Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Dedikodunun kalbine hoşgeldiniz!
 
AnasayfaGirişLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Son Dedikodu!
Yılın İlk Partisi! Halloween!

Mona görevini yerine getirmeye karar verdi anlaşılan. İlk partisi de Halloween Partisi! Şimdiden kaydolmanızı şiddetle öneriyoruz.

-----------------
Devamı için buraya tıkla!
NY’nin En Popülerleri
-Ramona A. Lindström-
Şöhret: 60



-----------------

-P. Juliet Prideaux-
Şöhret: 58



-----------------

-Claudia Harrison-
Şöhret: 57



-----------------

-Martius Griswold-
Şöhret: 47



-----------------

-Jeremy Jimmy Monteiro-
Şöhret: 38



-----------------

lcnews.net


Resme Tıklamanız Yeterli! (:
Etkinlikler


HALLOWEEN PARTİSİ
Queen Mona senenin ilk partisini veriyor! Kostümlerinizi hazırlayın.

DURUM: BAŞLADI. - 3 hafta sürecek.

-----------------

CATWALK: SONBAHAR
Artık mevsim mevsim çıkıyor.

DURUM: Eylül'de gelecek.
Sanal Dünya’da L&C


Facebook fan sayfamızı beğenmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:



Twitter profilimizi takip etmeyi unutmayın, resme tıklamanız yeterli! (:
En son konular
» Diana Ross
Yeni Gün Icon_minitimetarafından Diana Ross C.tesi Mart 09, 2013 10:12 am

» Model Kayıtları
Yeni Gün Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:43 am

» Sandara Park
Yeni Gün Icon_minitimetarafından Sandara Park C.tesi Eyl. 15, 2012 7:41 am

» Yönetim.
Yeni Gün Icon_minitimetarafından Isaac Yarevni Cuma Eyl. 14, 2012 9:08 am

» Erkek Basketbol Takımı & Kız Çim Hokeyi Takımı Alımları
Yeni Gün Icon_minitimetarafından ZaynMalik Salı Tem. 03, 2012 9:31 am


 

 Yeni Gün

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Arthur Neithan
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Arthur Neithan


Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 12/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Yeni Gün Empty
MesajKonu: Yeni Gün   Yeni Gün Icon_minitimeÇarş. Mart 09, 2011 11:41 am

Yeni Gün 352iyqv Yeni Gün Whhbwn
Günaydın gün, günaydın gece. Ne zaman gün bitti de akşam oldu farkına varamamıştım. Bütün gün boyunca spor salonuna kapalı kalmış, dünyadan bir haber, o lanet çembere topları atmaya çalışmıştım. Kulaklarıma vuran rock müzik, kalbimin ritmini arttırıyordu. Vücudumun her yerine eşit olarak dağılan kan, kaslarımı geriyor, beni daha da kuvvetli olmaya zorluyordu. Birkaç saat sonra oturduğum yerden kalkacak halim bile kalmayacaktı muhtemelen ama anı yaşamak lazımdı, değil mi? MP3’te sıradaki şarkıya geçerken salonun dev duvar saatine baktım. Tam dört saattir basket toplarıyla ilgileniyordum. Telefona mesajlar yağmış olmalı, diye düşünerek top sepetine bıraktım elimdeki topu. Losing My Religion mırıldanarak soyunma odasına attım kendimi. Ellerim kauçuk kokuyordu yine. Bu kokudan hoşlanmasam da iyi anlaşmayı öğrenmiştim. Yıllardır düzeyli bir ilişkimiz vardı çünkü. Terimin üzerimde kurumaması için hemen duşa koştum. Neyseki çocuklardan kimse buraya uğramayacaktı, zaten saatlerdir salona kimse gelmemişti bile, yani duşlar boştu. Sıcak su vanasını açtıktan sonra su tesisatındaki soğumuş suyun bitmesini bekledim. Soğuk su tamamen boşaldıktan sonra su ılıklaştı ve bir süre sonra da bütün soyunma odasına yayılan buharın kaynağı kaynar su akmaya başladı. Su tenimle buluştuğu an verdiği rahatlık ne kadar yorulduğumu anlatıyordu bana, vücudumdaki sinirler aracılığıyla. Birkaç dakika daha kabinde durursam uyuyakalabilirdim. Sıcak suyun altında uykuya dalmak üzereyken bir anda buz gibi bir suyla kendime geldim. Bir yandan uyumaktan kurtulduğum için sevinirken bir yandan sıcak suyun bitmesine lanet ediyordum. Kafamı duş almak için girdiğim kabinden dışarı uzattım, başka duş alan birinin olup olmadığını görmek için. Sıcak su durduk yere bitmezdi, en azından bir başka duş alan daha varsa sıcak su iki bölmeye bölünmüş olurdu. Soyunma odasında kimseler yoktu. Belki de kızların soyunma odasında birisi vardır, diye düşünüp kabinden çıktım. Sırt çantamdan temiz bir tişört ve pantolon çıkartıp terli antrenman formalarımı çamaşır sepetine attım.

Soyunma odasından çıkmak üzereyken koridordan duyulan birkaç bağrışla olduğum yerde çakılı kaldım. Aslında ufak bir tartışma olduğu için karışmak gibi bir niyetim yoktu. Bu yüzden soyunma odasının köşesine doğru çekildim, kavgaya karışmak istemiyordum, kulak misafiri olmak da. Bağrışmalar biraz daha yakınlaşınca kulağımdaki kulak bile konuşmaları duymama engel olmuyordu. Juliet’in adını duyduğum anda oturduğum banktan fırlayıp kapının dibinde belirdim, sanki dedikodular uçmamı sağlayacak özel bir güç sağlamıştı bana. Bağrışan ikiliden birinin sesi çok tanıdıktı, sadece bağırırken biraz daha ince çıkıyordu sesi. Celeste’ti bu, diğeri de sevgilisi Burt’tü. Ama neden Juliet hakkında konuşuyorlardı ki, diye düşündüm yumruklarımı sıkarken. Yine aynı dedikodulara maruz kalmasını istemiyordum sevgilimin. “Ne işin vardı o kızla?” Celeste, sanki sesini bütün ülke duysun diye yırtıyordu kendini. Kız, benim çocukluktan beri arkadaşımdı ama son zamanlarda ortaya çıkan lanet olaylar yüzünden aramız oldukça açılmıştı. Burt, sanki kendisi haklıymış gibi bir şeyler homurdandı, zaten ne dediğini çoğu zaman anlamazdınız. Celeste’in her Juliet demesinde sinirlerim tepeme ulaşıyordu. Kız, son kez bağırdıktan sonra koridorda uzaklaşan ayak seslerini duydum. Ardından Burt soyunma odasına daldı. Ani bir refleksle geriye doğru sıçradım. İçeri girmeden önce birkaç adım geriledim, onları dinlediğimi anlamaması için. Duştan çıkıyormuş gibi görünmeye çalışıyordum. “Özür dilerim, dostum,” diye geveledi ağzında. Aslında Juliet ve kendisi arasında yaşanan şeyleri yüzünden özür dilediğini biliyordum ama ne dediğini anlamamış gibi görünmeye çalışıyordum. Bir yandan da sakin olmaya çalışıyordum, şu anda tartışmak istediğim son kişi bu insan azmanı Burt’tü. “Önemli değil ama neden bahsettiğini bilmiyorum. Neyse, dediğim gibi, önemli değil. Görüşürüz.” Çocukla –çocuk demek ne kadar doğru olursa artık– daha fazla konuşmamak için soyunma odasından dışarı attım kendimi.

Spor salonundan çıktıktan sonra soğuk rüzgarın suratıma çarpmasıyla birden fazla düşünce beynime akın etti. Cebimden telefonumu çıkartıp Juliet’e kısa mesaj çektim. Ne yazdığımın pek farkında değildim. Benimle buluşması gerektiği, artık bazı şeylere göz yumamayacağımı, vb. bir sürü şey. ‘Yarım saat içinde Central Park’ta ol,’ diye yazdığımı umuyordum. Hızlı adımlarla, burnumdan derin soluklar alarak caddenin kenarında koşuşturuyordum. Juliet’ten cevap olarak sadece ‘Ne oldu?!’ gibi saçma bir soru gelmişti. Cevap verme zahmetine girmemem gerekirdi aslında ama ‘Sadece gel!’ yazıp gönder butonuna bastım. Büyük ihtimalle çoktan evden çıkmıştı ve hemen bir taksiye atlamıştır. Son birkaç metreyi koşarak geçtim. Park’ın içlerine girmemeye özen göstererek dolaşmaya başladım. İçerimde biriken sinirleri biraz olsun boşaltır diye derin derin nefesler alıp veriyordum. Daha bir saat önce parmaklarımı oynatacak halim olmamasına karşın şimdi Park’ın her yerini hızla dolaşıyordum. Zilyon tane tur atmıştım Park'ın etrafında, belki bir o kadar daha devam edecektim. Birkaç kez de telefona gelen 'Ne oldu?' mesajlarına cevap vermek zorunda kaldım. Yarım saat bir saate çıktığı halde ortalıkta yoktu Juliet. Neyseki sorun çıkartmak için yeni yeni maddeler ekleniyordu listeye.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Yeni Gün Empty
MesajKonu: Geri: Yeni Gün   Yeni Gün Icon_minitimeCuma Mart 11, 2011 1:51 pm

Annesinin bağırışlarıyla uykusu bölündü Juliet’in. Sesleri susturmak için kafasını yastığın altına soktu ama bir işe yaramıyordu işte. Annesi bir türlü kapatamıyordu çenesini. Hızla çıktı yastığın altından “ Tatilde bile rahat bir uyku çekemeyecek miyim ben?! “ diye bağırdı yerinden kalkıp kapıyı hızla çarparken. Tek istediği biraz uykuydu. Kabussuz bir gece geçirmişti ve bunun bitmemesini istemişti. Tekrardan yatağına dönerken uyuyamayacağını biliyordu ve bunun getirdiği sinirle burnundan solumaya başladı. Anne ve babasının tekrar iş seyahatine gitmesi için sabırsızlanıyordu. O zaman rahat bir uyku çekebilirdi belki de. Gözlerini ovuşturarak girdi sıcacık yatağına. Uyuyamayacağını bile bile kapadı gözlerini. Gözkapaklarından içeri sızan güneşe aldırmadan yatıyordu boylu boyunca. Uyuması gerekmiyordu, yalnızca biraz sakinleşmeye ve rahatlamaya ihtiyacı vardı. Tüm günü evde, annesiyle birlikte geçiremezdi. Yaklaşık 10-15 dakika kadar kaldı yatakta. Ardından da güne güzel bir başlangıç yapmak için sıcak bir duş aldı. Günlük kıyafetlerinden birini seçti ve giyinirken yüzündeki sırıtışı fark etti aynadaki yansımasında. Sebepsiz yere gülümsemesi normal miydi? Mutlu hissediyordu. O korkunç sabaha rağmen içi fazlasıyla rahattı. Saçlarını acele etmeden kuruttu. O gün için hiçbir planı yoktu. Belki alışverişe giderim. Diye düşündü dolabının açık kapılarından görünen kıyafetlerine bakarken. Kesinlikle alışverişe gitmeliydi. Makyajını yaparken birilerine haber verip vermeme konusunda düşünmeye başladıysa da sonradan aklından çıkıverdi bu düşünce. Yalnız başına olmak çok daha iyi olacaktı.

Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı bir türlü. Kafasını camdan dışarı çevirdiğinde hava çoktan kararmıştı. Elindeki torbalara baktı. En fazla 5 torba vardı. Neyim var benim? Diye düşündü birden. Bu kadar az şey alması hiç de normal değildi. Bu paranoyak haline gülerken, insanların kendisine nasıl baktığını fark etti ve bir deli gibi görünmek istemediği için gülmeyi kesip kendi yoluna gitti. Bir şeyler içip eve gidebilirdi. Sonra da birkaç arkadaşına haber verip dışa çıkarlardı. Belki de Arthur’la bir şeyler yapabilirlerdi. Onu düşünür düşünmez yüzünde bir tebessüm oluştu. Elinde tuttuğu sıcacık kahveyi dudaklarına götürdü. Sıvının içini ısıtmasıyla gevşediğini hissetti. Arabasına doğru yürürken cebindeki titreşimle irkildi. Elleri o kadar doluydu ki cevap veremeyecekti. Eşyaların hepsini bagaja koydu ve direksiyona geçince telefonunu çıkardı. Ekranda beliren ismi görünce gülümsedi. Mesajı okuduğunda ise bir sorun olduğunu anlamıştı. Arthur hiç olmadığı kadar soğuktu. Hiçbir sevgi sözcüğü kullanmamış olması şaşırtmıştı Juliet’i. Parmakları harfleri tuşlarken neler olduğunu merak ediyordu. Central Park fazla uzakta değildi, en fazla 15 dakikaya oradaydı. Arabayı çalıştırdığı anda telefonu çalmaya başladı.

“ Paige hemen eve gel! “ diye bağırdı annesi, telefonun diğer ucundan. Neden bu kadar sinirli olduğunu anlayamamıştı Juliet. “ Ne oldu anne? Arthur’la buluşacağım. Yarın sabah konuşsak olmaz mı? “ dedi sitem edercesine. O an en son istediği şeydi annesiyle tartışmak. Kabul edeceğini umarak bekledi oysa umduğu gibi olmamıştı. Annesi, derhal eve gelmesini söylemişti. Neydi bu kadar önemli olan? Sinirle eve doğru sürdü arabayı. Arthur’a mesaj atması gerekirdi ama annesiyle tartışırken aklından uçup gitmişti her şey. Sinirle çıktı odasına, kapıyı arkasından hızla çarptı ve kilitledi. Üzerine daha rahat bir şeyler geçirdi. Duvardaki saat gözüne iliştiğinde içinde bir panik oluştu. Neredeyse bir saat olmuştu. Lanet olsun! Diyerek çıktı odadan. Arthur’un şimdiye köpürtmekte olduğuna emindi. Annesine görünmeden dışarı attı kendisini. Araba kullanamayacak halde olduğundan geçen ilk taksiye bindi. Nereye gideceğini söylerken telefonunu kontrol etti.

Parka vardığında çantasından çıkardığı parayı adama uzattı. Oyalanma gibi bir şansı olmadığı için “ Üstü kalsın! “ diyerek indi arabadan. Hızla ilerledi gördüğü iri siluete doğru. Onun Arthur olduğundan çok emindi. “ Arthur! “ diye seslendi ve kendisine dönen çocuğu görünce yüzüne her zamanki tebessümünü yerleştirdi. Oysa Arthur’un yüzünde gördüğü tek şey öfkeydi. Neler olduğunu sormak istedi ama çekinmişti. Onu bu kadar kızdıracak ne yapmış olabilirdi? Çocuğa sarıldı ama ondan hiçbir tepki almayınca geri çekildi. Dikkatle inceledi yüzünü. “ Ne oldu? “ diye sordu çekinerek.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Arthur Neithan
Sir Stafford | IV. Sınıf
 Sir Stafford | IV. Sınıf
Arthur Neithan


Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 12/02/11
Gerçek Yaşı : 30

Yeni Gün Empty
MesajKonu: Geri: Yeni Gün   Yeni Gün Icon_minitimeÇarş. Mart 16, 2011 5:23 am

Ellerimi pantolonumun cebinde yumruk olarak sıkıyordum. Tırnaklarım avuç içlerimde dörder tane hilal çıkartmış, biraz daha derinlere girmeye çalışıyorlardı. Belli ki kan isteniyordu. Bu kan ya benden akacaktı, ya da Burt’ten. Belki de Juliet’ten. Böyle bir şeyi nasıl düşünmüştüm ki? Juliet’e vurmayı. Ben ona dokunmaya bile kıyamazken aklıma doluşan o bu lanet şiddet düşünceleri nedendi? Sinirle ayaklarımı sürüyordum toprak zeminde. Birkaç adım daha attıktan –sürüdükten– sonra arkamdan Juliet’in sesini duydum. Aklımdaki tonlarca düşünce bir anda yok olup gitti. Sadece o vardı şimdi. Bir de önemsiz ben. Önemsiz ben… Sakince arkamı döndüm, aklıma yeniden dolan o lanet kelimelerin ağzımdan çıkmasını engellemek için dudaklarımı ısırarak. Juliet Park’ın girişinden bana doğru yürümeye başladı. Onun gülümsemesi bile bana dünyaları vermeye yetiyordu. Neyse ki bu dünyalar şu anda Cehennem’den farksızdı. Ayaklarımı sürüyerek Juliet’e doğru yürümeye başladım yavaşça. Aklımdan geçen düşünceler yüzünden istemeden de olsa kaşlarımı çatmıştım. Juliet birkaç adım daha yaklaştı ve kollarımı etrafıma sardı. Saçlarından yayılan koku burun deliklerimden girdikten sonra bütün vücuduma yayılmaya başladı. Kendime hakim olmam gerektiğini biliyordum. Sadece öylece duracaktım, ne söylemesi gerekiyorsa onu söylemesini bekleyecektim. Dudaklarımı aralasam, zihnimin içindeki binlerce kelime akın edecekti belki de Juliet’e. Benim gördüğüm kadar zarar görmesini istemiyordum. Ben yine de zarar görecektim, bir şeyler diyecekti, kendini savunacaktı, ya da suçu Burt’e atacaktı ama yine de zarar gören ben olacaktım. Aldığım nefesi büyük bir gürültüyle bıraktım, Juliet kollarını belimden çekmeden önce. Juliet bir adım geri çekilip gözlerimin içine bakmaya başladı. Gördüğü şeyi tahmin edebiliyordum.

“Ne oldu?” diye sordu, gözleri gözlerimin içindeki alevlerin içine dalmışken. Ben yanıyordum zaten içten içe, onu da yakmaya hakkım var mıydı? Beni gerçekten sevdiyse belki de yanardı. Yanmasını isteyen bir tarafım da vardı. O, romantik olan Arthur’u susturmaya çalışıyordu belki de derinlerde bir yerde ama her ikisine de kulak asmamaya karar verdim. Hangi Arthur’a kulak vermem gerektiğini de bilmiyordum, kimse kulak asarsam asayım, sonuç hep yıkım gibi görünüyordu. “Senin bana anlatabileceğin şeyler olmuş, sanırım.” Dişlerimi sıkıyordum konuşurken. Artık itiraf etse de bitse şu ıstırap, diye düşünüyordum. Her şeyi, beni nasıl aldattığını, beni sevmediğini, beni hiç sevmediğini, anlatsa da ben de artık aklımdan geçen o lanetli kelimeleri kullanabilsem. Juliet’se dediklerimi anlamamış gibi yüzüme bakmaya devam ediyordu. Daha ne yapabilirdim ki? Omuzlarından tutup yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Kelimeleri çok iyi seçmem gerektiğini hissediyordum. Dudaklarımı açtım ve öylece kaldım birkaç saniye. Derin derin nefesler alıp veriyordum. “Beni aldattın, hem de Burt gibi birisiyle,” diye fısıldadım. Bunları kendi ağzımdan duymak en az Juliet kadar şoka uğratmıştı beni de. Kaşlarımı çatmaya devam ediyordum. “Bunu nasıl yapabildin ki?! ‘Sonsuza dek seni seveceğim’lere ne oldu?! Lanet olsun, tamam mı?! Lanet olsun!”

Artık kontrolün bende olmadığını biliyordum. Karanlık bir tarafım vardı, demek ki ve o açığa çıkmıştı. Sinirle etrafa saldırmaya başladım. Yerdeki taşları tekmeliyor, en yakındaki ağacın gövdesine yumruk atıyordum. Elimdeki acı, duygusal olarak rahatlamama, aklımdaki düşüncelerin dağılmasına yardımcı oluyordu ama o da sadece bir anlığına, daha sonra Juliet ve onun ihaneti daha da şiddetlenerek akın ediyordu vücuduma. Toprağa damlayan kırmızı sıvı elimdeki ağrının büyüklüğünü anlatıyordu resmen. Sakinleşip elime baktım. Çok derin olmasa da bir yara vardı. Çok hoş, diye düşündüm. Sağ elimi aşağıya indirip Juliet’e doğru yürüdüm. Hala şok içindeydi. “Evet, hala diyecek bir şeyin yok mu?”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
P. Juliet Prideaux
Harrison Jewell | IV. Sınıf
Harrison Jewell | IV. Sınıf
P. Juliet Prideaux


Mesaj Sayısı : 442
Kayıt tarihi : 07/02/11
Gerçek Yaşı : 29

Yeni Gün Empty
MesajKonu: Geri: Yeni Gün   Yeni Gün Icon_minitimePerş. Mart 24, 2011 10:19 am

Arthur’un gözleri delip geçiyordu Juliet’i. Ne yapacağını bilmez bir halde duruyorlardı öylece. Bakışlarındaki öfke işliyordu Juliet’in içine. Ne olduğunu anlayamıyordu. Ne yapmıştı onu bu kadar kızdıracak? Bir şeyler söylemek istedi. Ama ne vardı ki söyleyebileceği? Sustu sadece. Sorusunun cevabını alabilmek için sustu. Oysa Arthur en ufak bir konuşma girişiminde bulunmuyordu. Juliet’in kafasından binlerce düşünce geçip gidiyordu. “Senin bana anlatabileceğin şeyler olmuş, sanırım.” derken öfkeden sesi titriyordu genç adamın. Juliet bu söze bir anlam veremeyerek kaldırdı tek kaşını. Ne yapmış olabilirdi ki? İlk defa hiçbir şey yapmamıştı. Hem de hiçbir şey. Arthur’u üzecek bir şey yapmazdı ki zaten. Arthur’un güçlü elleri sıkıca kavradı Juliet’in narin omuzlarını. Yüzlerini birbirlerine yaklaştırdı. Bir şey söylemek üzere açtı ağzını, kelimeler dudaklarından dökülürken Juliet’in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Onu aldattığını mı düşünüyordu? Bunu nasıl düşünürsün? diye bağırmak geldi içinden. Nasıl inanırdı böyle bir şeye? Juliet öylece kala kalmıştı. Söyleyecek bir şey bulamıyordu. Öylece durmuş gözlerinin içine bakıyordu Arthur’un. Çenesi kasıldı genç adamın. “Bunu nasıl yapabildin ki?! ‘Sonsuza dek seni seveceğim’lere ne oldu?! Lanet olsun, tamam mı?! Lanet olsun!” sesindeki öfke açıkça gösteriyordu kendisini. Belli ediyordu o anda Juliet’ten ne kadar iğrendiğini. Bir şey diyemedi Juliet. Yapmadığı bir şey için suçlanmak ağırına gitmişti. Bu kadar mıydı aralarındaki şey? Hiç mi güvenmemişti Juliet’e? Sadece bir dedikodu yüzünden silip atacak mıydı onu? Juliet duyduklarının şaşkınlığıyla zorla duruyordu ayakta.

Her şey bir anda olup bitmişti. Arthur’un ağacı yumruklaması, elinden akan kanlar. Juliet hayretle bakıyordu bir zamanlar aşık olduğu adama. Peki ne olmuştu ona? Nasıl böyle bir hale gelmişti? Aklı almıyordu Juliet’in. Her seferinde bir şey söylemek üzere aralıyor dudaklarını ama hiçbir şey olmuyordu. Sesi çıkmıyordu. Diyeceği ne olabilirdi ki? İçindeki öfke bitmek bilmez bir hale gelmişti ki Juliet elinde olmadan tokadı geçirdi Arthur’un suratına. “ Kendine gel! “ diye bağırdı. Sesi, sanki ona ait değildi. Arthur’un şaşkın bakışları altında biraz sustu. Kelimeleri düzgün seçmesi gerektiğini biliyordu. Arthur’u omuzlarından kavradı ve biraz yaklaştı. Gözlerindeki yanma artmış olmasına rağmen kendisini sıkmaya devam ediyordu. Şimdi ağlayamazdı.

“ Hayır Arthur! Diyeceğim çok şey var ama nereden başlasam ki? “ ukalalık ve öfkelik arasında gidip geliyordu. Bir yanı, tüm duyduklarının gerçek olduğunu söylemek ve ona acı çektirmek istiyordu. Diğer yanı ise her şeyi inkar etmek ve böyle bir şeyin olmadığını söylemek istiyordu. Doğru olanı da buydu. Düşünceleri gidip gelirken kendisini serbest bıraktı ve sözcüklerin yavaşça dudaklarından dökülmesine izin verdi.

“ Neyin var senin? Seni gerçekten aldattığımı düşünüyor olamazsın değil mi? “ sesinde, öfkenin ardına gizlenmiş kırgınlığı vardı. Konuşurken titreyen sesi ele veriyordu onu. Kafasını salladı iki yana. “ Her şeyi geçtim Arthur, Burt’le birlikte olduğumu düşünmeni bile. Anlamadığım şey bana hiç mi güvenmedin? Bir kez olsun gelip benimle düzgünce konuşmayı denemek aklına gelmedi mi? “ kelimelerin dökülmesiyle içindeki acı daha da açığa çıkıyordu. Artık geri dönüşü yoktu hiçbir şeyin. Bitmişti her şey. Olan olmuştu. Ne Juliet Arthur’u affedecekti, ne de Arthur yaptığı şeyleri telafi edebilecekti. Belki de hala inanmıyordu Juliet’e, kim bilir?

Bir şeyler söylemeden önce düşündü. Gözü, Arthur’un kanlı eline kaydı. Paramparça olmuş eli cansız bir şekilde sallanıyordu. Kafasını kaldırmadan “ Eline baktırsan iyi olacak. “ dedi. Hala onu önemsiyor olması garipti. Bunu yapmamalıydı. Bir adım geri çekildi. “ Ya da baktırma. Umurumda değil. “ dedi omzunu silkerek. Buna kendisi bile inanmazken onu nasıl inandırabilirdi ki? Ses tonunun düşündüğünden daha umursamaz çıkmasından ilk defa memnundu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yeni Gün
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kaçıncı başlık oldu ki bu? Sayamadım kjldfsdf - Neyse yeni dönemde, yeni bir şeyler arıyorum
» Yeni fotoğraflar, yeni başlık. KEDİ YA
» Yeni Bir Gün, Yeni Bir Fikir
» Yeni Bir Başlangıç
» Yeni bir arkadaş.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: The New York City :: Manhattan :: Central Park-
Buraya geçin: