Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Düşündüğün gibi değil.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 3:10 am

Düşündüğün gibi değil. AmandaIcons-amanda-seyfried-20352113-100-100 x Düşündüğün gibi değil. Gaspard-Ulliel-icon-gaspard-ulliel-616148_100_100
P. Juliet Prideaux x Luther Frederic Adler

Yer: Manhattan'ın ara sokakları
Zaman: Gece yarısına yakın saatler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 4:39 am

Ailesinden aldığı tüm paranın nereye gittiğini tabii ki söylemiyordu. Bu sırrını bilen yegâne kişi kendisiydi zaten. İnsanlara güvenememişti hiçbir zaman. İki kişinin bildiğinin sır olmaktan çıktığını bilecek kadar uzun zamandır yaşıyordu New York’ta. Sahi kaç saattir yatıyordu yatağında, bir iki. Sayamamıştı. Hareketsizce düşünüyordu. Hayatın onu yorduğunu düşünüyordu. İnsanların onu yorduğunu. Lacivert yorganının altında hareketsizce duran bacaklarını zor da olsa kaldırdı yerlerinden. Geceleri düşünmeyi seviyordu, yorganının ilk defa içine girdiğinde verdiği soğukluğu da. Aynasının karşısına geçmişti bu defa, kendisini beğenmiyordu. Hatta yüzünde en memnun olmadığı şey, ifadelerine derinlik katan yara iziydi. Evet bu yara iziyle oldukça iyi bir oyuncu olabilirdi. Metafizik meraklısı değildi evet, fakat zaman zaman bu ona o çocuğun bir parçası gibi gelmiyor değildi. Mavi gözlerine baktı aynada, içine yansıyan gözlerine ve onun da içine yansıyan gözlerine. Sonsuza kadar giden bir örüntü gibiydi. Banyoya yürüdü, uzun zamandır yatıyor olduğundan adımları dengesizleşmişti. Lavabonun kenarlarına tutundu, yüzünün musluktan akan soğuk suyla birleşmesi için başını musluğun altına eğdi. Midesi bulanıyordu, garip bir dengesizliği vardı, ihtiyacı vardı. Genelde salondaki kanepenin orada, küçük bir ilaç kutusunun içinde bulunan pcpden eser yoktu, kutu bomboştu. Yedek haplarının olduğu odasına gitti bu sefer, o kutunun dolu olduğuna yemin edebilirdi. Yatağının altındaki ufak kutuyu çıkardı. Burada da yoktu. Bitmiş olması olası bir ihtimal değildi ya da en azından öyle düşünüyordu, pantolonlarının cepleri dahil her yeri aramasına rağmen bulamıyordu işte. Odanın üstüne gelmeye başladığını hissediyordu, hapı almayalı üç gün olmuştu.

Yeniden kendisini lavabonun karşısındaki aynada bulduğunda, içinde kabaran inanılmaz bir öfke ile aynaya yumruk attı, vurduğu yerde, yansımasının bir kısmını da içine alan ufak bir çatlak bırakmıştı bu. Gözlerinden bir yaş döküldü, evet ihtiyacı vardı. Yalnızdı ve korkuyordu. Üzerine bir ceket geçirdikten sonra hemen yürümeye başladı. Her bir adımı ihtiyacı olan şeye biraz daha yaklaşmanın verdiği şevkle hızlanıyordu. Hava çoktan kararmış, gökyüzünü taçlandıran yıldızlar da yerini almıştı, orta yaşlı insanların yerlerini gençlere bıraktığı Manhattan sokaklarında, evinden yürüme mesafesiyle yarım saat ötedeki yaşam kaynağını aramaya çıkan Luther’ın en son isteyeceği şey tanıdık birileriyle karşılaşmaktı. Cebindeki epey yüklü bir miktar paranın altında kalmış müzik çalarını çıkarttı ve sesini sonuna kadar açtı. En azından beş dakika sonra ulaşabileceğini bildiği pcpnin o kabus ve halüsinasyonlarını hep iyileriyle değiştirebileceğini düşünerek, oldukça büyük bir şevkle az önceki köşeden döndü. Siyah trençkotu ile her daim burada olan siyah saçlı, yirmilerinin sonundaki adama yaklaştı. Genelde kendisine Prickle denmesini isteyen bu adam, kendi tuttuğu fenerinin ufak ışığı altında çok daha yaşlanmış görünüyordu. Genç olmasına karşın gözlerinin kenarlarında belirginleşmiş olan çizgileri onu daha karakterize ediyordu. Yanındaki iki kişinin uzaklaşmasını bir iki saniye bekleyen Luther adama gittikçe yaklaşmıştı. Cebindeki paranın tamamını adamın uzattığı avcuna bıraktı, ardından bir torbanın içindeki, her biri iki miligramlık olan hapların bulunduğu torbayı cebine attı. Dudaklarının arasından tek bir kelime dahi çıkmadan arkasına dönmüştü. Ki bu sırada kendisini izleyen tanıdık bir suretten ötürü torbasından çıkardığı haplardan birini ağzına götürmüşken donakalmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 4:59 am

    Uyku bandının altından süzülen ışığın gözüne girmesiyle uyandı yumuşacık yatağında. Perdesini kimin açtığına dair tahmin yürütmesine gerek yoktu. Annesi her sabah erken saatlerde uyanır, evdeki tüm perdeleri tek tek üşenmeden açardı. Kendisi evde olmadığı zamanlarda ise evdeki çalışanları tembihlerdi bunun için ama hiçbiri Juliet’in çenesine katlanamadığı için, onun odasına el sürmezdi. Bu da onların sırrıydı. Göz bandını, başının üzerine doğru çekti ve gözlerinin güneş ışığına alışması için biraz bekledi. Yatağından kalkmayı hiç istemiyordu. Güzelim rüyası yarıda kesilmişti. Bu kadar huzurlu ve rahat bir uyku çekmeyeli kim bilir ne kadar olmuştu? Elleri yardımıyla yatakta doğruldu ve yavaşça ayağa kalkıp cama doğru ilerledi. Güzel, güneşli bir gün Juliet’i bekliyordu ama evden çıkmadan önce güzel bir duş alıp, kahvaltı etmeliydi. Yatağının yanında duran kırmızı, pufidik terliklerini ayağına geçirdi ve banyoya doğru ilerledi. Önceki gece eve o kadar yorgun gelmişti ki yüzündeki makyajı temizlemeyi unutmuştu. Banyo rafında duran yüz temizleyicisiyle birlikte bir parça pamuk altı ve tüm yüzünü temizledi. Suyu, ne çok sıcak ne de çok soğuk olacak şekilde ayarladı. Suyun altına girdiği anda vücudu gevşemeye başlamıştı. O gün, her zamankinden daha fazla kalmıştı duşta. Bornozunu yavaşça üzerine geçerken bacağındaki yara ilişti gözüne. Neredeyse varlığını bile unuttuğu yara artık onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Görmezden gelmeye çalışarak dolabına doğru ilerledi. Genelde tercih ettiği tonların aksine, o gün canlı renkleri denemeye karar vermişti. Üzerini giyinip saçlarını yaptıktan sonra sıra makyaja gelmişti. Gözlerinin rengini ortaya çıkarmak için koyu renkler kullanmıştı. Çantasını, telefonunu ve arabanın anahtarını alıp aşağıya indi. Yemek salonunu bomboş görünce epey şaşırmıştı. Arkasından gelen ayak seslerini duyunca hemen döndü. Çalışanlardan biri masaya yiyecekleri taşıyordu. “ Martha herkes nerede? “ diye sordu hafif iri, orta yaşlı kadına. Kadın hafifçe gülümseyerek “ Erkenden çıktılar. Alışveriş yapacaklar sanırım. Kahvaltıda özel olarak istediğiniz bir şey var mı küçük hanım? “ diye cevaplamıştı sorusunu. Annesi ve onun delice alışveriş tutkusu. İç çekti ve bu konuya takılmayarak “ Hayır sağ ol Martha. “ dedi sandalyesine otururken. Acele etmeden kahvaltısını tamamladı.

    Tüm gün evde durmak gibi bir niyeti yoktu hatta olabildiğince geç dönecekti. Tüm hafta boyunda ailesine görünmemek için her şeyi denemişti. Onları ne kadar az görürse, kendisini o kadar iyi hissediyordu. Neyse ki birkaç hafta sonra, kaçışlarına son verebilecekti. Ailesi her zamanki gibi iş seyahatine gidecekti. Masanın üzerinde duran telefonunu eline aldı ve ekranda beliren mesajlara bir göz attı. Kısa bir mesaj yazdıktan sonra gönderme tuşuna bastı ve telefonu çantasına attı. Kahvesinden bir yudum daha alıp masadan kalktı. Gününün güzel başlamış olması hep öyle gideceği anlamına gelmese de öyle olmasını umuyordu. Evden çıkarken anahtarını almayı ihmal etmedi. Anahtarlarının yanında duran ilaçlara bir bakış attıysa da elini bile sürmeden evden çıktı. Nereye gideceğini bilmeden sürdü. Küçükken babasıyla gittiği göl kenarında bulmuştu kendini. Çantasını arabada bırakıp göle gitti. Düşünmesi gereken o kadar çok şey vardı ki. Eski hayatının bir kısmını özlediğini fark etmişti. Elinde değildi. Eski dostlarını özlüyordu, yaşadığı şeyleri özlüyordu. Göl kıyısında bulunan ağaçlardan birinin dibine gitti ve oturdu. Gözlerini yumdu ve ağaca yaslandı.

    Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama hava kararmaya başlamıştı. Ellerinin yardımıyla oturduğu yerden kalktı. Bacakları bir hayli uyuşmuştu. Sendeleyerek arabasına yürüdü. Saat henüz çok erkendi ve bu saatte ailesi hala uyanık olurdu. Üstündeki kıyafetler bara gitmek ya da eğlenmek için pek uygun değildi. Her zaman alışveriş yaptığı yere gitti. Üzerine straplez, siyah bir elbise, havanın esintili haline uygun olarak deri bir ceket ve ayağına da siyah bir topuklu aldı. Gideceği yer pek uzakta değildi bu yüzden arabasıyla uğraşmak yerine yürümeyi tercih etmişti. Elindeki kıyafetleri arabasına koydu, cüzdanını ve telefonunu alıp yürümeye başladı. Hah annem bara gittiğimi öğrense beni öldürür herhalde diye düşündü. Bu doğruydu. İçki içmemesi gerekiyordu ama zaten amacı da içmek değildi. Sadece biraz dans etmek ve rahatlamak istiyordu. Bara gitmek için ara sokaklardan biri kullanmaya karar vermişti. İleride, duvarın dibinde duran ışığın altındaki çocuk takıldı gözüne. Yüzünü net olarak göremese de onu bir yerden tanıdığını biliyordu. Yaklaştıkça daha net görmeye başlamıştı. Evet, onu kesinlikle tanıyordu. Daha yakından bakınca onun Luther Frederic olduğunu anladı. Onu Martius sayesinde tanıyordu. Yanında yaşça büyük birkaç adam olduğunu görünce ne yaptığını merak etmişti. Gördüğü şeyin doğru olup olmadığından emin olamadığı için birkaç kez gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı. Oysa gördüğü şey gerçekti. Luther adamdan para karşılığında aldığı paketi cebine atmadan önce içinden bir tane alıp ağzına atmıştı. İkisi de birbirlerine öylece bakakalmışlardı. Genç adamın gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. Tedirgin olduğu her halinden belliydi. Juliet ne diyeceğini bilemiyordu. Yavaş ve tedbirli adımlarla yaklaştı çocuğa. Bilmiyormuş ayağına yatması biraz salakça olsa da denemekle bir şey kaybetmezdi. “ Luther? O adamla ne işin vardı? “ diye sordu ses tonuna hakim olmaya çalışsa da sanki hesap sorar gibi çıkmıştı kelimeler ağzından. Doğrudan gözlerinin içine bakıyordu. “ Lütfen bana yanlış gördüğümü ve düşündüklerimin doğru olmadığını söyle, lütfen! “ sesi titreyerek çıkmıştı dudaklarının arasından. Ne gördüğünü biliyordu ama bunun doğru olmadığını umuyordu. Genç adamın ona bakışlarından, her şeyi doğru anladığına emin olmuştu. Gözlerinin altındaki morluklar, birkaç gündür kullanmamış olduğunun göstergesiydi. Vücudu ilacı aramaya başlamıştı. Elini çocuğun yüzüne götürdü, soğuk terler döktüğünü o sırada fark etmişti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimeCuma Tem. 15, 2011 7:12 am

Karşısında gördüğü bu tanıdık, sarı saçları ve hoş yüzüyle Juliet idi. Ki bundan oldukça emindi, yoksunluk çekse dahi bu korkuda pcp’yi düşünemiyordu bile. Kızın sorusu üzerine yutkundu, ses çıkarmaya çalışsa da bünyesi buna izin vermiyordu. Kız, kendisine biraz daha yaklaştığında bacaklarının tedirginliğinden dolayı titreyebildiğini hissedebiliyordu, kızın sıcacık elleri yüzüyle birleşmişti şimdi. Tek kelime etmeksizin kızın olayı öğrenmesine aldırmayıp gidebilirdi, hayır bu buradaki –en azından Almanya’dakine nazaran- özgür yaşamını sona erdirirdi. Ailesi, tüm ailesi onu yüz karası olarak görüp, bundan sonra oğullarının olduğunu dahi inkar edebilirdi. Aslında bu çok hoş olurdu, evet. Fakat bir başka seçenek ise onu tekrar Almanya’ya çağırmaları ve zorla da olsa şu andan daha rezil bir yaşantı sürecek olmasıydı. Bu durumda kızın karşısında sergileyebileceği ikinci seçeneğe oynadı. “Düşündüğün gibi değil.” Genç kızın yanağının üzerindeki elini avcunun arasına aldı ve sesinin nasıl titrediğinin farkında bile olmadan “Cidden.” dedi. İnandırıcı değildi kesinlikle. Sadece hala benliğiyle buluşturamadığı pcp’yi alabilmek için bedeninde inanılmaz bir istek vardı. Ruhsal olarak karşısına çıkan bu ani tehdit, halüsinasyonlarını giderme isteğinden daha da baskın çıkıyordu.

Üç gün öncesine gitti aklı, her bir imge sanki kendisi kurgulamış gibi aklındaydı. Birer birer. Froydis ise en belirgin olanıydı. Pcp’nin etkisinden olabilir miydi ki? Hayır. Her şekilde kızın hem bedeni hem de ruhu cezbetmişti onu. Bedenlerinin buluştuğu her bir dakika her bir saniye yavaş çekime alınmışçasına geliyordu aklına. Evet eğer bu bir halüsinasyonduysa, yine görmek istiyordu. Belki de şu an evdeydi, yerde. Sadece uyuyakalmış ve yahut sızmıştı. Karşısındaki kız da gerçek değildi. Bu düşünce bile aniden cesaretlenmesine sebep olmuştu. Kızın elini bıraktı ve “Bu bir halüsinasyon, bana gerçek olduğunu kanıtla.” dedi. Çok saçmaydı sözleri, halüsinasyon olsa dahi hangi hayali imge gerçekten de hayali olduğunu itiraf ederdi ki, kızın bedeninin sıcaklığı yastığının sıcaklığıydı belki de, bacaklarının titremesine ise, pencereden gelen hafif bir esinti neden oluyordu. Şu anda yatağında olmadığını ona kim ve nasıl kanıtlayabilirdi ki? Kanıtlasa dahi ne olabilirdi. Önceden düşündükleri ona artık o kadar korkunç gelmiyordu. Ailesinin iradesi dışında onu Almanya’ya götüreceği. Yapamazlardı, ki sadece bir uyuşturucu yüzünden mi? Yapmazlardı bile.

Kızın şaşkınlık içindeki yüzüne baktı ve bu sefer daha da kendinden emin, daha da yüksek bir sesle söyledi bunu. “Haydi kanıtlasana.” Öyle ki Prickle dahi ilk defa bir şeye tam olarak bakmıştı. Belki de deliriyordu, karşısında hiçbir şey yoktu. Halüsinasyonda değildi, gerçek dünyadaydı. Fakat şizofreni gibi kendi yarattığı karakterlerle konuşuyordu. Evet bu insanların dikkatini bu kadar çekebilmesini açıklardı. Başı dönüyordu, haddinden uzun zamandır içmiyordu elinde sıkıca kavradığı hapı, tam ağzına atıp oradan yürüyüp gidecekken, bacakları sanki boşluğa atılmışçasına bir hisle titredi. Başında hissettiği keskin bir ağrıdan sonra gözlerinin karardığını hissedebiliyordu, göremiyordu. Ya da gözleri açık değildi. Hayır. Asal seyahat gibi bir şeydi bu. Aurası kendisinden ayrılmış dışarıdaki insanlara bakıyor olabilirdi. Aniden Dünya’ya daha da uzaktan bakıyordu. Gözünün önündeki görüntü gittikçe uzaklaşıyordu. Evrenin genişlediği yerdeydi. Şimdi bulunduğu yerden Dünya’yı göremiyordu. Fakat önünde oldukça küçük kırmızı bir nokta seçebilmişti. Bu nokta gitgide küçülüyordu. Bu da demekti ki uzayın sonsuzluğundaydı. Ve o kırmızı nokta kendisiydi.

Gözlerini açtığında kendisini betonda kendinden geçmiş bir halde bulmuştu, kız hemen yanı başındaydı. Halüsinasyon değildi demek ki. “Sen… Gerçeksin değil mi?” dedi kıza fısıldar bir sesle. Evet korktuğu başına gelmişti. Artık herkesin gözünde farklı biri olacaktı. Belki de artık düşündüğünden daha yalnızdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 4:46 am

    Bakışlarını, Luther’ın ellerinin arasındaki kendi narin ellerine kitlemişti. Ellerinin soğukluğu, Juliet’in içine işliyordu. Çaresizce gözlerinin içine baktı genç adamın. O da aynı şekilde bakıyordu Juliet’e. Alnından aşağıya doğru ter damlacıkları iniyordu. Kendisinin de bir zamanlar bu durumda olduğunu ve insanların ona nasıl baktığını hatırlıyordu. Hepsi ona acıyor gibiydi. Boşta kalan eliyle iki kaşının ortasında kalan yeri ovuşturdu. Elinden bir şey gelmiyor olmasından nefret ediyordu. Anılar beynine hücum ederken titrediğini hissetti. Titreyen o muydu yoksa Luther mı onu da anlayamamıştı. Yaşadığı olayların kötü anıları doldurmuştu kafasını. Krize girdiği zamanları, merkeze kapatıldığı anı hatırladı. Nasıl deliye döndüğünü, krizlerini ve bir bayılıp bir ayıldığını… Halüsinasyonlar görmeye başladığını hatırlıyordu. Neyin gerçek neyin hayal olduğunu anlayamadığı için nasıl deliye döndüğünü… Gözünde biriken yaşları sildi elinin tersiyle. Aynısının Luther’a olmasına izin veremezdi. Çocuğun doğrudan gözlerinin içine baktı. Kendisine olan şey ona da oluyordu işte. Genç adam, Juliet’in gerçek mi yoksa halüsinasyon mu olduğunu anlayamıyordu. Aniden Juliet’in elini bıraktı, onun halüsinasyon olduğuna içten içe inanmaya başlamıştı. Kızın bir şey söylemesine izin vermiyor, söylediği şeyleri de duymuyordu ya da duymazdan geliyordu. Ne yapacağını şaşırmış bir halde ona, gerçek olduğunu kanıtlayacak bir şeyler bulmaya çalışıyordu ama boşuna çabalıyor gibiydi. Çocuğa tokat atmak geldi içinden, bu büyük olasılıkla onu kendisine getirecek olsa da Juliet, Luther’ın vereceği tepkileri kestiremiyordu. Havaya kaldırdığı elini gerisi geriye indirdi. Kolları vücudunun yan tarafında cansız bir görünümle dururken gözlerini bir an olsun çocuğun üzerinden ayırmıyordu. Her an bayılacakmış gibi duran Luther’a müdahale edebilmek için hazır bekliyordu. Az sonra ya kendinden geçecek ya da kriz geçirecek diye geçirdi içinden Juliet. Oysa Luther hala konuşmaya devam ediyordu. Dediklerinin yarısı anlaşılıyor olsa da Juliet, ne demek istediğini anlıyordu. Kendisinden istediği şey çok saçma olsa da onu anlayabiliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Genç adam onu bir türlü dinlemezken gerçek olduğunu nasıl kanıtlayabilirdi ki.

    Bir şey söylemek üzere ağzını açtığı sırada Luther yere yığılıp kalmıştı. Juliet ne yapacağını düşünmeden üzerine eğildi çocuğun. Adını tekrarlıyor, eliyle çocuğun yanaklarına hafifçe vuruyordu. “ Hadi Luther! Kendine gel! Lütfen beni böyle bırakma! “ etrafındaki insanlara aldırmadan bağırıyordu. Herkesin onları izlediğinin farkındaydı. Kimsenin bir şey yapmıyor olmasına hatta birçoğunun bir anda ortadan kaybolmasına bir anlam veremiyordu. “ Lanet olsun Luther! Kendine gel! “ çocuk gözleri açık bir şekilde ona bakıyor olsa da kafasının yerinde olmadığını biliyordu Juliet. Kendisini duyamayacağını bilmesine rağmen bir şeyler söylemeye devam ediyordu. Konuşmasının nedeni kendisini rahatlatmaktı belki ya da Luther'ın, onun hala yanında olduğunu hissetmesi de olabilirdi. Ağlayacakmış gibi hissediyordu ama arkadaşı bu haldeyken, zayıf biri gibi davranamazdı, davranmayacaktı. Luther’ın “ Sen gerçeksin değil mi? “ sorusu üzerine gülümsemeden edemedi. İçinde büyük bir rahatlama hissetmişti. Kendisine gelmiş olması bile önemli bir şeydi. Kafasını evet anlamında aşağı yukarı salladı. “ Evet, Luther ben gerçeğim. “ dedi gülümsemeye devam ederken. Sesinin titremesine engel olamamıştı.

    Çocuğu fazla sarsmamaya çalışarak, kucağına doğru çekti Luther’ı. Bacaklarını, çocuğun kafasını biraz yukarıda tutabilmek için kendisine doğru çekti. Soğuk zemin tenine temas ederken Luther'ın terden sırılsıklam olup, alnına yapışmış olan saçlarını elleriyle geriye doğru itti. “ Kendini nasıl hissediyorsun? “ diye sordu, sorunun ne kadar saçma olduğunu bilmesine rağmen. Ama başka ne diyebilirdi ki? Bilmiyordu. Ona bir şey olacağı korkusuyla, çocuğun göğsünün üzerinde duran elini sıkıca kavradı. Oldukları yer bir anda, öncekinden daha sessiz bir hal almıştı. Kafasını kaldırıp etrafa baktığında geriye yalnızca bir elin parmakları kadar insanın kaldığını gördü ama aldırmadı. Ne de olsa onlara hiçbir yardımları dokunmazdı. Lanet ayyaşlar! diye geçirdi içinden öfkeyle. Peki Juliet'in burada ne işi vardı? Luther'a döndü ve çocuğun yarı baygın halini gördü. Ya buradan geçmeseydim, ne olurdu? diye düşündü. Sonunun ne olacağını bilmek bile istemiyordu. Kafasını iki yana salladı düşünceyi aklından atmak için ve tamamen Luther'a odaklandı. Ağzından çıkan kelimelerin hiçbirini kaçırmak istemiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 9:00 am

Evet gerçekti, birinin sırrını öğrenmiş olduğu gerçeği gibi. Ne olacaktı? İlk olarak bunu yakın çevresi duyacaktı. Okuldaki arkadaşları. Tamam bu onları pek etkilemeyebilirdi. Teyzesi, kesinlikle okulda gözetim altına alacaktı onu. Ki Tanrı biliyordu ki Rothenbergler muhtemelen Adlerlardan daha da katı görüşlere sahipti. Kızın nazik elleri Luther’ı kucağına doğru çekiyordu. Muhtemelen telaşlanmış olmasından dolayı kızın aklına farklı bir şey gelmemişti. Bir elini nefes alabilmek için göğsünün üzerine koymuştu, daha demin gökyüzünün tüm ayrıntılarını görebiliyorken şimdi gördüğü şey yalnızca kızın yüzüydü. Kızın ellerinin sıcaklığı bu defasında da alnının üzerinde hissediliyordu. Öncesine nazaran hissetme yeteneği daha da yerine gelmişti. Hatta kızın omzundan aşağı düşen saçları yüzünü gıdıklıyordu. Juliet bulundukları durum için oldukça garip bir soru sorana kadar aklına kesinlikle başka bir düşünce yoktu. Yalnızca etrafındaki imgeleri görüyor ve bunları özümsemeye çalışıyordu. Sorunun ardından, kız muhtemelen ne kadar güç uyguladığının farkında değildi, elinin sıkıca kavrandığını hissetti. Boşta kalan eliyle cebine gelişigüzel şekilde attığı hapı yeniden çıkarmıştı. Kızın görmesinin pek de önemi yoktu, buradan sağ çıkabilmek istiyorsa bir şekilde pcp’nin yardımına ihtiyacı olacaktı. Dudaklarının arasına koyduğu hapı hafifçe kızın kucağından doğrulup yuttu. “İhtiyacım vardı. Şimdi iyi olacağım.” Şimdi tam olarak doğrulmuştu, dışarıdan bakıldığında tavırlarıyla tuhaf iki hippiyi andırıyor olabilirlerdi. Bu düşünce üzerine sırıttı.

Ellerinden destek alarak ayağa kalktı ve ellerini kıza uzatarak kalkmasına yardım etti. Uzun süren bir sessizlik olmuştu. Şu anda kendisini iyi hissettiğine göre, tek yapabileceği şey geleceği hakkında endişelenmekti. Kızın yüzüne baktı, bakışının her ne kadar sezdirmemeye çalışsa dahi korku dolu olduğuna yemin edebilirdi. Duygularını saklayamazdı fakat duygusal da değildi. Yalnızca, buradaki yaşamı kendisine düşündüğünden daha çok şey ifade ediyordu. Artık kendisi gibi ayakta duran kızın bir elini tuttu ve ardından ortamdan uzaklaşmak istediğini belirtmek için karşı kaldırıma doğru bir iki adım attı. Buradaki hiçbir insanın umrunda olduğunu zannetmiyordu yaşananların, kaldı ki bu onların gözüne aslından çok daha kötü görünebilecekken hiç kimse yardım etmemişti. Yahut uyandığında ve düştüğünde bu süreçte yani kimse yoktu ortalıkta. Ne gibi görünüyordu ki, içici gibi görünmek, olduğu gibi görünmek en azından her an tanıdık birinin karşılarına çıkabileceği bu tür yerlerde pek hoş değildi. Kızın dakikalar boyunca Luther’ın temposuna ayak uyduruyor olması ve hatta bu kadar telaşlanması onun da bu tür bir deneyim yaşadığını düşündürüyordu. Çünkü hiçbir zaman şu anki kadar yakın olmamışlardı. Muhtemelen bir açıklama geleceği umuduyla kendisini takip eden daha doğrusu elini tuttuğu için kendisini takip etmek zorunda kalan genç kızın içini rahatlatmak amacıyla yüzünü ona çevirdi ve boş kaldırımlarda hala yürüyorken dudağını hafifçe ıslatıp konuşmaya başladı. “Her şeyi açıklayacağım. Fakat bunu birine söyleyecek misin? Yani bunu işte…” Bu sırada tanıdıkları biriyle karşılaşmayacaklarını düşündüğü bir kafeye girdi. Her türlü yakalanmaları pek çok yanlış anlaşılma doğurabilirdi.

Bulduğu boş masalardan birine oturdu. Kıza her şeyi anlatmayı planlıyordu. Kazayı, sonrasında gördüğü rüyaları, içki içmeyi nasıl bıraktığını ve pcpye nasıl bulaştığını. O lanet olası gece o lanet olası kaza olmasaydı hayatının böyle olmayacağını. Yine de memnun sayılırdı. Olmalıydı da. O kazadan sonra hayatının aldığı biçme bile şükredebilirdi kazadan önceki hayatı örnek alındığında. “Tamam, ilk önce sana bir sorum var. Senin hikayen nedir?” kızın anlamamış ifadesine büründürdüğü yüzüne baktı ve hafifçe gülümsedi. “Yapma eğer önceden başına bu tarz bir şey gelmiş olmasa asla benim için bu kadar telaşlanamazdın. Çünkü ne olabileceğini bilemezdin. Tanrı biliyor ki orada ölebilirdim ve bunu biliyordun. Nasıl başlamıştın buna? Sonra hepsini açıklayacağım sana. Söz.” Herkesin bu işe bulaşmak için Luther’ınki kadar geçerli bir sebebi yoktu belki de. Birçoğu arkadaş özentisi, arkadaş sorunlarıyla falan uğraşıyordu. O sıcacık evlerinde şükredecek pek çok şeye sahip olanların birinin ölümüne neden olmanın ne anlama geleceğini hayal dahi edebileceklerini sanmıyordu. Zaten bu kaza olayını da sadece gazeteye yansıyanları takip eden arkadaşları biliyordu. Bu durumda kişi sayısı azdı. Ki bu kişilerde olayın tamamen ölen şahsın kendi hatası olarak belirtildiğini biliyorlardı başka bir şey değil. Fakat kızın gözlerinde bundan daha fazlası vardı sanki, sıradan bir nedenden ötürü değildi onun da başlayışı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimePaz Tem. 17, 2011 9:52 am

    Juliet, olan bitenlere anlam veremeden ve ne olup bittiğini anlayamadan Luther cebinden çıkardığı hapı yutmuştu bile. Yalnızca gözlerini kırpıştırmakla yetindi, kendini afallamış hissediyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar çocuk ayağa kalktı. Juliet, onu böyle gördüğüne sevinmiş olsa da içten içe o hapı içmemesi gerektiğini de düşünüyordu ama bir şey söylemedi. Onun yerine, çocuğun Juliet’e uzattığı elini tuttu ve ayağa kalktı. Üzeri pislik içinde kalmıştı. Çocuğunu yüzüne bakmaktansa başka bir yere bakmayı tercih ediyordu. İkisi de tek kelime dahi etmiyordu. Zaten Juliet ne söyleyebileceğini de bilmiyordu. Kendisi bu durumdayken yanında kimse yoktu ve dolayısıyla söylenecek, söylenmesi gereken bir şey de yoktu ortada. Bir zamanlar siyah olan elbisesine baktı, gri bir renge büründüğünü görünce ister istemez suratını astı. Yardımı olması umuduyla ellerini kullanarak temizlemeye çalıştı. Bir işe yaramadığını görünce de pes etmeye karar verdi. Çocuğun eli, kendi eline değince ister istemez ürperdi. Luther 1-2 adım atmıştı ki Juliet hala yerinden kıpırdamıyordu. Elini yavaşça çekiştirdi dikkatini çekmek için. Çocuk kendisine döndüğünde yüzüne anlamsız bir ifade yerleştirdi. Sadece ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. İfadesinden bir şey çözemediği için mecburen yürümek zorunda kaldı. Hava karardığı için dışarısı soğumaya başlamıştı. Boşta olan elini diğer omzuna koydu ve ısınmak için biraz ovuşturdu ama pek bir yararı olmuyordu. Cadde hiç olmadığı kadar sessizdi. İnsanlar kendi hallerinde geçip gidiyorlardı yanlarından. Luther’ın sesini duymasıyla ona döndü. Korktuğu şey başına gelmişti. Yutkunmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Boğazının kuruduğunu hissetti. Luther’dan tarafa bakmamaya çalışıyordu ama genç adamın bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Biraz ileride daha önce hiç önünden geçmediği, geçtiyse de dikkatini çekmeyen bir kafenin kapısından girdiler. Kapının açılmasıyla, içerideki sıcak havanın tenine temas etmesi bir olmuştu. Yüzünde, rahatladığını gösteren bir tebessüm oluşmuştu farkında olmadan.

    Boş buldukları bir masaya oturdular. Juliet, dikkatle etrafına bakındı. Tanıdıkları birinin olmamasını umuyordu. Bu artık onda alışkanlık olmuştu. Ne zaman bir yere gitse etrafı kontrol ederdi. Tanıdık birinin olabildiğince uzağına oturmayı tercih ederdi. Bu zamanda kime güvenip kime güvenemeyeceğini pek bilemiyorsun diye geçirdi içinden. Luther’a döndüğü anda, kendisine beklenti dolu bakışlarla baktığını gördü. Ne söylediğini duymamıştı ama duymasına da gerek yoktu. Ne dediğini gayet iyi biliyordu. Juliet’in gözleri doldu. Luther’ın görmemesini umarak bakışlarını başka tarafa çekti.

    O gecenin anıları bir bir aklına akın ederken içinden çığlık atmak geldi. Ne zaman aklına o olay gelse sanki tekrar tekrar yaşıyordu o geceyi. Bu ona fazla geliyordu. Gözünden akan bir damla yaş düştü elinin üzerine. Fark etmemiş olmasını istiyordu ama bunu öğrenmek için ona bakma gibi bir niyeti yoktu. Konuşmak için dudaklarını araladıysa da tek bir kelime bile çıkmadı ağzından. Elini yumruk şekline getirdi, dikkatini başka bir şeye çekebilmek için tırnaklarını tenine bastırdı. Bu onu kendine getirmeye yetmişti. En azından sadece anılar vardı aklında, hisler uçup gitmişti bir anda. Luther’a bakmadan “ Abimle ilk defa evden kaçmıştık. Bara gittik, dans ettik ve dilediğimiz gibi eğlendik. Hayatımın en güzel gecesiydi diyebilirim. “ dedi yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. O kadar eğlenmişlerdi ki. Sonra birden yüzünde acı bir ifade oluştu Juliet’in. “ İkimizin de kafası yerindeydi, fazla bir şey içmemiştik. Arabayı kullanmak için ona yalvardığımı hatırlıyorum. Başta bunun iyi bir fikir olmadığını söylemişti bana ama sonra birden bire fikrini değiştirdi. Çok heyecanlanmıştım. Her şey iyi gidiyordu. Yolların o gece boş olması da iyi olmuştu. Lanet olası sarhoş bir adam bize çarpana kadar her şey çok iyi gidiyordu. “ adamın sağ kalması ve abisinin ölmüş olmasını hala yediremiyordu kendisine. Kazadan sonra her gününü o adamın ölmesini dileyerek geçirmişti. Tırnaklarını daha da derine geçirmişti bu sefer. Kendine gel! Diye bağırıyordu iç sesi. Anlatmaya devam edecekti. “ Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım ve ailemde başımdaydı. Bana hastaneden çıkana kadar –ki 2 hafta boyunca hastanede yattım – abimin öldüğünü söylemediler. Ne zaman sorsam uyuduğunu ya da başka bir şey olduğunu söyleyip durdular. “ sesinin titrememesi için fazla çaba harcıyordu. Yüzünde hafif ve acılı bir gülümseme oluşmuştu. Camdaki yansıması hüzünlü bir şekilde ona bakıyordu. Luther’a döndü “ Ailem o kaza için hala beni suçluyor. Öyle olmadığını söyleseler de suçladıklarını biliyorum. Ve biliyor musun bende kendimi suçluyorum. Lanet olası her gün keşke ben ölseydim deyip duruyorum! “ sesi bu sefer güçlü çıkmıştı. Net ve en ufak bir tereddüt olmadan. Etraflarındaki başların bir kısmının kendilerine döndüğünü fark etti ama aldırmadı. Doğrudan Luther’ın gözlerinin içine bakıyordu. O an sorusuna henüz cevap vermediğini fark etti. “ Önce ufak tefek ağrı kesicilerle başladı. Sonra arttı, arttı ve sonunda onlar da yetmemeye başladı. Gerisini de zaten tahmin ediyorsundur. “ dedi başka söyleyeceği bir şey kalmamıştı. Elinin sızladığını hissediyordu ama eline bakmak için en ufak bir girişimde bile bulunmadı. Gözlerini bir an olsun ayırmıyordu Luther’ın gözlerinden. “ Ben hikayemi anlattım, sıra sende. “ dedi soğuk kanlılıkla ama onun da sıradan bir nedenle başlamadığı belli oluyordu gözlerinden.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimePtsi Tem. 18, 2011 4:37 am

Kızın sözleri üzerine yutkundu. Olayı tam olarak idrak edemese de, hafiften uçmaya başlıyordu kafası, kızın gözlerinden dökülen gözyaşları ve anlattıklarından oğlanın anlayabildiği kadarı üzerine yüzünü asmıştı. Şimdi onların arabasına çarpan adamdan ne farkı kalmıştı ki. Söylese sanki arkadaşlıkları daha iyi bir hal alacaktı. Kızın gözünden süzülen gözyaşlarını silmesi için hemen yanındaki peçetelikten bir tane çekti. Kıza uzatırken yüzünde inanılmaz bir şefkat ifadesi vardı, bunu hissedebiliyordu. Metal peçeteliğin üzerine yansıyan görüntüsüne baktı. Lunaparktaki aynalara benziyordu, burnunu merkez alan bir ayna gibi. Burnu dışında yüzündeki diğer öğeler ufak tefek ve sönük kalıyordu. Lunaparka gittiği ilk günü hatırlamıştı. Üçüncü yaş günüydü. Babasının elinden sıkıca kavramış dönme dolaba binmek için onu ikna etmeye çalışıyordu. O zamanlar siyaha çalan koyu saçlarıyla bir Alman’dan çok Fransız’a benzediğini söyleyebilirdiniz. Açık renk gözleriyle etrafı meraklı meraklı süzerken, giydiği tam da küçük işadamı görüntüsü yaratan süveteriyle Nazi çocuğu sıfatını hak ediyordu. Aynı şu filmdeki gibiydi “The Boy In The Striped Pyjamas”. Nazi görüşüne karşı bir hakaret olarak algıladıkları için ailesi ona bu filmi izlettirmiyordu. Sadece birkaç hafta önce DVD vitrinlerine bakarken rastlamıştı birine. İşte o lunaparktaki ilk gününde ailesi dönme dolaba izin vermediği için sadece aynalı odalarla yetinebiliyordu. Hatta bu peçeteliğin yarattığı görüntünün birebir aynısını sunan aynayı ilk gördüğünde ağzı tam olarak “o” şeklinde açılmıştı.

Kızın hıçkırıklarının, pek de duyulmuyordu kızın insanların önünde ağlamayı zayıflık olarak gören kişilerden olduğu açıktı şimdi, arasında belki de ortamdaki gerilimin biraz daha hafiflemesini beklerken dudaklarını araladı. “O adamdan bir farkım yok.” Aslında bu kelimeler her şeyi açıklayabilirdi. Lakin düzgün bir açıklama yapacağına dair söz vermişti. Masanın üzerindeki örtüyü avcunda hafifçe büzmeye başlamışken konuşmaya devam etti. “Ben, çok içmiştim. Görüntü o kadar bulanıktı ki… Direksiyonun başına oturmamalıydım.” Dudaklarını ısırmaya başlamıştı, hatta bir an için içinden öylesine bir istek gelmişti ki çığlık atmak için, dudaklarını daha da hırslı ısırmıştı. Artık kanıyorlardı. “Sadece çarptığım anda, hayatımda hiç olmadığı kadar net ve berrak bir görüntü görmüştüm. Öldürdüğüm adamın görüntüsü. Unutamadım.” Boğazına hücum eden iki görünmez eli hissediyordu. Sonra yine o çocuğun görüntüsünü gördü. Bembeyaz teni, kendisine dönmüş olan arabanın farlarına karşı gözbebekleri küçülmüş bir şekilde bakıyordu. Şimdi ise o bembeyaz ten tam önünde şeffaf halde duruyordu. Bakışları acıtıyordu. Hayatını elinden anda sağ olması… “Her neyse, o günden sonra hiç alkol kullanmadım, arabamı da. Fakat rüyalar görüyordum. Lanet olasıca rüyalar. Bu nedenle başladım.” Acı olan kazayı yapmış olması değildi. Ailesinin adlarının tehlikeye girmemesi uğruna bir canın yok oluşuna dair seslerini dahi çıkarmamalarıydı.

Başını öne eğdi. Bu kazanın, ölene kadar taşıyacağı izine götürdü elini. Yanağındaki yaraya, gamze gibi görünüyordu. Kazayla ilgili tüm gerçekler gibi bu da gerçek değildi. Her şey bu olayın asla su yüzüne çıkmaması adına yapılmıştı, planlanmıştı. Hemen gidip o adamın ölümünün kendi hatası olduğunu söyleyebilirdi, en azından bir gün tam olarak rahat uyurdu böylece. Fakat yapamazdı, yaptırmazlardı. Şimdi ise aslında ödeyeceğinin üç mislini ödüyordu. Maddi şeylerden öte manevi şeylere önem veren biri olarak, vicdanındaki acı daha kötüydü parmaklıklar arasında kalacağı sürede geçireceği fiziksel acıdan. “Bu gamze değil, yara sadece. O gecenin bedenimde bıraktığı en somut acı kaynağı.” Görüntüler yeniden bulanıklaşıyordu, pcp tam olarak çalışmaya başlıyordu. Muhtemelen hapı aldığından itibaren ilk on beş dakika geride kalmıştı. Son kelimeleri duyuldu ağzından “Ben bunun için her gün ölmeyi istedim. Lanet olsun her gün yaşadığım acıyla her gün ölmektense, sadece bir kez ve kesin olarak ölmeyi. Bunu yapmamam için bir neden söyle!”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 7:47 am

    Kendi anılarını ve hüzünlerini bir kenara atmış, tüm dikkatini Luther’a vermişti. Ağzından çıkan tek bir kelimeyi bile kaçırmak istemeyerek genç adama odaklanmıştı. Belli ki onun hikayesi de Juliet’inki kadar sarsıcıydı. Bunu gözlerinden, yüzünde beliren ifadeden okuyabiliyordu. Ama bir fark vardı Juliet’le aralarında. Luther kendini suçluyordu, ne için olduğunu bilmiyordu ama bunu o anda öğrenecekti. Anlattıklarını dikkatle dinledi, kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Hangisinin daha kötü olduğunu bilmiyordu. Kendi yaşadıklarımı yoksa Luther’ın yaşadıklarımı… Ne önemi vardı ki? Çocuğun yaşadığı şeyleri hayal etmesine gerek yoktu. Nasıl bir his olduğunu iyi biliyordu. Abisini, o adamın öldürdüğünü biliyor olsa da kendisini suçlamadan edemiyordu. İkisi de bir şekilde kendilerini suçluyorlardı. Genç adamın yüzündeki yara izine kaydı gözü. O söyleyene kadar fazla dikkatini çekmemişti oysaki. Eli, istemeden de olsa çocuğun yüzüne gitti. Ardından da kendi yarasına… Başının arkasındaki yara hala yerinde duruyordu. Ne zaman yaşananları unutsa bir şekilde hatırlatıyordu yerli yerinde kaldığını, her şeyin yaşandığını ve hepsinin onun suçu olduğunu. Bir bir yüzüne vuruyordu yaşananları sanki. Luther’a bir şeyler söylemek istedi ama sustu ve dikkatlice ona baktı. Konuşurken kelimeleri yayıyordu. Juliet, ilacın kendisini göstermeye başladığını anlamıştı. Bunun olmasından nefret ediyordu. O da, Juliet gibi sitem ediyordu hayata ve diğer her şeye. Yaşamak için bir neden arıyordu ama bulamıyordu. Her gün acı çekiyordu, bunu ondan daha iyi anlayabilecek biri varsa o da Juliet’ti. Söyleyebileceği çok şey vardı bunu biliyordu ama ne önemi vardı ki? Söyleyeceği hiçbir şey, onun düşüncelerini değiştirmeyecekti.

    “ Söyleyemem. “ dedi sadece. Ona yalan söylemeyecekti. Söylemesine de gerek yoktu. Hüzünle genç adamın gözlerinin içine bakıyordu sadece. Yavaş yavaş kendinden geçmeye başladığını görebiliyordu. Söyleyeceği şeyler birbirine karışırken kafası patlayacakmış gibi hissediyordu. Başını ellerinin arasına aldı ve gözlerini kapattı bir süreliğine. Cebindeki telefonu zar zor da olsa işitmişti. Elini cebine götürdü ve ekranındaki isme göz attı. Saati görünce ağzı açık kalmıştı. O kadar uzun süredir ne yapmışlardı? Zaman nasıl bu kadar çabuk geçebilmişti? O an annesiyle konuşmak, sesini duymak istemiyordu. Kafası zaten yeterince karışıktı ve şuan ona nerede olduğunu ya da ne yaptığını açıklayamazdı. Şüphelenmesine yol açacak herhangi bir şey yapmamalıydı. Telefonun titreşimini kapatıp cebine koydu. Luther’ın masadaki elini tutup sıktı, dikkatini kendisine verebilmesi için. Genç adamın durumu hiç iyi gözükmüyordu. Yorgunluktan iyice ağırlaşmış olan gözkapaklarını görmezden gelerek ayağa kalktı. Luther’ın koluna girdi ve “ Hadi seni evine götürelim. “ dedi. O an Luther’ın ne düşündüğünün bir önemi olmadığı için gitmek isteyip istemediğini sormayı düşünmemişti. Genç adamın yürümesine yardım ederek bulundukları mekandan dışarı çıktı. Arabasını bulmasının çok uzun süreceğini bildiği için önlerinden geçen ilk taksiyi durdurdu. Luther’ı oturttuktan sonra kendisi de diğer kapıdan bindi araca. O anda Luther’ın evini bilmediğini fark etti. Taksiciye ilerlemesini işaret ederken bir yandan da genç adamın ceplerini karıştırmaya başladı ama bulabildiği tek şey pcp’ydi. Hiç tereddüt etmeden ve sonuçlarını düşünmeden çantasına attı küçük paketi. Ailesinin Manhattan’da bulunan bir dairesinin adresini taksiciye söylerken gözünü Luther’dan ayırmıyordu. Sonunda vardıklarında parayı taksiciye uzattı " Teşekkürler " dedikten sonra arabadan indi. Luther’ın da inmesine yardım ettikten sonra çantasından dairenin yedek anahtarlarını çıkarttı. Genelde babası, toplantı zamanlarında burada kalırdı. Yine orada olmadığını umarak anahtarı deliğine soktu ve kapıyı açtı. Dışarıdan gelen ışık dışında, evin içi kapkaranlıktı. Buraya gelirken kimsenin onları görmemiş olduğunu umuyordu. " Tanrım! Ne kadar da ağırsın! " dedi genç adamı yatağa yatırırken. Onu orada bırakıp bir yere gitmek istemiyordu. Başına bir şey gelip gelmeyeceğine emin olmadan da gidemezdi zaten. Uzun uzun düşündükten sonra annesine, dairede kalacağına dair kısa bir mesaj yazdıktan sonra mutfağa gitti ve kendisine biraz kahve hazırlayıp televizyonun karşısına geçti. Koltuğa iyice sinmişti ama gözlerini bir an bile kapatmaya korkuyordu. Tüm gece uyuyacak gibi hissetmiyordu kendisini zaten. Odadan gelen sesleri işittiğinde aynısının Luther için de geçerli olduğunu düşünmeye başlamıştı.

    Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luther Frederic Adler
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Luther Frederic Adler


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 25/03/11
Nerden : Almanya

Düşündüğün gibi değil. Empty
MesajKonu: Geri: Düşündüğün gibi değil.   Düşündüğün gibi değil. Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 8:06 am

SON-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Düşündüğün gibi değil.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» fireja değil fireya.
» arkadaşlık bize göre değil
» Dinlenmek istiyordum, kavga değil.
» Her şey göründüğü gibi değildir.
» Rp aşkı geldi Öyle böyle değil

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan-
Buraya geçin: