İnanılmaz derecede sinirliydim. Belkide Bay Warner'ın işini yapmasına izin vermemek akıllıca bir fikir değildi. Artık yolun sonuna gelmiştim, bunları düşünmek için çok geçti. Starbucks'ın tam önünde durdum. Şanslıydım, trafik söz konusu olmamıştı. Yalnızca yolda gelirken araba tacizcileriyle uğraşmıştım, ki bu zaten kaçılmaz bir olaydı. Kimseyle kavga etmeden, veya tüm adrenalim boşalana dek bağırmadan neyseki kahvemi yudumlamama az kalmıştı.
Gergin gözükmemeye özen gösteriyordum. Sakin tavrımı korumamam gerekiyordu, bir tür plestij. Uzun topuklarım kendimi güvenimi oturtan benzersiz bir parçaydı. Yeni döneme yeni Gri Porsche'mdan inerek topuklarımın sesine kulak verdim. Bu sesi yalnızca benim ayağımdaki topuklardan çıkarken seviyordum. Eksik olmayan kendime güvenen adımlarım ile, kapının önünde durdum.
Kapalı. Buda ne demekti? Süs olsun diye aldığım ve kullanacağımı hiç düşünmediğim saatime baktım. 07:30. Erken gelmiştim. Bu beni kahvemin bol köpüğü kadar köpürttü. Sinsi bir gülümsemeyle camda yansıyan kendime baktım. Kusursuzdum. Hiç bir şey isteklerimi engelleyemezdi. Yeni olan çantamı çok sevmiştim. Onu bir daha giymek istiyordum, ama buda diğer kullandıklarım gibi çöpe gidecekti. IPhone'umu çıkardığım anda elimde titredi.
LCnews'den yeni bir haber. İki yeni kavga. Bir kahkahayı bastırdım.
Tanrım! Sen beni Lola ve Coco'nun diline düşürme. Gerçi ben Tanrı'nın unutulan kullarındandım. Ne İstesem tersini yapardı. Zaten buda başlıklarından inmememi açıklıyordu. Ama bu yıl; en azından şimdiye kadar her işimden kolay sıyrılmıştım. Telefonu asıl elime alma nedenimi hatırlayarak, danışmanımı aradım. Uzun süre çalması beni sinirlendirdi.
- Bayan Rocha. Starbucks'ın önündeyim fakat henüz açılma saati gelmemiş.
- Anlaşıldı bayan.
- Teşekkürler.
*************
Yaklaşık iki dakika kadar Twitter'ıma gelen mesajlarla ilgilendim...
Hey Pascaline!
@Tanıyamadım?
"Moda festivaline son 22 gün bebeğim!"
@Budala Mike.
"Bu akşam bir şeyler yapalım mı?"
@Kapalıyız.
"Pascaline... Pascaline! Oh, Pascaline... Pa..."
@Canın cehenneme!
Hışırtı seslerine doğru başımı kaldırdım. Tanımadığım bir kızdı, ama büyük ihtimalle Bayan Rocha'nın gönderdiği bir çalışandı. Yeni başlamış olmalıydı, onu buralarda hiç görmemiştim. Aldığı düzensiz nefesler ve anlından damlayan iki nokta koştuğunu gösteriyordu. Baştan aşağı süzdüm. Üstünde mavi bir askılı ve bol paçalı beyaz bir kotu vardı. Modadan haberi olmadığı belliydi. Yeşil kulaklıklı "Ben bir ineğim!" diye bağıran gözlükleri vardı. Çok zararsız gözüküyordu. Zavallı kız. Hiç mi moda dergisi falan okumamıştı? Bu düşünce tüylerimi diken diken etmişti. Siyah saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Boyu kısa, yüzü sevimliydi. Boyu bana değil, normal bir insan için bile kısaydı. Dibine kadar kesilmiş ojesiz tırnaklarıyla kapıyı açarken utançla "Merhaba." dedi.
"Teşekkürler." Soğuk bir cevap vermiştim. Ama öyle alışmıştım ki, bu isteyerek olmamıştı.
"Iıı... Şey..." dedi tereddütle bardakları alırken.
Sabırsızlanmıştım. Ne soracağını biliyordum. "Pascaline. Espresso Martini." Gülümsedim.
Kıpkırmızı oldu. Anlamadığım bir şeyler mırıldandı. Birkaç dakika bekledim. "Buyrun." Yüzüme bile bakamıyordu. Neden bu kadar utandığını anlayamamıştım.
Abartılı bahşişini ve ücretini verdim. "Üstü kalsın." Arabama doğru giderken, kahvemin sakinleştirici ilk yudumunu içime döktüm.