Artemis Nina McClaire Harrison Jewell | III. Sınıf
Mesaj Sayısı : 116 Kayıt tarihi : 12/12/10 Gerçek Yaşı : 29 Nerden : NewYorkCity.
| Konu: Peki öyleyse, gidelim bakalım. Paz Ocak 30, 2011 1:08 pm | |
| Vay canına. Bonnie Hadwyn beni partisine mi çağırmıştı? Dünya tersine mi dönüyordu ne? Ama bence amacı belli. Beni herkesin önünde ezmek istiyor; eskiden olduğu gibi. Ama belki de bu parti bir şeylerin değişmesini sağlar, ha? Zor gibi görünse de değişebilir… Mi? Ona eskisi gibi olmadığımı göstermeli miyim? O eski acizliklerimden kurtulduğumu? Daha güçlü olduğumu? Hah, gülesim geldi. Ben mi daha güçlüyüm? Hala bazı şeylerden korkuyorum işte. Özellikle onlardan. Üst sınıflardan. İnsanları ezmeye meraklı o kızlardan. Korkum, nefretimi körüklüyordu. Ama bu güçlenmemi sağlayacağına daha çok güçsüzleştiriyordu belki de. Her gece ağlamaktan bıkmıştım. Bir şeyler yapmalıydım aslında, ama ne bilmiyordum. Belki ilk adımı partide atardım, ha? Neden olmasın? Bazı tabuları yıkmam lazım, insanlara değiştiğimi ya da en azından değişmek istediğimi göstermem lazım. Hızla üzerime dar kotumu ve kırmızı tişörtümü giyip, üzerime siyah ceketimi geçirdim. Çantamı alıp odadan çıktım. Etrafa bakındım. Üvey abim yoktu. Yavaşça merdivenlerden aşağı indim. “Anne?” diye seslendim en sevimli halimle. “Efendim?” dedi annem. Sesi mutfaktan geliyordu. Yanına gittim ve arkasından sarıldım. Omuzlarını kaldırarak, beni geri itti. Bu hareketine üzülsem de belli etmedim. “Ne istiyorsun?” diye de sertçe devam etti. ‘Biraz sevgi’ diye geçirdim içimden ama söylemedim. “Şey, bu akşam bir arkadaşımın partisi var. Davetliyim. Gidebilir miyim?” “Kim bu?” diye sordu bana dönerek. “Bonnie. Bonnie Hadwyn,” dedim kinayeli bir şekilde. Kaşlarını kaldırdı. “Bu, sen rehabilitasyona girmeden önce seni hep ezen kız değil mi?” diye sordu. Yutkundum. Vay, annem hatırlıyordu ha. Gözlerim yaşaracaktı. “Şey, evet.” “Seni partiye mi davet ediyor? Emin misin gitmek istediğine? Yine ağlayarak eve döneceksin,” dedi kaşlarını endişeyle çatarak. Kaşlarımı kaldırmamak için çok fazla güç sarf ettim. “Bazı şeyleri kanıtlamam lazım, sanırım,” dedim ve dudaklarımı birbirine yapıştırdım. İç çekti. "Peki, o zaman sana para vereyim de alışverişe git. Ah,” dedi aklına bir şey gelmiş gibi. “Neden abini de götürmüyorsun? O yanındayken kimse seni ezemez.” Gülümsedi. “O daha çok ezer,” dedim kaşlarımı çatarak. “Ayrıca o benim ‘üvey’ abim.” Üvey’i havada tırnak işareti yaparak vurgulamama, kaşlarını yine çatarak karşılık verdi. “Sonuçta abin,” dedi. “Merak etme, o seni korur. Ben ona güveniyorum,” diye devam etti ve göz kırptı. Ardından portmantoya doğru yürüdü, ben de peşinden gittim. Çantasından yüklü miktarda para çıkardı ve bana uzattı. “Sana en yakışanı al,” dedi ve gülümsedi. Hayret! “Pe-peki,” dedim kekeleyerek.
Straplez gibi görünen, ama ten rengi kumaşı ile omuzlarımı da kapatabilecek olan, göğüs altından pembe bir kumaş geçirilmiş, dizimin biraz üstünde, kabarık etekli kırmızı bir elbise, ona uyan kırmızı topuklu ayakkabılar ve de, altın ve yeşil renklerle süslenmiş, alın kısmında mor bir elmasa benzeyen taşıyla, harika bir maske aldım. Şirin ve aynı zamanda seksi olabilirdim. Yaşasın! Hemen eve uçup giyindim. Cidden, hoş görünüyordum. Şimdi makyaj zamanıydı. Dudaklarıma kırmızı parlak bir ruj sürdüm. Siyah kalem, rimel ve eyeliner –olmazsa olmazlarım- da sürünce sanırım tamamdım. Fara ne gerek vardı ki? Maskeyle bozulurdu kesin. En sevdiğim parfümümden de bolca sıktıktan sonra derin bir nefes alıp, odamdan çıktım.
“Evan! Eğer gelmeyi planlıyorsan biraz acele et!” diye bağırdım odasının kapısında. “Geliyorum cadı bekle,” dedi sinirle. Ardından bir ‘fıs’ sesi geldi. Ve sonra kapı olmasına rağmen parfümünün kokusu... Erkek parfümleri beni her zaman etkilerdi ve bu da o anlardan biriydi. Kapısını açtığında beynimden vurulmuşa döndüm. Tanrım, gerçekten yakışıklı görünüyordu. Elinde maskesi, siyah takımı, beyaz gömleği… Gözlerimi kırpıştırdım. Saçmalama Nessa! “Vay,” dedi, sesi etkilenmiş gibiydi. Gülümsedim. Yine sırıtıyordu. Ama bu sefer pis pis değil. “Hadi o zaman, gidelim prenses.” “Prenses?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak. “Eh, prenses gibi görünüyorsun,” dedi ve kolunu uzattı. Gülümseyerek koluna girdim. “Şey, o halde… Mmm, teşekkürler?” dedim. Gülümsedi.
Evden çıktık ve Evan’ın arabasına binip, Kiss and Fly Club’a gittik. Maskeleri taktıktan sonra içeri girdik. Burası çok hoştu. Giriş tıpkı bir otelin girişiydi. Tepedeki avize çok büyük değildi ama çok şıktı. Dans pisti geniş ve çok güzeldi. Yuvarlak alan koltuklar ile bezenmiş, önlerinde de küçük masalar ve her masada içkiler vardı. Yeşil, kırmızı ve mavi ışıklar çevreyi sarıyordu. İnsanlar deli gibi dans ediyorlardı. DJ kabininde çok hoş bir çocuk vardı ve o da kendini müziğe kaptırmıştı. Bazıları V.I.P. odalarına giriyorlardı. Kim bilir neler yapacaklardı. Kıkırdamama engel olamadım. “Ne oldu?” diye sordu Evan. “Hiç. Şu V.I.P. odalarında ne yapıyorlar, merak ediyorum sadece,” dedim. Güldü. “Merak etmiyorum aslında, biliyorum,” dedi gülmeye devam ederek. Demek istediğini anlayıp gözlerimi kıstım. “Pislik yapma,” dedim. Ama ben de gülüyordum. “Viski alır mıydınız?” diye sordu garsonun biri. Evan’a baktım. Onaylar gibi gülümsedi. “Alırız,” dedim gülümseyerek. Garson viskileri verdikten sonra gitti. “Hadi gel,” dedi Evan ve elimi tuttu. Ardından koltuklardan birine yerleştik. Lady GaGa – Bad Romance çalıyordu ve ben de müziğin ritmi ile oturduğum yerde dans ediyordum ki ayağa kalktım ve dans etmeye devam ettim. Arada Evan’a göz kırpıyordum ve o da daha çok sırıtıyordu. | |
|