Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Ara sokakta bir gece... Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Ara sokakta bir gece... Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Ara sokakta bir gece... Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Ara sokakta bir gece... Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Ara sokakta bir gece... Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Ara sokakta bir gece...

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Amber Jody Grant
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
Amber Jody Grant


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 04/08/11

Ara sokakta bir gece... Empty
MesajKonu: Ara sokakta bir gece...   Ara sokakta bir gece... Icon_minitimeSalı Ağus. 09, 2011 6:19 am

Amber Jody Grant & Luther Frederic Adler


Amber bağrışmaları bastırmak için müziğin sesini daha fazla açtı. Gittikçe yükselen müzik sesiyle bağrışmalar bir nebze azalmıştı. Ama bu uğraşı bağrışmaların önüne geçemiyordu. İstemediği halde hala annesinin babasına bağırdığını duyabiliyordu.

İki yıl öncesini anımsar gibi oldu. Fransa’da ne kadarda mutlu bir yaşantıları vardı. Niye New York’a gelmişlerdi ki? Bütün arkadaşlarını, sevdiği insanları ve kurdukları çevreyi orada bırakıp buraya gelmişlerdi. Onları çok özlüyordu hatta dayanılmaz derecede sinir bozucu yaşlı komşusu Bayan Roux’u bile özlüyordu. Fransa’da güzel bir evleri vardı. Evlerinin küçük arka bahçesini ve bahçedeki minyatür süs havuzunu ne kadar da çok severdi. Küçükken kâğıttan gemiler yapar ve onları küçük süs havuzunda yüzdürürdü. Oyuncak bebeklerini bahçenin her yerine dağıtıp, akşam olunca annesinin zoruyla onları toplardı. Sanki yarın yine oyuncaklarını bahçenin her bir köşesine dağıtmayacakmış gibi. Eğer annesine New York Times’tan iş teklifi gelmeseydi buraya hiç gelmeyeceklerdi. Hala Fransa’da yaşıyor olacaklardı.

Odanın içinde bir ileri bir geri gidip duruyordu. Eski zamanlarını -o mutlu yaşantısını- hatırladıkça sinirleri daha da harap oluyordu. Odasının sol tarafında bulunan küçük lavaboya yöneldi. Aynanın önündeki beyaz çıkıntıda duran sarı renkteki tarağını aldı. Tam kafasının tepesinde ki yapılı topuzu açtı ve saçlarını yolarcasına taradı. Aynada kendisine bakarken ne kadar yorgun ve bitkin gözüktüğünü fark etti. Musluğu açtı iki elini itinayla suyun altında birleştirdi ve soğuk suyu birkaç defa yüzüne vurdu. Yatağının yanına geri dönüp saate baktı. Çılgına dönmemek imkânsızdı içerdeki iki insanın iki saatten fazla bir süredir kavga ediyordu. Artık dayanamadı ve bir hışımla odadan çıkıp salonun kapısında belirdi elindeki telefonu o kadar sert sıkıyordu ki telefon nerdeyse parçalanacaktı. Babası onun varlığını kapıda hissedince dönüp ona baktı ve babasının ona bakmasıyla onun bağırması bir oldu.’’Yeter artık, yeter! Katlanamıyorum ne size, ne de sizin saçma kavgalarınıza. Yeter…’’Kendini o kadar kaybetmişti ki bağırmanın arkasından evin kapısını sertçe çekip çıkmıştı.

Ailesini hiç düşünmemeye çalıştı. Düşüncelerinden o an kurtulmak için her şeyini verirdi. Kendini kaybetmiş halde hızla sokakların arasında nereye gittiğini bilmeden bir yılan gibi dolaşıyordu. Etrafına bakmadan sadece ayaklarının gittiği yere bakarak başı aşağıda hızlı adımlarla ilerliyordu. Uzun bir süre hızlıca yürüdükten sonra yavaşladı. Artık ayakkabısının çıkardığı o gürültüyü duymuyordu. Ama kulağına fısıltılar ve başkasına ait ayak sesleri geliyordu. O boş ara sokakta yalnız değildi. Sanki bu fısıltı sesi onu takip ediyordu. Sesin kimden geldiğini anlamak için etrafına bakındı. İki adam onu belli bir uzaklıktan takip ediyordu. Telaşlandı ve adımlarını tekrar hızlandırdı. Ne yapacağını bilemeden hızla yürüyordu. Sokak çok karanlıktı ve ona tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Ana caddeye nereden çıkacağını bilemeden kendine yol bulmaya çalışıyordu. Gözleri yardım edecek birini arıyordu. Ama kimse yoktu. Daha da hızlandı ileride fazla ışığın olduğu bir sokak, hayır, hayır bir cadde gördü. Koşmaya başladı tam caddeye adımını atacakken… Küt.

Bir şeye çarpmıştı. Binanın sol tarafından gelen bir şeydi bu. Başı zonkluyordu, elini yavaşça başına götürdü. Acıyı çok net bir şekilde hissedebiliyordu.Bir el ona yardım etmek için uzandı.Uzanan el büyük ama yumuşak görünümlü bir eldi, genç birine ait olduğu belliydi. Hiç tereddüt etmeden eli tuttu ve ağaya kalktı. Gözlerini görmüştü; o mavi gözlerini. Çocuğun gözlerinde o tanıdık duygu vardı. Kendine aynada her baktığında kendi gözlerinde gördüğü duyguydu. Kızgınlık, öfke, hırs,kin… O ana kadar hiç kimsenin kendisi gibi bir duygu yaşayamayacağını düşünüyordu. Şaşkındı. Ne olduğunu anlayamadan bir şeye çarpmıştı ve kendi duygularına sahip biriyle karşılaşmıştı. Bundan emindi.

Çocuktan bir adım uzaklaşarak konuşmaya başladı.‘’Özür dilerim, ben sadece…’’dedi. Nefesi kesilmişti, koşmaktan mı yoksa şaşkınlıktan mı olduğunu bilemiyordu. ‘‘Çok üzgünüm sen iyi misin? Korkmuştum, koşmaya başladım ve senin geldiğini görmedim. Çok üzgünüm’’dedi. Bir an çok korktu. Bu korkunun arkadan gelen adamlarla mı ilgili olduğunu, yoksa onunla aynı duygulara sahip birinin birkaç dakika içinde yanından ayrılacak olmasıyla mı ilgili olduğunu anlayamadı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Ara sokakta bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Ara sokakta bir gece...   Ara sokakta bir gece... Icon_minitimeCuma Ağus. 12, 2011 8:35 am

Sahil, o geceki aynı atmosfer. Hatırladığı gibi. Yalnız başına kumlara ilerliyor, sigarasını çıkarıyor ve dudaklarının arasındayken uzun bir soluk alıyor ondan. Yine su sesi geliyor yanından, başını o yöne döndüğünde, o günkü gibi… Her şey aynı, Froy’un giydikleri dahi… Üzerindeki askılı ve altındaki iç çamaşırı var yalnızca. Olayları akışına bıraksa dahi kaçınılmaz bir olay olacağını biliyor yine. Yine birinin geleceğini, belki de bu yüzden eskisi gibi değillerdi, o gece birbirini bulmuş iki benzer ruhun birlikteliğinin en mahrem anında gelen bir yabancı sağlamıştı ilişkinin bölünmesini. Conerus, bu adamdan nefret edebilirdi ama hayır, bunu yapmayacaktı. Bu rüyaysa –ki dejavu olma ihtimali çok daha düşüktü- kontrol elinin altındaydı. Aynı konuşmalar geçti yine, sarıldılar, bu defasında sımsıkı sardı kızı. Korkmuyordu, en ufak şüphesi dahi yoktu, kızın dudakları ile birleştiğinde bir ses duydu. Devam etti kızı öpmeye, bu kendi rüyasıydı, sesleri kontrol etmek dahi kendi elindeydi. Bir kez daha duydu aynı sesi, kızdan ayrıldı ve boşluğa doğru bağırdı. “Lanet olsun kes sesini!” Bunun üzerine kıza döndü yeniden, dokunmaya çalıştı, kollarına dokunmaya çalıştı. Hissetmiyordu elleri. Rüyasındaki gibi pcp’yi almamıştı bu defa. Hepsini bilinçli yaşayabilmek için. Ama dokunmasına rağmen hissedemiyordu bir bedenin getirdiği sıcaklık yoktu kızın benliğinde. Yalnızca görünürde dokunuyordu. Bir kez daha aynı sesi duydu, ayağa kalktı, üzerindeki kumları dahi silkelemeden koştu karanlığa, hiçbir şey yoktu. Kızı yalnız bırakmak istemiyordu, korkardı kız, narindi. Ama geri döndüğünde kız yoktu. Her bir kum tanesi git gide şeffaf bir hale geliyordu, sanki dünya beyaz bir zeminden ibaretti ve üzerindekiler yalnızca renkli kalemlerin bıraktığı lekelerdi. Teker teker kayboluyordu hepsi, ilk kız en son ise dalgaların sesi. Bembeyazdı ve orada bulunan tek gerçeklik kendisiydi. Sanki ressam onu asıl çerçeveden dışlamış gibi ya da resimde yalnızca onun bulunmasını istemişti. Korkmuyordu, isteği bu olmasa dahi. Her zaman yalnızdı, en azından kendi dünyasında. Sadece bu kadar derin bir yalnızlık ürkütürdü onu. Froy. Olmadığında hissediyordu bunu zaten, alışkındı. Bir kez daha duydu aynı sesi. Artık bu rüyanın yaşanmaya değer bir yanı yoktu, gözlerini açtı. Bir kez daha boş evin içinde yankılandı aynı ses, gerçekti bu ses ondan yok olmuyordu. Rüyasını mahveden lanet olasıca şey neydi peki, kalktı yatağından, perdeleri kapalıydı fakat içeriye süzülen ışık huzmeleri seçilebiliyordu, yani öğleye yakın bir vakit olmalıydı. Üzerine geçirdiği tişörtle aşağı indi, ufak bir evdi zaten, kapıya ulaşması zor olmamıştı. Ki kapıyı açtığı an merdivenlerden yuvarlanmış olmayı tercih ederdi. Ya da rüyasında kaybolmayı, rüyada kalmayı ya da rüyasında ölmüş olmayı… Tabii rüyada kalmayı tercih ederdi. Sabaha kadar bakardı yanındaki varlığa ve ta ki rüyadan oluşma insanlar onları rahatsız edene kadar uyuyabilirlerdi sakince, yan yana.

Gördüğü yüzlere derin bir nefret ifadesiyle baktı, kıza baktığının aksine… Kapıyı öylece bırakarak çıktı yukarıya. Yine gelmişti, yine bir gününü daha rezil edecekti de. Başka bir yer yokmuş gibi, her daim yanında gezdirdiği hizmetçisiyle hayatını zindan etmek için muhteşem bir motif oluşturduğu söylenebilirdi. Odasının kapısını kilitledi, kadının onu rahatsız etmeyeceğini biliyordu. Fazlasıyla alışkındı böyle tepkilere. Uyumayı denedi yine. Yine kaldığı yerden devam etmeyi, diğer kızlarla olduğu gibi sadece hormonları değildi mesele, aynı yerden devam etmeyi istiyordu. Yeşil yastığını tıklanan kapıya fırlattı, umduğu gibi değildi, rahatsız edilecekti yine ve yine aynı anda kaldığı yerden devam edeceğine işler daha kötü bir hale girecekti. Tekrar tıklanmamıştı kapı, alınmış olmalıydı kadın veyahut gelen yalnızca hizmetçiydi. Başını çarşafa gömdü ardından düşünmeye başladı. Adil değildi her seferinde sanki paralel bir evren varmış da bu birlikteliği bölmek istiyormuş gibi bölünüyordu aynı gece defalarca. Yalnızca bu gece gelmemişti aynısı başına. Gözlerini kapattı, yine aynısını görecekti. Kızı hayal etti, açık sarı olan saçlarını, tuzlu sudan ve ısırılmaktan kızarmış dudaklarını, gözlerini ve en önemlisi ruhunu. Yalnızca ruhunu tam olarak resmedememişti bu sefer. En önemli parçası eksik kalmıştı. Yine açtı gözlerini ve yine görmeyi denedi, aynılarını ve gözleri yine açıldı. Bu sefer kapattığındaysa eksik olan her şey yerini bulmuştu sanki. Tüm mükemmelliğiyle karşısındaydı ruh eşi. Kollarına ufak öpücükler kondurdu ve başını göğsüne yaslamış olan kızı biraz daha kendisine doğru çekti. O günkü gibi değildi, artık en ufak şeyleri dahi hissediyordu. Göğsünü yalayan o soğuk dahil, kızın rüzgarla uçuşan saçları ve yüzünde bıraktığı o gıdıklayıcı his. Kapı tıklandı yine, kızla yaşadıkları birleşmenin hemen sonrasında, uyandı yine. Perdenin arasından süzen ışık artık yoktu, gece olmuş olmalıydı. Bu sefer sinirli değildi, kapıyı açtı ve kendisine hiç benzemeyen kadının yüz ifadesine bakıp sırıttı.


Konuşmaları gerektiğini söyleyip duruyordu ve uyku sersemi söylediklerinden anladığı tek şey şu sözcükler olmuştu. “Almanya, askeri okul, gelecek ay…” Salonun köşesindeki kanepeye oturan kadına yaklaştı ve bağırdı “Gelmiyorum. Ben sizin lanet olası hayalleriniz için doğmadım. Bana kalsa sizin gibi iki varlıktan dünyaya gelmektense ölmeyi yeğlerim. Ne seni ne babamı, bana baksana senden nefret ediyorum!” Merdivenlerden çıkmıştı genç adam yine, ayakta zor duruyordu inişinin aksine. Üzerindekileri değiştirip dışarı fırladı. Arkasından bağıran biri yoktu bu sefer, kadının hıçkırıkları ve bağırışları salonun her bir köşesinden duyuluyordu. Dışarıya dahi sızan bu yakarışlar ve küfürler dışarıdan geçen herhangi birinin dikkatini çekebilirdi. Dolaşmaya başlamıştı Luther, çoğu zaman yürüdüğü yolu seçmedi bu sefer. Sahile gittiği gece yaptığı gibi ayakları yönlendiriyordu kendisini. Adına dahi dikkat etmediği bir sokağın köşesinden bir iki kere sağa ya da sola döndü. Karnındaki açlığı hissettiğinde bir caddenin köşesinden dönmek için yönelmişti ayakları ve tam bu sırada her şey ağır çekime alınmışçasına bilindik çarpışma sahnelerinden biri yaşanmıştı. Yaşıtlarından bir kız elini başına götürmüş bir şekilde yerde oturuyordu canı yanmış olmalıydı güzel kızın. Elini uzattıktan sonra kızın ufak ve sıcak ellerinin kendisininkiyle buluşmasını bekledi ve kız saniye dahi duraksamadan karşısındaki ellere bir yanıt verdi. Kız kalktığında gözleri buluşmuştu istemsizce. İşte tam o anda, kendisiyle aynı hırsı, aynı kini taşıyan bir çift gözü görmüştü hayatında ilk defa. Bu ruh benzerliği gibi değildi hayır. Yalnızca aynı bakıştı, aynada rastladığının aynısı, sudaki yansımasında gördüğünün aynısı. Kızın endişeli sözleri üzerine bir gülümseme sundu ona, ardından hızlı bir tempoda kendilerine yaklaşan iki adamı gördü. Kızın peşinde olduklarını anlaması çok da uzun sürmemişti. Kızın telaşının sebebi buydu belli ki, elini kızın omzuna atarak onu tanıyormuş gibi bir izlenim bırakmaya çalıştı. En doğrusuydu bu, adamların nereye gideceğini bilmeden yürüyen bir kız düşüncelerini sıfırlayacak cinsten. Kızın kulağına eğildi ve “Senin peşindeler mi?” diye sordu, kızın tepkisini anlayabilmesi için çok beklemesi gerekmemişti, korkusunu bedenindeki titremeden dahi sezebiliyordu. Kızın ufak ellerini kavramasının ardından kendilerine doğru gelen bir taksiye bindirdi onu, yanına oturdu ve “Ben açım ve sen korkuyorsun. Seni bu halde bırakamam, ben karnımı doyururken şu olayları bana en baştan anlatırsın.” Taksi şoförüne yalnız kalmak istediğinde gittiği bir adresi söylemesinin hemen ardından yol boyunca bir sessizlik hakimdi atmosfere, bunu bozmak için uğraşmamıştı her zaman yaptığının aksine. Zaten hiç tanımadığı bir takside bile kendisini esir alan korkusu geliyordu aklına. Arabadan indiklerinde hemen yolun yanındaki masaya oturdu. Ve kızın artık sakinleşmiş olan yüzünü dikkatlice inceledi. Pür bir güzelliği vardı kızın, diğerlerininkinden farklıydı. Belki aşina olduğu bakışlardan ötürüydü bu belki de gerçekliğinden dolayı. O mükemmel güzellerden değildi ya da mükemmel görünmek isteyenlerden. Kalın sesini istemsizce işittiğinde –hafif bir iç çekişti bu- sessizliği bölmeye karar vermişti. Ne de olsa artık kızın dikkati de kendi üzerindeydi. “Bana ne olduğunu anlatabilirsin, yani özel değilse. İlginç bir şey hissettim sanki, sanki sinirlenme yani ne bileyim içinde bulunduğumuz durum aynı gibiydi. Aile mi?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Amber Jody Grant
Harrison Jewell | III. Sınıf
Harrison Jewell | III. Sınıf
Amber Jody Grant


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 04/08/11

Ara sokakta bir gece... Empty
MesajKonu: Geri: Ara sokakta bir gece...   Ara sokakta bir gece... Icon_minitimeC.tesi Ağus. 13, 2011 3:21 pm

Kendi konuşması üzerine bir tebessüm göstermişti. Bir an çocuğun bakışlarının arkalarda bir yere kaydığını fark etti. Arkasında ne olduğunu tahmin edebiliyordu ve o adamları görmek dahi istemiyordu. Tam bu sırada karşısındaki yaşıtı olan çocuk elini Jody’nin omzuna attı. Sanki onu tanıyormuşçasına bir samimiyetle ona doğru eğildi ve ‘’ Senin peşindeler mi?’’ diye sordu. Jody istemsizce irkildi ve çocuğa tuhaf bir bakış attı. Bedeninin titrediğini hissedebiliyordu. Ya bu çocukla karşılaşmasaydı, ya bir şeyler ters gitseydi, ya… Bir anda ellerine soğuk bir şeyin değdiğini hissetti ve dalgılığı bir anda kayıp oldu. Eline değen soğuk şey onu yola doğru çekip taksiye bindirdi. O soğuk şey taksiye binince elini bıraktı, Jody anca ne olduğunu anlamıştı. Çocuğa döndü ve ne olduğunu anlamaya çalışırcasına ona baktı. Yanında oturan bu genç onun gözlerinin tam içine bakarak ‘’Ben açım ve sen korkuyorsun. Seni bu halde bırakamam, ben karnımı doyururken şu olayları bana en baştan anlatırsın’’dedi. Kız hiçbir şey söyleme gereği duymadı. Yanındaki oğlan şoföre nereye gideceklerini tarif ederken o da onu incelemeye başlamıştı.

Caddeden arabanın içine süzülen ışıklar, yanında oturan yaşıtı çocuğun yüzünü ara sıra aydınlatıyordu. Her ışık geldiğinde onun yüzünü daha da bir bütün gibi görüyor ve yüzünün her parçasını ayrı ayrı inceliyordu. İlk ışıkla birlikte uzun süre baktığı gözlerini inceledi, mavi gözleri çok şey yaşamış gibi bakıyordu. İkinci ışıkla yüzündeki çizgiyi gördü. Önce ne olduğunu anlayamadı, sonra gamze sandı ama değildi, buna da emin olduktan sonra onun bir yara izi olduğuna karar verdi. Daha sonraki ışıklarla yüzünün geri kalan kısımlarını inceledi. Yol ona o kadar uzun gelmişti ki ne kadar süre yol aldıklarını ve nereye gittiklerini bilmiyordu. Etrafına bakındı ama tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Karnının acıktığını hissede biliyordu. Elini karnına götürdü, karnının guruldamamasını istiyordu.

Araba durduğunda yanındaki hoş çocuk ona dönüp baktı ve arabadan indi. Jody hiç tereddüt etmeden arkasından arabadan hızla indi. İkisi de aynı anda yolun yanındaki masaya oturdular. Birkaç dakika hiç konuşmadan oturdular. Bakışları bir birlerine sabitlenmişti. Jody bu göz oyununa daha fazla dayanamadı ve ellerini masanın üstünde birleştirerek eline aldığı bir kâğıt parçasıyla oynamaya başladı. İkisi de yol boyunca suskundu, şimdide tek kelime etmiyorlardı. Konuşmak için can atıyordu ama ne diyeceğini tam olarak bilmiyordu. Tam bu sırada bu suskunluğu delip geçen bir ses çıktı. Bir iç çekişi. Ardından kendine bir soru yöneldi.’’ Bana ne olduğunu anlatabilirsin, yani özel değilse. İlginç bir şey hissettim sanki sanki sinirlenme yani ne bileyim içinde bulunduğumuz durum aynı gibiydi. Aile mi?’’ Bu çekinerek ve korkarak sorulmuş bir soruydu. Hassas bir konuya değindiğini biliyordu ve doğru tahminde bulunmuştu. O an bu soruyu sorduğunda onunda aynı şeyleri hissettiğini öğrendiğine memnun oldu. Ama cevap vermek zor geliyordu. Onun gözlerinin içine bakarak sadece ''Evet.'' diye bildi.

Garson kız tam zamanında gelmişti ne söyleyeceğini düşünmek için biraz daha zaman kazandı. Oğlanın siparişi bitip kendi sipariş sırası gelince aklına gelen ilk şeyi sipariş etti. Kola ve hamburger… Belki o saatte ona en iyi gelecek şeydi bu ya da düşüncelerine geri dönmek için en kolay kaçış yoluydu. Sipariş gelene kadar ki sürede hiç konuşmadı. Ama ne yapacağına çoktan karar vermişti. Olan biten her şeyi anlatmaya karar verdi. New York’a gelişleri, ailesinin ilk kavgası, bu gece olan olaylar, kızgınlığı, özlemleri... Yemeğini yerken bir yandan olan biten her şeyi anlattı. Konuşması bittiğinde saatte 12.43’tü. Sanki o olan biteni anlatırken zaman su gibi akıp gidiyordu. Laf arasında resmi olarak tanışmışlardı. İsmini sevmişti. İçinden unutmamak için birkaç defa tekrar etti. Luther, Luther…

Saatin kaç olduğunu artık takip etmiyordu. Kendini çok yorgun hissetmesine rağmen hala konuşmak istiyordu. Karşısındaki çocuğa onun ailesiyle olan problemlerini sormuştu. Nazi bir ailenin çocuğuydu. Zengin bir ailesi vardı ama ailesiyle anlaşamıyordu. Bu yüzden New York’a gelmişti. Ve uzun… Konuşmanın bu noktasında kopmuştu. Kendini sıcak güneşin tam önüne sıcak kumlara bırakmıştı. Yanında, biraz önünde şemsiyenin altında annesiyle babası plastik sandalyelerde oturuyordu. Annesi ayağa kalkıp ayağını sıcak kumlara basarak denize doğru yöneldi. Ayağını serin suya soktu ve babası annesinin arkasından gelip ona belinden sarılmıştı. Annesi yüzünü eşine dönerek eşinden kocaman bir öpücük aldı. O anda her şey donup kaldı. Sanki hiçbir şey ters gitmemiş gibi. Kendini çok rahat hissediyordu. Bir an bir kolun onu sıkıca tutmasıyla yavaştan ayıldı gözlerini çok az aralayıp bakmaya çalıştı görebildiği tek şey sarı bir abraydı ya da taksi. Uzun bir süre rüya görmedi ama rahattı. Daha sonra soğuk bir şeyin onu tam belinden çok fazla sıkı tuttuğunu hissetti. Bu sefer gözünü hiç açamadı ama anahtar sesleri çok canlı geliyordu. Sonra kendini yumuşak bir şeyin üstünde hissetti. O andan sonra hiçbir şey hatırlamıyordu. Yine o rüyaya benzer anları gördü. Paris’te ailesiyle birlikte bir lokantada yemek yiyorlardı. Annesi yine en sevdiği yemeğini söylemişti. Hiçbir zaman farklı şeyler denemezdi. Babası annesinin aksine listeye yeni eklenmiş bir yemek sipariş etti. Annesi babasının bu siparişi üzerine ona kocaman bir gülücük attı. O anda yine her şey kumandanın ‘’pause’’ tuşuna basılmış gibiydi. O an zihninde öylece kaldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ara sokakta bir gece...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Felekten Bir Gece.
» Yalnızca bir gece.
» Güzel bir gece...
» Felekten Bir Gece

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Diğer Yerler & Mekanlar-
Buraya geçin: