorunda değiliz." Alex'in yüzündeki ifadeye bir aptal gibi bakmaya devam etmesinin anlamı yoktu, konuyu daha salak yerlere çekmeye çalışmakla uğraşmadı bu yüzden. "Biliyordum." dedi kısaca, net bir biçimde. Tabii ki bilecekti. Alex'i hayatının en önemli şeyi haline getirdiği yıllar, Cleo'yu uzağa, yani mesafelerin getirebileceğinden daha uzağa götürememişti ki? Alex olmasa o törende, nikahta ya da evlilik anında-Cleo'yla düğünü hakkında konuşma fırsatı edinememişti, bulunanlardan biri olacaktı. Hatta en önemlilerinden biri olacaktı. Ama arada Alex gibi bir neden vardı ki, Cle'nin bir düğün için, bu düğün kardeşi gibi bildiği birinin düğünü bile olsa, bir tören için çiğneyemeyeceği bir gerçekti. Alex'in üzülmesini engellemeye çalışmayı o maskenin atıldığı günden beri en önemli görevi, hayata gönderilme nedeni olarak benimsemişti, bunu artık Cleo bile biliyordu."Bunu benden öğrenmeliydin. Ama söyleyemedim Lex." Özür dilemeliydi, dileyemedi, dondurmaları attığı için geçmişteki gibi onları da kullanamıyordu. Parmaklarını maskenin işlemelerinde gezdirdi. "Bunu bana verme nedenin benim aracılığımla onu saklamaya devam edebilecek oluşun mu?" Soru ağzından öylesine dökülmüştü, bunu sormayı planlamıyordu. Ama söyledikten sonra söylediği şeyin mantıklı olduğunu da görmüştü, sürekli birlikte, aynı yerde zaman geçiriyorlardı sonuçta. Ona kalsa maskeyi atmazdı, ama mantıklı olmaya çalıştıkça boka sardığını hissetmeye başlamıştı. "Eğer seni, biliyorsun işte, aramadıysa eğer, duymadığındandır Lex. Duymamıştır. Yoksa sana değer verirdi, Cleo'yu tanıyorsun, böyle bir şeyi bilse, aramamazlık etmezdi." Sesi gittikçe sönükleşip kesilince utanmış gibi gözlerini kaçırdı. En büyük zayıflık anlarını Alex'in karşısında yaşıyor oluşunun ona bir yardımı olmuyordu. Biraz daha güçlü olabilseydi, dünyayı yerinden kaldıracak kadar değil Alex'e karşı iradesini sağlamlaştıracak kadar güçlü olabilseydi, belki zor konuşmalar yapması daha kolay olurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Radyo Programı Sunucusu
 Radyo Programı Sunucusu
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePtsi Ağus. 29, 2011 12:31 pm

Clem cevap vermeye çalışırken Alex içinde büyüyen ihanet duygusuyla mücadele ediyordu. Konu Cleo olunca bilinci gerilere kaçıyor, bilinçaltına sığınıyordu sanki, elinde kalan boşlukla Alex beyinsizce kararlar veriyor ve kaybettiği insanların sebebiyle sahip olduğu boş zamanlarda pişmanlık duyuyordu. Onlarla tekrar karşılaştığında aynı şeyi yapıp durduğundan hep kaybeden taraftı. Clem’in tereddütü düşüncelerini doğruluyordu. Yüzüne karşı bunu kendisine nasıl yaptığını bağırmak istiyordu ama öte yandan, Clem’di o. Uzun zamandır özlediği Clementine’i idi. Oh my darling, oh my darling, my Clementine… Neden olduğunu anlamıyordu, düşünemiyordu. Bir şey demesine fırsat kalmadan Clem elindeki dondurmayı kaptığı gibi çöpe yürüdü. Dondurmayı elinden almasını bile mesele yapabilecek gibi hissediyordu. Öğrendiği ilk anı düşündü. Hatırladığı tek şey dışarıdan cama vuran yağmur sesiydi. Ah bir de telefondan gelen erkek sesiydi. “Alo? Alo Alex? Alo? Kapattı herhalde…” Beyninden vurulmanın nasıl bir deneyim olduğunu henüz keşfetmemişti ama o anki hissettiği şeyin bu olduğuna emindi. Belki biraz daha acısız olanı, zira o kadar uyuşmuş hissetmişti ki bir kaza sonucu bacağı kopsa ruhu duymazdı. Uyuşukluk devri içinde geçen uyuşuklu devri. Bir derin dondurucuda yaşamak gibi, tek fark varsa bile cehennemlik olan ruhunun bile donmuş olmasıydı. Neyse ki o üzüntülü halinin ilk safhaları geçmişti. Yoksa Clem’e düşüncesizce neler diyeceğini kendisi bile bilmiyordu. Ama en nihayetinde Clem’di o. Ne diyebilirdi ki ona?Oh my darling, oh my darling, my Clementine…

Döndüğünde dondurmadan bahsediyordu. Alex düz bir bakış attı, dondurmadan bahsetmek istemiyordu. Aslında dondurma gittiğine göre kendine bir sigara yakabilirdi. Öyle de yaptı. Duman turuncu ağırlıklı göl manzarasına dahil oldu. Ne söylemesini bekliyordu ki, dondurma çeşitleri, dondurma markaları? Merhaba Clem, Cleo’nun evlendiğini öğrendim ama dur bir saniye Manhattan’da çok güzel bir dondurmacı var, haydi ondan bahsedelim! Tek bir cevap istiyordu ve cevabını aldı. Biliyordum derken yüzünden okunan utanç… Alex nasıl Clem’e sarılmayı ve ondan uzaklaşmayı aynı anda isteyebildiğini düşündü. Ona sarılarak uzaklaşabilir miydi, onu kendisiyle getirmeden. Hala bunu nasıl yapabildiğini düşünüyordu. Mantıklıydı, Alex’e planı söylediği anda İngiltere’ye uçak bileti alıp düğüne gitmesi bir olurdu. Düğünde muhtemelen kendine engel olacağını söyleyip dururdu ama doğrusu onu papazın yanında ‘müstakbel’ kocasının karşısında gördüğü anda kimi öldürmek istediğine karar veremezdi. Clem’in yaptığı en doğrusuydu ama Alex bunun bilincinde olmasına rağmen içten içe köpürüyordu. Kime kızması gerektiğine karar verememişti, Cleo’ya mı Clem’e mi, çünkü ikisi de suçlu değildi. Alex her zamanki gibi kendisine kızmaya başladı. Alex ona kızmaya hazırlanmıştı ama Clem’in söylediği şey kelimelerin boğazına dizilip düğümlenmesine sebep oldu. Kızgın bakışı kendini kumsaldan çekilen dalgalar gibi şaşkınlığa bıraktı. Ağzını bir şey söylemek için açtı ama Clem’in devam etmesi onu dilsiz bırakmıştı. Tekrar konuşmak ister gibi bir hareket yaptıysa da konuşamadı. Sözcükler aklından siliniyor gibi hissediyordu. Duruma uygun hiçbir tanım, betimleme kullanamazmış gibi. Clem sessizliği üzerine tekrar açıklama yaptı. Buna söyleyecek lafı vardı, ne de olsa foyası ortaya çıkmış gibi hissettiren bir şey değildi. “Beni arar mıydı??” Sarkastik bir kahkaha attı, içten kahkahası ne kadar insanın içini ısıtıyorsa bu da insanı o kadar irite eden cinstendi. “Beni ara mıydı?! Ciddi misin Clem? Hayır, beni aramazdı! Bunu yapsa bile tek amacı yüzüme vurmak olurdu!” Sesini incelterek Cleo’nunkine benzetti. “Merhaba Alex, beni hatırlıyor musun? Elbette hatırlıyorsun. Şey demek için aradım, hatırlıyor musun beni deli gibi seviyordun? Hala mı, güzel! Çünkü ben evleniyorum. Sefil hayatında başarılar!” Sesinin ne kadar yüksek çıktığını anladığında gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözleri yaşarmıştı ama suçu rahatlıkla rüzgara atabilirdi. Sonbahar mevsimiydi sonuçta, alerji mevsimi. Sözlerini kafasında yeniden tarttığında uzun süredir kendi hariç itiraf etmekten kaçındığı bir şeyi bağırarak, Cleo’nun sesinde de olsa bağırarak, söylemiş olduğunu fark etti. Hatta bunu okul yıllarından beri ilk defa söylüyordu. Gözlerini hızla açıp Cleo’nun tepkisini anlamaya çalıştı mimiklerinden. O utangaç hali çok tatlı görünüyordu ama bunu kendine sakladı. “Bak, ben… Her neyse.” Geçiştirmeyi düşündü. Hatta kalkıp gitmeyi. Clem’den kaçmayı, babasının evinde yaşamayı. Arthur dememiş miydi zaten, başkalarıyla yaşamak zor olur. Bunu Clem için yaptığına inandırabilirdi kendini. Şimd gidebilirse, ayağa kalkıp iki adım atması bile cesaretlenmesi için yeterliydi. Sadece iki adım…

Ama yapamazdı. Cleo onu yarım bırakan şey olmuştu. Öteki yarısını kaybetmemek için Clem’e ihtiyacı vardı. Clem’i de kaybetse hiç olacağını biliyordu. Saçma saplantılar için Clem fazla değerliydi. Saplantıları ve gururu yüzünden Cleo’yu kaybetmişti zaten. Şimdi Cleo için Clem’i kaybetmek anlamsız geliyordu. Gözlerini hafiften dalgalanan gölden ayırıp Clem’e çevirdi, kollarını dizlerine koyup ellerini önünde kenetledi. “Hayır hayır, her neyse değil. Diğerlerine bunu söyleyebilirim ama sana söylemeyeceğim. Zaten biliyorsun, bunu yalanlamamın alemi yok. Aslında bir şey dememe gerek bile yok. Beni benden bile daha iyi biliyorsun, değil mi?” Buruk bir gülümsemeyle baktıktan sonra iç geçirdi. Hava soğuktu ve içini titretmişti. “Maskeyi almanı istiyorum çünkü sanırım haklısın. Onu kendimden uzak tutarak sende muhafaza etmek istiyor olabilirim. Cleo’dan kaçmak için çok uğraştım, aslında bu uğurda birçok kişiyi üzmüş de olabilirim. Olabilirim değil hatta, baya insanı üzdüm. Bencilin tekiyim, kabul ediyorum. Ama ne kendimden uzaklaşabildim ne ondan. Ben buyum Clem, dedim ya, ben Cleo’nun arkasında bıraktığı çöp parçasıyım. Hala bazen yüzünü görüyorum. Çiziyorum da, odam, yani eski odam, resimleriyle dolu. Rüzgarda dalgalanan kırmızı kurdelesi geliyor falan aklıma. Üzgünüm. Her iki sebepten de, onu hala sevmekten ve Cleo’nun evlenmesinden. Bunu bana nasıl yapar? Nefret ediyorum ondan...” Son cümlesi o kadar alçak sesli çıkmıştı ki fısıltı gibiydi, belki ondan da alçak. İçinden söylediği bir şeyin yankısı gibi. Tırnaklarının diplerini yoldu bunları söylerken. Hala algılayamıyordu. Kendisini hovardalıkla suçlayıp gidivermişti. Onu kendisinden daha fazla seven biri çıkamazdı. Hiç şansı olmamıştı bile. Tek bir hata, ufak, saçma bir sebep. Belki de sevgisizliğine bahaneydi bu. Terk edip gitmesi. Evet, belki de Alex hiç sevilmemişti. Zaten bundan uzun zamandır şüpheleniyordu, çıktığı ve yattığı bütün kızlar, belki de sadece dedikodulardan etkilenip yüz vermişti kendisine. Bir tek Clem’in onu sevdiğine emindi o da istediği şekilde değil. Vişne ve Votka’dan da benzer bir sevgi görüyordu.
Belki de o sevgiyi sevmeliydi. 80 yaşına kadar Clem’le yaşayıp 9 kediye sahip olmalıydı.
“Thomas nasıl?” Aniden soruvermişti, sorduğu şeyin farkına sonradan vardı. Kaşarını kaldırıp dudaklarını büzdü ama çoktan sormuştu. Ve cevabı da merak ediyordu…biraz.



En son Alex Mclain tarafından Perş. Eyl. 01, 2011 8:24 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://lc-rpg.yetkin-forum.com/nternet-siteleri-f158/wwwtilkiblo
Clementine Crandal
Film Yıldızı
 Film Yıldızı
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 30
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimeÇarş. Ağus. 31, 2011 2:14 pm


Konuştukça çirkinleşen yakışıklı adamlar vardır. Sayıları az da değildir üstelik. Ancak Cle'nin övünerek söylediği gibi, Alex onlardan değildir. En azından onun gözünde değildir, ancak Cle diğerlerinin de böyle görmediğini düşünür. Kendini çirkinleştirebilseydi, onunla yatmazlardı, peşinde koşmazlardı mantığını benimsemiştir. Ona göre Alex, onun Alex'i kesinlikle mükemmeldir. Aşırı sarhoş olup bara tırmandığında da, her gece farklı bir yatakta uyandığında da, kavga ederken de. Ya da küfrederken. Bağırırken. Gururu yüzünden bir domuz gibi davranırken de öyledir. Cle'ye onu kötüleyemezsiniz, onun için her zaman Alex'in adını koyamadığı insan üstü bir mükemmel tarafı vardır ve bu yüzden olduğundan kötü görünmeyi başaramayacağını düşünür. Sanki hep en iyi, en harika olmak zorundaymış gibi değil de, öyleymiş gibi davranır ona. Alex kendini itin götüne soktuğunda da ona verecek yanıtları vardır mutlaka hazırda. Kimi ezberdendir, kimi o an gelişir ama onun Alex'ine kimse laf söyleyemez, söyletmez. Alex'in bile bu özgürlüğü yoktur, Cle'nin yanında kendi hakkında söylediklerinde dikkatli olmaz zorundadır yoksa kendini kafası çikolatalı dondurma kovasına gömülmüş olarak görmeye, omzunun kız tarafından morartılmasına, saçının çekilmesine ya da alaylı küçük tokatlara katlanmak zorundadır. Dünya üzerinde Alex Mclain'e kızdığında, tarafından üzüldüğünde ya da sadece alay etme amacı taşıyarak onun hakkında kötü ya da gerçek dışı yorum yapabilme hakkına sahip olarak gördüğü tek kişi vardır, kendisi.
Yine de o an, Alex için düşündüğü bütün şeylerin gerçekliğine rağmen tek istediği sakinlikti. Bağırmaması. Bağırmasıyla bir sorunu olduğundan değildi, istese susması için karşı bağırışa geçebilecek ses tellerine sahipti. Ama Alex'in bu gerginliği onu rahatsız ediyordu, bu sinir anı, bu stres, yaşadığı suçluluk duygusu ve ne söylemesi gerektiğini bilememe hissi onun oturduğu kıvranmasına neden oluyordu. Alex'in bağırmasının bitmesini bekledi. Claudia'nın acımasız bir taklidini yapışını izledi. Tek bir şey söyleyemeyecek halde olmasına rağmen ağzının içinde geveledi. "Öyle değil." Öyle değildi de işte, ama söyleyemiyordu ki. Bilmiyordu sanki Cleo'nun yapısını, inadını, gururunu, çabuk parlayan öfkesini. Ama Cleo hiçbir zaman Alex'e o sözleri söylemezdi. Yani tamam, canice cümleler kurduğu olmuştu ama bunu da yapmazdı, emindi. Clem o an için bir şey yapamamanın acınası halinde oturduğu yerde iyice küçülmüş, karşısında uğruna yapamayacağı şeyin olmadığına inandığı adamın öfke nöbetinin dinmesini bekliyordu. Aniden ona dönen suratın kendisinde gördüğü korku, şaşkınlık ya da pişmanlık nedeniyle sakinleşmeye çalışmasını izledi. Geçiştirme cümlesine, gergin tavırlarına, huzursuzluğuna ve aniden gözlerinin içine bakan gözlerin duygu yoğunluğuna odaklandı ve en yakın arkadaşının kendi kendini susturuşunu hafifçe gülümseyerek izledi. Söylediği her sözcük, kurduğu her cümle için bir tokat yemesi gerektiğini düşünüyordu. Kendisini kötü görmesi, bencil olduğunu düşünmesi, aşağılaması... Bütün bunlar Clem'i deli ediyordu. Eğer kendisini benim gözlerimden görebilseydi tek başına dünyayı değiştirebileceğine inanmaya başlardı. Tamam yanlış şeyler yapmıştı, azıcık inatçıydı ve gereğinden fazla gururluydu.Ama o bencilse, Clem neydi bilemiyordu. Yani böyle bir olayda bile yalnız kalmaya, Alex'in kendisinden uzaklaşmasına isyan etmişti.O bunları söyleyemeden nefretin sözde itirafını duyunca duruldu. Alex yalan söylüyordu, işin kötü kısmı gerçekten nefret ettiğini sanarak bunu söylüyordu. Onun suçlu, üzgün ve hatta Clem'e kalırsa fazla masum tavrını görmeye dayanamıyordu. Ancak o gün oldukça yavaş algıladığını, yavaş hareket ettiğini düşündüren üçüncü bir hamleyle Alex o bir şey yapamadan Thomas'ı sordu. Thomas'ın yüzü gözlerinin önünden bir an için geçince Clem aptallaşıp boş, düşünmeden baktı bir süre. Thomas Wilson, Clementine için uğruna ağlanabilecek ikinci önemli erkekti. Ağladığından ya da ağlattığından söylemiyordu bunu, Thomas için ağladığında, göz yaşlarına değdiğini, onları boşa harcamadığını hissederdi. Bir de Alex için ağlamış olmak onu rahatsız etmiyordu, onun dışında zaten nadiren ağlar, ve bunu yaptığında da salak olduğunu düşünerek kendine kızardı.
Thomas için söyleyecek çok şeyi vardı, ama hiçbir şeyi yoktu o an için. Tutup böyle bir anda ilişkilerinden, gidişatından, Thomas'ın yoğun çalışmasından bahsedecek değildi. Ya da ona verdiği değeri, birlikte geçirdikleri güzel günleri anlatacak da değildi. Aslında bunların pek çoğunun canlı tanığı ya da birinci elden dinleyicisi olan Alex'e bunlardan bahsetmesine de gerek yoktu. Ama o an, o soruyu beklemiyordu. Hafifçe gülümseyerek geçiştirdi soruyu. "Aferin kovboy, konuyu değiştirerek günü kurtardın." Alex'in gölden kendisine doğru çevrilen bakışlara sadece birkaç saniye baktıktan sonra omuz silkti. "Ne? Kötü olsa haberin olmaz mı sanıyorsun Lex. İyi, ülke dışında. Hatta şu an uyuyor bile olabilir. Mümkün edebildiği en kısa zamanda seni görmeye geleceğini söyledi. Başka ne anlatmamı istersin?" İsyan ediyor değildi, bir şey sakladığı da yoktu. Ama o soru o ana uygun düşmüyordu. Lex'in başarılı konu değiştirmelerini bildiğinden pek de şaşırmamıştı ama biraz daha içini dökeceğini düşünüyordu konuşmanın konusuna bakınca. Ağzını açtıktan sonra bir şey söylemeden geri kapatan adama gülümseyerek baktı ve omzunu tutarak öne eğilen bedenini oturduğu yerde doğrulttu. "Güzel. Şimdi senin pek sevmediğin bir şeyi yapacağımdan, en azından sabit durmanı istiyorum." Alex'in kalkan kaşlarına hafifçe gülerek kollarını ona doladı. "Sarılmaktan bahsediyorum Lex." Bir süre öyle kaldı, ayrı geçirdikleri bir haftanın özlemini dindirmeye çalıştığı falan yoktu, bunu deneyecek olsaydı orada en azından bir hafta sarılarak beklemeleri gerekirdi. Kollarını çözmeden, kulağına yakın olduğu için yüksek bir ses çıkarmamaya çalışarak yeniden konuştu. "Şimdi beni itebilirsin. Eğer kontrolü bana bırakırsan birkaç gün boyunca senden ayrılmayı önermeyi düşünmüyorum çünkü." Duyduğu gülüşle birlikte kollarını geriye çekti ve karşısındaki adama baktı uzun uzun. "Özlemişim Alex." Bir an için kediler de diyecekken duraksadı ve aklına aniden geldiği için konunun ortasından alır gibi pat diye devam etti konuşmaya. "Bundan sonra arayanlara verecek bir yanıtım olacak. Alex iyi ama beni sizden çok seviyor o yüzden ben yapabilirken siz ona ulaşamazsınız." Alex'in sorusuna hafifçe sırıttıktan sonra umutsuzmuş gibi başını iki yana sallayarak konuşmaya devam etti. "Üzgünüm Lex, bu gerçeği daha fazla saklayamadık. Tek yumurta ikizi olduğumuz basına sızmış." Lex'in inatla anlamadığını görünce gözlerini devirdi. "Aynı evde yaşıyoruz, aptal. Bilmeyen var mı sence? Bazen sırf bu yüzden ülkeden gidip manav olmayı düşünüyorum." Dalga geçmiyordu, işinden, Thomas'ın ya da Alex'in işinden, daha doğrusu bu mesleklerin getirilerinden hoşlanmıyordu. Ancak Alex'i o gün görmesi ona iyi gelmişti, onu yanında götürmeyi hedefliyordu gerçi ama bunu başaramasaydı da bir hafta daha o telefonlara katlanabileceğini düşünüyordu. En azından birkaç gün.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
Radyo Programı Sunucusu
 Radyo Programı Sunucusu
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 30/08/10

Geçmiş Zaman Eki Empty
MesajKonu: Geri: Geçmiş Zaman Eki   Geçmiş Zaman Eki Icon_minitimePerş. Eyl. 01, 2011 8:23 am

Geçmiş günler son zamanlarda Alex’in aklına daha bir gelir olmuştu. Düşünecek hiçbir şeyiniz olmadığında bunu çok sık yaşarsınız. Radyo programı sebebiyle hissettiği devinimli iş halinin de buna sebep olduğunu düşünüyordu. Çok şanslıydı dışarıdan bakıldığında. Babasının ölümü hariç her açıdan şanslıydı, kime yakınma benzeri bir cümle etse sokakta açlıktan sürünen insanlar örneği ile karşılaşıyordu. Tüm sebep ve bahaneler sonucunda eskiye olan özlemi aklına gelip duruyordu işte. Eski halini sevmiyordu ama eski halinden pek bir farkı da yoktu. Geçmişten yanında kalan tek kişi Clem’di, belki geçmişe olan sevgisi de Clem’e olan sevgisinden geliyordu. Clem sevmeyeceği bir şeyi yapacağını söylediğinde gözlerini kısıp başını biraz geriye çekti, aklına binbir tür şey gelmişti ve bir çoğu hiç iyi seçenekler değildi. Clem kendini açıklayana kadar dudaklarını büzüp kaşları kalkık bakışını atmaya devam etti, topuklayıp kaçması gerekip gerekmediğini sorguluyordu o an. Tamam hüzünlü anları meşhur bir ikiliydi ama ikisi de dengesiz sayılırlardı, Clem hüngür hüngür ağlarken Alex’i dövebilirdi ve Alex de bunu biliyordu. Sarıldığında hareketsizce durdu, ellerini kızın sırtına koyabilmesi için birkaç saniye geçmişti. Onun kokusunu özlediğini fark etti. Beraber uyumaları gelenek gibi bir şey olmuştu. Bir haftadır hiçbir yastık Clem’in yerini tutamamıştı, kazandığı tek şey boyun ağrılarıydı. Zaten bir haftadır evden çıkmayarak ve kızlara değiştirilmiş klişe sözler söyleyip onları yataklarına çekmeyerek kendi rekorunu kırkıyor sayılırdı. Saçları her zamanki gibi vişne kokuyordu. Her şeyi vişne gibi kokardı zaten, ondan uzun zamanlı ayrılması gerekirse kendini vişne müptelası olarak bulacağından korktuğuyla ilgili sık sık espri yapardı. Gözlerini kapattı, Clem’in rüzgar sebebiyle uçuşan saçları gözlerine giriyordu. Alex belli belirsiz gülümsedi. Cleo’dan sonra dünyada en sevdiği insan Clem’di. Hatta ona da aşık sayılırdı bir yerde, Cleo’ya duyduğundan daha az arzu dolu kocaman bir sevgiydi. O ikisine karşı hissettiği şeyi hiçbir şeye değişmezdi. Clemonu itmesi gerektiğini söylerken Alex homurdandı. Sarılmak bunca zamandan sonra iyi gelmişti ama erkeklik gururunu defansa alıp bunu gizledi. “Ben de seni.” Dedi en içten ses tonuyla. Çoğu insan onu içten sanırdı, özellikle gece kulüplerinde sarhoş ve işveli havaya bürünerek yanına yaklaşan ve muhabbete koyulan kadınlar. Babası da çoğu zaman onu içten sanardı. Cleo tarafından reddedilip kişiliğini herkesin onda gördüğünü savunduğu başka bir kişiliğin ardına sakladığından beri çoğu zaman içtenlik konusunda rol kesen biri olmuştu. Zaten Cleo’dan öncesini Cleo’dan sonrasıyla bağdaştırabilecek tek kişi Clem idi. Bir tek ona eskisi gibi davranır olmuştu çünkü bu yalnızlığın önüne çekebileceği tek duvardı. Ve Clem’e karşı, eve geç gelip sarhoş kafayla saçma bahaneler ürettiği anlar hariç, hep içten olmuştu. Aslında içten olmamak elinde bile değildi çünkü yapmacık bir havayla onu geçiştirmeye kalksa vicdanı onu daha beter hale getiriyordu. “Özleyeceğim tek şeysin zaten. Vişne ve Votka hariç, biliyorsun onları senden daha çok seviyorum.” Sonlara doğru başını sağa sola sallayıp durgun bir ses tonuyla söyledi inandırıcılık kazanmak için. Dalga geçtiğini Clem de biliyordu gerçi ama şakalaşmalar olmadıkça neyin ne anlamı vardı ki?

Clem’in sonra söylediklerine bir anlam veremediğinden son cümleleri polinom soruları gibiydi. Alex matematikte hiçbir zaman iyi olamamıştı zaten. Clem bıkkınlıkla iç geçirip kafasını salladığında Alex yeniden homurdandı. Homurdanmak alışkanlık haline gelmeye başlamıştı. “Geri geleceğim Clem, dert etme şunu. Bavulun hazır bile. Is e do bhaile do chaisle- - Ay, evin sarayındır. Evim sarayım, saray ev - - Her neyse şunu çeviremiyorum tam olarak demek istediğimi.” Soyu çekmek kavramı arada Alex’e oluveriyordu. Genelde kızgınken aksanının kaydığını hissediverirdi. Hepsi o daha sekiz yaşında İrlandalı bacaksız bir velet iken babasının rugy izlemeye puba gitmesi ve pubdaki güruhla kendi yörelerine ait… Immm, küfürlü tezahüratlar etmesi sebebiyleydi. Alex’in okul öncesi öğrendiği ilk şey de babasından duyduğu birkaç açık saçık İrlanda türküsüydü zaten.

Gülerken aniden duraksadı. Birden içini bir korku sarmıştı. Cleo’nun evleneceğini düşünmüyordu ama evlenmişti işte. Clem de eninde sonunda evlenecekti. Başka bir adamla başka bir yerde yaşayacaktı. Çocukları, belki başka evcil hayvanları olacaktı. Alex neşesinin yeniden kaçmaya başladığını hissetti, menapozdaki bir kadın gibi sürekli ruh hali değiştiriyordu. Clem’in evlenmesi Cleo’nun evlenmesinden bile beterdi! Alex korku ve şaşkınlıkla etrafa bakarken Clem’in ne olduğunu sorduğunu duydu. Kendi düşüncesiyle dehşete düşmüştü. Clem’den hiç evlenmemesini isteyemezdi ki! Kendisinin evlenmeyeceğini biliyordu, hele Cleo tabiri caizse “başkasına vardıktan” sonra. Clem’in de bir gün gideceği düşüncesi… Evet ansızın sıyıracak gibi hissetme düşüncesi buydu. Başını hızla çevirip Clem’e baktıktan sonra beklenmedik bir anda farkında olmaksızın bağırdı. “Clem! Evlensene benimle!” İlk sessizlik anında söylediği şeyi mantıklı bulduysa da Clem’in yüzündeki ifadeden ve o öneriyi dehşet derecede komik bulduğundan neredeyse aynı anda katıla katıla gülmeye başladılar. Alex başının sızladığını, karın kaslarının dayanılmaz ağrıdığını hissedinceye kadar durmadan güldü, bir yandan hala kendini açıklamaya çalışıyordu. Beceremediğini görünce kendini serbest bıraktı ve neden güldüğünü bile unutana kadar gülmeye devam etti. Başını geriye attığı bir an şapkası başından kurtulup rüzgara katıldı. Alex onu yakalamak için koştuğunda hala gülüyordu. Geri geldiğinde zorla bir nefes aldı ve elinin tersiyle aşırı gülmekten dolayı yaşarmış gözlerini sildi. “Ahahaha, yani demek istediğim… Of, çok güldüm, 1 saniye.” Nefesini düzene sokunca yüzünde kahkahalardan kalma devasa gülümsemesiyle Clem’e baktı. “Demek istediğim, yatmayız. Çünkü biliyorsun Jack Daniels vardı, sen bir ara sarhoştun, ben de sarhoştum da… Hani o olay...” Utanıp gözlerini gökyüzüne dikti ve elleriyle anlatmaya çalıştı ama bu şekilde daha da batırdığını anlayınca ellerini ceplerine saklayıp devam etti. “Anladın işte. O yüzden yatmayız. Beraber uyuruz. Açık ilişki gibi olur, başkalarıyla beraber oluruz ama onları eve sokmayız. Evet bence evlenebiliriz. Yaşlanıp bahçeli bir eve geçeriz. O zaman başka kadınlara gerek bile olmaz zaten. Şehirden ve işten uzaklaşırız, bahçede meyve sebze yetiştiririz. Köpeğimiz olur? Kedimiz de olur ama ben köpek de isteyebilirim. Ben arada yaptığım resimleri küçük kasaba pazarlarında satarım falan. ” Koca sırıtışı yerini gülümsemeye bıraktı. Asla olmayacak şeyleri söylediğini biliyordu. “Düşündüm de... Benim gibi hovardayla kim evlenir ki? Adım çıkmış, sana söylüyorum ölene kadar bekar kalacağım kesin. Ama arada olmayacak şeyler istemek de… Güzel oluyor hani. ” Şapkasını çıkarıp Clem’in kafasına geçirdikten sonra banka bıraktığı biberden bir ısırık aldı. Yağmur toplanıyordu şehir üzerine.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://lc-rpg.yetkin-forum.com/nternet-siteleri-f158/wwwtilkiblo
 
Geçmiş Zaman Eki
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Uzun zaman oldu.
» Geçmiş: Yakın Ama Çok Uzak…
» Kendine çok yakın hissettiğin birilerinin tavsiyelerine ihtiyacın olur her zaman.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Queens :: Kissena Gölü-
Buraya geçin: