Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Güzel bir gece... Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Güzel bir gece... Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Güzel bir gece... Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Güzel bir gece... Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Güzel bir gece... Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Güzel bir gece...

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 1:02 pm

Dudaklarının arasındaki sigarayı henüz yarımken söndürdüğünde aslında bu şeyin bütün gerginliğini alıyor olduğuna yemin edebilirdi, direksiyonun başında en azından kazadan beri oturabildiği en uzun süreydi. Hayır, sürmüyordu. Kazadan sonra ağzına ne bir içki almış, ne de araba kullanmıştı. Sadece direksiyonun başında oturduğu süreye alışmaya çalışıyordu. Genç bir çocuktu ölümüne sebep olduğu. Biraz daha küçüktü belki Luther’dan. O geceyi anımsadığı her an olduğu gibi bir ürperti geçti Luther’ın vücudundan, sanki çocuk ondan çaldığı yaşamını geri almaya geliyordu böyle zamanlarda. Alkol aldığından pek hatırlamıyordu öncesini, sadece çocuğa çarptığı an berraklaşmıştı tüm görüntü. O çocuğun yüzü belleğine kazınmış, simsiyah arabasının her yanına gelişinde, hatta çoğu zaman onu rahatsız ediyordu. O gün ve ilerleyen günlerde saatlerce ayağa kalkmasını beklemişti Luther çocuğun. Bir hafta sonra hayata göz yuman çocuğun ardından ailesi kurtarabildiğini düşünüyordu Luther’ın hayatını. Tonlarca para saçılarak elde edilmeye çalışılan bir gelecekti bu… Kendi insanlarının geleceği. Artık hayatına devam etmelisin… Avukatının parasını ödeyip, hak ettiği bir cezadan onu kurtaran ailesinin sözleriydi bunlar. Bir şekilde onu kurtardıklarından ötürü iyi anne baba mı olduklarını zannediyorlardı? Para bu yüzden insanlık getirmiyordu işte, kendileri ve ideolojileri başka değer verdikleri bir şey yoktu. Bu ideoloji doğrultusunda geliştirebilecekleri bir nesil, bir çocuk da onlar için başka bir insanın hayatı ve adaletten önemli olmalıydı zaten.

Bu düşüncelerinin eşliğinde çalıştırmayı denemişti arabasını, anahtarı çevirdiği, motorun o kulaklarından gitmeyen sesini duyduğu an arabadan dışarı fırlamıştı. Biraz uyuşturucu alıp yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Evine girmiş ve çekmecesindeki haplardan birini alıp çıkmıştı. Nereye gideceğini bilmeden öylesine ilerliyordu. Şanslıysa bu gece , tamamen yalnız olacağı bir yer bulacaktı, tamamıyla yalnız… Yaklaşık bir on beş dakika yürüdükten sonra vardığı yerden dolayı hoşnuttu. Dalgaların kumlara vurduğu sahilde, hafif rüzgarlı bir hava karşılamıştı onu. Biraz daha ilerledikten sonra suyun soğuk oluşuna aldırmadan, hapını ağzına atıp beline kadar ilerledi denizin içinde. Elindeki sigara paketinden bir tane daha çıkardı ve ay ışığına karşı, bedeninin yarısı suyun içinde, sigarasından derin bir nefes çekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 2:02 pm

Denizin dibindeki domatesten ne farkları vardı ki? Kendi hallerinde sürünüyorlardı bir nevi. Tıpkı onlar gibi kendileri de akşam geldiği vakit yapayalnızdı. Birkaç gezgin dışında kendisiyle çelişmemeye çalışıyordu fakat namümkün, ne mümkün? Böylesi bir sistem içerisinde özellikle. Gerçi bir başkası hakkında bir başka fikri de yoktu ya; “ Ne nasıl olur? ” diye. Yine de merak ediyordu insan, domates olsa bile “ Suyun üzeri nasıldır? ” diye. Yani kocaman bir taş düşünüyordu üzerinde devasa küçüklükte bir anemon; hoş bir lale. Şimdi bu taş neydi? Balık mıydı? Balıksa, onu hatırlar mıydı eskilerden? Esneme hareketlerinden sonrası biraz flu azıcık da net gibi. Emin olamıyordu çünkü entropiydi bu, durmak bilmezdi. Peki o zaman merak etmez miydi domates suyun altında da olsa “ İnsanlar basit bir kalemle bile nasıl oksimorona giriyorlar? ” diye. Basit bir kalem, altı üstü bir kalem. Suyun altındaki, dibe vurmuş bir domatese hiçbir anlam ifade etmeseydi de basit bir kalem.

Uyandı. Kendinden geçmiş olduğunu kumların üzerinde duran, elinden kaymış plastik ince çubuğu fark edince anladı. Havanın neredeyse çıplak bedenini yaladığını hissediyordu. Bol, siyah, uzun, ince askılı bir tişört ve iç çamaşırları. Üstünde olan tek şey bunlardı.Tıpkı yattığı zemin gibi ıslak ve soğuktu. Nereye, nasıl gideceği hakkında bir fikri yoktu ve işin en güzel, en zevkli kısmı da buydu: Aklına takmamak. Kafası iyiydi, üşüyordu ve sıcacık evlerinde, sıcacık kıçlarının üzerinde yayılanlar hakkında iç açıcı şeyler düşünmüyordu, kendisinin de bir zamanlar öyle olduğunu unutarak. Kendisinin çekilmezliğini bu geceye sunmuştu. En azından öyle düşünüyordu. Kaçacak zaman değildi ama kaçmıştı. Ne zaman kaçacak zamandı ki? Bir deli olarak kendisi, sıcaklığı vücut için idealdışı soğuklukta bir deniz ve ekstra olmasa da bunları yapabilecek güç. Kendi deliliği yapacağı tüm eylemler için yeterliydi. Sarı saçları dağılmıştı, dmt'den dolayı yanakları kızarmış, duruma göre renk değiştiren gözlerini ay ışığına alışabilmek için kısmıştı. Bir çeşit düşmüş tanrıça gibi görünüyordu. Her göz kırpışında aklına düşen harfler kelimeleri, kelimeler cümleleri, cümleler düşünceleri oluşturuyordu. Kim bilir belki de sırf bunlardan kurtulmak için tüm bedenini soğuk duş etkisi yaratacak denize bırakmak istiyordu. O an hissedeceği bir şey olacaksa salt soğuk olmalıydı.

Tüm bilinçsizliğiyle çoktan ayağa kalkmış olması, onu şaşırtmıştı. Zira ayağa kalktığını hatırlamıyordu. Deniz tüm misafirperveliğiyle onu çağırıyordu. Çıplak ayaklarını kumla tanıştırdı, ay ile gözgöze geldi. Evden çıkarken koşmayacağını kendine söylemişti. Bedenindeki sıcaklık kumla dengeleniyordu. Daha sonra denizin sıcaklığını alacaktı. Dmt'yi kullanalı beri ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Tek bildiği şu anda çoktan tripte olduğuydu. İnsanın başını döndürebilecek her şeyi söyleyebilir ve yapabilirdi. Lakin başını döndürebilecek biri orada değildi. Dalgalar seslendi. Gözlerini daldığı yerden aldı, bedenini dalacağı yere doğru yönlendirdi. Kırmızı, mor, mavi dallar, şekiller, hayal gücünün bütün akıntıları gözlerinin önündeydi. Aslında tek gerçek olan deniz görüntüsünün önünü çok fazla kaplamışlardı. Yine de ilerde beline kadar suya girmiş bir karaltıyı seçebildi. Ayakları ıslak kum sınırlarına dahil oldu. Daha sonra bilekleri ıslandı. Diz kapakları onlara eşlik etti. Beline kadar soğuğu taşıyordu artık. Siyahın davetini geri çevirmedi. Islanmadık hiçbir dokusu, soğuğu hissetmediği hiçbir yeri kalmamıştı. İçindeki tüm bağırışlara ara verdi. Tüm kalabalığı ıssızlaştırdı. Salt boşluk hakimiyetine girdi. Gözlerini kırpıştırarak uyarıcının etkilerini gidermeye çalıştı, görüntüsü netleşti. Çocuğun dudakları arasındaki sigarayı gördü. Su çıplak bacaklarından kayarken yanına yaklaştığı çocuğa usulca elini uzattı.

" Bir tane alabilir miyim? "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 3:13 am

Aslında dışarısı anormal olarak denizden daha sıcaktı, fakat gövdesinin bir bölümünü ıslatıp kaçan dalgalara maruz kalmak daha eğlenceliydi. Eve nasıl döneceğini ise düşünmüyordu şimdi. İhtiyacı olduğu anda buradan gidebilirdi. Dalgaların sesi arasında birinin yaklaştığı işitilebiliyordu. Fakat asıl şaşırtıcı olan gecenin bu vaktinde, yalnızlığa çözümünü bu dalgalar arasında arayan bir insan olmasıydı. Ya da aynı şekilde ona sessizce yaklaşmakta olan bu siluet de yalnız kalmak için gelmişti buraya. Sesler şiddetini artırdıkça, kulaç sesleri gittikçe belirginleştikçe Luther daha da umursamaz bir hale bürünmüştü. Nihayet yanına gelen yabancının sesiyle, ona doğru yavaşça dönmüştü Luther. Sigarasından derin bir nefes çekip, bu nefesi dişlerinin arasından geri vermiş, sakince yabancıya dönüp, “Elbette.” demişti. Gömleğinin cebine koyduğu paketi ve içindeki çakmağı çıkarmış; sigarayı kızın soğuk ellerine tutuştururken, filmlerdeki centilmenlere özgü o hamleyle çakmağıyla kızın parmaklarının arasındaki sigarayı yakmıştı.

Bu gece yalnız kalabilmeyi ummuşken gelişinin ilk beş dakikası dahi dolmadan karşılaştığı yabancıya adını bahşetme zahmetinde bulunmayacaktı. Yine de kıza istenmediğini sezdirmeden, hafifçe süzmüş ardından “Yüzmek için biraz serin bir akşam değil mi?” demişti. Acayip bir şekilde bedeninin yarısı suyun içinde bulunan Luther söylemişti bunu, bacaklarına işleyen soğuğu pantolonunun üzerinden hissedebiliyordu. Yüzü ay ışığında aydınlanan kızın çehresi birden tanıdık gelmişti, ki bu tanışıklığı nereye bağlaması gerektiği kızın genç yüzünden yola çıkarak pek de zor olmasa gerekti. “Harrison Jewell?” soru tonuyla söylediği iki sözcüğün ardından kızın muhtemelen soğuktan dolayı kızarmış yüzüne baktı. Onaylayan bakışlarını bekledikten sonra elini uzattı. Vermiş olduğu karardan vazgeçmiş, geceyi hem tanıdık hem yabancı olan sarışın kızın arkadaşlığı ile geçirmek için kızın elini sıkmıştı. “Ben… Frederic.”

Bedeninin üzerindeki ağırlık gitmişti bir anda, bu etkiye alışkın olduğundan ne demek olduğunu biliyordu. Belki de rahatsız edici düşüncelerden sıyrılmak için yabancı bir sese ihtiyaç duymuş olmalıydı, kendi iç sesiyle yüzleşmekten daha iyiydi bu. Gecenin bu vaktinde burada olduğuna göre kızın da tek amacı yüzmek değildi zaten, bir şekilde herkesin kendine göre bir meselesi vardı. Sahi beş dakika geçmişti Pcp’nin üzerinden. İlk o kazadan beş ay sonra, gördüğü rüyalardan kurtulmak için başlamıştı. İşe de yarıyordu aldığı zamanlarda. Bıraktığında ise, rüyaları daha da korkunç haliyle geri dönüyordu. İki yıldır iradesiz bir şekilde, arkadaşı olarak benimsediği bu şey aslında kendisini hem kurtarıyor, hem mahvediyordu. İlk aldığı gün nerede olduğunu anımsamıştı. Ara sokaklardan birine saptığında aslında derdine tamamen çözüm olabileceğini hiç sanmıyordu bu meretin. Sadece bir defaya mahsus şansını denerse, belki tüm rüyaları anında bir son bulabilirdi, kim bilir. Sadece bir defayla halledebileceğini düşündüğü için salak gibi hissediyordu kendisini. Yine de pişman olduğu, bundan öncelikli şeyler de vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Haz. 30, 2011 2:57 am

Sigarasını aldığı çocuk ona birkaç soru sormuştu ama kafasını ancak sonuncusu için toplayabilmişti. Evet anlamında hafifçe başını kıpırdattı, Sir Stafford'dan olmalıydı demek ki çocuk.

" Ben... Frederic. "

" Frøydis. Sen de mi kaçak bir ruhsun? "

Uçsuz bucaksız denize çevirdi gözlerini. O şehri çok uzak mesafede gördü, koyu yeşil renkteydi. Üstünde titreşen ışıklar ve bulutlar vardı. Son derece hızlı hareket ettiği için, tanımlanması çok güç olan muhteşem geometrik şekillerin yavaşlamasının ardından uzaklardaki o şehri gördü. O bu manzarayı izlerken bir ışık topu tam da gözlerinin önünden “ Bu da neydi? ” dedirtircesine, geçip gitti. Bu kadar yakın olması dışında korkmadı. Etrafına bakınmaya başladı ve sanki o yerin içindeydi. “ Neden buradayım? ” derken hemen sağında, kocaman bir burnu ve yeşil cildi olan kadını gördü. Bir düğme çeviriyordu, fark etti ki uzaktaki şehrin ışıklarının gücünü artırıp azaltıyordu. Ona baktığını fark edince;

“ Başka ne istiyorsun? ” dedi.

“Başka neyin var? ”

Tabii o kadınla konuşması ve bunların hepsi zihninde oluyordu. Dmt buydu işte. Çok fazlası psikedelik bir etki yaratıyordu, bu yüzden “ruh molekülü” deniliyordu Sanki psikedelik bir bungee jumping yapıyor gibiydi. Çok hızlı değişen bir ortamın içine acemice atlamış gibiydi, bunu her aldığında. Bir yerdeydi, sonra Bang! başka bir yerde. Sonra tekrar Bang! ve yine eski yerinde. Yani “ Ben kimim? ”, “ Burada ne yapıyorum, ne işim var? ”, “ Ne öğreniyorum? ” gibi soruları sormaya pek fırsatı olmuyordu. Açıkçası şu an Frederic'in bile gerçek olup olmadığını bilmiyordu. Önemli de değildi. Bu gibi durumlarda, yani bu halüsinojeni aldığında, zaman unufak oluyordu. Zaman doğrusalının hiçbir anlamı kalmazdı. Zamanın çöktüğü ilahi makamdı o zaman. İnsaniyetine ait tüm tabakalar gittikçe soyulup, dökülürdu. Nihayet, sonunda, neredeyse son tabakada, bu tabakanın ne olduğunu tarif bile edemezdiniz ama sanki sizi insan olarak tanımlayan o son tabaka, ve puf… o da giderdi. Artık bir insan olmazdınız, aslında artık tanımlayabileceğiniz hiçbir şey değilsinizdir. Zaman kavramı yoktu. Bedeninden kovulmuştu. Bedenini geride bırakarak, sapma hızında giderken, geriye doğru DNA' larının içinden geçip diğer taraftan evrene açıldı. Beyaz bir ışığın tam altından girdi. İçine girer girmez, ayrı olduğuna dair tüm hisleri yok oldu. O an ne yapıyor olduğu, geçmiş ve gelecek hissi de. O kadar keyifliydi ki, hissettiği şey, o kendisi değildi, kendisi her şeydi. lşığın ta kendisiydi, ne ayrılık, ne gölgeler, ne de farklılık; geçmiş, gelecek hissi de yoktu. Sadece şu an ve beyaz-sarı bir ışık. Sonra o ışıktan aşağı düşüyor olduğunu hissetti. lşığın dışındayken, ışığın tıpkı güneşten kopan alevler gibi olduğunu fark etti. Düşerken, bu muhteşem ayrılmayı hissedebiliyordu. Gözlerini birkaç kere kırpıştırmak zoruda kaldı. Bunu yapmasıyla bütün imgeler silindi. Deniz ve çocukla başbaşa kaldı yine. Karadan denize doğru esen hafif rüzgar ıslanmış olduğu içindir ki, üşümesine sebep oldu.

" Bana sarılabilir misin? "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Haz. 30, 2011 6:40 am

Bakış açısı gittikçe değişiyordu. Görüş açısı bulanmış, etraf biraz garip bir hal almıştı. Kızın kelimeleri arasından önemli bulduğunu seçmiş, sorusunu es geçmişti. Muhtemelen kız da kafayı bulmuş olmalıydı. Froydis… Böyle bir gecede kendisi kadar garip bir kızla karşılaşabilmek onun için saçma bir mucizeydi. Ya da çok abartıyordu. Şu an için uyuşturucu, bedeninin pasif duruma girmesini sağlamıştı, henüz on dakika geçmiş olduğundandır, üzerindeki en fark edilir farklılık bulanan görüşüydü. Başını kıza çevirmişti bu sırada, çok önemli bir şeyle meşgul olurcasına denize, biraz daha ileriye bakıyordu. Luther da başını denize çevirmişti. Dalgalar arasından bir şeyler seçebilmişti, bu bir balıktı sanki. Yo hayır, balık olabilmek için fazla iriydi. Taş da değildi. Olsa, ayağının altındaki pürüzsüz kumu hissedemezdi. Koyu gri tonlarındaki bu şey hareket ediyordu. Kendilerine daha da çok yaklaştığını fark edebiliyordu, kızı dürttü bu nedenle. Ki kız hala bakışlarını dikkatlice baktığı sudan ayırmamıştı. Belki Luther’ın da kafası güzelleşmeye başlıyordu. Elindeki sigara bittiğinde onu denizin dalgalarına bırakmıştı. Merakla gri şeye bakmayı sürdürdü Luther. Dudaklarının arasından güçsüz bir ses tonuyla “Görüyor musun?” diye sormuştu işaret parmağını o gölgenin önüne götürüp. Yanıt alamıyordu, yo uyumadığından emindi, kız halüsinasyon da olamazdı.

Froydis dikkatini Luther’a yöneltmişti bu defa, kızın sesi hala eski berraklığında geliyordu. Ellerini kızın soğuk bedenine dolayıp kızı kendine doğru çekti, şimdi gömleğinin de ıslandığını hissediyordu, kızın soğuk ve ıslak bedeni kendisininkine sığınmıştı. Bu sırada tekrar dikkatini çekmişti o gri nesne. Bu defasında Luther’ın bacağına dolanıyordu, artık hissediyordu nesneyi. Soğuktu, bacaklarının arasında sürünüyordu. Birden keskin bir ağrı hissetmişti dizinin üzerinde, bunun üzerinde çığlık attı ve bedenini sarmaladığı kızın elinden tutup kumlara doğru götürdü. Her neyse korkutmuştu Luther’ı…

Halbuki o nesne bir yosundan başka bir şey değildi. Elbette ki o kafayla köpek balığı olarak bile görünmüş olabilirdi Luther’a. Şimdi, kendisine boş boş bakan kıza dönmüş “Orada, bir yaratık vardı. Tanrım.” gibi saçma sapan bir açıklama getirmeyi düşünmüştü. Fazlasıyla korkak bir hareketti. Pcp damarlarını gittikçe etkisi altına alıyordu. Böyle bir korkaklık bununla açıklanabilirdi. Zira hiçbir zaman Luther uyuşturucu etkisi altındayken şuurunu tamamen kaybetmemişti. Bu yüzden tavırlarından pek de belli olmuyordu. Yine de endişeliydi. Dudaklarını aralamış, hafifçe inlemiş ve yaptığına “Su çok soğuktu.” Tarzı bir açıklama getirmeyi uygun görmüştü. Ki bu çığlığını açıklamıyordu. Ya da saçma bir şekilde koşmasını. O anda önemsememeliydi bunu. Ne de olsa, kızın bakışlarından kafayı bulmuş olduğu kolayca anlaşılıyordu.

Açıklama yapmamaya kanaat getirdiğinde bitkin görünen kızın sarı saçlarını beklenmedik bir şefkatle okşadı ve kıza sarılmayı sürdürdü. Dudaklarının arasından saçma bir şarkı mırıldanıyordu bu sırada. Tavırları gittikçe melankolikleşiyordu. Rüzgar bedenine vurduğu halde üşümüyordu artık, evet uyuşmuştu hissedemiyordu. Yavaş yavaş kollarındaki kızın hissi de kayboluyordu. Şu anda iki beden birbirine değiyor olmasına rağmen Froydis, Luther için sadece bir görüntüden ibaretti. Elbette ki görüntü de bulanıklaşıyordu. Hepsinin kafasında kurduğu olaylar olduğunu düşünmeye başlamıştı az sonra. Aslında yatağında yatıyor olmalıydı. Ya da arabasının içinde kendinden geçmiş. Kızın gerçek olmadığına emin gibiydi. Yine de bir sesin varlığı rahatlatacaktı onu. “Hava çok soğuk…”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Haz. 30, 2011 7:37 am

Kızı kendisine çekip sarılmıştı. İyi. Yalnız olmadığını, yani aslında yalnız olduğunu ama yanında birilerinin olabileceğini kanıtlıyordu bu ona. Aniden genç adamın çığlığını duydu ve elini kavradığını hissetti. Soğuk deniz suyu etrafa sıçrar ve alakasız yerlerini ıslatırken, kendisi tamamen ıslak olsa bile çocuk o kadar ıslak değildi sonuçta, kumsala kadar koştular. Islak ve soğuk kıyı kumuna ayak bastıklarında nefes nefese kalmıştı genç kız. Çok garip bir şekilde, neden böyle bir şey yaptığını merak etmiyordu çocuğun. Onun da kafası iyiydi muhtemelen. Uçmamış bir insan gecenin bu saatinde denizin içinde ne yapardı ki zaten? Kızın tek düşündüğü şu an çocuğun tekrar ona sarılmasını istediğiydi Sanki aklından geçenler kocaman bir düşünce balonu olarak kafasının üstünde beliriyormuş gibi tekrar kendisine sarıldı çocuk. Saçlarını okşarken aynı zamanda kızın bilmediği, muhtemelen o anda kendisinin uydurduğu bir şarkı mırıldanıyordu. İçinde çocuğa karşı tarif edilemez bir yakınlık hissetti. Sanki ruhları çok benziyormuş gibi.

“Hava çok soğuk…”

" Evet, öyle. "

Yanağını çocuğun göğsüne yapışmış ıslak gömleğin kumaşına sürttü, gözlerini kapadı. Birdenbire evrendeydi, o kocaman boşluk ve varlıklar. Kendisiyle o varlıklar arasında uzanan pembe ışıklı gökkuşağına dokundu. Onu beyaz ışığa döndürmek istiyordu. Ama o inanılmaz pembe ışık, aşk enerjisi ve sevgi kapasitesi, insanoğlu olarak kendilerinin sahip olduğu bir şeydi ve kendisi onlara bunu yollamaya çalışıyordu. Öz bilincin sonsuz uzayında yapılan bu meteorit seyahatte birden önünde resimli puzzle desenli bir kapı belirdi. Kapı onu kendine çekiyordu, içinden vızıldayarak hızlıca geçti; ama artık resimli puzzle desenli kapının ne olduğunu biliyordu. Orası insani varlığının varabileceği en son noktaydı. Orası sizi insan olarak tanımlayan şeye geçiş kapısıydı. Oradan geçip gittiğinde, insan olmanın ötesine geçmeye başlardı ve ne kadar çok ilerlerse, insan olmaktan o kadar uzaklaşırdı. Bu noktada bu kapı herşeydi. Orası onun insan olarak tanımlanmasına neden olan her şeydi. Orası onundu. O kapı oydu. Orası tüm gerçekliğin açığa çıktığı öz noktaydı. Anlamların oluştuğu, sembollerin aktığı, sarmaş dolaş olduğu nokta. Her bir dildeki her bir sembol ya da harf bu noktadan çıkıyordu.

" Hiç kendini çok yalnız hissettiğin oluyor mu? Kocaman evrende yapayalnızsın."

Etrafına bakındı ve anlayabilmek için her şeyi içine çekmeye çalıştı. Ama her yerde daha önce görmediği makinalar ve yapılar vardı Ne olduklarını hiç bilmiyordu. Bilgisayar laboratuarındaki bir mağara adamı gibiydi. Hiçbir fikri yoktu, ama buranın çok ileri bir medeniyet olduğunun bilincindeydi. Ne tür bir yaşam biçimiyse; kendi dünyalarında bildiğinden çok daha ileriydiler. Kendisinin “oyuncak atlar” adını verdiği, birbirlerine kenetlenen, bağlı, titreşen oyuncak atlar gibi görünüyorlardı ona. Birbirlerine kenetleniyorlardı ve sonsuz görünen bir görsel bir desen oluşturuyorlardı. Ve o içerde, dışarda, içinde, her yerde oluyordu. Artık kelimeler kifayetsizdi. Uzayın dokusu sanki Meksika döşemesi gibi renk cümbüşü kaplamıştı her yeri; ama aynı zamanda topraktan, balçıktan yapılmış gibiydi. Dünyadaki bir şeyi işaret ediyordu ama dünya değildi. Göz yoktu, sadece tanık olma hissi vardı. Bu inanılmaz kubbeli uzayda, her şeyden uzaklaştırılmıştı. İçinde hayal edebilecek tüm renkleri barındıran, mozaik camdan yapılmış bir katedral gibiydi. Son derece parlak ve canlı renkler, çok büyük, muhteşem bir dom yapı, küçük bir gezegen büyüklüğündeydi. Bir de şu kanatlı yaratıklar vardı, silik silik. Gözlerini açtı. Çocuğun gömleğinin kumaşını gördü tekrar. Sol kolunu çocuğun beline sararak yere oturma isteğini belirtti. Hemen oraya, ıslak kumların üzerüne oturdular. Kumlar kızın çıplak bacaklarına yapışıyordu.Tekrar kafasını göğsüne yasladı sonra. Bir süre öyle sessiz kaldılar, nekadar olduğunu bilmiyordu. Daha sonra hafifçe uzanıp çocuğun boynunu öptü. Görüntüyü netlemek için art arda birkaç kere kırpıştırdıktan sonra gözlerini, çocuğun yüzüne baktı. Gözlerine, dudaklarına, burnuna, elmacık kemiklerine, alnına. Algılamaya çalışıyordu onu.

" Bazen biri ruhuna dokunsun istiyorsun. Bazen biri buz tutmuş ruhuna dokunsun istiyorsun. Bazen... Bazen biri seni anlasın istiyorsun ama. Korkuyorsun... Kendinden korkuyorsun. "

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Haz. 30, 2011 10:18 am

Düşüncelerini esir almaya başlayan uyuşturucu ile Luther, hiç olmadığı kadar zengin fanteziler kuruyordu kafasında. Belki bu uyuşturucu uysallaştırmıştı onu. Evet, genel olarak öyle denebilirdi. İçkinin yerine geçse dahi dudaklarını aralamaktan çok suskun kalmasına yardımcı oluyordu. Eskisinden farklı olarak dışarıda yaşadıklarını içinde yaşamasına sebep oluyordu. Ki bu da daha yorgun görünümlü bir insan yapıyordu onu. Şans eseri kazayı yaptığında New York’taki akrabalarını ziyarete gelmişti, içmişti biraz… Hatırlamıyordu işte. Zorlamanın mantığı yoktu, zamanı geriye alamadığı müddetçe. İçkinin yerini bu meretin almasıysa rüyalarıydı sadece. Bir pislikten kurtulup daha da büyük bir pisliğe bulaşmıştı. Kendi çamurunda batıyordu. Bu çöküntünün tek mimarı ise ailesiydi. Çırpınmanın mantığı yoktu, yanında onlar bulunduğu sürece bu çamurda daha da fazla batmaktan başka bir işe yarayamazdı.

“Evet.” diye yanıtladı kızı Luther ya da sesli bir şekilde söylediğini umuyordu. Sanki ikisini bir araya getiren başka bir şey vardı bu gece… Kızın ıslak saçlarını okşamayı sürdürüyordu, başı göğsündeyken. Artık hissetme yeteneğini tamamen kaybetmişken, gömleğinin görünür ıslaklığı rahatsız etmiyordu onu. Görüntü de daha çok bulanıklaşıyor ve gittikçe bir odak noktası ediniyordu. Sanki gözleri bir kameraymış ve zoom yaparken görüntü büyüdükçe bulanıklaşırmış gibi. Her şey piksellerine ayrılıyordu uzaktan bakıldığında. Göz hizasına yaklaştıkça normale dönüyordu. Kızın elleri belini kavramış, onu hafifçe aşağı çektiğinde bacakları kurulmuş gibi bu emre itaat etmişti. Kızla yeniden eski pozisyonlarını aldığında, görüşü kararmaya başlamıştı. Kızın yüzünü zorlukla seçebiliyor hale gelmişti, gözünün önünde çok hafif renkli hareler dönmüştü, hemen dindi bu etki. Şimdi görüş yeteneği yavaş yavaş düzelirken, ay ışığı gözlerini alıyordu. Kıstı gözlerini. Başı hala göğsünde duran kıza baktı, gözleri kendisini süzüyordu, sonra yaklaştı dudakları. Boynuna şiddetini hissetmediği bir dokunuş yapmış olan dudakları ayrılmış, gözleri yüzünü süzerken kendi içinden de aynısını yapma isteği duymuştu. Kızın sözlerini duyana kadar düşünebilme yeteneğinden yoksun kalmıştı. Beyninde bir şeyleri hareketlendirmişti sanki kızın sözleri. Ya da kalbinde… Elini kızın ufak ellerine götürdü ve işaret parmağının açık kalmasını sağlayacak şekilde diğer parmaklarını kapattı ve sözleriyle orantılı olarak kızın parmağını kızın bedeni ve ardından kendi bedenine çevirdi. Sanki gösterince daha iyi anlaşılacakmış gibi… “Sen ve ben… Dünyadaki herkes farklı bedenlerin içinde aynı kişiler. Ama çoğu sadece aynı olmayı kabullenemeyenler. Sen ve ben ise, korkmayanlardanız. Asıl korkmayanlardanız. Görüyorsun ya, seni ilk gördüğümde bana benzediğini düşündüm. Aynı gün içinde ikimizin de içkiden dolayı kafa bulmuş olması mümkün değildi başka türlü. Aynı mekanı paylaşan farklı bedenleriz, içimizdeki çelişkilerden başka bir farkımız yok.”

Alkol olmadığını biliyordu ikisinin de sarhoşluk nedeninin. Ki bunu daha yeni tanıştığı bir yabancıya söyleyebileceği kadar güvenmiyordu kendisine. Laflarına tezat düşüyordu bu, fakat hayatını daha da fazla mahvetmeyecekti bu gece. Sadece yanındaki, şu andan itibaren oldukça net gördüğü yabancının arkadaşlığıyla yetinecekti. Kızın kendisine daha da çok sokulmasını sağlamak için bedenini biraz daha yaklaştırmıştı ıslak ve soğuk bedene. Belki biraz daha güçlü kavrarsa kızın ince bedenini, daha da çabuk yerine gelecekti dokunma hissi. Canını yakmayacağını düşündüğü kadar sıktı kızı. Cidden de işe yarıyordu sanki. Şimdi bedenine daha da hakim davranabiliyordu sanki, muhtemelen Pcp üzerinden yarım saat geçmişti…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Haz. 30, 2011 12:55 pm

Elini kavradı.

“Sen ve ben… Dünyadaki herkes farklı bedenlerin içinde aynı kişiler. Ama çoğu sadece aynı olmayı kabullenemeyenler. Sen ve ben ise, korkmayanlardanız. Asıl korkmayanlardanız. Görüyorsun ya, seni ilk gördüğümde bana benzediğini düşündüm. Aynı gün içinde ikimizin de içkiden dolayı kafa bulmuş olması mümkün değildi başka türlü. Aynı mekanı paylaşan farklı bedenleriz, içimizdeki çelişkilerden başka bir farkımız yok.”

Sonra kendisine sarılıp sıktı onu. Genç kız da kollarını daha sıkı doladı ona, sanki birbirlerini daha çok hissederlerse gerçekliğe dönebilecekmiş gibi. Tüm dünya kocamandı. Ayaklarının altında ve tüm dünya dönüyordu. Her zamankinden farklıydı bu sefer. Bu sefer, başka bir şey vardı. O oturuyordu ve dünya dönüyordu. Oydu tüm evrenin merkezi. Ve her şey dönüyordu. Ne aşağısı vardı ne de yukarısı. Sadece yuvarlanıyordu, yuvarlanıyorlardı. Tüm benliğiyle inkar ettiği tanrının iliklerine kadar hissettiğini anlıyordu sanırsa. İliklerinde hissediyordu o soğuğu ve terliyordu çok garip şekilde. Her turda. Gözlerini kapatıyordu tüm bu acı geçsin, bitsin diye. Yeter! Dünya dönüyordu hem de kapsayan kümesi evren ile birlikte. Tek sabit kendisiydi ve diğer her şey onu sarmalıyor, sıkıyor, eğiyor, büküyordu. Tüm dünya dönüyordu. Düşüyordu da. Olması gereken güneşin olmayan sıcaklığı vurmuyordu yüzüne, hala soğuk. Değil evren, değil dünya kendisi dönüyordu. Bir de şu kanatlı yaratıklar vardı, tam olarak neye benzediklerini kestiremediği silik şeyler. Melekler? Görkemli bir şekilde uzayda süzülen meleğe benzer şeyler. Bu kadar güzel süzülen bir şey daha önce hiç görmemişti. Orada sanki başka bir âlem vardı. O anda hissettiği şey oranın ilahi âlem olduğuydu, ilahi alem. Bu bir düşünce gibi değil, ama sanki içine doğan bir farkına varış gibiydi. Hiç kişisel değildi. Ta ki tüm ruhların yeniden doğmayı beklediği yerde olduğunu anlayana kadar. Evet oradaydı. Daha önce de defalarca gittiğini hatırladı. Hayatında ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordu. Her şeyin örtüsü kalkmıştı, her umudun, korkunun, maddi dünyayla bağlantılı herşey sıyrılıp gitmişti. Özgürdü, sadece öz ruh… Bu yaşadığı duyumsal farkındalıkla bütünleşme hissi tüm bu deneyimlerin bir parçasıydı, dmtnin. Bir bedene sahip olma ve biraz daha fiziksel varlığı hissetmek gereği duydu. Çok fazla gözleri kapalı kalınca ya da odaklanmayı kesince gerçekliği yitirecekmiş, çıldıracakmış gibi oluyordu. Ah evet işte burdaydı, bir bedende yaşıyordu, yanındaki çocuğa sarılıyordu ve her şey yolundaydı. Mıydı acaba? Yanındaki çocuk da gerçek değil miydi yoksa? O da halüsinasyon olabilir miydi? Kendisini anlatmadan ona, onu nasıl bu kadar iyi bilebilmişti? Nasıl anlayabilmişti? Şu an, konuşmadıkları an bile kendisini anlayabildiğini fark ediyordu. Kendi bilinci mi oluşturmuştu onu da, bir halüsinasyon olarak? Kendi kendini rahatlatması, artık kendi kendini yememesi için. Sol elinin soğuk parmaklarını çocuğun sol yanağına değdirdi. Elmacık kemiğine. Sonra çenesine doğru kaydırdı. Sağ yanağına doğru geçti aynı şekilde, çene çukurundan. Alnına dokundu sonra. Yumuşak saçlarına, dudaklarına, gerçek olduğunu kanıtlamak istercesine kendine.

" Beni, daha anlatmadan nasıl bu kadar iyi anlayabildin, anlayamıyorum. Sen de şu an gördüğüm bir halüsinasyon musun? Bilemiyorum. "

İnceleyebilmek için hücrelerini, varlığının kanıtlarını, yüzünü çocuğunkine yaklaştırdı. Yanaklarında, burnunun üstünde, alın çizgilerinde gezindi gözleri. Gözlerini kapattı. Açtı. Tekrar kapattı ve nemli, tuzlu sudan dolayı şişmiş dudaklarını çocuğunkilere yaklaştırdı. Dudakları buluştuğunda ilk önce, hiçbir şey hissetmedi. Korktu, korktuğu başına gelmişti, gerçek değildi çocuk. Daha sonra ağzını aralayıp diliyle çocuğun dilini hissettiğinde ikna oldu ancak. Gerçekti ve... Ve güzeldi. Ayrıldıklarında dudaklarının arasından soğuk bir rüzgar esti.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeCuma Tem. 01, 2011 11:52 am

İkisi de birbirine daha sıkı kenetlenmişti şimdi. Genç kızın kollarıyla Luther’ı daha da fazla dolaması rahatlatmıştı onu, kızı zorluyormuş gibi bir havaya bürünmek istemiyordu. Şimdi ikisi de sessizdi. Sadece nefes alıp verişleri ve arada bunların duyulmasını bile önleyecek şiddette dalgaların sesi işitilebiliyordu. Ta ki Froydis ağzını açana kadar. Halüsinasyon? Bunu söyleyenin Luther olması lazımdı halbuki. Bir siluet olarak gelip gecesine dahil olan oydu, kızdı. Davetsiz misafirler olmalıydı, oranın sahipleri değil. Vücudu ilk suya dokunduğu andan itibaren bir insanın sıcaklığıyla, deniz onu kardeş bellemişti. İçine alıyordu fakat boğulacağı, kendini unutacağı kadar değil. Nefes alıp verişleri arasında hep düşünceler vardı. Bu düşünceler nefesi bittikçe yarım kalıyor, aynı daktilo başındaki birisinin boşluk tuşuna basmasına kadar akış gösteremiyordu cümleler. Şimdi ise konuşması daha zor geliyordu. Birbirlerinin varlığını sorguluyordu iki yabancı, bedenleri onlar için bir avuntuydu. Bu nedenle halüsinasyon olsalar dahi, birbirlerinin varlığından hoşnut olmaya devam edeceklerdi. Kız fazla meraklıydı gerçeği öğrenmeye. Eğer ikisi de halüsinasyon ise… Bir şekilde aralarındaki büyü sona erecekti. Ve ikisinden biri hayal ürünü olma vasfını yitirecek, diğeri ise gerçek üstü olmayan, sıradan bir varlık olarak gecesine devam edecekti. Kızın dokunuşları artık hissediliyordu, elleri fazlasıyla soğuktu, kumlar yapışmıştı bu nedenle pürüzlü bir dokunuştu bu. En sonunda iki yüz birbirine yaklaşmış, ikisinin arasında yalnızca ufak bir mesafe kalmışken, neler olabileceği tahmin edilebiliyordu. Luther ile kızın dudakları birleşmişti, insan özlemi duyan iki varlığın verdiği bir öpücük olarak, tutkulu sayılabilirdi. Etkileyiciydi. Şimdi ikisinin de dili aralanmış dudakların arasından temas ediyor, yaşanılanları daha da gerçek kılıyordu. Ayrıldıklarında birbirlerinin halüsinasyon olmadığını biliyorlardı, fakat temasın getirdiği gerçeklik yok olmuş, yerini sıradan bir soğukluğa bırakmıştı. “Hayır, halüsinasyon değilim.” dedi Luther.

Artık açıklama getiremeyeceği şekilde, yanında gerçekten birinin olduğunu hissedebilmesi için konuşmak yeterli gelmiyordu ona. Kıza bir kez daha temas edebilmek için adeta bunun için ricada bulunan bir bakış atmıştı. Eli yavaşça kızın koluna gitti, oradan ise beline süzüldü. Görüntüsü ilk defa bu kadar net olan kızı kucağına aldı Luther, yüzleri birbirlerine dönükken bir kez daha inceledi kızı. Islak bedeninde bulunan tek şey tişörtü ve iç çamaşırıydı. Kim bilir ne için gelmişti buraya veya nasıl… Umrunda değildi. Tek isteği bu mekanda bulunan benzerini tanıyabilmekti. Hafif bir kahkaha arasında, boş kumsalın sessizliğini yararcasına çınlamıştı sesi. “Sanki, ruhlarımız kendi kendine hareket ediyormuş gibi.” Kızın yüzünü geniş elleri arasında hapsetmiş, dudaklarına bir kez daha bir öpücük kondurmuştu, diğerinden daha az çekingendi bu öpücük… Dudakları sanki onun dudaklarını daha önceden tanıyormuş gibiydi, diğerine kıyasla daha uzun sürmüştü bu sefer. Ayrıldıklarında kendisini yalnız hissetmiyordu artık. Gerçek olduklarını birbirlerine kesin kanıtlamış oldukları anlamına geliyordu bu.

Gözlerini bir süre sadece kuma dikmiş, onlardan bir farkı olmadığını düşünüyordu. Sahildeki kum taneleri gibi, dünyada o kadar çok insan vardı ki… Belki kendisi bir farklılık yaratamazdı. Ya da ölecek olsa fark etmezdi kimse için. Yalnızca kendisi gibi olan pek çok kişi vardı. Her biri bir farklılık yaratmaya çalıştıkları için farklılaşıyorlardı belki Luther’dan. Ona göreyse, hepsi aynıydı. Farklı yapan kendisini bedenlerinden ziyade istekleriydi. Herkesin üzerinde çelişki yaşadıkları şeyler istekleriydi zaten. Çelişki bunları anlatmanın süslü bir yoluydu. Her bedenin şekillenmesini sağlıyordu istekleri. Beden de ruhu şekillendiriyordu, ve yaşamı. İşte özü buydu farklılığın. Bu yüzden herkes aynı Tanrı’ya farklı şekillerde tapıyordu. Bu yüzden herkes cennete gidemezdi. Ya da cehenneme…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeCuma Tem. 01, 2011 12:50 pm

“Sanki, ruhlarımız kendi kendine hareket ediyormuş gibi.”

Yavaşça çocuğun kucağına kaydı, kaydırıldı. Eylemlerin öznesini belirleyemiyordu, ikisi için de aynıydı. Ne yapıyorlarsa ikisi de yapıyorlardı. Dudakları tekrar buluşurken gözlerini kapadı yine. Kocaman bir ağacın gölgesindeydi. Kapkalın dalları vardı, kendi başına en az yüz yıllık bir ağaç olabilecek kadar kalın. Etrafına şöyle bir baktığında en büyük ve haliyle en yaşlı ağaç da oydu belki. Bir tepedeydi. Ağaç da tepedeydi. Tepenin en üstündeydi ağaç ve kendisi. Ağaca tekrar baktı ve tekrar hayrete düştü tıpkı biraz ilk gördüğünde düştüğü gibi. Kocamandı. Hayır, gerçekten kocamandı. Sanki Doğa Ana, Orman Tanrısı, Gezegenin Ruhu ya da ne diye adlandırılıyorduysa o vücut bulmuştu ve tepede durup ona bakıyordu aynı anda diğer varlıklara da baktığı gibi. Garipti. Silkelendi üstündeki tozu biraz da toprağı atabilmek için. Pek işe yaradığını söyleyemezdi elbette ama yine de genel görünüşünü etkilediğini düşünüyordu. Etrafına bakındı iyice. " Belki bir şeyler ya da birilerini görürüm. " diye geçirerek. Bir işe yaramadı. Yaradı mı? Yo hayır yaramadı. Bir an için, küçücük bir an için o kutsal ağaca, ağaç demek doğru olur mu bilmiyordu, tırmanmayı düşündü. Neden böyle saçma bir fikre kapıldığı elbette gün gibi açıktı; nerede olduğunu bilmek istiyordu ki bu onun hakkıydı. Nerede ve saatin kaç olduğunu bilmeye elbette hakkı olmalıydı. Hem kendinin de artık tıpkı diğer ögeler ve detaylar gibi farklı olmadığını nereden bilecekti? Tabi ki bilemezdi. O da bilemiyordu bu yüzden. Neredeydi? Kimdi o? Yaşayan, nefes alan tüm varlıkların kutsal annesinin ihtişamlı ve aynı derecede yaşlı bedenine tırmanma fikrinden koşarak uzaklaştı. Bu hiç durmadan, deliler gibi tırmansa bile haftalarca sürebilecek bir uğraştı. O da daha yatay eksende, mümkün mertebe yere paralel yolculuk etmeye karar verdi. Bu tamamen kendi iradesiyle gerçekleşti. Ne yol vardı ne de patika. Sadece ama sadece ağaçlar duruyordu dimdik. O ise dümdüz gidemiyor, ağaçların arasından kıvrılmak zorunda kalıyordu. Daha sonraları dikkatini çektiği üzere bu şekilde bir yol katedemeyeceğini, etse bile bunu anlayamayacağını anladı. Nereye gittiğini bilmeden bir yere gidemezdi. Özellikle de nerede olduğunu bilmiyorsa. Yol boyunca ağaçlara işaretler kazımaya başladı. Böylece nerede olduğunu, ne kadar uzaklaştığını anlayabilecekti. Fakat iki, evet tam iki gün sonra anladı ki bu orman, ah orman demek namümkün, o uçsuz bucaksız hayal gücü yürünerek katedilemeyecek büyüklükteydi. Hatta belki sonu bile yoktu. Yazık. Kendi susmayan iç sesiyle boğuşurken bir şeyin daha farkına vardı o sonsuz düş ormanında. Bu orman korkunç bir beynin, derin algıların ve tamamen karamsar bir ruh halinin temsilcisiydi adeta. Sanki birisinin düşüncelerinde yürüyordu o güne kadar. Sanki fikirlerine işaretler kazıyor ve çıkmaya çalışıyordu bu bitmemiş labirentten. Bir kaç gün daha geçirdi bu yabancının fikirlerinin arasında.

Gözlerini açtı. Çocukla başbaşaydı yine. Öpüşmeleri bitmiş, çocukla bakışmaları arta kalmıştı ellerinde bir tek. Uzun parmaklı ellerini çocuğun boynunun iki yanından aşağıi omuzlarına doğru kaydırdı. Aslında hiçbir şey gördüğü yoktu. Sadece gördüğünü sanıyordu. Gördüğünü sandığı şeyler beyninde olup biten elektrik sinyalleri. Aslında her şey kafanın içinde. Her şey sade beyninin ona bir oyunuydu. Peki ya ona bunu düşündüren şey bir oyunun parçası ise her şey gerçekte vardı ise? Ya gerçek gerçek değildiyse? Git gide delirmenin eşiğine geldiğini fark etti. En bayağı olayın bir serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmanız gerekir ve yeterdi. İnsanları aldatan da buydu zaten. Kişioğlu hikâyecilikten kurtulamazdı, kendi hikâyeleri ve başkalarının hikâyeleri arasında yaşardı. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görürdü. Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışırdı. Kimse olduğu gibi olmaya çalışmıyordu, bütün insanların tek çabası buydu: Farklı olmaya çalışmak. Farklı olmaya çalıştıkça sıradanlaşıyorlardı artık, farkında değillerdi sadece. Parmakları çocuğun gömleğinin minik düğmelerine kaydı. En üstekinden başlayarak ait oldukları yerden ayırdı onları bir bir, iliklerinden. Peki düğmelerin iliklere ait olduğunu kim söylemişti? Bir yere ait olmak nasıl tanımlanırdı? Bütün düğmeleri açmıştı, ama gözlerini çocuğunkilerden bir an bile ayırmamıştı. Gömleğinin birbiriyle bir bağı kalmamış olan uçlarını rkaya doğru kaydırarak, çocuğun çıplak göğsünü ortaya çıkardı. Kaslı, muhtemelen gören bütün kızları etkileyecek bir göğse sahipti. Froydis'i değil. Onun etkilendiği hiçbir şekilde çocuğun dış görünüşü değildi, şu an ise göğsüyle ilgili herhangi bir fantezisi yoktu. O ruhuna kapılmaya başladığını hissediyordu yavaşça. Onu anlayabilen ruhuna.

" Kalbini dinlemek istiyorum. "

Eğilerek hafifçe, yüzünün sol tarafını çocuğun sol göğsüne yasladı. Kulağını yani, kalbinin bulunduğu yere. Gözlerini kapattı, ama bu sefer halüsinasyonlar görmedi. Çocuğun kalp atışlarını hissediyordu. Bir... İki... Üç... Dört... Onunla bütünleşmek gibiydi. O kalbin pompaladığı şeye karışmak istedi. Huzurluydu. Çocuğun kalbini dinlemek, uçmak gibiydi. Salt, uçmak mutluluğu. Ne kadar öyle kaldığının ayırdına varamamıştı yine. En sonunda kulağını çocuğun göğsünden ayırdı, bunu yaparkense içinde uyurken yatağından kaldırılmış bir bebeğin burukluğunu hissetti. Biraz önce kulağını yasladığı yere minik bir öpücük kondurdu doğrulurken. Sonra çocuğun boynuna doladı kollarını. Kafasını onunkine yapıştırmadan çok, sağ yanağı onun sol yanağının hizasındaydı, kokusunu içine çekti. Kulağının altında bir yerleri, boynunu öptü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeCuma Tem. 01, 2011 1:37 pm

Kızın omzundaki ellerini, ellerinin göğsüne doğru kaymasını hissedebiliyordu, soğuk elleri hafifçe ürpermesine sebep olmuştu. Düğmeleri bir bir kurtulurken iliklerinden, aynı zamanda içindeki bir şeylerin serbest kaldığını da hissediyordu. Bedensel değildi ruhsaldı bu. Kızın bedenine karşı beslediği arzu, ruhuna karşı beslediğinin yanında hiç kalabilirdi belki. Beyninin içindekileri okuyabiliyordu tamam, fakat kalbindeki her bir küçük noktaya o kadar dahil olabilmek istiyordu ki, her bir nefesinde daha doğrusu ortak nefes alıp verişlerinde kızın ruhunun bir parçası kendisine dahil oluyordu. Gömleğinin üzerinde bıraktığı ıslaklık kendisiyle beraber gitmişti. Şimdi koca kumsalın ortasında, yarı çıplak iki genç, beklenenin aksine birbirlerinin bedenlerinden daha çok arzuluyorlardı ruhlarını. Konuşmadan anlaşıyorlardı bir nevi. Okuyorlardı eş zihinlerinde geçen düşünceleri, böylece kız ,böylece Luther’ı daha çok hissedebildiğini düşünmüş olacak, başını oğlanın göğsüne yaslamıştı. Kalmışlardı öylece. Belki bir, belki yarım saat kadar kaldılar hiç konuşmadan. Göğsüne vuran rüzgarı engelliyordu kızın narin başı. Şimdi daha az üşüyordu. Konuşmalarına gerek de yoktu. Sıkılmıyorlardı birbirlerine dahil oldukları sürece. Elleri arkaya yaslanmıştı kızın rahat etmesi için, ay ışığı kızın kurumuş bedenini aydınlatıyordu şimdi. Hafifçe açılmış belinden bacağına kadar gidiyor, yolculuğuna kumlarda devam edip denize ulaşıyordu ışığı. Başlangıç noktası Froydis idi yine de.

Beklenmedik bir şekilde Froydis doğrultmuştu başını bedenleri ayrılmış, hiçbir bağ kalmamıştı aralarında birbirlerinin ruhlarına karşı duydukları bağ dışında. Göğsüne konan ufak bir öpücüğün ardından yüzleri, gözleri buluşmuştu doğrudan. Bu sefer boynunda hissettiği bu narin dokunuşa karşı tek kelime etmedi Luther. Aynı şekilde kızın boynuna kondurduğu ufak öpücükle yanıt vermeyi tercih etmişti yine. Kızın askılısıyla çıplak kalan kollarına minik öpücükler kondurmaya başlamıştı. Ürkütmek istemiyordu onu. Ruh birlikteliği uğruna ağırdan alıyordu kendisini.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeCuma Tem. 01, 2011 2:29 pm

Kollarına minicik öpücükler konduruyordu çocuk. Her öpücükle sanki huzur bir hamurmuş da, öpücükler hamura batmasına neden oluyormuş gibi, huzura bulanıyordu ruhu. Dmtnin etkisinin geçtiğini hissediyordu. Son demlerini yaşamak için gözlerini kapadı yine. Küçük canavarların, küçük yolların ve küçük aşkların olduğu bir yerdeydi. Merdivenin altından geçip, soldan ikinci kapıdan içeri girince. Bir kere renkler çok daha canlıydı dünyadakinden. Gökten sürekli üç tane elma düşüyordu birilerinin kafalarına. Kimse ölmüyordu nedense orada. Tırtıllar vardı heryerde. Yaprakları yiyip duruyorlardı. Hain tırtıllar, pis tırtıllar neden yiyorlar yaprakları kıtır kıtır ve kıtırlardı? Bazı aletler çalışmıyordu burada. Mesela pozometreler bozuluyordu hemen. Uçlu kalemleri ise çözememişti daha. Tam bir muammaydı. Ortada dev bir ağaç vardı. Üstünde de gülen suratlı palamutlar. Neşe palamudu diyordu etraftaki insanlar. Hiç biri normal insan değildi oradakilerin. Hepsi bir garip, herkes bir tuhaftı. Sirk gibiydi orası, neşeli, hiç durmayan bir karnavaldı adeta. Küçük melekleri gördü, kurdele taşıyorlardı arp çalarlarken. Güneş onların üzerinde hiç batmıyordu. Çıkması gerekti oradan. Açtı kapıyı. Tam çıkıyordu ki ayağı gökkuşağına takıldı. Düştü. Önünde bir çift ayak vardı, çıplaktı, üşümüştü. Kalktı baktı sahibine o ayakların ve tekrar düştü. Sebebi ise basitti. Kendisi vardı ayakların bittiği yerde, karşısında. Neden çıplaktı bilmiyordu. Bir kapı gibi tuttu kolundan, açtı ve içeri girdi. Ürperdi pek tabi. Görüntü silikleşti. Karardı. Tek hissettiği çocuğun öpücükleri oldu.

" Bekleyen insanlar, uyuyamıyorlar. Işığı bir türlü bulamayan hayaletler gibi. Neyi beklediğimizi bile bilmiyoruz. Zaten zamanında gereğinden fazla uyumuş olacağız ki, şimdi bekliyoruz. Bak uyanıklara , nasıl da horul horul uyuyorlar ama. Sarılmışlar başkalarına. Onlar yüzünden… "

Çocuğu daha da hissetmek istercesine kendine bastırdı, kafasını gösüne doğru çekti. Yumuşak, kahverengi saçlarının arasında gezdirdiği parmakları, bir hediye olarak kum taneleri bıraktı çocuğun saçlarının arasında. Sağ şakağını öptü sonra çocuğun, sonra da burnunu. Gökyüzüne kaydı gözleri. Geceleri seviyordu. Hepsi sakin ve hepsi sessizdi. Mutlu. Huzur vardı gecede. Karanlığında bir dinginlik vardı, engin denizlerin durgunluğunu taşıyordu üstünde. Geceyi dinlemeyi seviyordu. Tıpkı geceyi izlemeyi sevdiği gibi. Hatta geceyi, geceleri bütün duyu organlarımla algılamak isterdi. Ona dokunmak, tatmak isterdi. Çünkü geceleri onu mutlu ediyordu. Geceler huzurlu olmasını sağlıyordu. Bir gece ona kendisini çok iyi hissettirebiliyordu. Yıldızlar görünüyordu bazı geceleri, seviniyordu. Arada ay görünüyordu gece olunca. Ay tanrıçasının ışığında güvende hissediyordu kendini ilkel insanların yaptığı gibi. Çünkü dışarısı yırtıcı doluydu. Hepsinin hırsları vardı, arzuları vardı uğrunda savaştıkları, insanları ezip geçtikleri. Egoları vardı onları ölümlerinden kurtaran. Ve Ay onları aydınlatıyordu gecenin bu güzel karanlığında yine aciz insanları korumak için. Gece çok önemliydi onun için. Seviyordu geceyi. Hatta çoğu gecelerde gün hiç gelmesin istiyordu. Gece kalsın. O hep huzurlu olsun istiyordu. Dudakları çocuğun artık çıplak kalmış omzunun ucuna dokundu. Oradan boynuna doğru kaydı. Gecenin verdiği huzuru şimdi karşısındaki bu ruh veriyordu ona. Anlaşılabilmenin huzuru. Kendini anlatmış olmanın huzuru. Yalnız olmadığını bilmenin, sana çok benzeyen brilerinin olduğunu öğrenmenin huzuru. Dudakları çocuğun dudaklarıyla buluştu. Öpüşürlerken sadece dillerinin değmesini değil, ruhlarının da değiyor, birbirine karışıyor olmasını diliyordu. Sırtını döndü sonra kucağında oturduğu çocuğa, nefesini ensesinde hissedebilmek için sadece. Birkaç dakika sonra, belki de beş, zaman kavramı tamamiyle yok olmuştu, ağırlığını çocuğa doğru verdi. Sırtını onun göğsüne yasladı iyice ve ikisi kumlara uzandılar. Çok içsel bir filmin ağır çekimde görüntülenen kahramanları gibi. ocuk kumların üstünde, kızsa çocuğun üzerinde yatıyordu sırt üstü. Görüş açıları tamamen gökyüzüydü. Salk gökyüzü. Çocuğun sağ elini kendi beline sardı, sol eliniyse kavradı. Biraz önce onun kendisine yaptığı gibi, sadece işaret parmağını açıkta bırakarak. Gökyüzüne doğru kaldırdı elini sonra.

" Orada herhangibir şey olmak istiyorum ben. Nebula. Nebula olsam eğer, her şey çok güzel olurdu. "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 10:39 am

Öpücükleri kızın pürüzsüz vücuduyla farklı bir boyut alıyordu. Sanki dünyanın tam zirvesine beraberce oturmuş, insanları seyreden ve düştükleri hallere anlam veremeyen iki “Tanrı”sal bedendi ikisi de. Onların yanlışlarına gülüyorlar, sevinçlerine dahil oluyorlardı. Bu kadar çıkarcı varlıklar yarattıkları için kendilerinden utanıyorlar, yirmi dört saat k*çlarını kıpırdatmayan bu varlıklara öfkeleniyorlardı. Tek farkı yarattıkları bir şey yoktu. Sadece izliyorlardı, onlara sunulmuş olan farkındalık duygusuyla izliyorlardı. Sıcak yatanların umrunda değildi yatacak yer bulamayanlar, birbirlerine sokuldukça yalnızlıktan ve soğuktan korunanların halini anlamıyordu her gece yalnız ve aç yatanlar. Gece, dünyanın üzerine örtülmüş olan perdenin ortadan kalktığı vakitti insanlar için. Asıl yaşamlarına gece kavuşuyorlar, gündüzün getirdiği gecenin götüreceği her güzelliğin ışığının altında aslında ne kadar zavallı olduklarını fark ediyorlardı. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar ise, tıpkı onlar gibi, gecenin kudretinden kaçan insanları kınayarak izliyorlardı. Onlar için fark eden bir şey yoktu. “Gece bittiğinde biz de biteceğiz. Ve o insanlar için hiçbir şey değişmeyecek. ”

Sözlerin bittiği yerde yine dokunuyorlardı birbirlerinin vücutlarına, kızın dudakları yorgun vücudunda gezinirken düşünüyordu da, hiçbir kıza karşı böyle garip bir duygu hissetmemişti daha önce. Aralarındaki şey fiziksel değildi, dokunuşlarıyla taçlanıyordu sadece. Dudakları buluşmuştu bir kez daha. Bu defasında ikisinin üzerinde de bir tereddüt yoktu, dilleri yıllardır berabermiş gibi birbirlerinin her hareketini ezberlemişti. Ayrıldıklarında kız dönmüştü önüne. Dayanılmaz kokusu denizin tuzlu kokusuyla karışmıştı, ensesinden ufak su damlaları akıyordu. Kızın üzerine düşen ağırlığıyla geriye yaslandı, sırtı kumla buluşmuştu artık. Bedenleri artık tamamen birbirlerine temas ediyordu, kızın saçları Luther’ın omzunu kaplıyor, aşağı dökülüyordu. Geceyi daha net görüyorlardı, bakış açıları geceydi artık. Kolu kızın belini kavramış, bir diğeri de az önce onun yaptığı gibi, fakat bu sefer sadece gökyüzüne yönelmişti. “Ben nebulayı tercih etmezdim. Gördüğün, yerdeki kum tanelerinden en parlak, en güzel olanı olmayı isterdim. Çünkü o nebulalar ıssız, eşsiz olmakla beraber. Kum tanesiyse binlercesi arasında, diğerlerinden daha parlak. Uzayın sonsuzluğunda değil, hem geceyi hem gündüzü yaşıyor. Farklı olduğunu bilmekle beraber.” Kızın avcunun içindeki elini, soğuk kumlara götürmüştü. Başı dönmeye başlıyordu, pcpnin bedeninden yavaş yavaş sıyrıldığını hissedebiliyordu bir parça.

Kızın bedenini altına kaydırdı, şimdi yüzleri birbirine dönmüş, Luther’ın sırtı gökyüzüne kızın sırtı ise kumlara bakıyordu. Bacakları birbirine dolanmıştı, ruhlarının yaptığı gibi. Kızın saçlarından aldığı bir tutamla oynadı Luther, yüzleri arasındaki mesafe çok azdı. Nefesleri birbirine karışıyor oradan da havaya savruluyordu. Gözleri kızın her bir kıvrımında geziniyor, yüzünün her bir noktasını ezberliyordu Luther. Bu yüzü bulamayacaktı belki uzun bir zaman, unutmak istemiyordu ayılmamıştı henüz. Dudaklarına bir kez daha odaklanmıştı gözleri, bir kez daha temas etmişti, saymıyordu ki kaçıncıydı bu. Sadece bu defasında hafifçe ısırmıştı hırsını alabilmek için. Kızın vücudundaki yolculuğuna başlamıştı elleri, hafifçe kızın bacağını okşadı. Ardından hemen çekti ellerini, konuşmalıydı. “Biz ne olacağız?” Aniden çıkan bu soru karşısında kendisi de şaşırmıştı, onlar diye bir şey yoktu ki. Aynı geceyi paylaşan iki ruhtu ikisi de sadece. Kızın elini aldı ve yanağının üzerindeki, gamzeye benzeyen ve asla kaybolmayacak yaraya götürdü. Daha iyi geliyordu geçmişteki anısına, vücudu bu dokunuşu özleyebilirdi belki de en çok. Ruhuysa ayırt etmeksizin tamamını özleyecekti kızın. Eline ufak bir öpücük kondurdu, her şey çok sakindi. Bu gece yalnız kalmaya gelmişken en büyük sürprizdi o anda onun için. Bedeninin her hücresi acı içinde kıvranırken, kendi yalnızlığına gömülüyordu. İronikti, onca dostu olmasına rağmen yalnız kalması. Yalnızlığının gerçek anlamda dindiği gecenin ertesi gününde, kızın cevabıyla orantılı şekilde kaldığı yerden devam edecekti.



rpout. bir kızın yazmasının en zor olduğu andı atlattık şükür laskjdjl
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePaz Tem. 03, 2011 3:10 am

“Ben nebulayı tercih etmezdim. Gördüğün, yerdeki kum tanelerinden en parlak, en güzel olanı olmayı isterdim. Çünkü o nebulalar ıssız, eşsiz olmakla beraber. Kum tanesiyse binlercesi arasında, diğerlerinden daha parlak. Uzayın sonsuzluğunda değil, hem geceyi hem gündüzü yaşıyor. Farklı olduğunu bilmekle beraber.”


Kızın zayıf bedenini kendisininkinin altına kaydırmıştı çocuk. İkisinin de gözleri birbirlerinin bütün hatlarında dolaşıyordu, tek bir bölgeyi atlamadan. Gece onundu. Ona ait. Sadece onun. Luther'la paylaşabilirlerdi ama, ayrı iki insan olarak düşünmemişti ikisini. Ne garip. Herkes uyuduğunda kendisi geceyi dinlerdi. O sessizliğin içinde huzur bulurdu. Onun. Gece sadece onundu. Tavana bakardı gecelerce. Bütün gece izlerdi tavanı. O tavan onun için 107 ekranlık bir plazma ekrandan daha eğlenceliydi. Hayatının yarısını tavanları izleyerek geçirmişti. Herkes çok uyuduğunu sanırdı. Yanlış. Çok az uyurdu. Bazen hiç uyumazdı. Su yerine kahve içtiği günler olurdu. Kahve ona bir etki etmezdi. Sadece tadını seviyordu. Votkayı hiç sevmezdi. Sabaha karşı uyurdu genelde. Bir belki iki saat. Çoğunlukla onu da yapmazdı. Tavanına bakardı. Gece sessizdi. Onu rahatsız etmezdi gece. Gece onu severdi. Gece onun. Bu yüzden geceyi bozanlardan nefret ederdi. Su içmeye veya işemeye kalkanlar. Kapıları sertçe kapatır, ışıkları açarlardı. Bozarlardı gecenin sessizliğini ve karanlığını. Nefret ederdi onlardan. Tamamlayanlarıysa severdi, nadiren de olsa. Ağırlığını üzerinde hissettiği çocuk mesela. Sevmişti. İki-üç ya da bilmem kaç saat geçirmelerine karşın sadece. Gece sessizdi. Geceleri yazmayı severdi. Kimse rahatsız etmezdi. Sadece yazmasına yetecek kadar ışık olurdu. Ya da belki bilgisayar ekranın yayılan mavimsi ölü ışığı doldururdu odayı. Hiç sevmezdi güneşi. Gözlerini acıtırdı. Gece severdi onu. Gece onundu. Geceleri okumayı severdi. Sadece etrafını aydınlatan ufak bir gece lambası ile okurdu bazen. Gecenin karanlığında ufak bir delik açarak. Onu rahatsız etmeyecek kadar. Saygısızlık etmeyecek kadar. Sabaha karşı sigara içerdi. Kuşlar uyanırdı hafiften. Kendisi hiç uyumamış olurdu. Sigarasını yakardı ve onları dinlerdi. İnsanlardan farksızlardı. Bütün hayatları boyunca aynı melodiyi mırıldanıp duruyorlardı. Onların işi göç etmekti. İnsanların işi ise ölmek. Gece onundu. Getirdiği sabah herkesin. Sabahları da severdi. Kimse konuşmazdı sabahları. Konuşmak istemezlerdi. Konuşanlardan ise nefret ederdi. Sabahları konuşulmaz. Sabah sessizdir. Gündüzleri sevmiyordu. Çok aydınlıktılar. Herkes konuşurdu gündüzleri. Hele öğlenleri. Çok enerjiktir herkes. Sevmezdi. Baygın gibidir o hep. Dışarıdan pek görünmezdi öyle. Ama gözünün altından asla ayrılmamış olan iki dostu anlatırdı karşısındakilere her şeyi. Gündüzleri sevmezdi. Çok gürültülü olurdu. Hoşuna gitmezdi. Güneş gözünü acıtırdı. İnsanlar kulaklarını. Gereksiz bir kargaşa olurdu her yerde. Sokaklara dökülürdü insanlar. Birbirlerinin yaşam alanlarını istila ederlerdi. Şimdi, tam o annda ise bunların hiçbirisi yoktu. Bomboş bir kumsal, uçsuz bucaksız deniz ve ruhuna dokunan birisi.

“Biz ne olacağız?”


Beyin hücreleri ses tellerine sinyalleri gönderemeden, kendi kendilerine cevaplamışlardı sanki soruyu. " Biz olacağız.". Kafatasının içinde. Zahmet etmeye gerek yokmuş, sanki çok netmiş gibi. Dmtnin etkisi tamamen yok olmuştu, ayıktı. Yine de kendisini bir halüsinasyoonun içindeymiş gibi hissediyordu. Biraz önce öpüşürlerken çocuğun dudağını ısırdığını hissetmesine rağmen, bütün ağırlığı üstünde olmasına rağmen. Gerçek olmama ihtimali hala gerçek olma ihtimalinden daha olası geliyordu. İki insanın sadece birkaç saat içinde birbini bu kadar iyi tanıyabilmesi, anlayabilmesi mümkün müydü ki? Düşünmek istemiyordu, hep düşünüyordu zaten. Düşünmekten kafası zonkluyordu çoğu zaman, yine de düşünmeden edemiyordu.

" Işığın olmama izin ver, eğer kaotik bir ruhu seversen. Benim olduğunu göstermem için zaman gerek, o zaman, mavi ay olacağım karanlıkta. Uyuduğunda beni göreceksin. Bulutlar gökyüzünde yarışıyor, zaman geçiyor. Ama sen gözlerini kapat ve, neden diye sorma. Gözlerinde mavi ay olacağım. Sabah olur, uyanırsın. Kuşlar dışarda şarkı söylemeye başlar, ve ruhun çöküntüye uğrarsa eğer, şeytanlar gelirse sen o haldeyken. Gökyüzünde mavi ay olacağım."

Yüzüne dokundu çocuğun. Kafasını yukarı kaldırdı hafifçe, dudakları tekrar buluştu. Normalde kemirdiği dudakları tuzlu suyun bir etkisi olarak kanıyordu az da olsa, ama umrunda değildi. O anın bitmemesi tek isteğiydi. Başı tekrar kumlara düşerken elleri çocuğun köprücük kemiklerine kaydı, onların üzerinde gezindi. Kemik yapısını dahi zihnine kaydetmek istiyordu. Öpücükleri çocuğun boynuna kaydı. Sağ elini hafifçe saçlarının arasından geçirerek ensesine koydu. Ellerinden kayıp gitsin istemiyordu. Sol elini çocuğun pantolunun bel hizasına, düğmesine, kaydırdığında sadece evrende asılı kalmış bir duygu vardı. Gözleri çocuğun yüzünü kimlik doğrulama makineleri gibi tarıyordu. Saçlarını, yara izini. En sonunda ve en çok da gözlerini.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePtsi Tem. 04, 2011 7:02 am

Kızın dudaklarıyla yine buluştuğunda, ağzına gelen kan tadını umursamıyordu. O an sanki her şey durmuş, ağır çekimde devam ediyordu. Evrenin ortasında bir tek ikisi vardı ve bulundukları evrene bir tek ikisi hayat veriyordu. Ayrıldıklarında Froy.un elleri göğsünün biraz yukarısına gitmiş, elleri orada gezinirken dudakları ise Luther’ın boynunda dolanıyordu. Kızın ellerinin saçlarının üzerinden kayışını ve ensesine yerleşen soğukluğu hissediyordu. Bu sürede gözlerini kızın gözlerinden ayırmamıştı. Sadece pantolonuna değen elleri fark ettiğinde istemsizce baktı o yöne doğru. Kızın eli pantolonunun düğmesini kavramıştı, sadece verdiği yanıttan tatmin olmuyordu. Kızın ayık olduğundan emin olmalıydı, yarın bunları hatırlamayacaksa yaşanmasının gereği dahi yoktu. Başını kızın kulağına yaklaştırdı ve “Etkisi geçti değil mi? Ve bunu istiyorsun?” dedi. Gözleri emin olmanın verdiği güvenle kısılmıştı, ellerini kızın beline götürdü ve dizlerinden destek olarak üzerinde olduğu kızın üzerinden hafifçe doğruldu. Yalnızca ağırlığının hafifleyeceği kadar.

Kumların denizle bitiştiği yerin az ötesinde, iki beden ayak bileklerine kadar vuran dalgaların ve gecenin tadını çıkarıyordu. Gecenin koruyucu gölgesi altında korkacakları tek bir şey bile yoktu. Sessizliği bozan tek şey dalgalardı hemen yanı başlarındaki, karanlığı bozan tek şey ise ay ışığıydı. Gece benimsemişti her ikisini de, sanki ayrı değildi iki beden de geceden. Gecenin doğallığına karışmıştı ikisi de. Öyle ki gece ikisini de gizlemek için bedenlerinin kumda bıraktığı tüm izleri siliyordu. Bir tek kokuları kalacaktı burada olduklarının kanıtı olarak. Burada olduklarını bilemeyecekti başkası. “Söyle bana.” Sessizliğin kalbine bıçak saplayan bu sözler Luther tarafında söylenmişti. “Beni bırakmayacaksın değil mi? Ne olursa olsun seveceksin? Bu geceden itibaren benim olacaksın benim sana ait olduğum gibi, değil mi? Evet ya da hayır de. Emin ol ki sana hissettiklerimi başkasına karşı hissetmedim şu ana dek.”

İlk defa tanıştığı birine ilan-ı aşk edecek kadar cesaretli bulmuştu bu defa kendisini. Ya da bu cesaret kafayı bulmuş olduğundan geliyordu. Yüzünü kızın boynuna yaklaştırdı, kokusunu içine çekerse, başkasıyla paylaşmazsa kızın da kendine ait olacağını düşünüyordu. Ruhunun eksik kalan parçasını bulmuş, bir daha da kaybetmek istemiyormuşçasına derin bir nefes çekti bu kokudan. Ardından boynuna ufak bir öpücük kondurdu kızın. Bedenine dokunmayı dahi istemiyordu. Rüyaymış da uyanacakmış gibi. Kızın bedenine değdiği her andı gerçeklik. Ötesinde, şu yirmi metre ötedeki evlerde içindeki insanlarda değildi bu. O an yaşanacak ve bitecekti. Tek dileği anın tadını çıkarabilmekti. Sadece ve sadece geceyi incitmeden bitirebilmek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Conerus Hell Greyn
Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
 Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
Conerus Hell Greyn


Mesaj Sayısı : 93
Kayıt tarihi : 14/09/10
Gerçek Yaşı : 27
Nerden : New York.

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePtsi Tem. 04, 2011 7:24 am


    Kafasını dinlemek için sessiz bir yer arıyordu Conerus, arabasıyla dolaşırken. Araba seslerinden uzak, elindeki içkiyi rahat rahat içebileceği bir yer arıyordu. Kafasını dinleyebileceği bir yer. Oturup Vega'yı rahat rahat düşünebileceği bir yer. Aslında ne olduğunu bilmiyordu. Pixie'ye olan davranışında herhangi bir sorun görmekte zorlanıyordu Conerus. Çünkü bu her zaman yaptığı şeydi. İkisi de alışıktı buna, Vega'nın neden böyle bir tepki gösterdiğine anlam veremiyordu. Conerus'un normal davranışlarıydı bunlar, onu böyle kabullenmesi gerekiyordu. Vega'ya duyduğu sevgi, Pixie'ninkiyle ölçüşemezdi tabii. Pixie ile arasında, tanımlayamadığı bir ilişki vardı. Sevgili değillerdi, dost olmalarına rağmen farklı şeyler yaşıyorlardı. Tabii, her zaman için geçerli değildi bu. Belirli zamanlarda ve buna alışmıştı ikisi de. Vega'nın da alışması gerekiyordu yoksa bu ilişkinin yürümeyeceğini düşünüyordu Conerus. Pixie ile arasındaki dostluğu bozamazdı, onunla arasındaki o farklı ilişkiyi bozamazdı; bozmak istemiyordu. Ancak, diğer yandan da Vega vardı, onu gerçekten seviyordu ve onunla da ayrılmak istemiyordu. Tek ümidi, Aida idi. Onun, ikisinin arasını düzeltebileceğine inanıyordu. Keşke, diye düşünüyordu Conerus. Keşke o gün orada olmasaydım.

    Gayet güzel bir yer bulduğunu düşünürken, içkisini yudumlayarak kumsala doğru yürüyordu Conerus. Etrafta kimse yoktu ve olmaması da normaldi. Sadece dalgaların rahatlatıcı sesi geliyordu kulağına. Bundan memnundu, kafasını dinleyebileceği en güzel yeri bulmuştu. Hafiften sarhoş olmaya başladığını hissediyordu. Bu içtiği üçüncü şişeydi, belki de birazdan alkol koması geçirirdi ve burada ölürdü. Gecenin bu saatinde kimsenin buraya gelip onu bulacağını sanmıyordu. Hem başındaki sorunlardan da kurtulurdu. Aslında iyi fikirdi, belki de gidip dördüncü bir şişe daha almalıydı. Zaten elindeki şişeyi yarılamıştı ve birazdan biteceğini düşünüyordu. Denize daha da yaklaştığında, çaprazında bir siluet gördü. Karanlıktan pek bir şey belli olmuyordu ancak sonrasında orada iki kişinin olduğunu farketti. Kumsalda uzanıyorlardı, büyük ihtimalle oldukça romantik bir gece geçiriyorlardı. Conerus'un yüzünde bir gülümseme belirdi ve siluetlerin tarafına yöneldi. Onların yanına yaklaştığında, "Hey, ben de katılabilir miyim?" diye sordu gülerek. Kafasını kaldıran çocuğu tanıyordu, onun dersine giriyor olmalıydı. Gecenin bu saatinde, iki liseli burada bir kaçamak yapıyordu demek. Oldukça eğlenceli gözüküyordu, belki de bu gece dinlenmek yerine biraz eğlenebilirdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePtsi Tem. 04, 2011 8:55 am

“Etkisi geçti değil mi? Ve bunu istiyorsun? Söyle bana. Beni bırakmayacaksın değil mi? Ne olursa olsun seveceksin? Bu geceden itibaren benim olacaksın benim sana ait olduğum gibi, değil mi? Evet ya da hayır de. Emin ol ki sana hissettiklerimi başkasına karşı hissetmedim şu ana dek.”

Gözlerini kapattı. Rüzgarın tatlı bir dokunuş olduğu, kumsalların altın tozundan yapıldığı bir sahil kasabası vardı çok uzaklarda. Bu kasabanın sadece iki sakini vardı; bir çocuk ve bir kız. Çocuk ayaklarını kuma sokuyordu denizin esrarengiz güzelliğini izlerken. Bunun nedeni aklına garip hatta bazen daha da garip şeyler gelmesiydi. Çocuk bunları yaparken kız da o mükemmel denizde yüzüyordu ve kızın çok hoşuna gidiyordu çocuğun aklındaki garip şeyler. Kız, çocuğu yüzmeye çağırdı. Beraber yunuslarla dans ettiler. Her türden dansı denediler ama yunuslar dans etmeyi iyi bilmiyorlardı. Yüzdüler. Çocuk, kıza doya doya sarılmak istiyordu. Kız ise şaşırdı. Alışmıştı o bütün garip şeylerine çocuğun. Kabul etti kız, çocuk ise sevindi. Bu ikili, uzaktaki o denizde sarıldılar aralarındaki mesafenin denizden çok daha uzak olmasına aldırmadan. Kız öptü çocuğu. Çocuk şaşırdı. Alışık değildi ki bu kadar ilgiye, alakaya. Ayrıldılar oradan buluşmak için sözleştikten sonra. Kasaba hiç boş kalmadı onlardan sonra. Hep iki sakini oldu oranın; bir çocuk ve bir kız. Kız Uyuyan Güzel’miş. Çocuk ise Beyaz Tavşan. Kız bir şeyler söyledi, çocuk ise kağıda kalem ile saçmaladı.
Gözlerini açtı, Beyaz Tavşan'ın karşısında durduğunu bilerek. Tanrılar, tanrıçalar ve tüm putlar şahidi olsundu ki, onun gibisini görmemiş ve duymamıştı şu ufuk çizgisi zamanın ötesinde olan evrende. Bu uçsuz bucaksız diyarda ölmemek için durmadan zıplayan ruhu, kendi yarattığı putlara tapan ve yenileri için onları yıkan kendisi, şimdi karşısındaki çocuğu gerçek ilahı olarak kabul ediyordu. Çünkü bunun dışındaki herhangi bir durumda, kendisini anlayamazdı böyle. Bilemezdi, imkanı yoktu. Kendisi, Hayat Ağacı’nın kovuğunu mesken bellemiş ve parçaları evrene saçılmış ruh, kendini bile hiçe sayacak kadar nihilist mecnun ve zevkleri uğruna hayatını yakacak olan sefa p*zevengiydi. O ise, karşısında tir tir titrediği hayatın ta kendisi karşısındayken kendisini en derinlere düşmekten alıkoyabilecek çok nadir kişilerdendi. Tüm tanrılardan daha iyi ve daha engin. Karşısındaki bu sevgi kaynağı ve sevgi yumağı, normalde tepelerindeki ısı ve ışık kaynağı gibi tıpkı, kendisine bakıyorken o kendisini nasıl karanlık kovuğunda kaybederdi? Boşluklara sarınmış bilincine sahip çıkamayan kendisi. Olympos denen o yükseklikten bakıyordu ona belki de. Dmt vücudundaki etkisi kaybetmişti ama bu olasılık ona makul görünüyordu. Bir insanın onu anlayabilmesine taklmıştı hala. Yine de kendisi, ateşi çalanın arsız soyu, katılacaktı sona o koca dağın tepesinde. Ne kaybederdi ki?

" Geçti. Gitmeden önce ve gittikten sonra üzülmek mi daha iyi yoksa gidene kadar mutlu olmak ve güzel şeyler yaşamak mı? İkincisini denemek istiyorum. Zaten az olan vaktimi ve vaktini en güzel şekilde değerlendirmek istiyorum. En azından biraz mutlu olmayı istiyorum. Seni istiyorum. Evet. "

Ellerini şimdi üstünde biraz yükselmiş olan çocuğun yanaklarına koymuş, parmaklarını yanak çukurlarına bastırmıştı ki, o sesi duydu.

"Hey, ben de katılabilir miyim?"

Adam güldü. Siması pek yabancı gelmiyordu, bir yerlerde görmüş olmalıydı ama çıkaramıyordu. Luther başını kaldırdı, daha sonra da üzerinden yana doğru kaydı. Yan yana oturruyorlardı şimdi. Kendisi doğrulma gereksinimi hissetmedi. Gökyüzüne bakma fikri onun için daha cazipti. Luther'ın yüzünün aldığı garip hali fark etmemiş değildi lakin, bunu anlamlandıramıyordu. Normaldi.

" Asıl eğlence için geç kaldın. "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 3:34 am

Kumlarda birinin ayak sesini duyduğunu düşündüğünde yanılmıyordu. Ay ışığı Luther'ın suretine bir aydınlık düşürmüş olacak, karşısındaki onu tanımışçasına bir gülümseme sunmuştu. Evet, geçen dönem dersine kayıt olduğu şu aşırı sosyal bilişim öğretmeniydi o. Birbirlerini tanıdıklarını açık eden bakışları, bir yandan da birinin kendilerini görmüş olma telaşıyla gelen garip bir yüz ifadesi; Luther'da neredeyse altına yapacakmış vaziyetinde bir izlenime sebep olabilirdi. Adamın alayla yaklaşması biraz sinir etmişti onu, rahatladığı da ayrı bir meseleydi. Kendisini toparlayıp hemen kızın üzerinden attığında, içinde hala bir burukluk olması bunun garip bir tesadüf olduğunu düşündürüyordu ona. Adamın kasıtlı olarak onları izleyecek hali yoktu hani. Bu sırada Froy. bir cevap vermişti ki bunu da idrak edemeyecek kadar şoktaydı.

Şu anda kızın önceden söylediklerinin sevincini dahi yaşayamıyordu, ayağa kalktı, yok olmak istercesine elleri gömleğine uzandı. Yaptıkları ile ilgili başka bir mazeret ya da buna benzer bir şey bulması mümkün değildi. Çünkü bir insan bunu yanlış da anlayamazdı. O anda gecenin sabaha dönmesiyle ona gelen bir korkaklıkla aslında bir şeyin olmadığını söylemeyi düşünmüştü. Fakat kendisini toparladı, korkmuş gözükmemeye çalışarak, ki önceki ifadesi ardından bunu yapması komik kaçıyor olabilirdi,
"Merhaba Conerus. Öğretmenim resmi kaçabilir sanki, en azından muhabbetin gidiş yönü için." dedi ardından gömleğinin ve pantolonunun düğmelerini yeniden iliklerine geçirdi aceleyle. Sanki gece olanların ardından yakalanışını saklamak istercesine ve utançla. Gece kendisine ihanet etmiş gibiydi. Gölgesine sığınmıştı, fakat açık edilmişti.

Adamın içmiş olduğu gözden kaçacak gibi değildi. Neredeyse alkol kokusu her yeri kaplamıştı. Gece için bu kadar beklenmedik olay yeterdi kendisine. Gitmek istediğini, kaçmak istediğini zaten belli ediyordu bakışları. Tek sorun bu gece kendisini yalnızlıktan kurtarmış kızcağızın alkollü adamın elinde kalmasıydı. Sırf korumacı tavırları tutuyordu kendisini o an orada. Yoksa gecenin karanlığı üzerinden bu kadar ani bir şekilde çekilmişken umrunda olan hiçbir şey yoktu. Adımlarını adama yöneltti ve elini omzuna koydu. “İçmişsiniz, hem de epey.” Dedi. Bunu demesinin mantığı yoktu aslında. Fakat o an için adamın gözlerindeki keskin acıyı fark edebiliyordu. Sigara paketini çıkardı ve ucu ıslanmamış olan bir tanesini adama verdi. Aynı gecenin başında düşündüğü gibi bunun bütün dertleri giderdiğine yemin edebilirdi. Kalan sigaralarının neredeyse tamamının ıslak olduğunu görünce paketi yere attı, buradan gitmek istiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Conerus Hell Greyn
Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
 Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
Conerus Hell Greyn


Mesaj Sayısı : 93
Kayıt tarihi : 14/09/10
Gerçek Yaşı : 27
Nerden : New York.

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 4:02 am


    "Asıl eğlence için geç kaldın," dedi kız, yerinden kıpırdamadan. Çocuk da ayağa kalkmıştı, tedirgin olduğu yüz ifadesinden belli oluyordu. Aslında bu kadar telaş etmesine gerek yoktu. Doğrusu, Conerus'un o yaşlarda, hatta şimdi de onlardan bir farkı yoktu. Küçük bir kaçamak yapmaya karar vermiş olmalılardı, onların eğlencesini bozmak amacı değildi. "Merhaba Conerus. Öğretmenim resmi kaçabilir sanki, en azından muhabbetin gidiş yönü için," dedi çocuk, ardından aceleyle gömleğinin ve pantolonunun düğmesini iliklemeye başladı. Kendisine karşı bu kadar samimi davranmasına biraz şaşırmıştı Conerus, çocuğun ismini bile hatırlamıyordu. Belki de sarhoş olmasının bir sonucuydu bu. Bilemiyordu, ancak isminin J ile başladığına, hatta Jack olduğuna bahse girebilirdi. İçkisinden bir yudum alırken, gözlerini kızdan ayırmasına sebep oldu çocuk. "İçmişsiniz, hem de epey." Demek ki fazla alkol kokuyordu. Ancak Conerus bu kokuyu alamıyordu. Çocuğun uzattığı sigaraya bakarken gülümsedi. "Öğretmene rüşvet, ha?" Elindeki sigarayı aldı, bir süre elinde dolandırdı ve sonrasında çocuğun sigara paketini attığı yere fırlattı. "Kusura bakma, şu anda içkimle ve kız arkadaşınla meşgulüm."

    Kıza doğru ilerledi ve yanına çömeldi. "Bir öğretmen, seni bir üçüncü sınıf öğrencisinden daha fazla eğlendirir." İçkisinden bir yudum daha aldıktan sonra şişeyi de denize doğru fırlattı. Ayakta duran çocuğa gülümsemişti kıza tekrar dönerken. Aslında buraya eğlenceyi bozmak için gelmiş olabilirdi. Belki. Çocuk biraz bozulmuş görünüyordu. Bu iyiydi, büyük ihtimalle birazdan giderdi ve Conerus ile öğrencisi yaşındaki kızı yalnız başına bırakırdı. Bu gece kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı. Çocuğa tekrar döndüğünde, "Sence arkadaşın bana sevgilimi unutturabilir mi, ne dersin?" diye sordu. Bunu sarhoş olması yüzünden sorduğunu biliyordu ancak bir yandan da sarhoş olmadığını düşünüyordu. Normal duygularını hissediyordu, Vega yine kafasının içinde dönüp duruyordu fakat beyninde, karşısındaki kız daha fazla yer edinmeye başlamıştı şimdi. Kızın yanına uzandı ve gülümseyerek yüzünü ona çevirdi. "Ne kadar ahlaksız bir öğretmeniniz var."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frøydis V. Solskjær
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Frøydis V. Solskjær


Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 04/02/11
Nerden : Norveç

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 10:15 am

"Bir öğretmen, seni bir üçüncü sınıf öğrencisinden daha fazla eğlendirir. Ne kadar ahlaksız bir öğretmeniniz var."

Adam yanına uzanmıştı. Tanıdık gelmesinin sebebi buydu demek ki, öğretmendi, lakin kendisinin dersine girmiyordu. Nefesindeki alkolü duyumsayabiliyordu. Ah ne harika, dünyevi problemlerinin dibine vurmuş ergenlikten çıkamamış bir yetişkin. Maalesef o çok yakışıklı yüzü ve etkileyici dış görünüşü içini görmesine engel olamıyordu. Gözleri Luther'ı aradı. Yattığı yerden onu görmesi zorlaşmıştı. Sahi ayrıca, çocuğun ne yapacağını kestiremiyordu. Conerus'la, adı buydu çocuk söylemişti, yalnız kalmak onun için bir tehlike ya da sorun oluşturmuyordu fakat çocuğun onu bırakıpgitmesini de istemiyordu. Gecenin bir saygısızlığı olarak gördüğü bu adamla uğraşmak istemiyordu doğrusu. Gecenin göğsünde birbirini bulmuş iki benzer ruh ilahi yakınlaşmalarının doruk noktasına varmışken birden bire öylesine küstahça beliren adama kaydırdı gözlerini, sonra tekrar gökyüzüne. Yıldızlara baktı. Çoko fazla yıldız yoktu. İyi. Yıldızları sevmezdi. Çoğu insan parlak oldukları için severlerdi onları, geceyi aydınlattığı için. Kendisi ise gece gökyüzünün karanlığını dağıttığı için sevmzdi onları. Bıraksınlar gökyüzü karanlığıyla yalnız kalsındı, derinliğiyle, gizemiyle. İçini çekti.

" Öğretmenimizin kişisel problemleriyle boğuştuğu çok belli. "

Canı fena halde sigara istiyordu. Ne yazık ki sigaraların kullanılamaycak duruma geldiğini Luther'ın onları kuma gelişigüzel fırlatmasından anlamıştı. Tekrar dmt istiyordu şu an, halüsinasyon dünyasına geri dönmek. Böyle bir şeyin söz konusu olmadığı şu durumda biraz hafifletebilecek bir şeydi sigara.

" Luther, sigarayı verebilir misin bana? "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Tem. 07, 2011 3:48 am

Genç adam, Luther’ın verdiği sigarayı reddetmiş ve onu paketinin bulunduğu yere doğru fırlatmıştı. Açıkçası şu anda Luther’ı rahatsız eden tek şey bu değildi. Adamın kızın önünde kendisini küçük düşürmüş olması ile elini yumruk haline getirmişti. Yerinden kıpırdamamış olan Froy.un yanına uzanmıştı adam. Luther kumlara uzanmış olan iki surete de hafifçe yaklaşmış, Conerus’un küstah sözlerine karşılık ona saldırmamak için kendisini zor tutuyordu. Zira eğer Froydis konuşmamış ve düşüncelerini bölmemiş olsaydı, yerle bütünleşmiş olan bu herifin yüzünü dümdüz etmek onun için büyük bir zevk olacaktı. Kızın sözleri üzerine kendisine olan güveni yerine gelmişti. Görünüşe göre kız, aslında adama hiç kulak asmıyordu. Yerdeki kuru olan tek sigarayı da aldı ve yakmak için dudaklarının arasına yerleştirdi. Bir nefes aldıktan sonra ise isteği dahi kendisiyle aynı olan kıza uzattı sigarasını. Uzanan kızın hafifçe doğrulması için ellerini hafifçe çekiştirdi, ardından kızın yanına bağdaş kurdu. Bunun sarhoş adamın pek umrunda olmadığını görünce ise pis bir sırıtmayla –bu sırıtma için adamın küstah yüzündeki ifadeyi taklit etmesi yeterli olmuştu- “Sanırım o bu dördüncü sınıf öğrencisi ile gayet memnun. Ama merak etmeyin öğrenmem gereken bir şey olursa ilk gideceğim kişi siz olursunuz. Gerek olacağını da sanmıyorum.” demiş, ardından yanındaki kızın elini kavramış ve ufak bir öpücük kondurmuştu.

Denizin tuzlu kokusunun ve ortamın onu rahatsız etmeye başladığına karar vermişti, ki bunun muhtemel sebebi adamın salakça tavırları olmalıydı, ayağa kalkmış ve elini tutmakta olduğu kızı da kaldırmış, ağır adımlarla yürümeye başlamış, arkasını döndüğünde de göz göze gelmiş olduğu adama da “Sanırım sorunlarınız arasında sizi rahatsız etmemizi istemezsiniz.” demiş ve ardından ufak bir kahkaha atmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Conerus Hell Greyn
Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
 Bilişim Teknolojileri Öğretmeni
Conerus Hell Greyn


Mesaj Sayısı : 93
Kayıt tarihi : 14/09/10
Gerçek Yaşı : 27
Nerden : New York.

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Tem. 07, 2011 10:52 am


    Bu küçük adamın böyle diyeceğini aklına getirmemişti Conerus. Anlaşılan, onların yanına gitmesinden rahatsız olmuştu. Ancak, Conerus'un kıza birazcık da olsa asılmasından daha fazla rahatsız olmuş olabilirdi. Sadece biraz eğlenmek istemişti, ne vardı bunda? Bir öğrenci, öğretmenine böyle davranamaz demek isterdi, ancak Conerus davranışlarını da bu sarhoş haliyle göze alınca—evet, kesinlikle davranamazdı! Belki de ders notlarıyla birazcık oynamalıydı, tabii ayılınca ne düşüneceğini bilemezdi. Ancak, bu çocukla arasının pek de iyi olacağını düşünmüyordu. Başta biraz saygılı davransa da, bir anda davranışları ve konuşması değişmişti. Herhalde kızın sözleri ona biraz gaz vermiş olmalıydı. Kızı ayağa kaldırdığında, Conerus olduğu yerde duruyordu ve denizi seyrediyordu. Çocuğun sözlerini duyduğunda, ona döndü. Suratında sırıtış öyle tanıdık geliyordu ki—ah, tabii, bu gülüşü her gün aynada görüyordu.

    İçkisini attığına pişmandı. Henüz bitmemişti, onunla biraz daha idare edebilir ve birazdan yalnız kalınca kafasını dinleyebilirdi ancak ondan daha çok, eğlenmek istiyordu. Kızın buradan gitmesini istemiyordu, aslında biraz da o çocuğa dalmak istiyordu. Ancak yerinden kalkmaya hali yoktu, başı da dönmeye başlamıştı. Belki de artık içki sınırı belirlemeliydi kendine, ancak bunu Vega ile barıştıktan sonra yapacaktı. Çocuğun kahkahasından sonra, her zamanki sırıtışını yerleştirdi yüzüne. "Ne de ukalasın sen öyle." Uzanmaktan yine vazgeçmemiş, olduğu yerden bakıyordu çocuk ile kıza. Aslında kızın, çocuğu umursadığını pek sanmıyordu. Nedense ona öyle gelmişti—evet, bu haliyle bile bazen böyle şeyler düşünebiliyor ve sezebiliyordu. Kafasını kaldırabilmişti bu sefer. Sırıtışı yoktu bu sefer yüzünde, ancak ciddi bir ifade edinmekte de zorlanıyordu. "Sanırım seninle okulda daha rahat konuşabilirim." Umursamaz bir şekilde kafasını tekrar eski yerine koymuştu. "Hadi, defolun gidin." Bir anda bütün enerjisi uçup gitmişti. Küçük ukalalar ile uğraşacak vakti yoktu, kendisi zaten yeterince ukalaydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Güzel bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Güzel bir gece...   Güzel bir gece... Icon_minitimePerş. Tem. 07, 2011 1:59 pm

RP SONU.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Güzel bir gece...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Güzel bir sabah koşusundan daha güzel ne olabilir? Belki karamelli kahve?
» Felekten Bir Gece.
» Yalnızca bir gece.
» Felekten Bir Gece
» Ara sokakta bir gece...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Brooklyn :: Brighton Beach-
Buraya geçin: