Cillian Crow&Victoria Winslet
Eğer aileniz sizinle ilgilenemeyecek kadar meşgullerse, özgürsünüz demektir. İstediğiniz barda sabahlayabilir, istediğiniz kişiyle yatıp kalkabilirdiniz. Yaptıklarınızdan haberleri bile olmaz. C'nin ailesi kesinlikle bunlardan birisi. Bütün gün boyunca 'günaydın' 'iyi geceler'den başka bir şey söylemiyorlar birbirlerine. Hatta bazen buna bile zaman ayıramıyorlar. Çoğu kişi tarafından 'iğrenç bir durum' diye düşünülebilir, oysa Cillian halinden gayet memnun. Müziği son ses açmış, kulaklarına zarar verip vermediğini umursamadan müziğe eşlik ediyordu. Günü oldukça güzel geçeceğe benziyordu, kendisinden bir yaş büyük olmasına rağmen en yakınlarından biri olan Victoria ile konuşması az önce bitmişti. Birkaç saat sonra buluşmak için sözleşmişlerdi. C ise hazırlanmaya başlamıştı bile. Yatağına dizdiği kıyafetleri bir daha inceledi. En sonunda, krem rengi bir elbise seçti. Aynanın karşısına geçip saçlarının yolunmasına aldırmadan uzun bir süre taradı saçlarını, bunları yapmasının tek nedeniyse zaman geçirmek istemesiydi. Kapı aniden ardına kadar açıldığında yerinde zıpladı. Böyle ani şeylerden nefret ederdi, belki de bundan küçük kardeşi her zaman bunu yapıyordu. Kim bilir.
"Hey C, benimle çizgi film izlemeye ne dersin?" Küçük kardeşi George şimdiden küçük bir film yıldızını andırıyordu. Onun saç renginin aynı tonunda koyu kestane saçlara sahipti, bal rengi gözleri muzip bir ifadeyle etrafı tarıyordu. Buğday rengindeki teni bir çocuk için bile fazla kusursuzdu. Çoğu kişi onu annesine benzetiyordu -Şu öz annesiymiş gibi davranan ahmak kadına değil, babasıyla 2 yıl önce ayrılıp onları bırakan annesine.- Yüzündeki ifadeden reddedileceğini bildiği açıktı yine de şansını denemek istemişti anlaşılan.
"Defolup gitmeye ne dersin?" dedi. Müziğin yüksek sesi yüzünden bağırarak söylemişti bu kelimeleri. George gözlerini kısıp ona bakmaya devam ederken arkasını dönüp aynaya son bir kez daha baktı. Hazırdı. Biraz erken gitmekten bir şey olmazdı. Müziği kapatıp arkasını döndüğünde George gitmişti, büyük ihtimalle şu an bakıcısını onunla birlikte çizgi film izlemek için zorluyordu. Derin bir iç çekiş eşliğinde kapıya doğru ilerledi, kapının tokmağını çevirerek açtı.
Birkaç dakika sonraysa dışarıdaydı. NY çoğu zamankinden farksızdı, bu sıcağa aldırmayan bir dolu insan alışveriş yapıyor ya da sevgilileriyle dolaşıyorlardı. Bu görüntü C için artık çok monotondu. Starbucks'ın önüne geldiğinde birkaç tane tanıdık yüz görsede aldırmadı. Daha çok zenginlerin oturduğu bu semtte park edenlerin yarısının arabası son model olduğundan arabasını park ederken kimse onu bakmadı. Starbucks onun en gözde mekanlarından birisiydi böyle günlerde. Sıradan bir günde içeriye dalıp bir şeyler içmek ona zevk veriyordu. Özellikle şimdi Victoria ile de buluşacağından bu zevk daha da artmıştı. Victoria ile sözleştikleri saate henüz 1 saat vardı. İçeriye girmek yerine vitrinlere bakmaya tercih etti C. Ayağındaki yüksek topuklu ayakkabılar yüzünden küçük adımlar atarak ilerliyordu.
Bunaltıcı derecedeki sıcak keyfini kaçırmak istercesine daha da artmıştı. NY vitrinlerde her zamanki şeyler vardı. Daha geçen hafta aynı vitrinlere baktığından belkide bu kadar sıradan gelmişti ona. Dersler bittikten sonra okulda kalıp ödevlerini bitirmek yerine iğrenç okul kıyafetleriyle vitrinlere bakmayı tercih ediyordu. Ödevler konusunda sık sık öğretmenlerle başı derde girsede ara sıra ona zaman ayırarak bu problemi çözen bir annesinin olması iyi bir şeydi. İşe yaradıkları tek konu buydu aslında. Diğer konularda herhangi bir yararı dokunmuyordu C'e. Üvey annesi Juliet, ah evet, Romeo ve Juliet'i hatırlatıyor olabilir. Ama J kesinlikle aşka inanmıyor, ya da duygularını saklayan birisi. Görünüş olaraksa 'her erkekle yatan bir k.ltak.' Cillian onun yüzünden babasının o ve erkek kardeşinden uzaklaştığını düşünüyor, belki de bu yüzden ondan bu kadar nefret ediyor. Aslına bakarsanız babası George onlarla asla fazla ilgilenen birisi olmamııştır. Ama artık o azıcık ilgiyi bile göstermiyordu. Erkek kardeşiyle sürekli kavga etse de 'o' evde en çok değer verdiği kişi o. Hatta hayatında en çok değer verdiği kişi. Aslında George ile iyi geçinirdi, yani çizgi film izlemek istemediği zamanlarda.
Çehresinde hafif bir tebessümle Starbucks'a girdi C. Normal zamanlardankinden daha doluydu içerisi, masaların çoğunuysa sevgililer kaplamıştı. Etrafa göz gezdirdi, her zamanki gibiydi; Masalar belirli aralıklar dizilmiş ve oldukça düzenliydi. Etrafta ellerindeki tepsilerle sıcaktan bunalmış garsonlar geziniyordu. Çoğu yerde Starbucks'ın simgesi -deniz kızı- vardı. Sık sık tercih ettiği masayı gözüne kestirdikten sonra kahvesini almak için sıraya girdi. Birkaç dakikalık bir beklemenin ardından sürekli etrafa yapmacık gülümsemeler saçan bir görevliyle yüz yüze geldi:
"Bir tane Karamelli Frappucino." İçeceğini aldıktan sonra yavaş adımlarla cam kenarındaki masaya oturdu. Parmaklarıyla masanın üzerinde ritim tutarken etrafı izlemeye devam ediyordu. Tanıdık kimsenin olmayacağını umuyordu, özellikle de erkek arkadaşlarıyla ilgili sorunlarını anlatan kızlar... Herhangi birisiyle ilgilenecek havasında kesinlikle değildi.