Sabah kalktığımda yine içeriden anne ve babamın sesleri geliyordu. Üvey annem yine o hasta, zavallı babama işkence ediyordu . Bitmek bilmez tavırları, çok bilmiş edaları gerçekten can sıkıcıydı. Ondan nefret ediyordum böyle yapınca. Ama işine gelince de melek gibi biri oluyordu. Geçen gün o her şeyden kıymetli işini bırakıp babamla vakit geçirmişti. Ayrıca beni aramış ve soru sormuştu. Benle asla konuşmazdı. Ayrıca telefonu kapatırken de "Tatlım" demişti. Çok şaşırtıcıydı. Zeka seviyesinde ilerleme vardı. Doğru yolu bulmuştu belkide. Aslında babamın hastalanması konusunda hep onu suçlamıştım. Babamı o sivri diliyle hasta etmiş işini elinden almıştı. Babamın bir zamanlar patron olduğu şirkette şimdi kendisi patrondu. İşleri kendi aleyhine çevirmekte çok başarılı bir üvey anneye sahiptim. Ama yeri geldiğimde bir melek gibi her tarafa gülücükler saçıp, iyilik yapabiliyordu. Gerçekten karmaşık bir kadındı. Ama güzeldi. Güzelliğiyle, o kırmızı saçları ve buz mavisi gözleriyle çok ilgi çekiyordu. Otuz altı yaşında olmasına rağmen benim yanımda kardeşim gibi duruyordu. Çoğu yerde ona anne dediğimde,ki bunu babamı kırmamak için yapıyorum, çok şaşırıyorlardı. Her zamanki gibi saçma bir sabahtı. Düşünceler içinde öylece tavanı izlemeyi bırakıp artık yataktan çıkmalıydım.
Yumuşak yatağımdan yavaşça kalktım. İyice yukarıya çıkmış olan mavi şortumu çekiştirdim ve mavi bluzumu düzelttim. Aynanın karşısına geçtiğimde kirlenmiş saçlarım , kabarmış ve berbat görünüyordu. Ayrıca uyurken kıpkırmızı olmuştum, yastık suratımda iz yapmıştı. Bunu nasıl becerdiğimi çok merak ediyordum. Kendimi hemen duşun altına attım. Beyaz ellerimi beyaz vücudumda hızlı hızlı gezdirdim ve çok geçmeden duşumu bitirebildim. O pembe havluya sarıldım ve dolabımın önüne gittim. Beton çok soğuktu ve ayaklarım henüz alışamamıştı bu soğuğa. O sırada açık mavi renkli, kot, yırtık pantolonu bacaklarıma geçirdim. Üzerine yaklaşık kalçama kadar uzanan omuzu açık bir bluz giydim. Bunun üzerine de bol, gri bir hırka geçirdikten sonra tekrar aynamın önüne gittim. Saçlarımı güzelce kuruttuktan sonra fırçayla şekil verdim ve küçük bir tokayla tutturdum. Ayrıca gri renkli ucunda bir kalp olan kolyemi boynuma attım. Parfümden defalarca sıktım ve siyah önü kapalı topukluları giydim. Artık hazırdım. Kafamda dünden beri Brooklyn'a gitmek vardı.
Merdivenleri yavaşça indim ve babamla annemin odasından gelen sesleri umursamadım. Beyaz arabamın anahtarlarını aldım ve hızlıca evden çıkıp kendimi arabama attım. Brooklyn yolu botunca müzik dinleyip, yüksek sesle eşlik etmek hem rahatlattı, hemde karnımın aç olmasını unutturmuştu bana. Sonunda Brooklyn sınırlarına girdiğimde hemen bir cafe bulmalıydım. Karnım zil çalıyordu adeta. Dün öğlenden beri hiçbir şey yememiştim. Hızlıca o koca tabelalı yere girdim. Riley's Cafe. İyi bir yer gibi görünüyordu. İçerisi biraz havasızdı ve deri koltukları vardı. Kalabalık sayılmazdı. İş kıyafetli insanlar vardı sadece. Kendimi onların arasında tuhaf hissetmemek elde değildi. Cam kenarına oturduğumda hemen garson geldi. Tatlı biri sayılabilirdi. Yeşil gözleri çok güzeldi. Hemen bir kahvaltı tabakları olup olmadığını sordum. Elbette vardı.
Yemeğim gelip , karnımı doyurmaya başladığımda babam ve annem hala aklımdaydı. Babam kanserdi ve ben o kadının onun bu kadar üstüne gitmesini istemiyordum. Aksine onunla olmalı ve onu mutlu etmeliydi. Mirasa konmak için can atıyordu besbelli. Babamın ise öleceği düşüncesi beni yakıp kavuruyordu. Onu kaybetmek istemiyordum. Hayattaki tek kıymetlimdi. Düşüncelerim beni rahatlatıyordu. Bu gün sadece ben önemliydim. Düşünceler içinde kaybolacak, doğru yolu bulacaktım. Kafamı dinleyecek ve sorunlarıma çözüm bulacaktım. Bugün benim günüm , diye mırıldandım ve dışarıyı seyretmeye başladım. Yolun kenarından geçen bir sokak köpeği, adamın bacağına dışkısını bırakırken, adamın suratındaki ifade gerçekten komikti. Bu benim sessizce kıkırdamama neden olmuştu ama kimse duymamıştı. Neyse ki. Kahvaltıma tekrar gömüldüm ve günün tadını çıkarmaya devam ettim.
Tek kişilik rpdir.