Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alex Quentin
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alex Quentin


Mesaj Sayısı : 29
Kayıt tarihi : 21/02/11

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeSalı Şub. 22, 2011 11:07 am

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? 2qsmkcyxGüzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? 24pggtz


En son Marcus Maoilraen tarafından Cuma Şub. 25, 2011 3:50 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Quentin
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alex Quentin


Mesaj Sayısı : 29
Kayıt tarihi : 21/02/11

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeSalı Şub. 22, 2011 11:30 am

Lanet güneş, neden uykunun en tatlı anlarında uyandırırsın ki beni? Gözlerimi hızla açarak birkaç saniye geniş yatağımda debelendim. Ama ne faydası vardı ki? Sonuçta bir kez uyanmıştım ve uykum tamamen kaçmıştı. Sessizce inleyerek çarşafın üzerinden kalktığımda mutfağa doğru ilerledim. Belki bir ara kendime hizmetçi tutabilirdim. Sonuçta bir erkeğin tek başına yaşaması pek de kolay değildi. En azından temizlik için birisi gerekliydi. Belimden aşağıya kayan eşofmanımı yukarıya doğru çekerek masanın üzerinde duran telefonuma doğru ilerledim. Bir yeni arama, gecenin bilmem kaçında gözlerimi kırpıştırdığımda ekranda yazan kocaman Juliet ismiyle karşılaştım. İşte bu kötü olmuştu, eğer Juliet'in telefonlarına cevap vermiyorsanız eh azarlanmaya hazır olun derim! Parmaklarım bir cevap yazmayı beklerken aklıma gelen bir fikirle tamamen uyandım. Bir sabah koşusundan daha iyi ne olabilirdi ki? Dolabıma doğru birkaç adım attığımda elime gelen başka bir eşofman -fakat bu seferki temiz- ve beyaz bir t-shirt ile odada buldum kendimi. Bir çırpıda üzerimi giyinip kapıdan kendimi atmadan önce sonunda Juliet'e mesaj gönderdim. Hangimizin Central Park'a daha önce ulaşabileceğini görmek için sabırsızlanıyordum. Anında gelen cevaba karşılık yazarak sokağa fırladım.

Elimde iki kahve bardağı ile taş zemin üzerinde hızlı adımlarla yürürken henüz gelmemiş olan arkadaşımı geniş bir ağacın gölgesi altında beklemeye karar verdim. Sereserpe çimenlere uzanırken etraftakilerin bana tuhaf tuhaf bakması umurumda bile değildi. Dudaklarıma götürdüğüm sıcak kahvenin yakıcı ve etkileyici tadı dilimin altında erirken boynuma sarmış olduğum beyaz havlunun pürüzlerinde geziniyordu parmaklarım. O an güneşin ışıklarını kesen sarı saçları görmemle yüzüme kocaman bir gülümsemenin yayılması bir oldu. Kafamı kaldırarak bedenimi dikleştirdim ve yanıma oturan kıza eğreti bir biçimde sarıldım. '' Nerede kaldın seni salyangoz? Bir an hiç gelmeyeceksin sandım. Her neyse kahven de hazır hadi şunları bitirelim de koşuya başlayalım olur mu?'' Uzun parmaklarımla dumanı tüten bardakları işaret ettim. Benimki neredeyse yarısına kadar inmişti. Evet, bazen ne kadar hızlı bir içiçi olduğumu görüp ben de şaşırıyorum. Kendimi tekrar çimenlerin üzerine bıraktım. Hafifçe esen rüzgar yeni bir günün başlangıcıydı ve bu günün iğrençleşmesini engelleyecektim en azından bu seferlik.

Aramızdaki sessizlik bozulmadan devam ediyordu ve ben bu durumdan oldukça memnundum. Bardaklar neredeyse bitmek üzereydi. O an bundan birkaç yıl önce -henüz ilkokuldayken- yaptığımız yıl sonu gösterisi gelmişti aklıma. Kocaman kırmızı şapkasıyla ne kadar da şeker olmuştu Juliet. Ben de onu yemek için sabırsızlanan kurt. Dudaklarımdan fırlayan anlık bir kahkahaya engel olamadan ona doğru döndüm. Ağzının kenarında birikmiş kahve ile daha fazla genişleyen gülümsememe engel olamamıştım. Her an hazırlıklı olmak için yanımda taşıdığım selpaklardan bir tane çıkartarak ağzını sildim. Sanki o küçücük bir kız çocuğu ben ise abisi idim. Avucumu yumuşacık saçlarında gezdirerek onları karıştırdım ve onu gıcık edeceğini bildiğim tebessümümü kondurdum dudaklarıma. '' Şu yıl sonu gösterisini hatırlıyor musun, kırmızı başlıklı kız?'' Tekrar bir kahkaha ve omzuma geçirilen bir dirsek. Artık ne kadar acıtabilirse, siz düşünün!

Sonunda kahvelerimiz bitmişti. Uzaktan atış yaparak çöp kutusuna yolladığım plastik bardaklara gururlanarak bakarken, Juliet taş zemin üzerine çıkıvermişti yeniden. Önce ısınmalıydık sonra ise belki yarış faslına geçebilirdik. Onu biraz daha sinir etmeye çabalayarak yavaş adımlarla yanına yürüdüm. ''Hâlâ cevabımı alamadım, kırmızı başlıklı kız?'' Şimdi ağır adımlarla yürüyorduk, sanırım birkaç tur sonra yavaş yavaş koşmaya da başlayabilirdik. Derinden bir nefes alarak ona bakmaya devam ettim. Aramızdaki ilişki abi-kardeş varimsiydi ve onu sinir etmeye bayılıyordum!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeSalı Şub. 22, 2011 12:04 pm

Göz kapaklarından içeriye sızan güneş ışığıyla uyanmıştı yeniden. Gökyüzü her zamanki canlılığıyla anlatıyordu güzel bir gün olacağını bugünün. Kulaklarından içeri dolan müzikle rahatlıyordu o sabah. Neden bu kadar mutluydu? Aslında o anki ruh halini anlatacak olan kelime değildi mutluluk. Huzurdu bu. Telaşlı değildi, yorgun ve bitkin hiç değildi. İyiydi işte. Yumuşacık ipek yorganlarının arasından çıktı. Parmak uçlarında kalktı ayağa. Yavaşça ilerledi cama doğru. Evinin şehrin içinde olması bir yana, ağaçlar ve yeşilliklerle dolu bir bahçeyle çevrili olması çok hoştu. Camı yavaşça açtı ve temiz havayı doldurdu ciğerlerine. Tam o anda anlamıştı, bugünü evde geçirerek ziyan edemezdi. Birilerine haber vermeden önce yenilenmesi gerekiyordu. Önce yüksek seste bir müzik -annesinin dinlediği klasik şarkıların dışında, daha canlandırıcı bir müzik zevki vardı Juliet’in- açtı. Şarkının sözlerine eşlik ederek banyoya girdi. Sıcak suyun teniyle temas etmesiyle aklındaki tüm düşünceler uçup gitmişti adeta. Yavaş nefesler alıyor, suyun tadını çıkartıyordu. Şarkı sözleri otomatik olarak süzülüyordu dudaklarının arasından.

Hurry up, hurry up
If you ever really cared about me
Tell the truth, give it up
You're still guilty 'cause you're stuttering


Bu şarkı her zaman anlamlı gelmişti ona. Nedenini bilmiyordu ama bu şarkıyı söylemek, onun için önemliydi. Nedensizce. Saçlarındaki köpüğü akıttı, iyice durulandı ve çıktı. Yumuşacık bornozunu geçirdi üzerine. Çiçek kokuları dolmuştu burun deliklerinden içeri. Derin bir iç çekerek telefonunu attığı yatağa doğru yürüdü. Eline almasıyla mesajın gelmesi bir olmuştu. Ekranda beliren ismi gördüğünde çok mutlu olmuştu. Önceki gece Marcus’u aramış ancak cevap alamamıştı. Hemen mesajı açtı ve mırıldanarak mesajı okudu. Yürüyüş mü? Neden olmasın diye düşündü dışarıdaki havaya bakarak. Hemen cevap yazdı ve telefonu tekrardan yatağın üzerine attı. Tüm dolabı altüst etmişti bir eşofmanı bulabilmek için ama sonunda bulmuştu. “ Tanrım! Kilo almama şaşmamalı, ne kadar oldu koşuya çıkmayalı?! “ diye söylendi. Elini karnına götürdü. Neyse ki hiçbir şişlik yoktu. Aynadaki çatık kaşlı haline gülümsedi. Büyük bir aceleyle eşofmanını geçirdi üzerine. Eğer geç kalırsa biliyordu ki Marcus yine gıcık edecekti onu. Ama hoşuna gidiyordu bu abi tavırları.

Saçlarını kuruttu ve her zamanki gibi açık bıraktı. Böylesi daha rahattı ama yine de yanına toka almayı ihmal etmeyecekti. Ne olur ne olmaz? Eğer Marcus yarış yapmayı teklif ederse –ki Juliet, edeceğine emindi- saçlarını toplaması gerekebilirdi. Kahvaltı etmeye zamanı yoktu. Kapıdan çıkmak üzereyken ikinci bir mesaj gelmişti. “ Salyangoz öyle mi? Göreceğiz! “ diye düşündü dudakları yavaşça kıvrıldı yukarıya doğru.

Marcus’un çoktan varmış olduğuna emindi. Ne kadar hırslı olduğunu iyi biliyordu. Kesin Juliet’ten önce gidebilmek için önceden hazırlanmış ve en son haber vermişti. Central Park’a vardığında adımlarını yavaşlattı. Marcus’u görebilmek için bakındı etrafına ve ardından onu gördü. Elinde iki kahve bardağıyla, bir ağacın gövdesine yaslanmış oturuyordu. Adımlarını sıklaştırdı ve yanına gidip oturdu. Birbirlerine sarıldılar. '' Nerede kaldın seni salyangoz? Bir an hiç gelmeyeceksin sandım. Her neyse kahven de hazır hadi şunları bitirelim de koşuya başlayalım olur mu? '' dedi elindeki bardakları göstererek. Juliet kahveleri görünce inanılmaz bir sevinç yaşamıştı. Söylediği laflara takılmadan aldı kendisine uzatılan bardağı. Aralıksız içiyordu kahvesini. Bir an önce kahvesini bitirmek ve yürümeye başlamak istiyordu. Aralarındaki sessizlik rahatsız edici değil, daha çok rahatlatıcıydı. İkisinin de bir şey söylemesine gerek yoktu. Az ileride yürüyen insanları seyrediyordu ki Marcus bir kahkaha attı. Kahve neredeyse boğazında kalacaktı Juliet’in. Marcus’a soran gözlerle bakıyordu ki Marcus cebinden bir mendil çıkardı ve Juliet’in ağzının kenarını sildi ardından da her zamanki sinir edici gülümsemesini kondurdu dudaklarına. İşte geliyor! Diye düşündü Juliet. Hangi konunun açılacağını anlamıştı elbette. '' Şu yıl sonu gösterisini hatırlıyor musun, kırmızı başlıklı kız?'' dedi ve kahkaha attı. Juliet kendine hakim olamadı ve dirseğini geçirdi yanında duran Marcus’a.

Kendini hemen kaldırdı ve üzerini temizledi. Isınma hareketleriyle başlayacaklardı, her zamanki gibi. Juliet konunun kapandığını düşünmüştü ki ''Hâlâ cevabımı alamadım, kırmızı başlıklı kız?'' diye atıldı Marcus. Elbette konu kapanmamıştı ve Marcus sorusunun cevabını alana kadar, hatta kendisi bu konunun kapanmasını isteyene kadar kapanmayacaktı bu konu. Kaşlarını çatarak Marcus’a baktı.

“ Evet, Marcus hatırlıyorum. Hadi ama bu haksızlık, o zaman çok küçüktüm! “ dedi ve bir dirsek daha geçirdi çocuğa. “ Ayrıca seni de unutmadık minik kurt “ dedi ve gülmeye başladı. Ne kadar da sevimliydiler. Gülümsemeye devam ederek “ Ee burada durup çene mi çalacağız yoksa ısınmaya başlayalım mı? “ dedi yürürken. Marcus’un hareket etmediğini görünce “ Geliyor musun kurtcuk? “ diye sordu ve bir kahkaha daha attı. Marcus'la uğraşmayı seviyordu. Küçüklüklerinden beri kedi köpek gibi dalaşırlar, yine de birbirlerini çok severlerdi. Juliet yürümeye devam ederken " Nerelerdeydin? Seni uzun zamandır göremiyordum. " dedi. Ses tonunda anlaşılması zor bir ima vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Quentin
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alex Quentin


Mesaj Sayısı : 29
Kayıt tarihi : 21/02/11

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeSalı Şub. 22, 2011 12:36 pm


“ Evet, Marcus hatırlıyorum. Hadi ama bu haksızlık, o zaman çok küçüktüm! “
Küçük çaplı bir kahkaha daha çıkıverdi dudaklarımdan ve sayemde bütün Central Park sakinleri yine bize döndürdü tuhaf bakışlarını. “ Ayrıca seni de unutmadık minik kurt “ Evet, doğru görüyorsunuz yüz hatlarım bozulmaya başladı yeniden. O gün, çok iğrenç bir gündü. Her santimetrekaresi kaşındıran kürkten bir kıyafetle bütün gün sahnede durmak zorunda kalmıştım ve akşam o kadar kızarmıştı ki neredeyse domatese dönmüştüm. Tabii, bu halimle aylarca dalga geçen tek kişi Juliet olmuştu. Aman Tanrım, yeniden kaşınmaya falan mı başlıyorum yoksa? Hafifçe bir iç geçirerek çatık kaşlarımın arkasından baktım ona. “ Ee burada durup çene mi çalacağız yoksa ısınmaya başlayalım mı? “ Kaslarımı harekete geçiremiyorum. Kendimi o kadar sıkmıştım ki sanki kilitlenip kalmıştım. Hafifçe silkelenerek kendime geldiğim sırada Juliet yerinde yürümeye çoktan başlamıştı bile. “ Geliyor musun kurtcuk? “ İkimizin de kahkahası küçük çocuklar gibi ağaçların arasında saklambaç oynamaya çıkmıştı şimdi. Evet, bir kurt olabilirdim ama hızlı bir kurttum. Birkaç adım sonra onu geçtiğimde bakışlarımı bir alaycılık ve sinsilik kaplamıştı. Zaten Central Park'a koşarak gelmiştim yani ısınmaya felan ihtiyacım yoktu bu yalnızca onun içindi ve böylesine iğrenç bir konuyu açarak -ki aslında ben açmıştım, boşverin suç onun- centilmenliğimi parçalamıştı. Kendimi rüzgarın şefkatli kollarına bırakırken neredeyse uçuyordum. Arkamda bana aval aval baktığını da hissedebiliyordum, elbet.

Central Park'ı neredeyse iki kere turlamıştım ve birkaç kez görmüştüm onu. Şimdi başlangıç noktamızda bekliyor ve boynumdaki havluyla vücudum terlemiş olan yerlerini siliyordum. Cep telefonumu çıkartarak kısa bir mesaj yolladığımda bunun onu daha da gıcık edeceğini tahmin edebiliyordum. Aslında bu koşuyu istememin tek nedeni birlikte vakit geçirme ihtiyacımdandı fakat sanırım kibir fonksiyonu yeniden bedenimi ele geçirmişti. Kendime lanet ettim bir kez ve bir kez daha. Sonunda yolun başında bitik bir bedenle karşımda belirince uzun adımlarla yanına ulaştım. Kaslarımı biraz daha gererek kulağına doğru eğildim. '' Bir kurt olabilirim ama o tatlı Jacop'unuzdan daha hızlı olduğumu inkar edemezsin, bebeğim.'' Bana cevap vermediğini görünce yüzümdeki o -banakarşıçıkmamalısın- gülümsememle ona doğru döndüm. Fakat durumu gerçekten kötü görünüyordu sanki günlerdir eroin çekiyordu ve ölümün eşğindeydi. Gözaltları mosmor olmuştu. '' Hey, bebeğim iyi misin?'' Bana cevap vermesini o kadar çok istiyordum ki. Tabii, vücudunda fazlaca kafein ve aç bir karınla onu koşturmak ne kadar doğru olabilirdi ki. Çimenlerin üzerine yatırdığım narin bedenini kısa bir süreliğine yalnız bırakarak köşedeki satıcıdan aldığım simit ile yanına doğru ilerledim. Ne yapabilirim ki, aklıma başka bir şey gelmiyordu işte. O benim kucağımda baygınken ve ben onu ayıltmaya çalışırken arkamızdan gelen bir ses ile o tarafa döndüm ve simasını hatırlayamadığım fakat bizim okuldan olduğunu adım gibi bildiğim kızın sinsi yüzüyle karşılaştım. Cep telefonunun kamerasıyla fotoğrafımızı çekiyordu. Lanet, dedikoducular işte. '' Cehenneme kadar yolun var.'' Öyle bir bağırmıştım ki neredeyse bütün Central Park dinlemişti bunu. Elimdeki simit parçalarını dudaklarından aşağı birbir kaydırırken onları çiğnediğine binlerce kez şükrediyordum.

Sonunda biz öylece dururken, gülümsemesi yeniden belirdi yüzünde ve uykudan yeni uyanmış bebek bakışlarıyla bakmaya başladı bana. '' Evet, ben bir aptalım biliyorum. Seni açken o kadar zorlamamalıydım. Kahvaltı yapmak ister misin?'' Şimdi beni aşağılayabilirdi hatta istediği kadar dalga geçebilirdi fakat umurumda olmazdı. O benim kız kardeşim gibiydi ve o kadar endişelenmiştim ki ben anneme bile böyle değer vermedim hiçbir zaman. Yüzüme stresli tebessümlerimden bir tanesini kondururken yalvarıyordum. Lütfen, lütfen dalga geçmesin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeÇarş. Şub. 23, 2011 8:03 am

Juliet’in ağzından çıkan kelimelerle Marcus’un onu geçmesi bir olmuştu. Anlaşılan çoktan ısınmıştı ve koşuya hazırdı. Marcus hızla yanından geçerken o, yavaş yavaş yürüyordu. Midesi adeta alarm veriyordu. Yemek yemeden spor yapmak ne kadar mantıklı olabilirdi ki zaten? Ama Marcus’un alay konusu olmaya niyeti yoktu, bu konuda hayır. Adımlarını sıklaştırdı ve Marcus’un gittiği yere yöneldi. Midesinden gelen yakınmaları duymazsan gelmeye çabalıyordu. Henüz birinci tur yeni bitmişti, Juliet’te bitmiş durumdaydı. Kesik kesik nefesler alıp veriyor ve Marcus’a lanetler okuyup duruyordu. Bir yandan da kendini azarlıyordu tabii. “ Kafayı mı yedin Juliet? Bu yaptığın ne kadar mantıklı olabilirdi ki zaten? En azından evden çıkarken Claire’nin verdiği kurabiyeleri yesen ölür müydü sanki? “ kendi kendine söylenip duruyordu. Ayaklarını yerden kaldırmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Ayaklarını sürüyerek ilerliyordu.

Soğuk terler dökülmeye başlamıştı alnından aşağıya. Elinin tersiyle yavaşça sildi yüzündeki teri. Midesindeki bulantı artmaya devam ediyordu. Durması gerektiğini bilse de pes etmeyecekti. Marcus’un alay etmesine izin vermeyecekti. Son bir gayretle ayaklarını yürümeye zorladı.

Şimdi neredeyse ikinci turun sonuna gelmişti. Marcus’la aralarında yaklaşık 10 metre olmasına rağmen tek adım bile atacak gücü bulamıyordu kendisinde. Midesi tekrar kasılmaya başlamıştı. Marcus’un kendisine doğru yaklaştığını gördü. Yüzüne her zamanki alaycı gülüşünü yapıştırmış, ukala ukala yürüyordu Juliet’e doğru. Kazandığını belli eden bir dik duruşu vardı. İşte geliyor! Diye düşündü Juliet. Marcus bir şeyler söylüyor ancak hiçbirine odaklanamıyordu. Bayılacak gibi hissediyordu. Tutunacak bir yer bulmalıydı. Marcus durumu anlamış olacak ki yüzü ciddileşti. Endişeli bir ses tonuyla “ Hey, bebeğim iyi misin? “ diye sordu. Juliet ağzını açmaya cesaret edemedi. Boğazı kurumuştu ve sesinin çıkmamasından korkuyordu. Kafasını hayır anlamında salladı iki yana.

Juliet çimlerin üzerinde uzanırken midesinde kıyamet kopuyor gibiydi. Marcus yanında değildi ama nerede olduğunu düşünemeyecek haldeydi. Elini gözlerinin üstüne kapattı. Çok fazla zaman geçmemişti ki Marcus, elinde bir simitle yanına geldi. Lokmalar bir bir boğazından midesine inerken durgunlaştığını hissetti. Yanma yavaş yavaş etkisini kaybediyordu. Marcus’un öfkeyle çıkan sesini işitti kulaklarında. Ne olduğunu bilmiyordu ama önemli olmadığını düşündü. Daha sonra neler olduğunu sorabilirdi ama şimdi midesi daha önemliydi. Midesindeki rahatlamayla birlikte yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. Marcus ciddiliğini koruyordu. “ Evet, ben bir aptalım biliyorum. Seni açken o kadar zorlamamalıydım. Kahvaltı yapmak ister misin? “ sesindeki endişe ve masumiyet Juliet’i mutlu etmişti. Ama bu yaptığını ona ödetecekti. İşte şimdi Juliet’in eline düşmüştü.

Yüzünde beliren gülümsemenin ne anlama geliyordu Juliet. Onu o kadar uzun zamandır tanıyordu ki. Juliet’in tebessümü yerini inci gibi dişlerini gösterecek kadar geniş bir sırıtışa bırakmıştı şimdi. “ Ah ne o kurtcuk, çok mu endişelendin yoksa? Hadi ama bu kadar korkmana ne gerek vardı ki? “ gülmeye devam etse de durumun ne kadar kötü göründüğünü biliyordu. O anki yüz ifadesini tahmin edebiliyordu. Hayalet görmüşçesine bembeyaz olmuş bir yüz, soğuk terler, dudak morluğu ve bitkin bir vücut… Her ne kadar endişesini alay konusu haline getirmiş olsa da, bu onu mutlu etmişti. Gözlerinin içine bakarak sırıtmaya devam ediyordu. “ Elime düştün şimdi Marcus! “ dedi ve bir dirsek daha geçirdi koluna. “ Bir simitle doyacağımı düşünmedin ya? Hadi gidelim, sen ısmarlıyorsun. “ dedi kendini, yattığı çimenden kaldırmaya çalışarak. Marcus, sanki bu konu burada kapanmış gibi gülümseyince, “ Bu konu henüz kapanmadı bebeğim. “ dedi üzerine basa basa.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Quentin
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alex Quentin


Mesaj Sayısı : 29
Kayıt tarihi : 21/02/11

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeCuma Şub. 25, 2011 3:38 am

“ Ah ne o kurtcuk, çok mu endişelendin yoksa? Hadi ama bu kadar korkmana ne gerek vardı ki? “ O an yüzünde oluşan gülümsemeye karşı avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum! 'Çünkü sen benim için çok değerlisin tıpkı küçük kardeşim Marie gibisin ve onu kaybettiğim gibi seni de kaybetmek istemiyorum. ' Ama sustum, çünkü içimdeki bu hisler bütününü birkez dışarıya vurursam gerisinin geleceğini biliyordum. Ardından kendimi durduramayacak kadar acizleşecek ve bir kız çocuğu gibi ağlamaya başlayacaktım. Ah, Marie. Benim melekler kadar güzel küçük kardeşim. “ Elime düştün şimdi Marcus! “ Yüzümün ifadesini yanlış yorumlamış olacak ki dalga geçmeye devam ediyordu ben de durumu ele vermemek için yüzüme en eğretisinden bir tebessüm kondurdum. Göğsüme yediğim ikinci belki üçüncü -saymayı bıraktım- dirseğin ağrısıyla çimlerden kalktım. Birkaç kez pantolonumu silktikten sonra ona doğru döndüm ve ellerimi beklentiyle büktüm. Fakat o kendisi kalkmayı tercih edecekmiş gibi görünüyordu. “ Bir simitle doyacağımı düşünmedin ya? Hadi gidelim, sen ısmarlıyorsun. “ Dudaklarımda hayat bulan neşesiz, yapmacık bir kahkaha duyuldu kulaklarımda. O da bunun yapmacıklığını anlamıştı fakat Marie'yi bilmediğinden bu durumu anlayamazdı. Herhangi bir ilişki kuramazdı. Bir şeyler daha söylemişti fakat beynim bu konuyu eşelemeye o kadar dalmıştı ki çevremdeki hiçbir şey beni alakadar etmiyordu.

Eğer biraz daha böyle durmaya devam edersem şüpheleneceğini bildiğimden, kendime geldim. Yalnızca yanında durmalı şakalarına karşılık vermeli, bazen onu gıcık etmeli ve sık sık gülümsemeliydim. Sonra eve gider istediğim kadar kendi bunalım yorganımın altına kıvrılabilirdim. Dilerdim ki her şey daha iç açıcı olabilirdi, her neyse. Anlamaması için sızlandım ben de. '' Bu davranışlarınız size bir eksi puan daha kazandırırken kahvaltı hakkınızı kaybettiniz, küçük hanım.'' Bir kahkaha daha, en yapmacığından. Sessizce tekrar dua ettim. Anlamasın, lütfen Tanrım. '' Ama bu akşam çıkabiliriz hem ben de kendimi affettirmiş olurum?'' Evet, kesinlikle buradan ayrılmalıydım belki de hemen. Aslında dayanamadığım Juliet değildi, asla da olamazdı zaten. Yalnızca güneş daha bir yakıyordu şimdi, her nefesim boğazımı sıkıyordu. Aletlere bağlı olan Marie'nin yüzü geliyordu gözlerime. Morarmış dudakları ve kızarmış gözleri. Açıyordu okyanus mavilerini en derininden bir bakış yolluyordu bana. Abi beni kurtar, dermişçesine ve ben lanet ediyordum tekrar acizliğime, yitikliğime, aşağılıklığıma.

Hafifçe iç çektim. Aniden bana döndü gözleri, kırık dökük bakışlarıyla kalbimi deldi geçti yine. ''Neyin var, abi?'' Ben ise az önce doktorla konuşmuş olmanın verdiği o ağır yükle kamburum çıkmış bir vaziyette oturuyordum yanıbaşında. Ne annem istemişti ne de babam Manhattan medyasının Marie'yi bilmesini. Kimse bilmiyordu bir kardeşim olduğunu. Bizim ve doktorların dışında kimse görmemişti melek yüzünü, bebeksi gülüşünü. Yalnızdı o, hepimizden çok ve ben lanet ediyordum her gün her gece. Kader, öyle berbattı ki onun gibi narin bir varlığı hapsetmişti yatağa ve belki de ölüme. Hayır hayır, ölmeyecek o! Ardından kafamı kaldırarak başımı sallıyorum iki yana.
'' Hiçbir şey, meleğim. Sen kitabını okumaya devam et.'' Ellerini buluyor yavaşça ellerim ve tutuyor asla bıramak istemezcesine. Gözlerim doluyor. Dayanamıyorum daha fazla. Hızla kalkıyor alnına bir öpücük kondurarak elveda diyorum ona. Çıkıyorum o neşe dolu odadan, normalde kasvetli olur hasta odaları fakat onun varlığı yetiyor. Her yanı bir sevinç kaplıyor ve sanki gülümsüyor duvarlar dudakları yırtılırcasına.


''Efendim?'' Az önce bir şey mi söylemişti? Marie aklıma gelince durduramıyorum ki kendimi. Başımı sallayarak onu dinliyormuş gibi yapmamın bir faydası olmazdı. Konuyu baştan kaybetmiştim. Yavaş adımlarla Central Park'ın taş basamaklarında yürüyorduk. Çıkışa doğru mu gidiyorduk, yoksa öylesine dolaşıyor muyduk? Sanki ben gözlerimi ve kulaklarımı kapamışken dış dünyaya her şey su gibi akıp gitmişti halbuki henüz beş dakika bile olmamıştı. Hafifçe esnedim. Uykum mu gelmişti? Hayır, yalnızca ona yorgun olduğumu belli etmek istiyordum belki bu sayede beni erkenden azad ederdi. Ah, saçmalıyorsun Marcus. Zaten bu buluşmayı isteyen bendim değil mi? Kafamdaki bütün karabulutları bir kenara atarak en içten gülümsememi yolladım sevgili Juliet'e. Bu gerçek bir tebessümdü, çünkü düşünceleri beynimden savmıştım, kafam rahattı. Şimdi ne yapacağımıza karar verebilirdik.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeCuma Şub. 25, 2011 9:51 am

Her ne kadar kendi kuruntusu olduğunu düşünse de fark etmişti Marcus’un kahkahasındaki farklılığı. Belli etmeden inceledi ama hiçbir şey bulamadı. Gözünü ondan ayırmadan yürümeye başlamıştı. Konuşmasını, herhangi bir şey söylemesini beklemişti ancak Marcus kendi içinde bir savaş veriyormuş gibi görünüyordu. Bir şeyler anlamak için baktı gözlerinin içine. Bu çok saçma! Diye düşündü. Nasıl anlayabilirdi ki gözlerinin içine bakarak. Sessiz bir iç çekti yürümeye devam ederken. Marcus’un iç düşüncelerini bölmemek için söylemedi bir şey. Etrafına bakınmaya başladı. Öylece daire çizip duruyorlardı. İnsanlar arada bir onlara dönüyor, bir süre inceledikten sonra kendi işlerine bakmaya devam ediyorlardı. Juliet midesinden gelen gurultuları bir kez daha duymazdan geldi. Sürekli aynı yeri yürümekten sıkılmıştı ve sitem edercesine döndü Marcus’a. Marcus da bir şeyler hissetmiş olacak ki “ Bu davranışlarınız size bir eksi puan daha kazandırırken kahvaltı hakkınızı kaybettiniz, küçük hanım. “ dedi ve bir kahkaha attı. Artık Juliet kesinlikle emindi, Marcus iyi değildi. Ama ne olmuştu ki bir anda? Juliet’e kırılmış olamazdı herhalde? Peki neydi o zaman? Dikkatle baktı en yakın arkadaşına. Juliet’ten ne saklayabilirdi ki? “Ama bu akşam çıkabiliriz hem ben de kendimi affettirmiş olurum? “ dedi. Juliet neler olduğunu anlayamıyordu. Marcus bir an önce gitmek için can atıyor gibiydi. Juliet, Marcus’a neler söylediğini hatırlamaya çalıştı. Onu bu kadar kıracak, Juliet’ten uzaklaşmasını sağlayacak ne söylemiş olabilirdi ki? Gözlerinde bir yanma hissi oluştu. Rüzgar gözüne gözüne geliyor ve yaşarmasına neden oluyordu. Tekrar Marcus’a çevirdi kafasını ve anlamayan gözlerle bakmaya başladı ona.

“ Aslında iyi bir fikre benziyor. Hem bende bir şeyler yer ve sonra da dinlenirim. “ dedi umursamaz gibi görünmeye çalışarak. Biraz incinmişti aslında. Önce buluşmak istemişti, şimdi de bir an önce gidebilmek için her şeyi yapıyordu. Juliet kırıldığını belli etmemek için Marcus’a bakmayı kesti ve etrafına bakınmaya devam etti. “ Ah bu arada biraz önce ne oldu? Birisine bağırdığını duydum. “ konuyu dağıtmaya çalışıyor olsa da gerçekten merak ettiği bir şeydi bu ve unutmadan önce sorması iyi olmuştu. Marcus cevap vermeyince tekrar arkadaşına döndü. Yüzünde hüzünlü bir ifade belirmişti. Endişesini gizleme gereği duymadan “ Marcus! “ dedi onu düşüncelerden ayırmaya çalışırcasına. Neler olduğunu merak ediyor ve sormak istiyordu. Ama Marcus isteseydi zaten anlatmaz mıydı? Kendi kendisine tartışıyordu. Bu bir süre devam etti böyle. İkisi de kendinden geçmiş bir şekilde yürüyordu. Juliet ayağına çarpan taşla kendisine geldi ama Marcus hala düşüncelerinde hapsolmuş durumdaydı. Yavaşça eliyle dürttü.

“ Efendim? “ dedi her şeyden bir haberdi. Juliet sabırsızca gülümsedi. Marcus’un kaçma çabaları yetmezmiş gibi bir de esnemeye başlamıştı. Gerçekten yorgun muydu? Hayır, elbette. Juliet bu kadarını anlayabilecek kadar uzun zamandır tanıyordu onu. İster istemez gözlerini çevirdi. Hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Marcus bu kadar kolay kurtulamazdı. Biraz sinirlenmişti doğruyu söylemek gerekirse. Hatta elleri bile titriyordu sinirden. Hiçbir şey soramamanın verdiği sıkıntı ve ne yapacağını bilmemenin verdiği çaresizlik deli etmişti Juliet’i. Arkadaşını azarlamak için döndü ve karşısında, kendisine gülümseyerek bakan Marcus’u buldu. Dengesiz! diye düşündü. Neyi vardı bu çocuğun? Kafası karışmış bir şekilde baktı Marcus’a. Artık dayanamıyordu.

“ Marcus neyin var senin? Sabah gayet iyiydin ve birden bire kaçmak için bahaneler bulmaya çalıştın. Seni kıracak bir şey mi yaptım? Bak eğer gitmek istiyorsan açıkça söyleyebilirsin, anlarım. “ dedi ve yürümeye devam etti. Gitmesini istemiyordu ama Marcus istiyorsa onu zorla tutamazdı. Yürümek onu daha fazla deli ediyordu. Amaçsızca oradan oraya gidip duruyorlardı. Juliet, Marcus’u kolundan tuttu ve endisine çevirdi. “ Bak normalde olsa görmezden gelebilirdim ama canını sıkan bir şey olduğunun farkındayım. Eğer anlatmak istemezsen önemli değil ama anlatırsan dinlerim, bunu biliyorsun. Şimdi de anlatman gerekmiyor. Sadece biriyle konuşmak istediğin zaman bana gel olur mu? “ dedi. Başka diyebileceği ne vardı ki zaten?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Quentin
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Alex Quentin


Mesaj Sayısı : 29
Kayıt tarihi : 21/02/11

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeCuma Şub. 25, 2011 10:23 am

“ Marcus neyin var senin? Sabah gayet iyiydin ve birden bire kaçmak için bahaneler bulmaya çalıştın. Seni kıracak bir şey mi yaptım? Bak eğer gitmek istiyorsan açıkça söyleyebilirsin, anlarım. “ Gözlerimi kaçırdım gözlerinden. Çünkü biliyordum işlerin daha kötüleşeceğini ve ona karşı bir bahane bulamayacağımı, sonra da gözlerimin dolacağını. Başımı salladım ve gözlerimi yerdeki kuru yapraklara diktim. Rüzgarda hafif hafif sallanıyorlardı her şeyden bir haber. Gülümsedim, gerçekten gülümsedim. Ne güzel olurdu, bilinçsiz ve acısız yaşamak. ''Bak normalde olsa görmezden gelebilirdim ama canını sıkan bir şey olduğunun farkındayım. Eğer anlatmak istemezsen önemli değil ama anlatırsan dinlerim, bunu biliyorsun. Şimdi de anlatman gerekmiyor. Sadece biriyle konuşmak istediğin zaman bana gel olur mu? “ Sanki dalga geçermiş gibi güldüm. Sessiz ama etkili bir gülüştü bu. Fakat gözlerimden acının okunduğunu biliyordum belki de somutlaşmıştı ve açık açık görüyordu her şeyi. Sustum, birkaç dakika boyu yalnızca durdum öyle, sonra onu kenardaki banklara doğru çekiştirmeye başladım. Hayır, bir şey anlatmayacaktım en azından şimdi olmaz. Yani böyle herkesin içerisinde, biri bile duysa ve bizi L&C'ye dedikodu olarak yollasa sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum. Bütün iyi niyetimi kullanmaya çalıştım. İçimdeki karamsarlığı yendim ve yeniden o dalgacı Marcus'a döndüm, en azından Juliet'e karşı öyle olabilirdim değil mi?

Bankın soğuk, tahta yüzeyine oturduğumuzda onu omuzlarımdan kendime doğru çektim. Nefes alışverişleri hızlı ve bir kuşun kanat çırpışları gibiydi. Kulaklarımda o küçük peri kızının sesini duydum yine. '' Abi, hayat ne kadar güzel değil mi? Hele de güneş, ay ve yıldızlar.'' Kafamı salladım iki yana, ah dayanamıyordum artık! Bir tabancayla kendimi vurmayı düşündüğüm zamanlar bile olmuştu ki bu günler çok geride kalmıştı. Nedeni mi? Peşimi bırakmayan anılar ve okyanusun derinliklerinden de mavi gözler. Biraz dinlenmeliydim. Onun benden geçerli bir konuşma beklediğini biliyordum fakat öylece durdum. Sadece nefes alış verişlerimizi dinliyordum. Ardından derin bir iç çektim hafifçe. Aradan zaman geçmeliydi, belki on dakika ya da on beş? Konuşacaktım sadece henüz değil.

Ne kadar geçmişti? Yarım saat? Gözlerimi açtım kapamış olduğum Central Park manzarasına. Hâlâ bekliyordu ve ben orada kendimi dinlerken onun sıkıldığını hissedebiliyordum. '' Artık dayanamıyorum, Juliet. Gerçekten, bu yük o kadar ağır ki!'' Sesim bezgin bir adamınki gibi çıkmıştı, yorgun, halsiz. Hayatın bütün kötülüklerini görmüş, tüm çirkinlikleri tatmış ve elinde yalnızca yaşlılık kalmış bir adam gibi. Bana üzgün gözlerle baktığını biliyordum, benimse gözlerimden birkaç damla düşmüştü bile yanaklarıma doğru. Ellerimle sertçe sildim onları. '' Neyse, üzmemeliyim seni de böyle. Hadi evine götüreyim seni, kahvaltını yap akşam buluşuruz.'' Üzgün ama kararlı gülümsemelerimden biri daha. Belki de en iyisidir, ikimizinde biraz kafa dinlemesi gerekiyor çünkü. Yani Juliet'in fiziksel olarak benimse zihinsel olarak biraz dinlenmem iyi olacaktır. Sıcak bir duş, dumanı tüten bir kahve, güzel bir film.

Kafamı sallayarak kalktım banktan. Gülümsüyordum hâlâ. Çünkü varlığı beni gerçekten gülümsetebilecek yegane şeylerdendi. Onunla olmak, desteğini tüm benliğimde hissetmek. Benden küçük olabilirdi ama bu onun fikirlerine, yardımlarına değer vermeyeceğim anlamına gelmezdi. Her ne kadar yanımda çocukça da davransa onun yaşıtlarından daha olgun bir kız olduğunu biliyordum. Hep de öyle olacaktı, aramızdaki şey bize mahsustu. Böyle davranarak yalnızca bir dakika olsun kaçamak yapıyorduk. Her şeyden, dünyadan, acıdan belki de karamsarlıktan. ''Kalkalım mı artık?'' Bu kadarı yeterdi sanırım. Onu fazla aç bırakmak istemiyordum. Yeniden bayılacak olursa gerçekten bu sefer kendimi tutamayacağımı biliyordum.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?   Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve? Icon_minitimeC.tesi Şub. 26, 2011 5:46 am

Meraktan çatlamak bir yana Marcus için endişeleniyordu. Onu hiç böyle hüzünlü görmemişti. Dikkatle baktı gözlerine, bir şeyler anlayabilecekmiş gibi. Ama tek gördüğü acıydı. Marcus acı çekiyordu ama neden? Birkaç dakika beklediler öylece, hiçbir şey söylemeden ve yapmadan. Ardından Juliet ne olduğunu bile anlayamadan, Marcus onu banklara doğru çekiştirmeye başladı. Karşı koymadı. Belli ki Marcus kimsenin onları duymasını istemiyordu. Marcus’un ruh hali iyice bozulmuş gibiydi. Bazen yüzü gülüyor bazen de sanki işkence görüyormuş gibi acı beliriyordu yüzünde. Juliet’in bile kafası karışmıştı Marcus’un güldüğünü görünce. Artık delirmeye başladığını düşünmeye başlamıştı ki Marcus birden Juliet’i kendisine doğru çekti iyice. Juliet’in kalbi çıkacak gibi atıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışmaktan vazgeçmişti artık. Sadece Marcus’un ona ihtiyacı olduğunu biliyordu. Peki ne yapacaktı. Hiçbir şey söylemeden durdu öylece.

Marcus’un düşünceleriyle yalnız kalmasına izin vermek istemiyordu. Kendine bir şey yapmasından korkuyordu. Sadece beklediler. Belki 10 belki de 15 dakika geçmişti aradan. İkisi de öylece durmuş birbirlerinin nefes alışverişlerini dinliyorlardı. Juliet bu sessizliği bozmak istemedi. Marcus ne zaman anlatmak isterse, o zaman anlatabilirdi. Marcus’un gözlerini kapadığını gördü. Öylece bekledi hiçbir şey yapmadan. Düşünmeye ihtiyacı olduğunu biliyordu Juliet. Sadece bekledi ve Marcus’un kendisini hazırlamasına izin verdi. Peki neydi onu bu kadar rahatsız eden? Bir anda olan bir şey olmadığını çoktan anlamıştı. Bu uzun zamandır devam eden bir şeydi ve Juliet neler olduğunu bilmediğine şaşırıyordu. Acaba hep kendini mi düşünmüştü Juliet bunca zaman? Yoksa Marcus her şeyi içine atmış ve bir sır gibi saklamış mıydı aklının derinliklerinde? Juliet sıkıntıyla iç geçirdi ve Marcus’a döndüğünde gözlerinin açık olduğunu gördü. Anlamayan gözlerle baktı gözlerinin içine. İyi olduğuna dair bir şey söylemesini umdu. İyi olduğunu söylese inanır mıyım? diye düşündü Juliet. Aklında beliren tek bir kelime vardı. Hayır! Öyle olmamıştı da zaten. “ Artık dayanamıyorum, Juliet. Gerçekten, bu yük o kadar ağır ki! “ dedi. Sesi sanki uzun yıllardır acı çekmiş olan bir adamın sesi gibiydi. Acıyı tam kalbinde hissetmişti Juliet. Onu böyle görmek içini parçalıyordu. Bir şeyler yapmak, her şeyin düzeleceğini söylemek istiyordu ona. Ama yapamıyordu. Ne diyeceğini bilmiyor, konuşamıyordu. Marcus’un gözünden düşen birkaç damla yaşı gördüğünde kalbine bıçak saplanmış gibi hissetti. ” Neyse, üzmemeliyim seni de böyle. Hadi evine götüreyim seni, kahvaltını yap akşam buluşuruz. “ dedi acı dolu bir gülümsemeyle.

Marcus’u yalnız bırakmak istemiyordu. Ya kendisine bir şey yaparsa? diye düşündü korkuyla. Kendine hakim olamayarak kafasını iki yana salladı sanki düşüncelerinin bir anda kaybolmasını sağlayabilecekmiş gibi. Marcus’un ayağa kalktığını görünce, ne söylerse söylesin onu zorla tutamayacağını anladı. Belki dinlenmek ikisine de iyi gelirdi. Kim bilir? Anlayışla salladı başını. “ Kalkalım mı artık? “ diye sordu Marcus. Juliet yavaşça kalktı oturduğu banktan ve sıkıca sarıldı dostuna. Her şey güzel olacak! diye tekrarlayıp duruyordu aklından. Bir süre sıkıca sarıldı. Ayrıldığında ufak bir tebessüm gönderdi. “ Sanırım dinlenmek ikimize de iyi gelecek. Öyle değil mi? Ama eğer akşam beni ekersen, çekeceğin var Marcus Maoilraen! “ dedi tehditkâr bir şekilde. Ama gülümsemeye devam ediyordu. Kocaman bir öpücük kondurdu arkadaşının yanağına. “ Akşam görüşürüz! “ dedikten sonra yürüyerek uzaklaştı yanından. Ama son bir kez arkasına bakmayı ihmal etmemişti. Kendisine gülümseyerek baktığını görünce içi biraz olsun rahatlamıştı.

RP SONU.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Güzel bir gece...
» Su Hayattır Hayat Güzel...
» RP güzel olurdu, evet.
» İsim şimdilik yok, gelecekte olabilir
» Rengarenk Boyanmış Sabah

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Central Park-
Buraya geçin: