P. Juliet Prideaux Harrison Jewell | IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 442 Kayıt tarihi : 07/02/11 Gerçek Yaşı : 29
| Konu: Time is running out C.tesi Mart 12, 2011 6:35 am | |
| Her şey üstüne üstüne geliyordu. İçi daralıyordu. Boğuluyormuş gibi hissediyordu. Anılar bir bir akın ediyordu beynine. Onu tüketmek, ebediyen yok etmek için. Nefes almaya çalışsa da beceremiyordu. Her şeyin geçeceğini umarak gözlerini yumdu sıkı sıkıya. Kulaklarını kapattı etrafındaki gürültüye. Ama işe yaramıyordu. Gözlerini her açtığında aynı yerdeydi. Aynı düşünceler ve aynı hislerle oturuyordu taş zeminde. Tüm bunları unutmak için yapabileceği ne vardı? Ne kalmıştı yapmadığı? Çekip gitmek. Uzun süre ortalardan kaybolabilirdi. Belki Craig’in yaptığı gibi o da uzaklaşabilirdi her şeyden. Gitmek istediği bir sürü yer vardı. Ailesine sormasına bile gerek yoktu. Onun durumunu görüyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Çaresizlik. Ellerinde olan tek şeydi bu. Kaçmak istese de yapamayacaktı. Geri geldiğinde, tüm sorunlarda onunla birlikte geri gelecekti. Gözlerinden dökülen yaşlar bacağına damlarken, silme zahmetine bile girmemişti. İnsanlar yanından geçip giderken, zaman da su gibi akıp gidiyordu. Her şeyi geri alabilecek olmayı diledi. Eski güzel zamanlara. Oysa zaman Juliet’e karşı gelerek ilerliyordu. Gözü, bileğindeki saate kaydı. Neredeyse öğlen olmuştu. Bu da demek oluyordu ki Juliet neredeyse üç saattir aynı yerde oturmuş düşünüyordu. Avuç içlerini bastırdı taş zemine, kendisini kaldırabilmek için. Bacakları hareketsizlikten ağrıyordu. Yavaş adımlarla arabasına ilerledi. Direksiyona atladığında nereye gideceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Tek bildiği eve doğru gitmek istemediğiydi. Öylece sürdü arabayı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak yola odaklanmaya çalışıyordu. Düşüncelerini duymamak için açtı radyoyu. Yüksek sesle çalan müzik dolduruyordu kulaklarına. Düşüncelerin önüne bir duvar gibi geçmişti. Bunu tüm gün boyunca yapabilmeyi isterdim! diye söylendi kendi kendisine. Tek kalmasının iyi olup olmayacağını bilmiyordu. Kim bilir, belki de yanında bir arkadaşı olsa kendini daha iyi hissederdi. “ HAYIR! “ dedi bu düşünceyi geri göndermek üzere. Kendi problemleriyle kimseyi sıkmak istemiyordu. Gerçekten olay bu muydu? Onları mı sıkmak istemiyordu yoksa bunları anlattığında ona acıyacaklarını mı düşünüyordu? Kesinlikle ikincisiydi. Bunu anlamak o kadar da zor olamazdı. Sıkıntıyla iç geçirdi yola bakarken. Queens tabelasını gördüğünde nereye gideceğini biliyordu artık. Arabasını sürdü emin olduğu yola doğru. Küçükken abisiyle gittiğini hatırlıyordu o yere. Ne kadar da eğleniyorlardı. Tüm anılarının abisiyle ilgili olmasından nefret ediyordu. Kendisini terk edip gitmesi çok incitmişti Juliet’i. Onu bir başına bırakmıştı. Sinirle salladı kafasını iki yana. Bıkmıştı onu düşünmekten. Onu tamamen unutmak ve silmek istiyordu. Geri dönmeyecekti, biliyordu. İzin verdi gözyaşlarının yanaklarından süzülüp gitmesine. İyi bir fikir olmadığı biliyordu. Görüşü bulanmaya başlamıştı. Arkadan gelen korna seslerine aldırmadan kenara çekti. Başını direksiyona dayadı. Sürekli “ Her şey iyi olacak! “ diye kendisini teselli etmekten sıkılmıştı. Hiçbir şeyin düzeleceği yoktu. Hiçbirini unutamayacak veya kafasından ömür boyu silemeyecekti. O her orada olacaktı, biliyordu. Sığınacağı bir ev, tutunabileceği bir dal istiyordu. Onu her şeyden koruyup kollayan, her zaman yanında olacak birisi… Ama Juliet bu tür şeylere inanmazdı. Her şey gelip geçiciydi onun için. Bir gün sahip olduğun şeyi ertesi gün kaybedebilirdin. Bundan daha doğal bir şey olamazdı zaten. Abisi gittikten sonra söz vermişti kendisine. Kimseye fazla değer vermeyecek, eğer bağlanmaya başlarsa hemen bırakacaktı. Elinden geldiğince uzak duracaktı o kişilerden. Bunu yapamayacağını anlaması zaman almıştı ama şimdi anlıyordu. Kendisini toparlamaya çalışarak kafasını kaldırdı.
Göle vardığında derin bir nefes aldı. Kokusunu bile özlemişti. Yavaşça ilerledi gölün kıyısına doğru. Hiç değişmemiş olduğunu görmek daha da duygulandırmıştı Juliet’i. Kulağına gelen kuş sesleri engel oluyordu çığlık atmasına. Bağırmak istiyordu. Sesi kısılana kadar bağırmak, yorulana kadar devam etmek istiyordu. Göle doğru eğildi. Kendisiyle uzaktan yakından alakası olmayan birini görüyordu yansımasında. Gözlerindeki parlaklık sönmüştü, hüzün vardı bakışlarında. Uzun yıllar yaşamış olan birinin yükünü taşıyor gibi bir görüntüsü vardı. “ Bunları hak edecek ne yaptım? “ diye mırıldandı durduğu yere çökerken. Eline aldığı birkaç taşı atmaya başladı göle. Bazı kararlar alması gerekiyordu artık. Ve bu kararlar hayatını değiştirecek türden şeylerdi. Kolay olmayacaktı.
Ne istediğini bilmiyordu. Tek bildiği artık üzülmek istemediğiydi. Bunun üzerine kararlar alacaktı. Yavaşça uzandı çimenlere. Gökyüzüne bakarken yüzüne yerleşen tebessümü hissetti. Neden gülüyordu? Mutlu muydu? Artık mutlu olup olmadığını bile bilmiyordu. Gülümsemesinin bir anlamı yoktu. Peki, bunu neden yapıyordu? Neden her şeye bir anlam yükleme çabasına girişiyordu. Nedensiz yere gülmesi çok mu saçma olurdu? Umursamadı. Nedensiz ve doğal… Cebinde ısrarla çalan telefona uzandı eli. Ekranda beliren isim onu şaşırtmamıştı. Konuşmak istemiyordu. En azından gün boyunca sesini duymak ve onu görmek istemiyordu. Telefonu kapatıp cebine koydu. Düşüncesizlik etmişti belki de ama umursamadı. Artık başkalarının da onun için endişelenmelerinin zamanı gelmişti. Kendisini rahatlatmak için her zaman yaptığı şeyi yapmaya başladı. Dudaklarından dökülürken şarkının sözleri, düşünceler akıp gidiyordu. Havaya karışıyor, olabildiğince uzağa sürükleniyorlardı rüzgâr sayesinde. Tek elini kalbinin üzerine koydu. Bir kelebeğin kanat çırpışı gibi atıyordu içinde. Diğer elini de karnının üzerine koydu. Gözlerini yumdu sıkıca. Hayaller dünyasında kaybolmak istermişçesine derine indi.
Zaman hızla akıp gitmişti. Bir gün daha geçmişti huzur bulma çabasıyla. Gözlerini açtığında havanın kararmış olduğunu fark etmişti. Kaç saattir hareketsizce yatıyordu? Ailesi deliye dönmüş olmalıydı ama ne önemi vardı ki? O gece eve dönmemeye kararlıydı. Bir otele ya da bir arkadaşına gidebilirdi. İlk seçenekten yanaydı düşünceleri. Ellerinden destek alarak yattığı yerden kalktı. Hava kararmış olmasına rağmen insanlar hala oradaydı. Oturmuş sohbet ediyorlardı. Hiçbirine aldırmadan yürümeye başladı. Birkaç kişinin ona garip garip bakmasını bile umursamamıştı. Arabasına ilerlerken cebinden telefonu çıkardı. Onca gelen aramayı gördüğünde şaşırdı. Öylesine mi aramışlardı yoksa onu mu merak etmişlerdi. Aklındaki onca soruyla oturdu koltuğuna. Arabayı çalıştırırken “ Umarım merak etmişlerdir! “ diye mırıldandı.
| |
|