Alex Miller Harvard | I. Sınıf
Mesaj Sayısı : 81 Kayıt tarihi : 05/02/11
| Konu: O 5 dakikalık şarkılar gibi, gün de bitmek bilmeseydi. Ptsi Mart 14, 2011 9:27 am | |
| Gece belli aralıklarla böldü uykusunu. Huzursuzdu, buraya alelacele geri dönmekten hoşnut değildi. Gözaltları şişmişti ve kirpikleri onu rahatsız ediyordu. Parmaklarıyla çapaklarını sildi ve ellerini birbirlerine kenetleyerek iki kolunu yukarı doğru esnetti. Her defasında olduğu gibi odasına geldiğinde toplu bulduğu yatağındaydı, yatak rahattı ancak üstüne örttüğü battaniye oldukça kalındı ve gece boyunca sıcaktan bunalmıştı. Tekmeleri ardından yatağının ucunda göz korkutucu bir yığın oluştu. Ayaklarını bu yığının üzerine uzattı, ellerini karnının üzerine koydu. Ne yapması gerekirdi bilmiyordu, hiçbir şey de kesin değildi zaten. Dünü dahi hatırlayamıyordu, geçmişi düşündükçe de baş ağrısından başka hiçbir şey hissetmiyordu.
Ancak lobiye indiğinde fark etmişti elinde ya da sırtında hiçbir şey olmayışını, yalnızca elindeki telefon ve boynuna astığı o büyük kulaklıkları vardı. Diğerleri kadar boş bir gündü, sadece içeride boğulmak istemiyordu. Tek nedeni kaybolup gitmekti sokaklardaki kalabalık arasında. Başlayan şarkıyla müziğe kulak verdi, başımı döndürdüğünü söyleyebilirdi sözlerin. Sesi sonuna kadar açtığından kulaklarıyla aralarındaki uzaklık herhangi bir sorun yaratmıyordu. Caddenin gürültüsünü bastırıyordu bir şekilde ve tamamen kopup gitmiyordu. Yoksa, büyük ihtimalle, ilk karşıdan karşıya geçişinde kırmızı ışığı görmediğinden o kasvetli araçlardan birinin altında kalırdı. Şanslı olmadığı gerçeği vardı, küçük bir sıyrıkla kurtulamayacak kadar telaşlıydı hem de. Kendini kurtulabileceğinin aksine başka bir arabanın önüne atar ve sonunu sağlardı böylece. Tüm sorun da böylece ortadan kalkmış olurdu, nelerle dolduracağını bilmediği geleceği hakkında düşünmezdi gün boyunca. Tembelliği gözüne batmazdı sonra. Ama acı çekecekse istemiyordu böylesini, keşke Rusya’dayken kendimi bir çığın altında bıraksaydım diye düşündü. Soğuk hissizleştirirdi onu, bir şekilde uyuyakalıp giderdi. Histeri krizleri ya da kan olmadan karın altına gömülürdü. Cesedini yakmalarına da gerek kalmazdı, unutulacaktı zaten.
İlerlerken telefonunu kurcalıyordu, ki günü çoğunlukla hala bu haldeyken sonlanıyordu. Önceki günlerin aksine artık kendisini gösteren güneş gözlerinin kısılmasına neden olmuştu, ancak hala inatla devam ediyordu adımlarına. Bir de, burnuna kokular gelen yerlerde vitrinlere çevriliyordu gözleri. Görmeyi umut ettiği tek kişi vardı aslında, geçenlerde tanışmış olmasına rağmen ayrılırken kendisine herhangi bir restoranda ya da hamburger satan herhangi bir yerde rastlayabileceğini söylemişti. Dışarı çıkmasını bu sağlamıştı, onu aramıyordu artık. Eleanor Rigby ile dolup taşan saniyelerinde aklında dahi değildi. Başını her çevirişinde olduğu gibi tanıdık bir yüz ile karşılaşacağını sanmıyordu bu defa da, şanslı olduğunu söyleyebilirdi artık: FRANÇOIS! Kıkırdadı ister istemez, artık onun cam kenarına oturmuş oluşunu dahi kader ya da bilumum şeylere bağlayabilirdi.
Kapıyı ittirdiğinde içerideki o suni tattaki havayla karşılaştı, aldığı ilk nefesler tatmin etmeyecekti kendisini. Masasının etrafındaki diğer tabureye geçti, henüz karşılaşmamıştı suretiyle. Ne kadar davetkârdı bilmiyordu, aldırış etmezdi bu davetsizliğe. Karton kutunun içindeki yığından bir patates kızartması aldı. Neden buraya gelmek yerine servisi arayıp ya da internette sipariş vermediklerini anlamıyordu ama aldırış etmedi bugün, şanslıydı. Evet, biraz olsun.
| |
|